Din üzerine

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Düzyazı kategorisinde t-duran tarafından oluşturulan Din üzerine başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,610 kez görüntülenmiş, 13 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Düzyazı
Konu Başlığı Din üzerine
Konbuyu başlatan t-duran
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Objectivity

t-duran

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
5 Şub 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
2
Puanları
3
Yaş
43
Din üzerine


Dini bir inança neden sahip oluruz, dini inança sahip olmamız gerekir mi. Dini inança sahip olmam gerektiğini nerden çıkarıyorum, iyi de din nedir ki, ben dini bir inança sahip olduğumda, bu inança bulunduğum aile çevresinde dine verilen anlamlarla aynı anlamları neden verdim -şuan tam anlamıyla aynı anlamı vermiyorum-, ben dünyanın farklı bir bölgesinde doğmuş olsaydım oradaki aile çevresinin vermiş olduğu anlamımı kabul edeçektim yoksa şimdi ki aile çevresinin vermiş olduğu anlamı mı vereçektim. Dini inança sahip olanla hiç dini inança sahip olmayan kişi arasındaki farklar nelerdir.

Belli bir dini inança sahip olarak büyütüldüğümüzde, gençlik yaşına geldiğimizde bu edindiğimiz dini inançı sorgulamaktan korkarız, çünkü; bizi biz yapan değerler olmuştur bu inançlarımız, kendimizi bir hiç gibi hissederiz, yerine koyaçak birşey bulamamanın boşlunu yaşarız, bunun nedeni, bu inançla birlikte bir olayı anlamlandırmışıktır, hayatı bu inança göre anlamlandırmışıktır, hayatı anlamlandıramadığımzsa/anlayamadığımza psikolojik sıkıntılar yaşamaya başlayabiliriz -hayatı anlamlandırma ihtiyaçı vardır insanoğlunun-. Bunun yanından şunlardan da kaygılanırız; Yalnız kalmaktan korkarız -yalnız kaldığımızda gerçeklikle bağımızı yitirmekten korkarız, sevilmemekten/değer görmemekten kaygılanırız -insan bir şekilde kendini değerli hissetmek ister, sevilmek ister, temel ihtiyaç gibi birşeydir neredeyse- o yüzden sorgulamadan kaçınırız, gerçeklerle pek ilgilenmeyiz bu yüzden, yukarda saydıklarımla ne kadar baş edebilirsek gerçeklerle/gerçek bilgiyle o kadar çok ilgileniriz.

Ben dini bir inança sahip olmak için dini bir inança sahip olmadım, dini inançımı sorgulama serbestine kendimi sahip görüyorum -Bu dünyaya bir kere geliyorsam, bir çok sefer de geliyor olsam bile kendimi bir daha ki gelişin olup olmayaçağının garantisi olmadığından bu sefer kendimi burada hissettiğimden ötürü, her şeyi sorgulamalıyım, ki sorgulayarak neyin ne olduğunu bulabilirim diye düşünüyorum, akla uydurmaları yapmadan tabiki (sorgulama konusunun ayrıntıları için "Bilgi üzerine" adlı yazıma bakılabilir).
Ailem de ve aile çevremde bir yaratanın var olduğundan bahsediliyordu, bu yaratanın ne olduğu konusunda ise şöyle şeyler deniyordu, bir güç var kimsenin bilmediği, bu dünyayı ayakta tutatn bir güç var. Belli günlerde bu yaratanı anmak için bazı şeler yapıyorlardı -Bulgarlar yumurta boyama gibi şeyler yapıyordu, Türkler ise bazı günlerde çocuklar şeker topluyordu, bunlar bana eğlençe geliyordu-. Aile çevresi nadiren, bazı olayları tanımlayamadıklarında veya yapılması pek iyi olmayan şeylerde bunu dinen yasak olduğunu söylüyorlardı. Belli mekanlara belli günlerde giden insanları görüyordum. Bunları duydukca gördükçe bende bunları hiç düşünmeden benim düşüncelerime yerleştirmeye başlamışım, ilkokul beşte bir veya iki gün Kuran kursu düzenleyen bir yerede gitmiştim, burada ne okuduğumu bilmeden benim dilimden olmayan şeyler okudum. Ortaokulda da din dersi vardı -aslında dini anlatan, dini sorgulayan tarafsız bir ders değil, yetişkinlerin gençlere benimsetmek istediği suni mezhebinin görüşleri imiş sonraları öğrendim bu dersin amacını-. Açaba ben küçüklüğümde hiç bunları duymamış olsaydım da bir yaratan olduğunu çıkarabilirmiydim. Yaratanı insanların sıkıntıları mı yarattı –İnsanlar kendi benliğini/canını rahatlatmak için; sıkıntıya düştüğünde, kendini çağresiz hissettiğinde, babalarını kaybettiklerinde babasının yerini dolduraçak birini aramaları (yaratan çoğunlukla erkek olarak düşünülür nedense), haksızlığa uğradığında bu haksızlığı bir yaratıcının başka zamanda bu haksızlığı gidereçeğini düşünmeleri yüzünden mi)- veya ölüm korkusu yüzünden sonsuz bir yaratıcının varlığı düşüncesini insanoğlu kendimi yarattı. Toplum kendi içinde anlaşmaksızın yapılmasını istemediği veya yapılmasını istediği davranışları yaptırmanın yolunu cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması kurarak, bu cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması bu dünyada var olmayaçak başka bir dünyada var olaçak şekilde kurmuş olabilir, bunun nedeni bu dünyada isteklerini yapamayan, dünya ile başa çıkamayıp, haksızlığı da karşı çıkamayan kişiler kendini teselli etmek için bir başka dünya mı yarattı. Belirsizlikten hoşlanmayan insanoğlu bilemediği/tanımlayamadığı olgular karşısında bir tanım verme ihtiyacı duyarak, bu olguların ve olayların nedenini görünmeyen bir yaratanın varlığını yaratarak olguları tanımlamayamı çalıştı. Herşey her belirsizlik durumunda yaratana bağlanır , kötü şeylerin bir çoğuda yine görünmeyen kötü bir varlığıa bağlanır -şeytan gibi-. Bunun nedeni insanoğlunun çoğu kısa yollardan hemen olayları tanımlamaya çalışmasından mı -hele zorlandığında, istekleri olmadığında bunu daha çok yapar-.

