- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 19 Ağu 2008
- Mesajlar
- 3,589
- Tepkime puanı
- 179
- Puanları
- 63
- Yaş
- 60
İnsan ile düşünce, insan ile eylem ve düşünce ile eylemin yan yana durmaları kimi düşünürlerce insanlaşmanın başlangıcı sayılan sözcüklerin çizgilere ve yazıya dökülmesinden bu yana çeşitli evrelerden, evrimlerden geçerek düşünce, dil ve edim üçlemi ile var ola gelmiştir. Olgusal yapısı ile dil, düşüncenin/soyutlamanın gelişmesi ile bir ün, bir nida, bir çığlık olmaktan çıkarak anlamlı, anlaşılır bir iletim/ifade biçimine dönüşmüştür. İnsanın eylem pratiği onun tür olarak varlığını sürdürme eğiliminin doğal bir sonucudur. İnsanın devinimi, yapması ile yaratması arasında geçen süre belki de uygarlaşma denilen beş bin yıllık süreden çok daha uzunca bir dönemi içine almaktadır. Düşünce, dil ve eylem üçlüsünün birlikteliği ve çelişkisi aynı anda var olur.
Düşünce, sadece beyin dokusundaki milyonlarca nöronun enerji iletimleri sonucu ortaya çıkan bir olgu değildir. Düşünce, onu besleyen, büyüten önce zeka düzeyinde ortaya çıkaran ve bilinç ile kapsayarak fark etmesini sağlayan ve daha sonra nedenler, sonuçlar, olaylar ve ilişkileri arasında var olan bağları, ayrımlarını analitik süzgeçten geçirip bir yargıya dönüştüren, içinde bulunduğu topluma neden olmuş tarihsel bağ, biyo-kimyasal evrim süreci, siyasal, kültürel, bilimsel, etik, estetik, çevresel doku, beslenme, barınma ve güven duygusunu oluşturan koruma ve korunma koşullarının tüm neticesinde ortaya çıkan tarihsel, sosyal, kültürel bir olgudur. Düşünce, bilincin bir toplamı olmadığı gibi kişisel edimler ile belirginleşen kolektif aklın ürünüdür. Bu yönü ile düşünce, maddi bir gerçekliktir. Sözlü olarak açığa çıktığında görüngüsü olmayan bir eylemlilik biçimini alır. Bu eylemselliği/eylem biçimi sayesinde o/düşünce karşı tarafça algılanır ve geleceğe doğru hareket etmesini sağlar. Düşüncenin felsefi ve entelektüel yapısı var olandan hareketle –olgusal-, gözlem ve deney sonucunda edinilen bilgi birikimi –epistemoloji-, sayesinde öz ve biçim ilişkisini görünen ve algılanan bir biçimde tanımlama, değerlendirme –değer felsefesi- ile gerçekleşir.
Düşünce, sadece beyin dokusundaki milyonlarca nöronun enerji iletimleri sonucu ortaya çıkan bir olgu değildir. Düşünce, onu besleyen, büyüten önce zeka düzeyinde ortaya çıkaran ve bilinç ile kapsayarak fark etmesini sağlayan ve daha sonra nedenler, sonuçlar, olaylar ve ilişkileri arasında var olan bağları, ayrımlarını analitik süzgeçten geçirip bir yargıya dönüştüren, içinde bulunduğu topluma neden olmuş tarihsel bağ, biyo-kimyasal evrim süreci, siyasal, kültürel, bilimsel, etik, estetik, çevresel doku, beslenme, barınma ve güven duygusunu oluşturan koruma ve korunma koşullarının tüm neticesinde ortaya çıkan tarihsel, sosyal, kültürel bir olgudur. Düşünce, bilincin bir toplamı olmadığı gibi kişisel edimler ile belirginleşen kolektif aklın ürünüdür. Bu yönü ile düşünce, maddi bir gerçekliktir. Sözlü olarak açığa çıktığında görüngüsü olmayan bir eylemlilik biçimini alır. Bu eylemselliği/eylem biçimi sayesinde o/düşünce karşı tarafça algılanır ve geleceğe doğru hareket etmesini sağlar. Düşüncenin felsefi ve entelektüel yapısı var olandan hareketle –olgusal-, gözlem ve deney sonucunda edinilen bilgi birikimi –epistemoloji-, sayesinde öz ve biçim ilişkisini görünen ve algılanan bir biçimde tanımlama, değerlendirme –değer felsefesi- ile gerçekleşir.