- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 19 Ağu 2008
- Mesajlar
- 3,589
- Tepkime puanı
- 179
- Puanları
- 63
- Yaş
- 60
Salt doğada kendi yasaları içerisinde adalet yoktur.
Fizyolojik/biyolojik/kimyasal/astronomik süreçler, etkilenmeler, değişim, dönüşüm ve dengeler ile dengesizlikler vardır. Nasıl ki doğanın kaotik yapılarını kendi yasalarına karşı bir adalet ölçeğinde değerlendiremiyorsak demek ki, adalet denilen olgu toplumsal/tarihsel/ sosyolojik bir içeriğe ve ölçüye sahip bir yargı/ölçme/değerlendirmedir
Adalet ve adaletsizlik tanım olarak yek diğerini içinde barındırırlar. Bir olguya adaletsiz diyebiliyorsak kullandığımız ölçü ne olursa olsun adaletli olduğunu bildiğimiz ki aynı ölçüler içerisinde bir durum/olgu var demektir.
Adalet soyut bir kavram gibi görünse de temelinde kendisini yaratan etkilerden ayrı değerlendirilemez. Değişen ilişki kalıplarına göre etkileşim içerisinde olan toplumsal yapılar tüm canlılar arasında süregelen ve tüm çıkar çatışmalarında yine tüm canlılar için ve canlının yaşadığı doğal yapıyı da içine alacak şekilde zarar veren unsurları ayıklayıp yararlı birer yapı/yasa haline dönüştürdüklerinde adaletsizlik denen mefhum kendiliğinden yok olacaktır.
vicdan ve adalet kavramları aslında soyut kavramlardır. ne vicdanı ne de adaleti kişi/zaman/yer ölçeklerinde sabitlemek olanaklı değildir. böyle olunca da adaleti arama ve bulma çabaları da zorlaşmaktadır. sorun aslında üretimin paylaşılması gibi hakların paylaşımında yatar. adalet,özgürlük, eşitlik arayışlarını sürükleyen türün insan türü olması bir ip-ucu vermektedir aslında; çün ki, tümünü yok den tür yine insan türüdür. bundan şu sonuç çıkar; insan toplulukları tarihin her yaşadıkları zaman diliminde bir takım çıkarlarına uygun toplumsal/ekonomik/politik yasaklamalar ve özgürlükler tanıma suretiyle adalet/özgürlük/eşitlik kavramlarını kendilerince doldurmaya çalışmışlardır. Mutlak olmadığına göre ne ilahi ne de mutlak adaletten söz edilemez. o zaman ne vicdanın tanımladığı yer/zaman/kişiye göre değişen adalet ne de yasalar önünde eşitler ve eşit olmayanlar arasındaki adaletten söz edilemeyecektir. Adalet duygusu/inancı/beklentisi tam bu noktada haklar ve özgürlükler konusunda tartışmasız/ön-koşulsuz bir eşitlik anlayışının varlığına gereksinim duyar. Eşitliğin, adaletin ilk basamağı olduğunu söylemek mümkündür. Bu şu demektir; yer-yüzündeki tüm insanlar koşulsuz eşit hak ve özgürlüklere sahiptirler. Bunu tanımlamak işin belki de en kolayıdır. mesele bunu yaratmakta; her kişiyi koşulsuz özgür ve eşit hakların öznesi olmasının koşullarını/olanaklarını yaratmaktır. son açılımdan hemen şunu belirtmek gerekir ki adalet bu yönü ile tüm insanlar için yaşamsal/düşünsel/sosyal/ekonomik/politik eşitliğin sağlanması için gösterilecek insancıl çabaların tümüdür!?
Fizyolojik/biyolojik/kimyasal/astronomik süreçler, etkilenmeler, değişim, dönüşüm ve dengeler ile dengesizlikler vardır. Nasıl ki doğanın kaotik yapılarını kendi yasalarına karşı bir adalet ölçeğinde değerlendiremiyorsak demek ki, adalet denilen olgu toplumsal/tarihsel/ sosyolojik bir içeriğe ve ölçüye sahip bir yargı/ölçme/değerlendirmedir
Adalet ve adaletsizlik tanım olarak yek diğerini içinde barındırırlar. Bir olguya adaletsiz diyebiliyorsak kullandığımız ölçü ne olursa olsun adaletli olduğunu bildiğimiz ki aynı ölçüler içerisinde bir durum/olgu var demektir.
Adalet soyut bir kavram gibi görünse de temelinde kendisini yaratan etkilerden ayrı değerlendirilemez. Değişen ilişki kalıplarına göre etkileşim içerisinde olan toplumsal yapılar tüm canlılar arasında süregelen ve tüm çıkar çatışmalarında yine tüm canlılar için ve canlının yaşadığı doğal yapıyı da içine alacak şekilde zarar veren unsurları ayıklayıp yararlı birer yapı/yasa haline dönüştürdüklerinde adaletsizlik denen mefhum kendiliğinden yok olacaktır.
vicdan ve adalet kavramları aslında soyut kavramlardır. ne vicdanı ne de adaleti kişi/zaman/yer ölçeklerinde sabitlemek olanaklı değildir. böyle olunca da adaleti arama ve bulma çabaları da zorlaşmaktadır. sorun aslında üretimin paylaşılması gibi hakların paylaşımında yatar. adalet,özgürlük, eşitlik arayışlarını sürükleyen türün insan türü olması bir ip-ucu vermektedir aslında; çün ki, tümünü yok den tür yine insan türüdür. bundan şu sonuç çıkar; insan toplulukları tarihin her yaşadıkları zaman diliminde bir takım çıkarlarına uygun toplumsal/ekonomik/politik yasaklamalar ve özgürlükler tanıma suretiyle adalet/özgürlük/eşitlik kavramlarını kendilerince doldurmaya çalışmışlardır. Mutlak olmadığına göre ne ilahi ne de mutlak adaletten söz edilemez. o zaman ne vicdanın tanımladığı yer/zaman/kişiye göre değişen adalet ne de yasalar önünde eşitler ve eşit olmayanlar arasındaki adaletten söz edilemeyecektir. Adalet duygusu/inancı/beklentisi tam bu noktada haklar ve özgürlükler konusunda tartışmasız/ön-koşulsuz bir eşitlik anlayışının varlığına gereksinim duyar. Eşitliğin, adaletin ilk basamağı olduğunu söylemek mümkündür. Bu şu demektir; yer-yüzündeki tüm insanlar koşulsuz eşit hak ve özgürlüklere sahiptirler. Bunu tanımlamak işin belki de en kolayıdır. mesele bunu yaratmakta; her kişiyi koşulsuz özgür ve eşit hakların öznesi olmasının koşullarını/olanaklarını yaratmaktır. son açılımdan hemen şunu belirtmek gerekir ki adalet bu yönü ile tüm insanlar için yaşamsal/düşünsel/sosyal/ekonomik/politik eşitliğin sağlanması için gösterilecek insancıl çabaların tümüdür!?