'Farkında'lık insan yaşamını nasıl etkiler?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde sunay yorulmaz tarafından oluşturulan 'Farkında'lık insan yaşamını nasıl etkiler? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 5,410 kez görüntülenmiş, 20 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı 'Farkında'lık insan yaşamını nasıl etkiler?
Konbuyu başlatan sunay yorulmaz
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan UpBot

sunay yorulmaz

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
24 Şub 2010
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
'“A” görüşü şu: Ne kadar çok öğrenirsen, ne kadar çok bilirsen, ne kadar çok gelişir ve farkına varırsan o kadar çok sorunları görür ve mutsuz olursun. Gelişmek ve farkına varmak insana mutsuzluk getirir. Özetle, “cehalet mutluluktur.”
“B” görüşü şu: Ne kadar çok öğrenirsen, ne kadar çok bilirsen, ne kadar çok gelişir ve farkına varırsan o kadar olgunlaşır, güçlenir, kendini ve dünyayı tanımanın verdiği bir bilinçle yaşamını kendi bireysel seçimlerinle yaşama olasılığını canlı tutarsın. Özetle, “insanlar farkında olduğu kadar yaşar.”
İnsanların bu görüşlerden birini diğerine yeğlemesinin altında yatan temel nedenler sizce nedir?
'
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
farkında olmak kişiye bir sorumluluk yükler; bu yüklenimi kişi kendinden yapar yoksa sosyal çevre bunu dikte ettirmez. sonradan insan türüne eklemlenen tembellik/sorumsuzluk duygusu/kaçış/üretmeden el-koyma şeklindeki sapmalar/yabancılaşmalar nedeniyle daha çok ilk tercihi yapar insanlar; bu bir kendinden kaçmaktır.

farkındalık için türün geldiği aşama itibariyle sahip bulunduğu tarihsel belleği onun temel kaynağı olacaktır; yeterki o canlanacağı/olgunlaşacağı ortam/sosyal çevre, sosyo-ekonomik koşullar ve özgürlüğü yakalayabilsin...
 

usenenadam

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
9 Kas 2009
Mesajlar
80
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
Farkımda olmağa başladım sanırım.
Farkımda olmağa başladığımın farkına vardığımı
nasıl farkettiğimi şu an hatırlayamıyorum..
Ama şehirlerin halini gördükçe
değirmen eşeği gibi mutsuz oluşuma bakılırsa..

Farkımdalığımı tamaamen tamamlayabilecek miyim,
ve farkındalık mutsuzluğunun bataklığında,
help demeden sessizce çırpınırken,
malların uzattığı dallara da burun kıvıran,
öz hakiki bir farkında olma mertebesine erişebilecek miyim..
Bakıciz.

Heeyy...
farkımdayım farkımda
çok şey öğrendim
kendi hakkımda
gelin gelin toplanın
mutsuzluk parkında
deyivereyim size
şu notasız şarkımda...

ıslak yalnız bi kedicik görsem
sokakta
eve götürür sever beslerdim
yoksa acele süt aldırır içirir
gitti mi diye kalkar yoklardım
şafakta...

sinemada yerli filmlerde
zalim ağa sevenleri ayırınca
nasıl yuhalar ıslık çalardım
hele ki mezarlıkta son yazınca
iki gözüm iki çeşme ağlardım..

sek sek oynadım ip atladım
saklambaç oynadım saklandım
saklandım bi çıktım kii
çağlar atlamışım..
haberlerde kıtır kıtır kesti kadını
kalbim kıpraşmadı
zıpladım magazine..
bebeler okula gitmemiş
aklım depreşmedi
zapladım kliplere..
deprem olmuş seksen bin ölü
kılım titreşmedi
atladım fındık fıstığa..
dizimi de izleyip
hoop yastığa..

n'olmuş bana n'olmuş bana
taş gibiyim buz gibiyim
n'olmuş bana nolmuş bana
kalpsiz gibiyim ruhsuz gibiyim
içi kelek karpuz gibiyim..

anaa..
n'oldu banaa..
postmodern miyim, marjinal miyim..
radikal miyim, rol-idol muyum..
Tarkan hayraanı mıyım yoksaa..
şucu muyum bucu muyum..
iki yüzüme de baktım baktım
bir karar veremedim
az mıyım çok muyum ben
aynaya baktım göremedim
aman Yarabbii..
yoksa yok muyum ben..
 

sunay yorulmaz

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
24 Şub 2010
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Türk aydınını bohem yaşamı birinci parağrafta anlattığınız ile uyumlu...farkında olmanın sorumluluğunu yerine getirememesi , kendini gerçekleştirememesi( 'tembellik/sorumsuzluk/kaçış '...vs), doyumsuz ve mutsuz bir yaşamı koşullandırıyor...Farkındalık bireyin bilinci ile toplumsal bilinç arasındaki ilişkiylede ilintili...toplumsal bilincin gelişmiş olduğu toplumlarda farkındalık, bireyin ufkunu açıp , yaşam sevincini kamçılarken, toplumsal bilincin 'geri' oldugu durumlarda-aslında bu durum göreceli birşeydir- kişi kendi sorumluluklarınında farkındalığıyla, bilinciyle aksiyonel bir yaşam sürerse doyumsal yaşamı (kimi zaman bedeli ağırda olsa) gerçekleştirebiliyor...bilinciyle doğru orantılı olmayan korkak ve sünepe bir yaşam...o bilincide zaman içerisinde sıradanlaştırıyor köreltiyor aynılaştırıyor...düşündüğü gibi yaşa(ya)mayınca, yaşadığı gibi düşünmeye başlıyor...
 