Şuan ki doğa bilimleri doğayı tanımaya ve kontrol altına almaya çalışmakta, ve diğer bilimlerde insanı ve insanlığı tanımaya çalışmakta açıklamaya çalışmakta. Dini inanca sahip kişiler ise insanoğlu her şeyi anlayamaz kavrayamaz diyor, doğayı kontrol edemez insan diyor. Dini inanca sahip kişiler, doğayı kontrol etmeye çalışanlar ile bir mücade içine giriyorlar. Doğayı kontrol etmeyi Tanrının işine karışmak gibi algılıyorlar, herşeyi kontrol eden bir Tanrı tasviri yapanlar neden bundan korkuyorki Tanrı istese idi bunuda kontrol ederdi, engellerdi. Bir zamanlar Veba salgını olduğunda papazlar insanlara şöye demişlerdi, bu Veba sizin yoldan çıkmanız yüzünden, başınıza geldi, insanları korkuttular. Şimdi Vebayı doktorlar kontrol altına aldı, bu papazlar şuan yaşamış olsalardı ne hale düşeceklerdi -günümüzde de buna benzer söylemler çok oluyor- işte bilim bu tarz söylemler içinde bulunanları zamanla yalanlıyor, ve bu kişiler bu tarz söylemlerle beslendiklerinden de, kendi çıkarlarını korumak için insanın herşeyi anlayamaz olduğu söylemini yaymaya çalışıyorlar, billim ise herşey anlaşılabilir olduğunu idia ediyor.

Dünyanın he bir köşesinde dini inanca sahip olan insanların inanclarını okuduğumda -Antrapoloji biliminden yararlandım- ve çevremde gözlemlediğimde, şuna vardım, bunlar arasında hiç bir ortak noktanın olmadığını gördüm, birçok kişi kendi kafasında yarattığı Tanrıya inanıyordu. mesela dünyanın bir köşesindeki topluluğun inandığı inancı ben şuan yaşadığım ülkede savunsam çevremdekiler benim cehenneme gideçeğimi söylerlerdi, ama o inancın sahip olduğu bölgede yaşasaydım öldüğümde iyi bir yere gideçeğimi söylerlerdi. Bilim tüm Yeryüzü ve İnsanlar arasında her tarafta geçerli ortak noktalar bulmaya çalışması yüzünden bana daha tutarlı geliyor, bu tutarlılık aynı zamanda içinde bir yanlışlanabilirliğide kabul ediyor.

Tüm kaygı ve korkularımızdan arındığımızda, hayata mutlu olmasını becerdiğimizde, hayatla, dünyayla mücade etmesini becerdiğimizde, belirsizliklerimizden kurtulduğumuzda, olayları anlamlandırdığımızda da bir Tanrı ihtiyaçı içinde olaçağız mı, yoksa kendimizimi Tanrı yerine koyaçağız. Yoksa bunlardan sonra, Tanrı gerçekten bilinmesi gerektiği şekilde bilebilirmiyiz.

Duran Aydoğmuş.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Din bir yoldur. Tanrı'ya ulaşmak için ve kendini tanıyabilmek için insanın takip edebileceği bir klavuzdur. Dinler zamanla yozlaştırılmış oldukları için bazı insanlarda dine karşı bir öfke ve nefret oluşmuştur.

İnsan olarak dünyaya gelmiş olabiliriz fakat insan gibi yaşamayı beceren kişi sayısı çok azdır. Allah korkusu ne dini baskı ile ne de yaptırımlarla sağlanabilir. Korku değil aslında saygı desek daha doğru olur. İnsanın vicdanı en büyük gücüdür. Hangi ülke ve koşullarda yaşarsan yaşa, hangi dine mensup olursan ol vicdanın işlemiyorsa olay orda bitmiştir.

İnsan Tanrı'yı kabul etmese de dinleri doğru anlamasa da vicdanın sesini duyabildiği an Tanrı'ya da ulaşacak dinlerin gerçek anlamını da farkedebilecektir.

Tanrı'yı bilmek isteyene Tanrı kendini bildirir zaten ama bilmekten korkuyor insanlar tüm mesele bu bence. Dinlerin yanlışlıkları doğrulukları bir tarafa her kim vicdanı ile yaşıyorsa Tanrı'yı bulmuştur zaten. Vicdani yaşamanın verdiği huzuru ne para satın alabilir ne de başka şey...

Tüm kaygılarımızdan arınmak, belirsizlikleri çözmek ve olayları anlamlandırmak bizi Yaratıcının önünde saygıyla eğilmekten başka bir kimliğe büründürmez. Tanrıyı oynayanlar ya da oynamak isteyenler ise halen asıl gerçeğe ulaşamamış olanlardır.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Bu vaazları vermek yerine, kölelik kurumunu koruyan, insanlar arası eşitsizlik vurgusuna sahip, kadınları ikincil ve haklar bakımından eksik sayan, cinsel tercihe saygı duymayan, dinden çıkan kimselerin öldürülebilmesine açık kapı bırakmış, nefret söylemleri ile dolu,fiziksel şiddeti, işkenceyi bir cezalandırma yöntemi olarak gören ayetlerin hangi nedenle değişmez,kutsal ve her çağa hitap eden kurallar bütünü olduğunu açıklayın.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Bu vaazları vermek yerine, kölelik kurumunu koruyan, insanlar arası eşitsizlik vurgusuna sahip, kadınları ikincil ve haklar bakımından eksik sayan, cinsel tercihe saygı duymayan, dinden çıkan kimselerin öldürülebilmesine açık kapı bırakmış, nefret söylemleri ile dolu,fiziksel şiddeti, işkenceyi bir cezalandırma yöntemi olarak gören ayetlerin hangi nedenle değişmez,kutsal ve her çağa hitap eden kurallar bütünü olduğunu açıklayın.

Vaaz derken anlamadım, fikir beyan etmek ne zamandan beri vaaz sayılıyor? Arkadaş din üzerine yazı aktarmış ben de yazı hakkında kendi görüşümü yazdım. Kimseye vaaz vermedim.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Sürekli olarak aynı şekilde yaratıcıya biat etmekten, ona ulaşmaktan vs bahsediliyor.Buna karşın hiçbir zaman mesele somutlaştırılmıyor. Benim saydığım içeriğe sahip bir sistemle yaratıcıya nasıl ulaşılabiliyor? Gerçeğe bunlar ile mi ulaşılacak yani?
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Sürekli olarak aynı şekilde yaratıcıya biat etmekten, ona ulaşmaktan vs bahsediliyor.Buna karşın hiçbir zaman mesele somutlaştırılmıyor. Benim saydığım içeriğe sahip bir sistemle yaratıcıya nasıl ulaşılabiliyor? Gerçeğe bunlar ile mi ulaşılacak yani?

Yaratıcıya ulaşmak mecazi anlamda tabii ki hiç bir yaratılmış ona gerçek anlamda ulaşamayacaktır. Hiçbirimizin enerjisi yaratıcının boyutuna ulaşmaya yetmez. Yaratıcının kontrolündeki idari planlara ulaşmak belki mümkün olabilir o da her insana nasip olmayacaktır.

Dinler Tanrı tarafından yollanmış ve belli toplumlara gönderilmiştir. Mesela Kur'an kızlarını toprağa gömen bir topluma Araplara gönderilmiştir. Son din İslamdır, Allah katında din de İslamdır fakat bazı ayetler o günün şartlarına uygun olarak yollanmış bazıları ise tüm çağlara hitap eden ayetlerdir.

Namaz kılmak neden farz? Allah'a yakın olmak için mi sadece ya da kulluk yapmak için mi? Hayır namaz kılmak bir konsantrasyon olayıdır ve insanlar için faydalı olduğu kadar olmazsa olmazdır. Neden dersen birincisi negatif enerjilerden arınmanı sağlar, negatiften arındığın zaman pozitif enerjileri çekmeye başlarsın. Enerjin yükseldikçe de benzer benzeri çeker mantığı ile olumlu olayları ve kişileri hayatına çekersin. Abdest almak mesela. Su ile temas ile negatiften arınmak içindir. Teyemmüm abdesti toprağa elini sürerek alınır. Toprağa el sürüp nasıl temizlenir insan ? Tabii ki negatif enerjileri toprak anında alır ve insan bedeni de topraktan yaratılmıştır. Evrende herşey enerjidir. Bizim farklı algılıyor olmamız beynimzdeki kodlarla alakalıdır.

Yani dinler doğru algılandığı takdirde cidden insanlar için faydalıdır. Klavuzdur ancak başkalarına hükmetmek ya da hor görmek için dinler günümüzde bir silaha dönüşmüştür. O yüzden dinleri bir tarafa bırakıp sadece Yaratıcıya ulaşmaya çabalamak zaten kişiye ihtiyaç duyduğu cevapları ulaştıracaktır.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Elbette zamanın belli bir noktasında geçerli olan kısımlar olduğu gibi, bundan çok daha uzun süre geçerliliğini koruyacak kısımlar da vardır İslamiyet'de. Bu durum düşünce ürünü olan bir çok şey için de böyledir çünkü bugünün bilinci geçmişin bilincinden tamamı ile farklı değildir. Benim işaret ettiğim nokta, hangi ayetlerin söz konusu zamanın toplumuna ait unsurlar olup, hangilerinin olmadığına kim karar verecek? Zaman-mekan farklılığı neticesinde geçerliliğini yitiren unsurlar varsa,diğerlerinin mutlaklığından nasıl emin olunabilir? O halde bir şekilde revize edilmesi gerekir çünkü kadınları hafifçe dövmek vb. gibi önerilerin kişiyi yaratıcıya yaklaştırdığını düşünmek abes olur. Yok bu içerikli ayetler herzaman geçerli değilse, o zaman da bu kitap en azından bir bütün olarak her çağa hitap etme iddiasını ve mutlaklığını yitirir.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Elbette zamanın belli bir noktasında geçerli olan kısımlar olduğu gibi, bundan çok daha uzun süre geçerliliğini koruyacak kısımlar da vardır İslamiyet'de. Bu durum düşünce ürünü olan bir çok şey için de böyledir çünkü bugünün bilinci geçmişin bilincinden tamamı ile farklı değildir. Benim işaret ettiğim nokta, hangi ayetlerin söz konusu zamanın toplumuna ait unsurlar olup, hangilerinin olmadığına kim karar verecek? Zaman-mekan farklılığı neticesinde geçerliliğini yitiren unsurlar varsa,diğerlerinin mutlaklığından nasıl emin olunabilir? O halde bir şekilde revize edilmesi gerekir çünkü kadınları hafifçe dövmek vb. gibi önerilerin kişiyi yaratıcıya yaklaştırdığını düşünmek abes olur. Yok bu içerikli ayetler herzaman geçerli değilse, o zaman da bu kitap en azından bir bütün olarak her çağa hitap etme iddiasını ve mutlaklığını yitirir.

Kime göre neye göre konusunda haklısın günümüzde dinleri doğru analiz edecek din alimi sayısı çok az olanlar da konuşmaya cesaret edemiyor. Bu durumda bireysel araştırmak dışında şansımız yok. Ben kendi adıma konuşursam vicdani olarak karar vermeyi tercih ediyorum. Bazı ayetlerin o döneme hitap ettiği çok net fakat bunu söylediğin zaman dini çağa uyduramazsın deniyor. Dediğim gibi kişinin tek klavuzu kendi aklı ve vicdanı. Çok eskilere dönüp araştırdığında sembolik bir dil çıkıyor karşına çözmek daha da zorlaşıyor. Bazı ayetler beni de düşündürmüyor değil fakat yaratıcının gücüne imanım tam olduğu için o ayetlere şüphe ile yaklaşsam da nedenini bilemediğim için o ayete uymuyor fakat varlığını da red etmiyorum. Benim de cevap aradığım çok fazla soru var ancak birgün cevapların karşıma çıkacağına tüm kalbimle inanıyorum.
 

t-duran

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
5 Şub 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
2
Puanları
3
Yaş
43
İnsanın doğasını nasıl tanımladınız acıklarmısınız. Kanıt sunarak açiklarmisiniz. İnsan gibi yaşayamayanlar kimler, nasıl yaşarlar, nicin yasayamazlar. Neden yasayamazlar. Sabah aksam dayak yiyen birinin vicdani nasil olur ve bu kisiye dayak yemenin normal bir insan davranisi oldugu kucuklunden beri benimsetilmis olsun. Vicdan öğrendigimiz degerlere ters hareket yaptigimizda ortaya cikabilir mi. Bu sorduklarimi Kurana göre aciklarmisiniz, yorum yapmadan. Kurana göre cevaplamaz, yorum yaparsaniz bu soylediklerinizi sizin sahsi fikirleeiniz olarak düsunecegim. Yorumlariniz ile din uzerine baglanti kurarsaniz, kafanizda yarattiniz tanriya saygi duyarim, ama o sizin tanriniz olur.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
İnsanın doğasını nasıl tanımladınız acıklarmısınız. Kanıt sunarak açiklarmisiniz. İnsan gibi yaşayamayanlar kimler, nasıl yaşarlar, nicin yasayamazlar. Neden yasayamazlar. Sabah aksam dayak yiyen birinin vicdani nasil olur ve bu kisiye dayak yemenin normal bir insan davranisi oldugu kucuklunden beri benimsetilmis olsun. Vicdan öğrendigimiz degerlere ters hareket yaptigimizda ortaya cikabilir mi. Bu sorduklarimi Kurana göre aciklarmisiniz, yorum yapmadan. Kurana göre cevaplamaz, yorum yaparsaniz bu soylediklerinizi sizin sahsi fikirleeiniz olarak düsunecegim. Yorumlariniz ile din uzerine baglanti kurarsaniz, kafanizda yarattiniz tanriya saygi duyarim, ama o sizin tanriniz olur.

İnsan gibi yaşamayanlar nefsini, vicdanından önde tutanlardır. Örnek verecek olursak; insanların organlarını çalan organ mafyası, çocukları zorla dilendiren insan tacirleri, kadınları fuhuşa zorlayanlar, başkalarının sırtından para kazanmak uğruna her rezilliği hak görenler, kendi çıkarları uğruna herkesi-herşeyi feda edenler yani kısacası kendisi kadar başkalarının çıkarlarını gözetemeyip tam tersi haklarını gasp edenler ilk başta sayılabilir fakat liste çok uzun saymakla bitmez.

Neden yaşayamazlar? Çünkü bu insanlarda vicdan devreye girmiyor. Başkalarının haklarını gasp etmek onları rahatsız etmiyor. Gönül gözleri kapalı, başkalarını yargılamak bana düşmez fakat bu insanların vicdanları devreye girmiş olsaydı zaten bu haksızlıkları yapmaktan vazgeçerlerdi. Yine de birgün doğruyu bulmalarını dilemekten öte söylenecek pek birşey de yok.

Çocukluğundan itibaren dayak yiyen biri dayak atmayı hak kabul ediyor olamaz çünkü kendisi bundan zarar gördü, dayak yediğinde canı yandı, gururu kırıldı v.s. bu duyguları yaşayıp halen dayak atmayı hak kabul edebiliyorsa yine vicdan devreden çıkmış ve kendisine yapılanın intikamını başkalarından almaya çalışıyordur burada da nefis devreye girmiştir.

Vicdan kişiyi yanlıştan alıkoyar hiç vicdanın devreye girdiği noktada yanlış yapan birine, birilerine şahit oldunuz mu? Tarihte var mı örneği?

Kur'an'dan ayet istemişsiniz fakat direkt vicdanı anlatan ayet bulamazsınız. Biz Hızır değiliz, Hızır gibi görünenin ardındakini bilme şansımız yok bu sebeple Hızır kıssasında Hızır adam öldürdüğü zaman Hz. Musa vicdanı ile itiraz etmişti. Hızır ise görünenin ardındakini bilmiyorsun bu sebeple sen benim yaptıklarımı anlayamazsın, demişti. Burada Hz. Musa vicdanlı davrandığı için doğru olanı yaptı fakat Hızır da arka planı bildiği için doğru olanı yaptı fakat bu dünyada hiç kimse Hızır değil olamaz da bu sebeple bizden vicdanlı davranmak dışında birşey beklenmiyor. Vicdanın devreye girdiği yerde günah da olmaz.

Kur'an ayetlerini sorgulamakla kimse günaha girmez tam tersi sorgulamadan kabul etmek yanlış olandır. Önemli olan içinden gelerek, samimiyetle benimsemektir.

Bazı ayetler aklımıza yatmıyor, Allah yukarda bunu inkar etmenin bir anlamı yok fakat ayeti inkar etmiyoruz sadece ayet vicdanımızla çelişiyor mesela el-ayak kesmek ayeti gibi şimdi ben kimsenin elinin ayağının kesilmesini istemiyorum diye Kur'an'ı inkar mı etmiş oluyorum hayır asla sadece bu ayet vicdanımla çelişiyor. Rabbim ben kimsenin eli-ayağı kesilsin istemiyorum diyorum. Sonuçta başka birinin haklarını yanlış bile yapsa gözetmek ve İlahi adalete güvenip, varsa bir cezası hukukta aramak ve asıl cezayı öteki tarafta zaten alacağını bilmek o güne kadar tövbe eder, pişman olur belki diye ummak-dilemek bu mudur günah olan???? Hayır Allah hiç bir kuluna başka bir kulunu yargılama, yok etme-zarar verme hakkı vermemiştir. Vicdanın devreye girdiği yerde günah olmaz öyle olsaydı Hz. Musa Hızır'a karşı çıktığı için günahkar olur, peygamber de olamazdı.

Nefsin karşılığı vicdandır bu dünyada ayrıca arka planı bilemiyoruz bazen doğrular yanlış, yanlışlar doğru görünebiliyor bu durumda vicdanın sesine göre hareket etmek kimseye birşey kaybettirmez sonuçta hiç birimiz mükemmel değiliz, olamayız da bu noktada vicdanlı davranmaya çalışmak dünya koşullarında bana göre en uygun olandır. Yanılsak bile iyi niyetten kimseye zarar gelmez fakat kötülük Şeytan'a uymaktır, farkında olmadan kötülüğe imza atmaktansa vicdanlı davranıp, geri durmak Allah'ın yolunda gitmeye çabalamak Kur'an'a karşı çıkmak değil tam tersi Kur'an'ın yolundan gitmek, gitmeyenlere de şans tanımaktır.
 

t-duran

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
5 Şub 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
2
Puanları
3
Yaş
43
Selam dijital.
Demek istediğimi anlaşilmamiş nedense. Vicdan herkezde aynımı. bir mağrada büyüseydin ve bu mağrada dayak atan insanlar sana gosterilseydi ve bu kişiler rol icabı dayağı iyi gosterseydi diyelim. Bu mağrada yaşayan kişinin vicdanı nasıl olurdu. Vicdan değer yargılarimiza göremi şekilleniyor acaba. Yoksa senin dediğin gibi herkezde bulunan değişmez ve ayni yapiya sahip birseymi. Vicdansiz diyemiyorum bir kisiye cunku vicdanin tanimini bilmiyorum ben. Ama şuan da insan haklari olarak tanimlanan degerlere ters hareketler beni üzüyor. Bunu diyebilirim.

Saygılar.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Selam dijital.
Demek istediğimi anlaşilmamiş nedense. Vicdan herkezde aynımı. bir mağrada büyüseydin ve bu mağrada dayak atan insanlar sana gosterilseydi ve bu kişiler rol icabı dayağı iyi gosterseydi diyelim. Bu mağrada yaşayan kişinin vicdanı nasıl olurdu. Vicdan değer yargılarimiza göremi şekilleniyor acaba. Yoksa senin dediğin gibi herkezde bulunan değişmez ve ayni yapiya sahip birseymi. Vicdansiz diyemiyorum bir kisiye cunku vicdanin tanimini bilmiyorum ben. Ama şuan da insan haklari olarak tanimlanan degerlere ters hareketler beni üzüyor. Bunu diyebilirim.
Saygılar.

Selam t-duran,

Bu konuyu ben de çok uzun zamandır araştırıyorum tıpkı sizin rahatsız olduğunuz gibi bana da yanlış gelen durumlar var ve bu insanların neden böyle davrandıklarını anlamakta zorlanıyorum.

Vicdan herkeste mevcuttur fakat eşit düzeyde değildir. Kişinin tekamül düzeyi daha doğrusu ruhsal olgunluğu ile alakalı olarak seviyesi kişiden kişiye değişir. Koşullar da vicdanın her kişide farklı görünmesine sebep olur. Mesela; töre cinayetlerini hak gören bir ailede yetişen kişiler için töre cinayetleri doğrudur. Kardeşini, akrabasını öldürmek kendisine rahatsızlık vermez çünkü bu davranışın doğru olduğuna inandırılmıştır. Bu kişilerin vicdan seviyesi de ruhsal tekamül düzeyleri de daha aşağılardır fakat bu kişileri küçümsemek için söylemiyorum, hayat planları bu şekilde olabileceği gibi tekamül düzeylerine uygun şartlar da bunu gerektiriyor olabilir.

Bu sebeple hiç kimseyi kınamamak gerekir çünkü hayat planımızda ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Ruhsal olgunluk düzeyi yüksek insanlar bu tür kindarlık, intikam, nefret ya da başkalarına zarar verecek eylemlerden uzak dururlar. Vicdan seviyeleri yüksek olduğu için de doğru ve yanlışı yani herkes için iyi olanı ya da kötü olanı daha kolay ayırt ederler. Hızır'dan örnek vermiştim, Hızır neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebiliyordu. Bize çok yanlış görünen çocuğu öldürmesi mesela; Hızır o çocuğun hayat planını bildiği için olması gerekeni yaptı fakat Hz. Musa'ya yanlış göründü. O çocuğun ömrü o kadarmış zaten Allah tarafından takdir edilen yaşam süresi oymuş ve biz bunu anlayamadığımız için her ölüm bize çok vakitsiz görünür ve kabullenemeyiz.

Sonuç olarak vicdan herkeste vardır fakat seviyesi eşit değildir. Koşullara göre de vicdan daha az devreye girebilir. O koşullar her ne ise yaşam planımız ona göredir zaten ve tekamül seviyemize uygun koşullarda yaşar ve ilerleriz. Mağarada yetişen kişi o koşullara uyum sağlar ve şartlandırmalar ile vicdanını etkin kullanmayabilir fakat bu bize göre böyledir oysa ki o kişinin hayat planına göre en uygun şekildir. Koşulları iyi olan kişilerin ise daha vicdanlı davranması gerekir fakat ruhsal olgunlukları düşük olursa onlar da bunu başaramazlar.

Tekamül seviyemiz arttıkça vicdan daha çok devreye girer ve herkesin hayrına olan ile olmayanı idrak etmeye başlarız yani bencillik biter herkesin hayrına olana çalışırız.

Son okuduğum kitaplardan İlahi Nizam ve Kainat kitabı vicdan konusunu ve tekamül bağlantısını çok detaylı inceliyor, vaktiniz olursa okumanızı tavsiye ederim. Neden bazı insanların bize çok yanlış görünen davranışlara yöneldikleri bu kitapta ayrıntıları ile anlatılıyor. Tabi bu kitap ruhsal celseleri içeriyor belki bu konular ilginizi çekmeyebilir onu da baştan belirteyim.

http://www.felsefe.net/forum/f45/ilahi-nizam-ve-kainat-dr-bedri-ruhselman-75264/
 

t-duran

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
5 Şub 2012
Mesajlar
22
Tepkime puanı
2
Puanları
3
Yaş
43
Selam dijital,

Parapsikoloji ile ilgilendiğini yazının başında anladım.
2005 yıllarında çok yakın iki arkadaşım -15 yıllık- Bursa Parapsikoloji derneğine sık giderlerdi, Bedri Ruhselmanın kitapları başucu kitabıydı o zamanlar. Bende onlarla bu derneğe gitmişliğim vardır, konferans ve ders veren ve derneğin başkanı olan kişiyle de sohpetlerimiz oldu, çeşitli yerlerde çeşitli konuşmalarımız oldu. Arkadaşlarımla çok tartışmalarım oldu bu konuda, ben bilimi savunuyorum onlar Bedri Ruhselmanın kitaplarından alıntılarla cevap veriyorlardı, üç dört yıl bu böyle gitti. Şimdilerde hiç bu konu hakkında konuşmuyoruz, galiba ben bilim konusunda onları ikna ettim :).

Ben bu konuda sizinle tartışabilirim ama, şöyle bir yazı kopyalamak istiyorum -Bu yazı benim düşüncelerimi destekliyor-

Medyumluk ve Bilimsellik


Bu tur konularin (telepati, telekinezi, uzaktan algilama, gelecegi gorme, vs) bilim adamlari tarafindan hicbir zaman ciddiye alinmadigi ve bilim dunyasinda bu konulardan hep uzak duruldugu zannedilmesin.
Gunumuzde durum elbette budur, ama durum bu noktaya gelene dek, bu konularin sarlatanlik veya kendini kandirma ornekleri olduguna ikna olmaya yetecek kadar veri toplanmis ve calisma yapilmistir.
Ozellikle 20. yuzyilin belli bir doneminde, bu konular saygin bir bilim dali kabul edilmis ve pek cok universitede "parapsikoloji" enstituleri kurulmustur.
Ozellikle Dr. Rhine'in enstitusunde bu konularda yapilan deneyler cok unludur. Ornegin zener kartlari ve bu kartlarla yapilan deneyler bu kurumda gerceklestirilmistir. Bazi orneklerde, olasilik kurallariyla aciklanmasi cok zor sonuclar alinmis ve dogru iz uzerinde olundugu ve ortada 5 duyuyla aciklanamayacak birseyler bulundugu ciddi ciddi uzun sure dusunulmustur.
Fakat, bu tur sonuclarin hicbiri, bagimsiz gruplar tarafindan, baska kontrollu deney ortamlarinda tekrar edilememistir.
Soguk fuzyon, nasil baskalari tarafindan tekrar edilemedigi icin sahte bilim kabul edilerek rafa kaldirildiysa, parapsikoloji de (soguk fuzyondan cok daha once), konuyla ilgilenen saygin bilim adamlari tarafindan rafa kaldirilmistir.
Zaman icinde tum saygin universitelerdeki parapsikoloji enstituleri birer birer kapatilmistir.
Ayrica, ornegin CIA de bir ara bu konulara el atmis ve duyu disi algilama (ESP) yetenegi oldugu iddia edilen medyumlari soguk savas doneminde Sovyet'lere karsi casusluk amaciyla kullanmak istemistir. Hatta bu konuya ve bu projeye milyonlarca dolar aktarmis ve aradan gecen belli bir surenin sonunda, ciddiye alinabilir bir sonuc elde edilemedigi icin projeyi terketmis ve kapatmistir.
Bu tur sonuclar durup dururken ortaya cikmaz. Neden diger saygin bilim alanlarinin basina ayni sey gelmemistir? Ornegin sosyoloji diger temel bilimlerle kiyaslandiginda oldukca yeni bir alan sayilir. 19. yuzyilda ortaya cikmis ve ancak o donemden beri ciddi olarak bu alanda calismalar yapilmistir. Fakat o zamanlar universitelerde acilan sosyoloji kursuleri hala aciktir. Peki niye parapsikoloji kursuleri acik degildir?
CIA'in bile el attigi ve milyonlarca dolar yatirdigi bir alanda, eger gercekten ciddi, ise yarar ve ikna edici sonuclar cikacak olsaydi, emin olun simdiye kadar coktan ortaya cikartilmis olurdu.
O kadar cok insanin, o kadar buyuk fonlar ayirarak yaptigi calismalar, kolay kolay ortada gozden kacan nokta birakmaz. Bu calismalarin sonucunda ortaya cikmistir ki, bu hikayelerin cogu kulaktan kulaga oyununda oldugu gibi anlatildikca degisen ve guvenilir olmayan, insan psikolojisi ve insan zihninin aldanabilirligiyle ilgili yaniltici olgulardir.
Bugun bilinmektedir ki, insan zihni "false memory", yani yanlis hafiza urunu ornekler uretebilmektedir. Ozellikle hipnoz gibi surecler yoluyla, insanlarin zihnine, aslinda gercekte baslarindan gecmemis olan, fakat kisinin basindan gectigini zannettigi anilar yerlestirilebilmektedir.
Ayrica, insanlarin zaman zaman kendi uydurduklari seylere bile zaman icinde inanmaya basladiklari tespit edilmistir. Bin kere soylenen yalana artik soyleyen de inanir gibi sozler bosuna cikmaz. Insan zihni aldanmaya ve aldatmaya cok musaittir. Ozellikle de istedigini hatirlayip istedigini hatirlamamaya ve hatta hatirladiklarini zaman icinde kendi zihninde degisiklige ugratmaya, vs. cok musaittir.
Bu yuzden "anlati"ya dayanan kanitlar bilimsel alanda guvenilir kanit yerine gecmez. Bunlara "anectodal evidence" denir. Yani hikayeye dayali kanit. Bunlar ciddi bilimsel kanitlar arasinda kabul edilmez. Hayalet gordugunu soyleyen birine, kafadan guvenilmez. Bu tur iddialar, eger iddia sahibi tarafindan, kanitlanabilecegi iddia edilen seylerse, bilim adamlari tarafindan da ciddiye alinir ve bu kisi ve iddiasi kontrollu deneylere ve testlere tabi tutulur.
Zannetmeyin ki bu islerle ciddi olarak ilgilenecek bilim adami bulmak mumkun degil. Boyle bilim adamlari vardir. Elbette sayilari fazla degildir, cunku bu tur "pseudo science" (yalanci bilim) ornekleri, yeteri kadar elemeden gecmis, ve bilim dunyasinda kendilerine saygin yer edinemeyecekleri gosterilmis olgulardir.
Fakat hala, ornegin ABD'deki "Skeptic Society" gibi kurumlar, bu tur normalotesi iddialarda bulunan kisilere bu iddilarini kanitlama imkani sunmaktadir. Ulkenin ve hatta dunyanin dort bir tarafina, bu tur normaldisi iddialarin, skeptiklerin kontrolu altindaki bir deney ortaminda sergilenmesi cagrisi ve talebi yapilmakta, fakat magazin basinindan tutun, baska pek cok ortamda, ozellikle de para getirecek ortamlarda boy gostermeye bayilan ve adlarindan cok soz ettiren bu sozde "medyum"lar, bu tur cagrilara kulak asmamakta, bunlari duymazdan gelmektedirler.
Bu medyumlar, normal ustu yeneteklerini, cesitli cihazlar ve kontrollu deney ortamlari altinda test etmek isteyen bilim adamlarina yanasamamaktadirlar.
Arada cikan tek tuk sarlatanlar ise, ya iddialarini yerine getirememekte, ya da sihirbazlarin yaptiklarina benzer illuzyon ornekleriyle sarlatanlik yapmaya calismakta ve yakalanmaktadirlar.
Bu durumu ve bur tur seyleri cok fazla kisi bilmez. Bunlari ancak bu konularla bilimsel sekilde ilgilenen ve ilgili yayinlari takip edenler bilir. Bu tur "medyumluk" tarzi iddialara toplumda onemli bir kesim tarafindan inanilmasi, bu iddia sahiplerine ve bu tur seyleri duyurmakla gorevli basin mensubu kisilere daha fazla "para" getireceginden, bu tur iddialarin gercek olmadigina dair haberler haber niteligi dahi tasimaz ve basinda yer almaz.
Nasil ki bir kopek bir adami isirirsa bu haber olmaz, fakat bir adam bir kopegi isirirsa haber olur, benzer sekilde, bu iddialarin gercek olmadigina dair ornekler haber niteligi bile tasimadigi dusunuldugunden kolay kolay halka bile duyurulmaz. Bir gazetecinin, sarlatan bir medyumun sucustu yakalandigi haberini duyurmak yerine, bir medyumun 11 Eylul olaylarini onceden haber verdigi turunde bir haberi duyurmayi tercih etmesi tahmin edilecegi gibi gayet dogaldir.
Gunumuzun kapitalist ekonimik ortaminda, herkesin gozunu para burudugunden, para getirmeyecek seyler ne ilgi ceker, ne duyulur.
Bilim ve bilimsel ugras ise sikicidir, monotondur, ilginc degildir ve para da getirmez.
Fakat magazin turundeki, un ve sohret getirecek haberler, hem haber ve iddia sahibine, hem de bunu duyurana daha fazla ekonomik fayda getirir.
Bu yuzden de bizlerin anlatmaktan dilimizde tur bitse de kimseyi ikna etmemize olanak yoktur. Insanlar her nedense bazi konularda saftir. Ve neredeyse inatla, bazi seylere inanmak isterler. Bunun icin de ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Zihnimiz de bize istedigimiz sonuclara ulasma ve istedigimiz seylere inanma konusunda bize cok fayda saglayacak pek cok aldatici psikolojik ozellikle donatilmis oldugundan, malesef bilimle ciddi olarak ilgilenmeyen kesimi, ozellikle de gunumuzde bazi gerceklere ikna etmeye olanak yoktur.

 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
[MENTION=3420]t-duran[/MENTION]

Merhaba,

Parapsikoloji konusunda bilimsel araştırmaları aşağıdaki başlıktan takip edebilirsiniz.
http://www.felsefe.net/arastirmalar/75128-ulkemizde-parapsikolojik-arastirmalari-kabul-eden-iki-doktor.html

Ülkemizde bilimsel çevreler de artık Parapsikoloji konusundaki araştırmaları takip etmeye başladılar. Bu tip araştırmaları yapan kişiler de doktordur zaten ve araştırmalar bilimsel çerçevede yürütülüyor. Ayrıca bir makale de paylaşmak istiyorum. CIA merkezleri kapatmadı sadece gizli olarak yürütmeye devam ediyor çünkü çalışmalarını etik kurallar dışında yaptığı için bir çok insanın hayatını kaybetmelerine sebep oldular. Bazı akıl hastaları ya da savaş suçluları üzerinde yaptıkları insanlık dışı deneylerin ortaya çıkması sonucu çalışmalarını gizli olarak yürütmeye başladılar.

********************************************
Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Sultan Tarlacı “Ülkelerin zihinlerini kontrol alma çalışmalarının uzun süredir uygulamada olduğunu” açıklayarak, önemli bir tartışmaya imza attı.

ZİHİN MADDEYE ETKİ EDİYOR!..“Bilincin” insanın kafatası içindeki bir “et parçası” olan beyinden farklı olduğunu vurgulayan nöroloji uzmanı Doç. Dr. Sultan Tarlacı, “Beyin, bedenin dışına etki edebilir. Zihin kontrol edilebilir” dedi. Popüler Bilim Dergisi’nin Şubat sayısındaki makalesinde de yer alan bilgileri veren Doç.Tarlacı, şunları söyledi:“Beynin kendi içinde kimyasal olarak sahip olduğu elektriksel bir güç var. Bu güç kendi içinde harekete neden oluyorsa beynin dışında da etki edebilir. Bilinci uyanıklık ve farkındalık olarak ikiye ayırdığımızda, bunun farklı boyutları ortaya çıkar. Farkındalık her anda aynı değildir. Otomobil kullanmak buna örnek olabilir. Bir süre sonra otomatiğe bağlanmış hareketler farkındalık düzeyinde düşmeye neden olur. Bu bilincin bir alt seviyesidir. Bu hareketlerin sürekli olarak bilinçli yapılması zaten bizi yavaşlatır… Bilinç, beyin için pahalı ve enerjiyi fazla harcatan bir süreçtir. Bilinç yavaşlatıcı olduğu için bilinçle öğrenme kolay değildir.”

“ÜLKELERİN ZİHNİNİ” KONTROL ALTINA ALMA ÇALIŞMALARI"
Doç. Dr. Sultan Tarlacı, zihnin kontrol edilebileceği ile ilgili bu açıklamaları üzerine izleyicilerden, “Arap Baharı bilincin yönlendirilmesi ile mi gerçekleşti? Halk neden adeta işgalcilere kucak açtı?” şeklinde bir soru aldı. Tarlacı bu soruya, subliminal kodlarla yapılan bilinçaltı telkinlerine değinerek “Gizli servislerin bilinçaltı çalışmaları var” yanıtını verdi.Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erol, bilinci “içten ve dıştan gelen her veriye anında tepki vermek” olarak tanımladı. “Beyni, maddi bir varlık olarak kabul ettiğimiz için birtakım elektriksel sinyaller olduğu kesin. Ancak bundan ziyade bütünsel bir tepki var ortada” diyen Prof. Dr. Mustafa Erol alınan kararların doğru ya da yanlış olmasının bilinçle ilgili olmadığının da altını çizdi. Erol, “Bilinç, karar alabilmektir. Alınan kararlar bilinçlidir ama doğru ya da doğru değil diye tartışılmaz çünkü kişi bulunduğu ortama göre karar veriyor. Bilinç, bana göre bir karar verme yetisinin oluşmasıdır. Doğru ya da yanlış… Mesela doğru partiye oy vermek. Kime göre doğru?” dedi.

RÜYA’DA BİLİNÇ KAPANMAZ

Hulki Cevizoğlu’nun sorusu üzerine bilincin uykuda da açık olduğunu kaydeden Sultan Tarlacı, “Uyku tam bir bilinç kaybı değil. Uykuda bilgi işleme devam eder beyinde” dedi. Rüyaların buna kanıt olduğunu ifade eden Tarlacı, bilimle uğraşan insanların yaptıkları çalışmalarla ilgili bazı noktaları rüyada tamamlamalarını buna örnek gösterdi. Dikiş makinesinin iğnesindeki deliğin, üstte değil de kumaşa giren alt tarafta olmasının böyle bir rüya anında keşfedildiğini kaydeden Tarlacı; bilincin farkındalığının odaklanılan işle paralel olarak rüyada da devam ettiğini söyledi.Hulki Cevizoğlu bunun üzerine Sultan Tarlacı’ya, “rüyada görülen şeyin gönderilmiş ilahi bir haber olup olamayacağı” sorusunu yöneltti. Tarlacı, kişinin bilmediği, düşünmediği bir konuda rüya göremeyeceğini, görse de bunu hatırlayıp dışarıya aktaramayacağını söyledi. Doç. Dr. Tarlacı, “Bilmediği bir konuda da haber alabilir ama bunu dilsel olarak size aktaramayabilir. Mesela televizyonu bilmese de görmesi mümkün ama size aktaramaz dilsel olarak. Tanımlayamaz. Bu nedenle farkındalık pahalı bir şey ama olması gereken bir şey” dedi.

DUYU DIŞI ALGILAMA: PSİŞİK İSTİHBARAT!..

Doç. Dr. Sultan Tarlacı, insanın “beş duyu organını kullanmadan, zihin yoluyla sadece düşünerek bilgi edinebileceğini” söyledi. Duyu dışı algılama olarak tanımlanan bu durumun 1965’ten 95’e kadar Amerika’da kullanıldığını kaydeden Tarlacı şöyle konuştu:“Amerika’da büyük paralar harcanarak yapılan bir stargate projesi var. Psişik istihbarat… Ruslardan öğreniyor bunu da... Dört bilimsel makaleyi Ruslardan çalıp kendi dillerine çevirip kendi bilim adamlarına soruyorlar. Ve bunun üzerine bir grup oluşturup devlet destekli olarak bu çalışmalara yöneliyorlar. Remootwieving deniyor, uzaktan görü yani. Devlet bütçesinden büyük fon ayrılıyor. 95’e kadar devam eden bu çalışmaları kullanımın sınırlı olduğunu belirtip bırakıyorlar. Teknoloji ilerliyor, gerek kalmıyor tabi. Kullanımı çok ancak pratik değil. Oradan ayrılanlar farklı alanlarda çalışmalara devam ediyorlar şimdi.”

"ZİHİN GÜCÜYLE “DURU GÖRÜ” YA DA “ÖNGÖRÜ”

Doç. Dr. Sultan Tarlacı, insanların gelecekte olacak şeyleri, daha çok olumsuzlarını olsa da, tahmin edebildiklerini söyledi. İyi şeylerin yüzde bir oranında duru görü ya da öngörü ile tahmin edildiğini belirten Tarlacı, buna en sık rüyalarda karşılaşıldığını kaydetti. Tarlacı, duru görülerde bulunanların şizofreni hastaları ile kıyaslanmalarının doğru olmadığını belirterek “Duyu dışı algılaması olanlara şizofreni denemez. Bu öngörüleri yapanlarda hayat normal devam ediyor. Şizofreni özellikleri onlarda yok” dedi.

DÜŞÜNCE GÜCÜ (DUA VE ZİKİR) İLE İYİLEŞTİRME

Düşünce gücü ile hastalıkların iyileştirilmesi üzerine bilimsel araştırmalar olduğunu söyleyen Sultan Tarlacı, bilimin dua ve zikri dışlamadan bu konuları araştırması gerektiğini savundu. Doç. Dr. Tarlacı, dua ile iyileştirme çalışmaları hakkında şunları söyledi:“Düşünce gücü ile iyileştirme konusunda çalışmalar var. İlk çalışmalarda sonuç yok ancak daha sonra lösemili çocuklarda çalışma yapılıyor. Her gün düzenli dua ediliyor. Edenler biliyor dua ettiklerini ama kendisine dua edilenler bilmiyor. Plasebo etkisini kaldırmak için bu. Dua edenler kendileri karar veriyor nasıl edeceklerine. Dinleri falan da önemli değil. Yüzde 11 daha fazla iyileşme olduğu görülüyor burada… AIDS hastaları 6 aydan sonra daha az enfeksiyona maruz kalıyor... Burada duadan çok karşılıklı bir bağlantı ortaya koymak lazım. İnsanların beyinleri iletişime geçiyorsa dua da bunun bir şekli olarak kabul edilebilir.”

EVRENİN BİLMEDİĞİMİZ YASALARINI YOK SAYAMAYIZ

Prof. Dr. Mustafa Erol, yapılan bu çalışmalarda bir rastlantısallık olmadığını ancak bunun siteminin henüz çözülemediğini ifade etti. “Biz bilmiyoruz diye bu ilkeleri yok sayamayız” diyen Prof. Dr. Erol şöyle devam etti:“Bunda rastlantısallık yok. İlkeler var ama bu ilkeleri biz bilmiyoruz. Nörologlar psikiyatristler bunu yüz yıldır araştırıyorlar ama işin içinden çıkamadılar. Çünkü içinde farklı disiplinler var. Bütün bunları bir arada barındıran kuantum da bilimin kraliçesidir… Bilincin bir enerji olduğunu söyleyebiliriz. Bilinç mademki bir et parçası üzerinde var oluyor burada kuantum var diyoruz. Nasıl olduğunu bilmiyoruz ama... Kuantum fiziği modelleri ile denklemler çözülürse… Bunu çözersek.. Bilinç kontrol altına alınabilir. Psikiyatrik hastalıklar tedavi edilebilir. Yeni bir bilinç oluşturulabilir. Yoktan mı var edildi bu bilinç? Bu insanlık için büyük bir adım olacak. Bütün bunlar kesinlikle bir kurala bağlı ama biz bu kuralı henüz bilmiyoruz.”

BEYNİN YÜZDE 100’Ü KULLANILIYOR

Doç. Dr. Sultan Tarlacı, izleyicilerden gelen bir soru üzerine, “İnsan, beyninin yüzde kaçını kullanıyor?” tartışmasının gereksizliğine dikkat çekti. Tarlacı, “İnsan ihtiyaç duyduğunda ve sorun çözme durumunda beyninin yüzde yüzünü kullanır. Bunun dışındaki tartışmalar mittir, efsanedir” dedi. Tarlacı, bilimin önündeki en önemli yüz sorudan ilkinin “Evrenin nasıl meydana geldiği”, ikincisinin “Bilincin biyolojik temeli” olduğuna işaret ederek “Biz bilincin biyolojik temelini çözersek daha net cevaplar vereceğiz ama şu anda bundan çok çok uzaktayız” diye konuştu.

Alıntı

Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Sultan Tarlacı evrenindili.com

Fizyoloji Uzmanı Doç.Dr. Sinan Canan sinancanan.net.tr
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst