- Konbuyu başlatan
- #1
Şubat ayında düzenlenen 59. Stokholm Mobilya Fuarı’nı oldukça iyi özetleyen bir anekdotla başlamak mümkün. Dünyaca ünlü tasarım dergisi Wallpaper’ın tasarım ve sanat editörü Henrietta Thompson’ın fuarın ilk günü yaptığı sunumdayız. Derginin geçen Ekim ayında işlediği ‘Norveç Tasarımı’ teması üzerine konuşan Thompson sunum boyunca Norveçli Peter Opsvik’in en bilinen tasarımlarından olan Garden adlı sandalyede oturuyor. ‘Norveç Tasarımı’ tabirinden ne anladıklarını açıklamaya çabalarken de örneklerini bu sandalye üzerinden veriyor. Thompson sonrasında “Norveçli olmak demek, aynı zamanda iyi bir hikaye anlatıcısı olmak demektir. Örneğin üzerinde oturduğum sandalye bunu farklı oturma biçimlerine izin vermesiyle başarıyor,” diyerek pozisyon değiştiriyor. Ve tam bu sırada sandalyeden düşmenin eşiğinden dönüyor. Durumu zor da olsa toparlıyor ve konuşmasına kaldığı yerden devam ediyor. Sunumun sonlarına doğru bir ara söz tekrar Garden‘a geliyor. Thompson, ürünü farklı oturma biçimlerine izin vermesi nedeniyle gerçekten çok sevdiğini hatırlatıyor. Garden‘ın kullanıcı güvenliği ve sağlığına ilişkin nedenlerle 2005′te üretimden çekildiğini itiraf etse de, ‘hikayesi’ ve ‘karakteri’ olan bir ürün olduğu için gerçekten iyi bir tasarım örneği olduğunu tekrarlıyor. En nihayetinde, az önce yaşanan olay ürünle ilgili anlatılacak hikayelere bir yenisini eklemiş olmuyor mu?
Thompson’ın geçirdiği küçük tasarım kazasında da görüldüğü gibi, 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’nda geleneksel mobilyanın dışında kalan ve ziyaretçilerden en yoğun ilgiyi gören ürünleri kabaca iki grupta toplamak mümkün. Birincisi ürünlerin ‘hikaye anlatabilme’ ve ‘karakteri olma’ gibi özelliklerinin öne çıkarıldığı, tasarım ve pazarlamayı ayıran çizgiyi oldukça incelten örnekler. Diğeri ise, hikayemizdeki örneğin tam tersine, sağlık ve güvenlik gibi konulara uzmanlaşma derecesinde yoğunlaşan ve bu şekilde fark yaratmayı amaçlayan tasarımlar.
Back App
İsveçli mobilya devi Ikea’yı ziyaret etmiş olanların dikkatinden kaçmamıştır: Firmanın mağazalarında sergilenen hemen her ürünün yanında tasarımcısının ismi ve resmini içeren bir pano hazır bulunur. Bu panolar, sanayi sonrası toplumların tasarıma yaptığı vurgunun açık bir göstergesidir! Sonuçta dünyanın son birkaç on yılda sahne olduğu gelişmeler, böylesi toplumların küresel rekabet stratejilerini “İsveç malı”ndan çok “İsveç tasarımı” benzeri bir söylem üzerine kurmasını kaçınılmaz kılan şartları yaratmıştır. Ikea’nın memleketinde düzenlenen 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’nın her köşesi benzer bir söylemin izlerini taşıyordu. Üstelik bu kez söz konusu söylemin temelinde yer alan yalnızca tasarım mesleğinin alışılagelmiş kıstasları da değildi. Örneğin, Green Furniture Sweden isimli firmanın fuar kapsamında düzenlediği uluslararası yarışmada “Öne Çıkan Sürdürülebilir Tasarım” unvanına layık görülecek ürünlerin yalnızca çevre dostu, kullanışlı ya da ergonomik olmaları yetmiyordu. Israrla vurgulanan kriterlerden biri “yeşil bir hikayeyi tarz sahibi olarak anlatabilmek”ti. Bu ifadede geçen ‘hikaye anlatabilmek’ ve ‘tarz sahibi’ olmak gibi kavramlara aslında fuar genelinde birçok standda rastlamak mümkündü. Nitekim, yazının başında bahsettiğim, tasarım ile pazarlamayı birbirine yaklaştıran örneklerin bir kısmını da bu kavramlara vurgu yapan ürünler oluşturuyor.
Tasarımın özgün gücünden çok, pazarlama kurgusu olarak nitelendirilebilecek yöntemlerden yararlanarak fark yaratmayı amaçlayan ürünlere, özellikle fuarın genç tasarımcılara ayrılan bölümü olan Greenhouse’da sıkça rastlanıyordu. Fuarın bu bölümündeki ürünlere bakıldığında ‘dağınıklık’ gibi olumsuz çağrışımlara sahip bir olgunun dahi bir ‘hikaye malzemesi’ veya özgün bir ‘karakter’ olarak kurgulanabildiği görmek mümkündü. Böylesi bir kurgu etrafında şekillenen tasarımlara örnek olarak Lagström ve Wiktorson’ın Tree, Tb & Ajkay’ın Spring Table ve Petter Redell’in Rörmodul adlı tasarımları verilebilir. Bu ürünlerin haricinde, tasarım okullarından gruplar halinde katılan projelerde de işin hikaye boyutunun önce çıkarılıyordu. Örneğin, Norveç’ten katılan Akershus Üniversitesi Oslo Hapisanesi’ndeki mahkumlara ürettirdikleri bir dizi mobilyayı sergilerken, Göteborg HDK’dan gelen öğrenciler ise saklambaç teması etrafında geliştirdikleri ürünlerini getirmişlerdi Stokholm’e.
Yukarıdaki örneklerde tasarım dünyasında özellikle son yirmi yılda yükselişte olan ‘anlam,’ ‘anılar,’ ‘oyun,’ ‘kusursuz olmama’ gibi kavramlara atıfta bulunulduğunu, fuarın, tasarımın bu kavramlar üzerinden fark yaratma çabasına sahne olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, burada tasarımdan çok aslında bir tür ‘üç boyutlu pazarlama’ etkinliğiyle karşı karşıya olunduğu da bir gerçek. Evet, geleneksel olarak tasarım mesleğinin dengeleri içinde pazarlama etkinliklerinin önemli bir yeri olduğu doğru olabilir. Ancak Mobilya Fuarı’ndaki genel eğilim, bizlere bu anlamda kantarın topuzunun biraz kaçtığını gösteriyor gibi, çünkü bahsettiğimiz örneklerde, aslında tasarlanan değerin ürünlerin kendisinden çok etraflarında yaratılan türlü pazarlama kurguları olduğu görülüyor. Elbette, tasarımla pazarlamanın arasındaki sınırı bulanıklaştıran yalnızca yukarıda bahsettiğim ürünler değil. ‘Tasarımın malzemesi olarak kurgu’nun yanı sıra bu olgunun tam tersinin geçerli olduğu örnekler de mevcut: ‘Kurgunun malzemesi olarak ürün tasarımı.’
Thompson’ın geçirdiği küçük tasarım kazasında da görüldüğü gibi, 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’nda geleneksel mobilyanın dışında kalan ve ziyaretçilerden en yoğun ilgiyi gören ürünleri kabaca iki grupta toplamak mümkün. Birincisi ürünlerin ‘hikaye anlatabilme’ ve ‘karakteri olma’ gibi özelliklerinin öne çıkarıldığı, tasarım ve pazarlamayı ayıran çizgiyi oldukça incelten örnekler. Diğeri ise, hikayemizdeki örneğin tam tersine, sağlık ve güvenlik gibi konulara uzmanlaşma derecesinde yoğunlaşan ve bu şekilde fark yaratmayı amaçlayan tasarımlar.
Back App
İsveçli mobilya devi Ikea’yı ziyaret etmiş olanların dikkatinden kaçmamıştır: Firmanın mağazalarında sergilenen hemen her ürünün yanında tasarımcısının ismi ve resmini içeren bir pano hazır bulunur. Bu panolar, sanayi sonrası toplumların tasarıma yaptığı vurgunun açık bir göstergesidir! Sonuçta dünyanın son birkaç on yılda sahne olduğu gelişmeler, böylesi toplumların küresel rekabet stratejilerini “İsveç malı”ndan çok “İsveç tasarımı” benzeri bir söylem üzerine kurmasını kaçınılmaz kılan şartları yaratmıştır. Ikea’nın memleketinde düzenlenen 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’nın her köşesi benzer bir söylemin izlerini taşıyordu. Üstelik bu kez söz konusu söylemin temelinde yer alan yalnızca tasarım mesleğinin alışılagelmiş kıstasları da değildi. Örneğin, Green Furniture Sweden isimli firmanın fuar kapsamında düzenlediği uluslararası yarışmada “Öne Çıkan Sürdürülebilir Tasarım” unvanına layık görülecek ürünlerin yalnızca çevre dostu, kullanışlı ya da ergonomik olmaları yetmiyordu. Israrla vurgulanan kriterlerden biri “yeşil bir hikayeyi tarz sahibi olarak anlatabilmek”ti. Bu ifadede geçen ‘hikaye anlatabilmek’ ve ‘tarz sahibi’ olmak gibi kavramlara aslında fuar genelinde birçok standda rastlamak mümkündü. Nitekim, yazının başında bahsettiğim, tasarım ile pazarlamayı birbirine yaklaştıran örneklerin bir kısmını da bu kavramlara vurgu yapan ürünler oluşturuyor.
Tasarımın özgün gücünden çok, pazarlama kurgusu olarak nitelendirilebilecek yöntemlerden yararlanarak fark yaratmayı amaçlayan ürünlere, özellikle fuarın genç tasarımcılara ayrılan bölümü olan Greenhouse’da sıkça rastlanıyordu. Fuarın bu bölümündeki ürünlere bakıldığında ‘dağınıklık’ gibi olumsuz çağrışımlara sahip bir olgunun dahi bir ‘hikaye malzemesi’ veya özgün bir ‘karakter’ olarak kurgulanabildiği görmek mümkündü. Böylesi bir kurgu etrafında şekillenen tasarımlara örnek olarak Lagström ve Wiktorson’ın Tree, Tb & Ajkay’ın Spring Table ve Petter Redell’in Rörmodul adlı tasarımları verilebilir. Bu ürünlerin haricinde, tasarım okullarından gruplar halinde katılan projelerde de işin hikaye boyutunun önce çıkarılıyordu. Örneğin, Norveç’ten katılan Akershus Üniversitesi Oslo Hapisanesi’ndeki mahkumlara ürettirdikleri bir dizi mobilyayı sergilerken, Göteborg HDK’dan gelen öğrenciler ise saklambaç teması etrafında geliştirdikleri ürünlerini getirmişlerdi Stokholm’e.
Yukarıdaki örneklerde tasarım dünyasında özellikle son yirmi yılda yükselişte olan ‘anlam,’ ‘anılar,’ ‘oyun,’ ‘kusursuz olmama’ gibi kavramlara atıfta bulunulduğunu, fuarın, tasarımın bu kavramlar üzerinden fark yaratma çabasına sahne olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, burada tasarımdan çok aslında bir tür ‘üç boyutlu pazarlama’ etkinliğiyle karşı karşıya olunduğu da bir gerçek. Evet, geleneksel olarak tasarım mesleğinin dengeleri içinde pazarlama etkinliklerinin önemli bir yeri olduğu doğru olabilir. Ancak Mobilya Fuarı’ndaki genel eğilim, bizlere bu anlamda kantarın topuzunun biraz kaçtığını gösteriyor gibi, çünkü bahsettiğimiz örneklerde, aslında tasarlanan değerin ürünlerin kendisinden çok etraflarında yaratılan türlü pazarlama kurguları olduğu görülüyor. Elbette, tasarımla pazarlamanın arasındaki sınırı bulanıklaştıran yalnızca yukarıda bahsettiğim ürünler değil. ‘Tasarımın malzemesi olarak kurgu’nun yanı sıra bu olgunun tam tersinin geçerli olduğu örnekler de mevcut: ‘Kurgunun malzemesi olarak ürün tasarımı.’