M

monaliza

Ziyaretçi
Mükemmel konu,mükemmel fikirler. Söyleyecek söz kalmamış aslında."FARKINDALILIK/FARKINDASIZLIK" bireye, ilişkilere ve sosyal yaşama ne denli tat ve acı katan önemli unsurlar.
"Bildiğin kadar mutlusun/Bildiğin kadar mutsuzsun" yada "Bilmediğin kadar mutlusun/Bilmediğin kadar mutlusun" yada,yada "Bilmek istediğin kadarıyla mutlusun" Tümüyle kişisel gelişim ve olgunluk,özümsemeyle orantılı. Gerçek paradoks!
"Salt farkındalığın farkında olmak" yetmiyor. İnsanı bu mutsuz ediyor. Ne kadar idealist olursanız olunuz,yüreğinizin ve bileğinizin yettiği kadardır gücünüz. Önemli olan çaba göstermek;diyorum da;sevgili üşenenadam'ın mükemmel betimlemesindeki gibi "çoğu kez zap" reflekslerle es geçmek kolay geliyor.
Düşünüyorum;"farkındalık, farkındalığın gereğini yapmak bağlamında ve yüzünüzü topluma çevirdiğinizde ve hakkını verebildiğinizde" mutluluk veriyor insana.
Birey, kendisine döndüğünde ise, "Tolere etme yeteneğini verimli kullanma" ölçüsünde mutlu/mutsuz olabiliyor. Bu da bedel kısmı.
Bazen "ütopik beyin" olarak yargılanabiliyorsunuz da!
Sevgili sunay; farkındalığı ne kadar gelişmiş olursa olsun, kaç kişi düşündüğü gibi yaşayabiliyor? Gerçi;ne ölçüde, yaşadığımız gibi düşünmek zorundayız?
Ahh;şu sorumluluk bilinci!!! Her şeyin sorumlusu "O" ndan kaçmak değil midir???
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Farkındalık: Kelime anlamı olarak, farkında olmaktır, suyun akışının, çocuğunuzun büyüdüğünün, yaşamın hareketliliğinin, ısınan suyun kaynadığının...
Farkında olabilmek için duyu organlarınızın çalışıyor olması yeterlidir, onun için özel bir çabaya ihtiyaç varmıdır derseniz, bir hayli düşünmek gerekir, yanıt olarakta benim verebildiklerim sınırlı, daha fazla hareket diyebilirim genel ollarak.
Peki farkında olmayan insan olabilirmi, Farkındalık göreceli olabilirmi, kişiye göre değişebilirmi, çocuğunun büyüdüğünü kabul edip etmeme bir şeyi değiştirebilirmi, bu sorular elbetteki çoğaltılacak zincirler içerir, "farkında'lık insan yaşamını nasıl etkiler?" her şey insan yaşamını, bir başka yaşamı etkilemesi mutlaktır, farkındalığında olduğu gibi.
Farkındalık; Bilgi sahibi olmak değildir, kalıtsal ve yaşamsal bir özelliktir ve insana mutluluk yada mutsuzluk getirmez, canlı yaşamının şekillenmeinide yönlendirmez, toplum içerisindeki konuşmalarda kullanılan mecazi anlam (Sen çevrende dönen dolapların farkında değilsin) yanlış algılamalara neden oluyor, bilgi sahibi olma ile farkında olmak farklı şeylerdir, Farkında olduğun her şey için bilgilenmezsin, ilgini çeken ile ilgili emek harcar ve bilgilenirsin ve harcadığın emek oranında emeğine duyduğun sevgi oranında seversin...

Kavramlar içi boşaldıkça çıkmazlar çoğalır, bir birine girdikçe düğümler çözülmez hale gelir, göreceleleştirdirildikçe anlaşma dilleri yabancılaştırılır, yaşamdan hayalleriniz beklentileriniz çalınır...
 
M

monaliza

Ziyaretçi
Genel anlamda turko29'a katılmak mümkün. Bazen hepimiz, felsefe sitesinde olmanın ayrıcalığı ve dayanılmazlığı atmosferinde, kavram içeriklerini fazla irdelemiyor ve önemsemiyoruz. Bu konuda sizinle hemfikirim.
Ancak;önemli olan "FARKIN,FARKINDA OLMAK" değil midir?Kendi varlığının bile farkında olmayan pek çok insan var.. Kendinin bile farkında olmayan insana "bilgiyi ne kadar sunabilirsiniz?" . 5 duyuları mükemmel çalışır, beyinsel faaliyetlerinin aksaklığına rağmen. Öyle insanlara baktığımda daha mutlu olduklarını görüyorum. Açıkça;iç dünyalarını özgürce dökmelerini istiyorum ve itirafları karşısında hayrete hatta,dehşete düşüyorum. Çoğu mutlu!!! Bu da demek oluyor ki;beyni ve yüreği işlevseeliğini yerine getirmeyen bir gurup insan, bilgililere karşın daha mutlular. Sorumluluk duyguları dar bir çember içerisinde kalmış. Umursamaz ve rahatlar. Bu da "farkı, fark ettiriyor" açıkçası..
Evet,bazen, fazladan bilgilenmek de insana mutsuzluk getirebiliyor. Örneğin;eskiden insanların daha mutlu oldukları söyleniyor. Paylaşımların daha fazla,iletişimin daha sağlıklı,yardımlaşmanın daha yaygın olduğu gibi gerçekler.. Ne var ki;Görsel yayının dünyayı küçültmesi nedeniyle,insanlar, uzaklarda da olsa bazı insanların vahşetinden haberdar olmaktan dolayı birbirlerinden korkar hale geldiler. Güven duygusu önemli ölçüde darbe aldı. Bu sosyal yönü. İnsanlar kendi kabuklarına çekildiler, dünyalarını daralttılar, bu da bireysel yönü.
Çok boyutlu bir konu,her yönüyle. Katıldığım bir nokta daha;daha yalın ve bizden kavramlarla irdeleyebiliriz konuyu.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Farkında olmanın farkındalığını şu biçimde değiştirirsek aynı şeyleri söylerken kavramları yerinde kullanmış oluruz, sanırım...
Farkında olmanın getirdiği olanakları bilgiye dönüştürebilirsek, daha farkına varılır olan oluruz, bununda bize getireceği ilgi ile hazza ulaşırız.
Beyinin oluşumu etki ve tepki edinimleri içindir, yaşama tutunma güdüsü... Akıl ise etki ve tepkilere neden olan duyargaların topladıklarının değerlendirmesinin yapılarak veri değere dönüştürülmesi işlemidir, zeka bu işlemin yapılmasını sağlayan mekanizmadır, zeka kalıtsal olsada eğitime tabi oldukça verimliliği yükselir, akıl ise bilgi ile veri toplama ile zekanın aracılığı ile verimli kullanılan bir yapıdır...
Tekrar farkındalığa dönecek olursak her canlı farkında olmak zorundadır yaşamını iyi yada kötü, cahil yada bilgili sürdürebilmek için, duyargaları çalıştığı oranda farkındalığı devam eder...
Komadaki bir hastada hayalleri içerisinde farkındalığı yaşar, duyargalarının büyük bir kısmının faliyette olmaması nedeni ile kısıtlıda olsa...
Eskiden daha mutlu değildik eskiden daha çok yoksunluğun yoksullukla beraber getirdiği değerler kapsamında toplumsal yaşam biçimimi ihtiyaçları doğrultusunda dayanışmaya duyulan ihtiyaç tercihlerimizi şekillendiriyordu...
78 de yaptığım bir araştırma sonrası çok büyük tepki aldığım ve hala arkasında durduğum bir sözüm var "Fakir insan iyi olmak zorundadır." burda kullanılan zorunluluk önemlidir, sürekli destek alma ihtiyacı nedeni ile kimseyle kötü olmak istememesinden kaynaklanan bir olgu...
Bilgi olmazsa yaranma ve etek öpmeleri saygı olarak değerlendirirsiniz
Bilgisiz farkındalığın bizi götüreceği yer sadece günü kurtarma biçiminde yaşama götürür.
Hiç bir hayalini gerçekleştiremiyen ve sürekli o hayallerin acısını yaşayan bir insan mutlu olabilirmi...
Çoban kendi farkındalığının yani burdaki kullanılışla cahilliğinin bilincindedir ve onun ezikliğini sürekli yaşar bilgili bir insanın karşısında sürekli ezilir ve kabına çekilir, toplumsal yaşamdan uzaklaşır... bu mutluluğu getirebilirmi, ama güzel sözlerle bunu mutluluğa dönüştürebilirsiniz...
Saaf arkadaşımda otururken gelen bir ünüversite öğrencisi 70 li yılları anlatan bir kitap istedi saaf arkadaş bana yönlendirdi, neleri anlatanı sorduğumda işkenceleri, baskıları dedi, nedenini sorduğumda ise o günleri kendide yaşamak istiyormuş, işte getirildiğimiz nokta...
Birilerinin işkence çektiği anları okumak üstelikte yandaşının ona haz veriyormuş, elbetteki özündeki isteği bu değil ama son dönemlerin dizi ve kitapları gençliği bu uçuruma doğru itti, kimse işkencede geçen bir gününü bile hatırlamak istemez ve unutamaz...
İşt Bilgisiz farkındalığın verdiği haz ve mutluluk, bilgisiz fikir sahibi olmalar... Yeni Dünya...
 

aurora

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 Şub 2010
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Puanları
1
Yaş
40
Öncelikle, genel olarak söylenen herşeye ve özellikle de Turko29'un bahsettiği farkındalık makyajını her saniye kuşanmanın çağımızdaki meşhurluğunun ne denli içi boş olduğu - doğru yorumladıysam tabi - hakkındaki sözlerine katılıyorum. Farkındalık ve mutluluk arasındaki ilişkiye gelince; insan, çoğunluğun duyumsadıklarından farklı şeylerle haşır neşir olmaya başladıkça kendiyle savaşıyor ve keşke bir kez olsun onlar gibi görebilsem - ya da daha doğrusu göremesem - bazı şeyleri diyebiliyor. Ancak zamanla farkediyor ki hayatında eksikliğini duyduğu "mutluluk" aslında o göremeyen çoğunluğun mutluluğu. Aslında dahil olamadığınız bir olgunun avuçlarınızda olmasını istemek gibi bu. En azından aynı şeyleri aynı renklerle görebildiğiniz zihinlerle yollarınızın kesişmesi nefes aldırıyor zaman zaman. Ama varsın gerekirse o kadarı bile olmasa da başkalarının yazdığı mutluluklar süslemesin benim resmimi diyor ve kendi "mutluluğu" ve farkındalığıyla devam ediyor adımlamaya hayatı. Kopya yaşamlar ve hisler istemeyenler bir şekilde bulup yönünü gidiyor kendince; diğer taraftan, güvenlik hattının içinde kalıp yüzyıllık çerçeveleri yeğleyenler ise ister farkındalığı oynasın ister oynamasın aynı acizlikle son moda mutlulukların peşinde koşuyor.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
evet aurora geçmişle yaşamak, sürekli geçmiş özlemlerle ileriye bakmaya çalışmak geçmişten kahramanlar çıkarıp geleceği kurtarma çalışmasına döner, Örnek olarak bu siteden içimizdeki birilerini ele alalım, Mühendisi yada Monolisa yı, yazıları ve yalın anlatımları bir çok kişi tarafından beğenilirken mutlu olma yerine onlar dahada üste çıkma çabasında olma zorunluluğunu üzerlerinde hissederler, kendimide onlardan ayırmıyorum, onların rumuzlarını kullanarak özünde anlattığım kendimim...mutluluk sürekli yanımızdadır aradığımız yerlere götürürüz onu bunun işte farkındalığına karşımızdaki çıkacak kişinin mutluluğunu paylaşmak istediğimizde vereceğimiz karşılık yok derken verdiğimizi karşıdakinin hissettirmesi ile varırız, bilgilenme sıçraması sizi toplumdan koparırsa işte orda yalnızlık başlar bu yalnızlık hüzünlüde olsa iyidir, daha iyi olan ise bu yalnızlıkları arttırarak paylaşabilmektir, paylaşımın olduğu yerde yalnızlık imgeselleşir...
 

Serdar Gülüm

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
11 Eki 2011
Mesajlar
60
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Unutuyoruz. Görmüyoruz. Önemsemiyoruz bazı şeyleri.

Böyle bir mekanizmamız var. Ve boş bir mekanizma değil bu. Farkında olmuyoruz çünkü o farkındalık alanı çok geniş bir alan dğeil. Farkında olmamız gereken şeylerle doldurmamız gerekiyor.

Buna rağmen "bunun farkında varın, şunun farkına varın, bunu da önemseyin..." şeklinde sürüp giden bir söylem var. Tek tek bu fakındalık yaratmak için öne sürülen eylemlere baktığınızda evet önemliler. Bütüne bakınca önem yitiriyorlar.

Yanlış bir söylem bu. Herşeyin farkına varmayın. Önemli gibi görülselerde.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Bilinçlenmek yerine “farkındalık” kavramı sık kullanılmaya başlanmıştır. Dikkat ederseniz “farkındalık” sezgiye daha yakın bir tanımlamadır. Üzerimizdeki elbisenin bilincindeyiz ve fakat her an onu fark etmeyiz; “farkındalık” fark-etmeye dayalı daha dar bir bilgi düzeyini ifade etse de nedense daha geniş bir alanı kapsadığı düşünülmektedir. Yürürken bu eylemimizin bilincinde olsak da neye bastığımızın bilincinde değilsek buna farkında olmamak şeklinde tanım koymayı yeğleriz. Hem yürüdüğümüzü hem de bastığımızın ne olduğunun bilincinde isek o zaman farkında olmamaya sığınmamıza gerek kalmayacaktır. “farkındalık” bu açıdan gizemli bir sığınağa dönüşüvermektedir. Hem mazeret için kullanılabilir hem de bir üstünlüğü/ayrıcalığı ifade eder. Olgular ayrıştırılabildiklerinde fark edilirler ve bilince bu şekilde süzülerek çıkarlar. Bu durum da “farkındalığın” bilinçlenmenin bir ön aşaması olduğunu, onun yerine geçemeyeceğini göstermektedir.

bilinçli yaşamak her zaman hayatı olumu yönde etkiler; geliştirir ve değiştirir..
 

gicrogae

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
26 Eyl 2012
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
113
Bilinçlenmek yerine “farkındalık” kavramı sık kullanılmaya başlanmıştır. Dikkat ederseniz “farkındalık” sezgiye daha yakın bir tanımlamadır. Üzerimizdeki elbisenin bilincindeyiz ve fakat her an onu fark etmeyiz; “farkındalık” fark-etmeye dayalı daha dar bir bilgi düzeyini ifade etse de nedense daha geniş bir alanı kapsadığı düşünülmektedir. Yürürken bu eylemimizin bilincinde olsak da neye bastığımızın bilincinde değilsek buna farkında olmamak şeklinde tanım koymayı yeğleriz. Hem yürüdüğümüzü hem de bastığımızın ne olduğunun bilincinde isek o zaman farkında olmamaya sığınmamıza gerek kalmayacaktır. “farkındalık” bu açıdan gizemli bir sığınağa dönüşüvermektedir. Hem mazeret için kullanılabilir hem de bir üstünlüğü/ayrıcalığı ifade eder. Olgular ayrıştırılabildiklerinde fark edilirler ve bilince bu şekilde süzülerek çıkarlar. Bu durum da “farkındalığın” bilinçlenmenin bir ön aşaması olduğunu, onun yerine geçemeyeceğini göstermektedir.

bilinçli yaşamak her zaman hayatı olumu yönde etkiler; geliştirir ve değiştirir..

sevgili dostum,
yazdıklarınız ışığında "ayağına çivi batan insanı" değerlendirseniz neler anlatırsınız???
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Önce sinir sistemi onda bir acıma duygusunu çağrıştıracak ve bilinci ona bir cismin acı verdiğini bildirecektir. Daha sonra bunun bir çivi olduğunu “-fark etmeyecek-“ anlayacaktır. Ayağına saplananın çivi olduğuna dair “çivi” nin ne olduğu bilincine sahip olduğundan bunu “anlayacaktır”. Ayağına bir cismin battığını fark ettiği an tüm birikimi ile çivi olduğu bilincine de sahip olması olasılığı oldukça yüksektir; ancak kesin olarak onu tanımladığında bir sonuca varacaktır.

İşte böyle “sevgili dostum”!...
 

gicrogae

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
26 Eyl 2012
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
113
Önce sinir sistemi onda bir acıma duygusunu çağrıştıracak ve bilinci ona bir cismin acı verdiğini bildirecektir. Daha sonra bunun bir çivi olduğunu “-fark etmeyecek-“ anlayacaktır. Ayağına saplananın çivi olduğuna dair “çivi” nin ne olduğu bilincine sahip olduğundan bunu “anlayacaktır”. Ayağına bir cismin battığını fark ettiği an tüm birikimi ile çivi olduğu bilincine de sahip olması olasılığı oldukça yüksektir; ancak kesin olarak onu tanımladığında bir sonuca varacaktır.

İşte böyle “sevgili dostum”!...

sıkılmaz isen devam edelim... (sohbetini sevdiğimi bilirsin...)

insan-farkındalık-bilinç-bilgi-anlamak...

bütün beşeri ilişkilerimizde yaşadıklarımızın temelindeki argümanlar...

ve "çivi"...

ne dersin?devam edelim mi?
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
söyledikleriniz bu formu aşar. insanı "çar-mıh" a gerenler "çivi" nin kudretini bilselerdi/bilincinde olsalardı çekici ellerine almazlardı.
 

gicrogae

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
26 Eyl 2012
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
113
söyledikleriniz bu formu aşar. insanı "çar-mıh" a gerenler "çivi" nin kudretini bilselerdi/bilincinde olsalardı çekici ellerine almazlardı.

peki!!!
bizim üzerimize düşen bir şey yok mu?

üzerine düşeni yerine getirenlerin "çivi"lenmesine sessiz kalmak ile insan olmanın erdemi nerede ve nasıl çakışır???
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Julien Benda'nın bir sözünü anımsattınız der ki "entelektüelin görevi dünya önünde diz çökse de haksız olanın karşısında, insanlık onuru için onun -haksız olduğunu haykırabilmesindedir." söz dizini farklı olabilir, ancak içerik olarak hatırladığım bu...haksızlığa boyun eğenler kendilerine yapıldığının bilincinde olmayanlardır. ana/atalarımız demişlerdir ki "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" bu sözü değiştirilenler kapsamına almıştım daha önce..."değiştirelim" başlığında bulabilirsiniz.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
haklısınız ve fakat dikkat ederseniz "İsa" değil "insan" tanımını kullanmış bulunuyorum. sembol olarak çağrıştırmış olabilir.
 

gicrogae

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
26 Eyl 2012
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
6
Yaş
113
http://www.felsefe.net/felsefi-tartismalar/4188-guzellik-ve-cirkinlik-nedir.html

Entelektüelin İhaneti


Edward Said İçin Güncel Bir Güzelleme

Her birimiz toplumun içerisinde yaşıyoruz; kendi dili, geleneği ve tarihi olan bir ırkın, soyun, inancın mensuplarıyız.
Ayrı dillerimiz, renklerimiz, geleneklerimiz, tarihlerimiz, değerlerimiz ve aidiyet duygularımız bizde olağan farklılıklar oluştursa da, aynı ya da benzer sorunları farklı yoğunluklarda yaşıyoruz.
Sorunlarımızı aşmak konusunda ise, değişim imkânlarına set çeken olağanüstü güçlü toplumsal, kültürel, sosyal ve siyasal otoritelerin oluşturduğu geniş bir ağ karşısında insan ve topluluklar olarak kendimizi güçsüz hissedebiliriz.

Bu otoritelere bilerek ve kasten ait olmamak, çoğu kez dolaysız bir değişim yaratamamak ve hatta bazen ne hazindir ki kimsenin farkında olmadığı bir dehşete şahitlik eden tanık rolüne mahkûm olmak anlamına gelir.
Öyle olsa da birilerinin suyuna gitmeye değil de muhalefete adanan bir ruh insanı etkiler her zaman.
Seslerini duyuramayan, hiçbir imtiyazları olmayan gruplar adına yürütülen mücadele çetinleşirken entelektüel hayatın romansı da, ilgi çekiciliği de, meydan okuyuşu da yine ancak muhalefet etmekle bulunabilir.

Düşünce ve yazarlık dünyasına kurulmuş iktidar konumundaki entelektüellerin arasında gerçekten ürkütücü boyutlara varan tuzu kuru bir umursamazlık sürekli büyüyüp duruyor.
Bu kalın kafalı pragmatistler ve sözüm ona gerçekçiler, Foucault’nun deyimiyle “amansız bir vukufu, alternatif kaynakları taramayı, gömülmüş belgeleri gün ışığına çıkarmayı, unutulmuş [ya da terk edilmiş] tarihleri diriltmeyi gerektiren bir tanık olmaktan” bilinçli bir şekilde sakınırlar.
Çünkü bunun büyük yalnızlıklara, mahrumluklara gebe bir davranış olduğunu çok iyi bilirler.
Evet, insan yalnız kalır, doğru; ancak her zaman sürüye uyup mevcut duruma hoşgörü gösteren bir dalkavuk olmaktan daha iyidir yalnızlık.

İçinde yaşadığımız toplumsallık, muhatap olduğumuz resmi ideolojiler, otoriteler, kendimizi ait hissettiğimiz değerler, kimlikler, inançlar ve çatıştığımız ötekilerimizle beraber tarihin yapıcıları konumundayız.
Yaşadığımız günler bence büyük ve önemli bir tarihsel kesiti oluşturuyor.
Gelecek nesiller için tarih olacak olan bu zaman dilimi bizim için şimdinin ifadesi.
Geçmişte kalmış ya da gelecekte kurulacak olan bir altın çağ yerine ‘şimdi’nin anlamını kavramak ve ona göre duruş sergilemek her namuslu insanın ve entelektüelin vazifesidir.

Sartre 1947’de yayınlanan ve bir yazar olarak kendisinin amentüsü denilebilecek “Edebiyat Nedir?” adlı kitabında, yazarı bir entelektüel olarak değerlendirir.
Bir insanın düşüncelerini söylemesinin ve yazmasının o insanı bir entelektüel olarak siyasal alanın içinde ve siyasal olana müdahale eden konuma getirdiğinden bahseder.
İnsanın konuşup yazmasının amacı tabi ki cümle âleme ne kadar bilgili, doğru ve haklı olduğunu göstermek değil; ahlaki bir iklimde, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, iyi ile kötünün, hak ile batılın ayırt edilmesi; adil bir şahit olarak saldırganlığın adının saldırganlık olarak konulması, zulmün ifşa edilmesi, hakların sadece seçilmiş için değil herkes için olduğunun haykırılmasıdır.

İnsan güvenli bir alanda kalmak istiyor ve rahatsız olmak istemiyorsa yazmamalı ve söylememelidir.
Ya da yazıyorsa kalemini kolonyaya batıran bir züppe olmamalıdır; genç ya da kart bir züppe.

Geri çekilme ve hizaya gelme eyleminin hüküm sürdüğü, kendi evinde rahatı yerinde hissinin yaygınlaştığı ahlaki bir çürüme içerisinde, Oscar Wilde’ın dediği gibi “her şeyin bedelini bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen kinik bir tavır içerisinde”, kendilerinden başka kimsenin anlamadığı bir jargonla konuşup yazan ürkek üniversitelilerin, gazetecilerin, çeşitli aidiyet müritlerinin; birçok kişinin gözlerine bağ, ayaklarına köstek ve ağızlarına tıkaç olduğu bir zamanda, fazla politik görünme pahasına, adınızın oyun bozana çıkması pahasına; patronunuzdan, ideolojik üstadınızdan, mezhep imamınızdan, para babanızdan, otoritelerinizden paylanmak pahasına; dengeli, nesnel, ılımlı biri olmayı reddederek, cüzamlı muamelesi görmeyi göze alarak, korkusuz ve insaf sahibi bir entelektüel tarafından söylenmeyi, temsil edilmeyi hak eden bir hakikatin var olduğunu bilerek bunu göğüslerseniz, ancak o zaman yazdıklarınız ve söyledikleriniz tarihin namuslu sayfalarında kendisine yer bulacaktır.
Çünkü yazı yurtsuzluk duygusu taşıyan kişi için bir yurt olur...

Bizim hiçbir siyasi tanrıya ve kahramana ihtiyacımız yoktur...
Hiçbir kimsenin hiçbir zaman ustası olamayacağı bir uğraşın çıraklarıyız biz.
Bu uğraşımızın temeli, meydanı kuzu kuzu siyasal emelleri olan ruhbanlara, karizmatik demagoglara bırakmaya değil, geçmişin ve geleceğin karanlık dehlizlerindeki küf kokularını günün ışığıyla yok edecek olan içtihadi bilincimize ve güncel tefsirimize dayanır.

Ezilenler arasında da kazananlar ve kaybedenler vardır.
Sadece zalimlerin iktidarının son bulması için değil, zalimlerin son askeri de artık sahneden kaybolunca ne yapacağımızı da bilerek savaşmalıyız.
Entelektüel, bu savaşta hayatta kalma mücadelesinin ötesine geçerek, siyasal özgürleşme sorunlarını dile getirmeli, esas savaşla ilgisiz görülüp marjinalize edilerek bir kenara itilen alternatifleri de sunmak ve değerlendirmekle yükümlüdür.

Bizler Aimé Césaire’in müthiş tanımlamasıyla “zafer randevusunda yer almak isteyen” gösteriş meraklıları olamayız.
Gerçek bir entelektüelin varoluşuna; dolayımsız somut deneyim perdelerinin ötesine nüfuz etme yolunda duyulan deruni muhtaçlık duygusu damgasını vurur.

Bugün Ortadoğu halklarının varoluş mücadelesini tartışan entelektüeller, halklara; utanıp sıkılmaksızın haklarında yargılar verilebilecek basit nesneler gözüyle bakmaktadırlar.
Çeşitli lobilerin, çıkar çevrelerinin hâkim politika görüşlerinin aksi sedası bir koroyu andıran bu müneccim enayilerinin kullandıkları siyasal dil, yalanları doğru, cinayetleri saygın, savaşçıyı terörist, içi boş sözlere de derin bir filozofik ve ilahi veçhe görüntüsü vermek amacıyla tasarlanmış bir dildir.
İşte bu Julien Benda’nın Entelektüelin İhaneti adını verdiği şeydir.
Çünkü entelektüel ahlak ve adalete bağlı kaldığı müddetçe ilkeli bir duruşu muhafaza edebilir.

Halkları ve onların mücadelelerini tartışan entelektüel sadece şuan oldukları gibi değil, nasıl o hale geldikleri açısından da görme duyusunu harekete geçirmelidir. Entelektüel davranış, duyma, görme, sezme temelinde bilgi ve özgürlükle ilgili bir hayattır.
Bu hayatta gemisi battıktan sonra karada küçük adasını sömürgeleştiren bir Robinson Crusoe olamaz entelektüel, olmamalıdır.
Karayla birlikte yaşamasını bilen, yaşadığı hayatın taşıdığı olağan üstülülerinin farkında, bedavacı, fatih ya da yağmacı değil her zaman bir gezgin ve geçici bir misafir olduğunun bilincinde, bilgi ve özgürlük arasında ayrım gözetmeyen bir insan olmalıdır.

Richard Crossman, İflas Eden Tanrı kitabında, Batılı entelektüellerin Moskova’ya gidiş ve dönüşlerindeki hayal kırıklıklarını ve artık birer antikomünist olarak iman tazelemelerini anlatır.
Kitabın sunuşu şu teolojik cümleyle biter: “Şeytan da bir zamanlar cennette otururdu, bu yüzden onu daha önce görmemiş olanların ilk gördüklerinde meleklerle karıştırmaları mümkündür.”
Çünkü sarahaten söylemek gerekir ki, hangi türden olursa olsun siyasi bir tanrıya inanmak ve o tanrının saflarına katılmak uyanık bir bilinç için utanılacak bir durumdur.
Bu katışıksız bağlılık entelektüelin dilini çürütür.
Dil çürüyünce zihin uyuşup pasifleşir.
Zihin pasifleşince de dil artık bir süpermarketteki fon müziği işlevi görmeye başlar.
Boş ve soğuk...

Tutkuyla müdahale eden, risk alan, kendisini ortaya koyan, belirli ilkelere bağlı olarak hareket eden, tartışmada yara almaktan korkmayan, dünyevi davalar gütmeyen bir entelektüel, yazar, aktivist ve devrimcinin, saf bilgi ve soyut bilim aşkı uğruna yazdığını söyleyen derin analizci, komplocu, tarih dışı entelektüele inanması mümkün değildir.
Bu müsait zaman hokkabazlarının yaptığı şey yalnızca bir ittifak arayışı, uyum ve barış değil aynı zamanda işbirlikçiliktir.

Tembelliğe ve konformizme teslim olmuş bu ‘çok derin uzmanlar’, uzmanlık alanlarının gereklerine uyarak, efendilerinin kendilerinden yapılmasını istedikleri şeyleri yaparlar.
Bu uzmanlaşmaya karşı; kâr ve ödül beklentisiyle değil, tabloyu daha geniş çizmeye, belli çizgiler ve engeller arasında bağlantılar kurmaya duyulan aşk ve dinmek bilmez bir merakla, belirli bir uzmanlık alanına kapatılmayı, bir meslekten, mezhepten, meşrepten, sınıftan olmanın getirdiği her türlü sınırlamayı reddederek düşüncelere, değerlere ve eylemlere özen gösteren bir amatörlüğün bayrağını yükseltmek bugün muhtaç olduğumuz devrimci tavırdır.

Çeşitli kurumların, çevrelerin kiraladığı, efendilerinin önünde ceketleri ilikli, söylediklerini kimsenin anlamadığı, asıl kaygıları, halkların önünü açmak ve bilinç ışıkları yakmak yerine efendilerini memnun etmek ve ünlerini pekiştirmek olan derin analizciler ve uzmanlar olarak, uzman olmayanları ürküten bir toplumsal otoriteye ve bir sürü akademik unvana sahip olan bu dershane teknisyenlerinin sahte peygamberliklerini ifşa eden temiz çabalar ve ıslahatçı eğilimlerle önümüzü görebiliriz.

Öğretmenler, Yazarlar, Ünlüler kitabının yazarı Regis Debray’ın deyimiyle, “kendilerinden önceki ruhani ciddiyetle kendisinden sonraki reklamcılığın çığırtkanlığı arasındaki orta yolu” sürdüren, başka halkların yaşadığı dehşeti yine Fanon’un deyişiyle, “kendi yaşadığı dehşetle ilişkilendiren, bir halkın mülksüz bırakıldığını, ezildiğini, katledildiğini, haklarının ve politik varlığının elinden alındığını” söyleme cesareti gösterebilen ve bunun bir entelektüel olarak nelere mal olacağını umursamadan sürü davranışlarına, bağnaz aidiyetlere, akılsız müritliklere karşı çıkan bir insan olmalıdır entelektüel.

Bir insan olarak entelektüelin görevi krizi evrenselleştirmek ve hegemonyayı yaygınlaştıran her türlü odağı deşifre etmektir.
Belli bir ırkın, belli bir toplumun, belli bir inancın yaşadığı acıları daha geniş bir insani ve ilahi bağlama oturtup bu deneyimi başkalarının acılarıyla birleştirmektir, yarıştırmak değil.
Küresel hegemonyayı, hilelerini, kaynağı ve gerekçesi ne olursa olsun her türlü istibdadı, zulmü, soykırımı başka türlü ifşa etmek nasıl mümkün olabilir?

Her konuşanın, her yazanın, her entelektüelin bir dinleyicisi ve muhatabı vardır ya da bulunur.
Mesele, entelektüelin otorite ve iktidarlara karşı nasıl hitap ettiğidir.
Profesyonel bir ricacı olarak mı yoksa onun itibar görmeyen ve ötelenen vicdanı olarak mı?
Kariyerinin ötesinde, entelektüelin adalet ve özgürlüğe olan bağlılığı onu tahrik etmelidir.
Etmiyorsa o uyuz bir keçidir sadece...
Ancak buda yetmez...
En özgür ruhlu kişi bile tek başına ayakta duramaz, kendisine yetemez...
Kendisini bir kulübe, loncaya, mezhebe, meşrebe, meclise teslim etmiş bir memur, işçi ve mürit olmayan entelektüel halkın yazgısına katılmalı ve rolünü oynamalıdır.

Direnen halkın zihinsel ve ruhsal, savaşçının ise devrimci tükenmişliğini tahkim etmekle yükümlü olan entelektüel, her türlü inanç ve ideolojinin bütün gardiyanlarıyla ömür boyu sürecek olan bir mücadele içerisine girmesi gerektiğini bilmelidir.

O halde Ademoğlu hakikati nasıl söyler?
Hangi hakikati?
Kimin için ve nerede?
Entelektüelin bu sorulara dolaysız cevaplar vermesini sağlayacak denli geniş ve kesin bir yöntem bilmiyoruz.
Ancak bir entelektüel en azından bir başkasının varlık gerekçesini, varoluşunu gerçekleştirme arzusunu, özgürlük savaşını, kendisini feda kahramanlığını görmezden gelen, küçümseyen ahkâm kesici bayağı hilebazlıklardan uzak durmalıdır.

Halkların çektiği acıların müsebbipleriyle fikir ve eylem birlikteliği yapmayı reddetmeyen, üzerinde egemenlik kurduğu bir parça toprağa sahip olmak şöyle dursun, kazandığı küçücük zaferleri kutlayacak bir yer bulmakta zorlanan halka dost olmayan, mutluluk ve tatmin olmuşluk beyan eden resmi açıklamaları, medya zorlamasıyla yaratılan sevinç havalarını reddetmeyen bir ‘entelektüel’, bilinçli ya da bilinçsiz, gerçeğin çirkin yüzünü giydikleri kaftanlarla gizlemeye çalışan birer hokkabaz olarak halkın yazgısında yerini alacaktır.

Nihayet, halkın yazgısı gerçekleşip de, Allah’ın takdiri, yardımı ve zaferi gelince, geçmişte söylediklerini işlerine geldiği gibi budama ve sofuca pişmanlık duaları okuma faslı bizlere, bu tanrıları ellerinden uçup giden entelektüellerin suspus olmalarına rağmen, hizmet edecekleri yeni tanrılar bulmak için şurada burada dikkatli sondajlar yaptığını da gösterecektir.

Artık belli bir noktaya bomba yağdırmanın dildeki karşılığı olan belagat hummasına tutulmuş birer hafifmeşrep olmakla, ahlakın nerede ortaya çıktığını, kimin çıkarlarına hizmet ettiğini, iktidar ile adalet arasında nasıl bir ayrım olduğunu, tercihleri ve öncelikleri hakkında ne söylediğini bilen, etrafta dolaşmak yerine ayakta durup zalimlere cevap verebileceği bir mekâna sahip olan sorumlu bir entelektüel olmak arasında tercih yapmak kişiye kalmıştır.
Ancak soyutlamalar ve ortodoksiler bu tercihten kaçınırlar.
Çünkü teskin olmak ve okşanmak daha iyidir ve huzur verir.

Yazar: Mustafa Yılmaz
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst