2010 Stokholm Mobilya Fuarı’ndan İzlenimler

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe.Net Arşiv kategorisinde nilüfer tarafından oluşturulan 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’ndan İzlenimler başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,296 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe.Net Arşiv
Konu Başlığı 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’ndan İzlenimler
Konbuyu başlatan nilüfer
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan nilüfer

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Şubat ayında düzenlenen 59. Stokholm Mobilya Fuarı’nı oldukça iyi özetleyen bir anekdotla başlamak mümkün. Dünyaca ünlü tasarım dergisi Wallpaper’ın tasarım ve sanat editörü Henrietta Thompson’ın fuarın ilk günü yaptığı sunumdayız. Derginin geçen Ekim ayında işlediği ‘Norveç Tasarımı’ teması üzerine konuşan Thompson sunum boyunca Norveçli Peter Opsvik’in en bilinen tasarımlarından olan Garden adlı sandalyede oturuyor. ‘Norveç Tasarımı’ tabirinden ne anladıklarını açıklamaya çabalarken de örneklerini bu sandalye üzerinden veriyor. Thompson sonrasında “Norveçli olmak demek, aynı zamanda iyi bir hikaye anlatıcısı olmak demektir. Örneğin üzerinde oturduğum sandalye bunu farklı oturma biçimlerine izin vermesiyle başarıyor,” diyerek pozisyon değiştiriyor. Ve tam bu sırada sandalyeden düşmenin eşiğinden dönüyor. Durumu zor da olsa toparlıyor ve konuşmasına kaldığı yerden devam ediyor. Sunumun sonlarına doğru bir ara söz tekrar Garden‘a geliyor. Thompson, ürünü farklı oturma biçimlerine izin vermesi nedeniyle gerçekten çok sevdiğini hatırlatıyor. Garden‘ın kullanıcı güvenliği ve sağlığına ilişkin nedenlerle 2005′te üretimden çekildiğini itiraf etse de, ‘hikayesi’ ve ‘karakteri’ olan bir ürün olduğu için gerçekten iyi bir tasarım örneği olduğunu tekrarlıyor. En nihayetinde, az önce yaşanan olay ürünle ilgili anlatılacak hikayelere bir yenisini eklemiş olmuyor mu?

Thompson’ın geçirdiği küçük tasarım kazasında da görüldüğü gibi, 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’nda geleneksel mobilyanın dışında kalan ve ziyaretçilerden en yoğun ilgiyi gören ürünleri kabaca iki grupta toplamak mümkün. Birincisi ürünlerin ‘hikaye anlatabilme’ ve ‘karakteri olma’ gibi özelliklerinin öne çıkarıldığı, tasarım ve pazarlamayı ayıran çizgiyi oldukça incelten örnekler. Diğeri ise, hikayemizdeki örneğin tam tersine, sağlık ve güvenlik gibi konulara uzmanlaşma derecesinde yoğunlaşan ve bu şekilde fark yaratmayı amaçlayan tasarımlar.



Back App

İsveçli mobilya devi Ikea’yı ziyaret etmiş olanların dikkatinden kaçmamıştır: Firmanın mağazalarında sergilenen hemen her ürünün yanında tasarımcısının ismi ve resmini içeren bir pano hazır bulunur. Bu panolar, sanayi sonrası toplumların tasarıma yaptığı vurgunun açık bir göstergesidir! Sonuçta dünyanın son birkaç on yılda sahne olduğu gelişmeler, böylesi toplumların küresel rekabet stratejilerini “İsveç malı”ndan çok “İsveç tasarımı” benzeri bir söylem üzerine kurmasını kaçınılmaz kılan şartları yaratmıştır. Ikea’nın memleketinde düzenlenen 2010 Stokholm Mobilya Fuarı’nın her köşesi benzer bir söylemin izlerini taşıyordu. Üstelik bu kez söz konusu söylemin temelinde yer alan yalnızca tasarım mesleğinin alışılagelmiş kıstasları da değildi. Örneğin, Green Furniture Sweden isimli firmanın fuar kapsamında düzenlediği uluslararası yarışmada “Öne Çıkan Sürdürülebilir Tasarım” unvanına layık görülecek ürünlerin yalnızca çevre dostu, kullanışlı ya da ergonomik olmaları yetmiyordu. Israrla vurgulanan kriterlerden biri “yeşil bir hikayeyi tarz sahibi olarak anlatabilmek”ti. Bu ifadede geçen ‘hikaye anlatabilmek’ ve ‘tarz sahibi’ olmak gibi kavramlara aslında fuar genelinde birçok standda rastlamak mümkündü. Nitekim, yazının başında bahsettiğim, tasarım ile pazarlamayı birbirine yaklaştıran örneklerin bir kısmını da bu kavramlara vurgu yapan ürünler oluşturuyor.

Tasarımın özgün gücünden çok, pazarlama kurgusu olarak nitelendirilebilecek yöntemlerden yararlanarak fark yaratmayı amaçlayan ürünlere, özellikle fuarın genç tasarımcılara ayrılan bölümü olan Greenhouse’da sıkça rastlanıyordu. Fuarın bu bölümündeki ürünlere bakıldığında ‘dağınıklık’ gibi olumsuz çağrışımlara sahip bir olgunun dahi bir ‘hikaye malzemesi’ veya özgün bir ‘karakter’ olarak kurgulanabildiği görmek mümkündü. Böylesi bir kurgu etrafında şekillenen tasarımlara örnek olarak Lagström ve Wiktorson’ın Tree, Tb & Ajkay’ın Spring Table ve Petter Redell’in Rörmodul adlı tasarımları verilebilir. Bu ürünlerin haricinde, tasarım okullarından gruplar halinde katılan projelerde de işin hikaye boyutunun önce çıkarılıyordu. Örneğin, Norveç’ten katılan Akershus Üniversitesi Oslo Hapisanesi’ndeki mahkumlara ürettirdikleri bir dizi mobilyayı sergilerken, Göteborg HDK’dan gelen öğrenciler ise saklambaç teması etrafında geliştirdikleri ürünlerini getirmişlerdi Stokholm’e.

Yukarıdaki örneklerde tasarım dünyasında özellikle son yirmi yılda yükselişte olan ‘anlam,’ ‘anılar,’ ‘oyun,’ ‘kusursuz olmama’ gibi kavramlara atıfta bulunulduğunu, fuarın, tasarımın bu kavramlar üzerinden fark yaratma çabasına sahne olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, burada tasarımdan çok aslında bir tür ‘üç boyutlu pazarlama’ etkinliğiyle karşı karşıya olunduğu da bir gerçek. Evet, geleneksel olarak tasarım mesleğinin dengeleri içinde pazarlama etkinliklerinin önemli bir yeri olduğu doğru olabilir. Ancak Mobilya Fuarı’ndaki genel eğilim, bizlere bu anlamda kantarın topuzunun biraz kaçtığını gösteriyor gibi, çünkü bahsettiğimiz örneklerde, aslında tasarlanan değerin ürünlerin kendisinden çok etraflarında yaratılan türlü pazarlama kurguları olduğu görülüyor. Elbette, tasarımla pazarlamanın arasındaki sınırı bulanıklaştıran yalnızca yukarıda bahsettiğim ürünler değil. ‘Tasarımın malzemesi olarak kurgu’nun yanı sıra bu olgunun tam tersinin geçerli olduğu örnekler de mevcut: ‘Kurgunun malzemesi olarak ürün tasarımı.’
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
100% Norveç, Cathrine Kullberg, Norwegian Forest

Tasarımın farklı pazarlama kurgularının şemsiyesi altında toplanması durumuna verilebilecek en iyi örnek ulusal/yerel kimlikler etrafında bir araya getirilen ürünler olsa gerek. Örneğin “%100 Norveç” başlıklı stand, böylesi bir strateji izleyerek fuarda en çok ilgi gören sergilerden birine ev sahipliği yapmayı başardı. Büyük bir devlet desteğini arkalarına alan Norveçli tasarımcılar, ürünlerini Milano ve Londra’dan sonra bu kez de Stokholm’de sergilediler. Benzer bir yöntemi sadece resmi devlet politikalarıyla desteklenen örneklerin değil, tamamen özel teşebbüse ait olanlarının da benimsediğini görüyoruz. Fuarda ‘Nordic Life’ (Kuzeyli Yaşam), ‘Design from Scandinavia’ (İskandinavya’dan Tasarım), ve ‘Nordic Care’ (Kuzeyli Özen) gibi sergi başlıklarına adım başı rastlamak işten değildi. Ancak benzer standların arasında muhtemelen en ilginci, “%101 Brüksel” başlıklı olandı. Belçika’nın içinde bulunduğu çalkantılı siyasi ortam göz önünde bulundurulursa, söz konusu serginin neden alışılagelmiş %100′ün üzerine fazladan bir %1 daha koyduğunun ve neden ülke ismini kullanmaktan ziyade ‘ortak payda Brüksel’i tercih ettiğinin bir parça daha anlaşılır hale geldiği söylenebilir. Bu ve benzeri sergileri ziyaret ettiğimde stand temsilcilerine sorduğum bir soru vardı: ”Sizce ‘Norveç,’ ‘İskandinav,’ ‘Nordik,’ ‘Brüksel,’ vs. tasarımı neyi ifade ediyor?” Çoğu lafı evirip çevirip somut bir cevap veremezken, aralarından biraz daha dürüst olanları bunun sadece ve sadece bir pazarlama yöntemi olduğunu söyledi. İşte bu nedenledir ki, söz konusu konseptler kanımca pazarlama kurgularının tasarımın yardımına koştuğu ve ondan çok daha fazla ön plana çıktığı örnekler olarak gruplanmayı hak ediyor.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
101% Brüksel, Fien Muller

Fuarda sergilenen ürünler arasında, pazarlama kurgularıyla fark yaratmayı amaçlayan tasarımların yanı sıra, bambaşka bir yöntem izleyerek dikkatleri üzerine çekmeyi başaran bir grup ürün daha vardı. Bunlar, ofis sandalyesi olarak nitelendirilebilecek, ömrü bilgisayar ve masa başında geçen çağımız ‘beyin emekçileri’nin bel ve boyun ağrılarını önlemeyi hedefleyen ürünlerdi. Bu ürünlerin tasarımlarına yoga ve pilates gibi Batı’da popüleritesi gittikçe artan egzersiz yöntemlerinin ilham kaynağı olduğu açıkça görülüyordu. Ancak, yetkililer bu tasarımların geliştirilmesinde böylesi ilham kaynaklarından faydalanmanın yanı sıra, bilim adamlarıyla yapılan sistematik çalışmaların da büyük yardımı olduğunun ısrarla altını çizdiler. Nitekim bele ve boyna binen yüklerin gün içinde farkında olmadan yapılacak küçük egzersizler sayesinde azaltılabilmesini sağlayan bu tasarımlar, gerçekten de bilimsel bir araştırmanın hassasiyetinden izler taşıyordu. Söz konusu tasarımlara örnek olarak Salli’nin Saddle Chair, Topstar’ın Sitness ve Backapp’ın firmayla aynı adı taşıyan sandalyeleri verilebilir. Bu firmaların sahip oldukları son derece ilginç bir diğer ortak özellik de, her birinin yalnızca belirli bir soruna odaklanması. Peki böylesi bir uzmanlaşmayı ne gibi etkenler motive ediyor? Benzer bir soruyu örneğin söz konusu firmalardan Backapp’ın yetkilisine yönelttiğimde, kendisi günümüzde Batı dünyasında iki büyük sorunun olduğundan bahsediyordu. Yetkili, bu sorunlardan en yaygın olanının depresyon olduğunu hatırlatırken, onun hemen arkasından ise bel problemlerinin geldiğine dikkat çekiyordu. Kendilerinin ikinci sorunu çözmek amacında olduklarını söyledi. Elbette benzeri ürünlerin salt böylesi sorumluluk duygularıyla güdüldüğünü iddia etmek naiflik olacaktır. Bu güdülere yol açmanın yanı sıra, Batı’daki gündelik hayattan doğan sorunlar öylesine karlı iş fırsatlarını da beraberlerinde getiriyor olacak ki, söz konusu firmalar tüm ticari faaliyetlerinde yalnızca bu sorunları çözmek amacıyla geliştirdikleri tek bir ürün tipi üzerine yoğunlaşmayı tercih ediyor.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Moving Hedge

Stokholm Mobilya Fuarı’nda Batı dünyasındaki gündelik yaşamın içinden çıkan belirli sorunlara uzmanlaşma derecesinde eğilen tasarımlar yalnızca ofis sandalyeleriyle sınırlı değildi. Örneğin Greenworks adlı firmanın sergilediği Moving Hedge adlı ürün, iç mekanlardaki düşük hava kalitesini kendine dert edinmiş. Firmanın ‘yaşayan mobilya’ olarak tanımladığı ürün tarihteki ilk ‘kendini sulayabilen taşınabilir duvar bitkisi’ olma özelliğini taşıyor. Ürünü, her biri iki metrekare alana sahip iki yüzünün de yoğun biçimde bitkilerle kaplı olduğu bir separatör olarak da nitelendirmek mümkün. Moving Hedge‘in tasarımcıları ürünü geliştirirken sahip oldukları amacın iç mekanlarda oksijen oranının dengelenmesi yoluyla cilt kuruluğu ve baş ağrısı gibi sorunların çözümüne yardımcı olmak olduğunu söylediler. Yukarıdaki ofis sandalyesi örnekleriyle olan benzerlikleri ise, yalnızca tek bir soruna bilimsel seviyede odaklanmalarından değil, aynı zamanda tüm ticari faaliyetlerinin bu sorunu çözmek amacıyla tasarladıkları tek bir ürün etrafında toplanıyor olmasından kaynaklanıyor.

Fuarda öne çıkan örneklere bakılırsa, sanayi sonrası toplumların dinamikleri, tasarım mesleğinin geleneksel dengesi içinde kendi rollerini oynayan bileşenleri merkezden uzaklaştırma eğiliminde. Peki benzer bir etki ülkemizde de söz konusu olabilir mi? Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, geçtiğimiz ay Türk Tasarım Danışma Konseyi bünyesinde gerçekleştirilen Tasarım Strateji Belgesi ve Eylem Planı Çalıştayı’nda dünyanın yaşadığı değişim sonucu seri üretimin eski önemini yitirmeye başladığını belirterek, üretimin “artık fabrikalarda değil, zihinlerde” yapıldığını söyledi. Ergün’ün söylediklerine bakılırsa, Türkiye’nin sanayi sonrası topluma geçişi ‘resmen’ tamamladığını söyleyebiliriz. Öyleyse, tasarımın salt fiziksel üretim bağlamında üstlenegeldiği rollerin yakın gelecekte ülkemizde de söylemsel bir düzleme kayacağını öne sürebilir miyiz? Diğer yandan, Bakan’ın da işaret ettiği ’sanayi sonrası toplum’ olma durumundan doğan köklü yaşam tarzı değişikliklerine bir süredir Türkiye’nin de tanıklık ettiğini de biliyoruz. Tasarım, bizde de, böylesi değişikliklerin kaçınılmaz olarak gündeme getireceği bazı önemli sorunlara uzmanlaşma derecesinde eğilecek mi? O halde, Stokholm Mobilya Fuarı’nda karşımıza çıkan tasarımda ‘bilim’ ve ‘kurgu’ kutuplaşması yakında ülkemizde de gündeme gelebilir mi? Fuarda tanıklık ettiğimiz eğilimlerin uzun soluklu olması durumunda, sanayi sonrası toplumların çoğunda olduğu gibi ülkemizde de, yakın gelecekte tasarımın ‘artı değeri’ denildiğinde, bir uçta pazarlama kurguları akla gelirken, karşı kutupta ise belirli sorunlara odaklanan bilimsel uzmanlaşmanın yer alması olası.

Bu yazı, Eray Çaylı’nın 28 Şubat 2010 tarihli Radikal Gazetesi’nin aylık eki Tasarım’da yayımlanan ”2010 Stokholm Mobilya Fuarı” ve XXI dergisi Mart sayısında çıkan ”Tasarımda Bilim ve Kurgu” başlıklı yazısından derlenmiştir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst