Forumumuza Hoş Geldiniz

Hoşgeldiniz. Ücretsiz içerikler ve özel hizmetler sizi bekliyor. Hemen üye olun!

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
13 May 2008
1,906
174
63
Platon içinde zincire vurulmuş insanların yaşadığı bir mağara keşfetti. Bu mağarada yaşayanlar dışarıdakilerin gölgelerinden başka bir şey görmüyordu. Bir gün zincirlerinden kurtulan birisi dışarıya çıkıp gerçek varlıkları gördü ve dönüp arkadaşlarına "siz ne kadar bahtsızsınız, boş gölgelerden gayrı bir şey görmüyorsunuz, bunlardan başka bir şey olmadığını sanıyorsunuz, oysa büyük bir yanılgı içindesiniz, gerçek varlıklar bu mağaranın dışında ve ben onları az önce gördüm" der. Bu bilge, arkadaşlarının bahtsızlığına, onların deliliğine yanarken, içerde mağarada olanlar ise onun deliliğine bakıp gülüyorlardı ve hatta onunla alay edip aralarından bile kovuyorlardı.

İşte Platon, yaşayan adamlarla, sofuların betimlemesini aynen böyle işlemişti zihinlerimize.
Zira sadece duyularla algılamaya eğilim gösterenler bunların dışında hiçbir şey olmadığına inanırlar. Sofular ise madde ile ilgili ne varsa hor görürler ve ruhlarını görünmez varlıklarla bir tutarlar.
Yaşamla ilgili olanlar yani yaşayan adamlar önce servet edinmeye bakar, sonra bedensel gereksinimleri düşünür ve sonunda da ruhlarını doyurmaya çalışırlar; tabii eğer bir ruhları olduğuna inanıyorlarsa! Sofular ise öncelikli olarak Tanrı'ya karşı görevlerini yerine getirir ve bunun sonucunda da ruhlarını düşünürler. Çünkü onlar için ruh Tanrı ile yakından ilintilidir. Bu nedenle sofular bedenlerine bakmaya pek önem vermezler. Onlar için para çamurdur ve onlar bu çamurdan mümkün mertebe kaçmaya çalışırlar. Şayet paraya dokunmak zorunda kalırlarsa büyük bir tiksinti yaşarlar. Tıpkı İncil'de olduğu gibi "onlarda varlık yokluk gibidir; onlar sahip değilmiş gibi sahip olurlar".

Tutkulara gelince (aşk, açlık, susuzluk, uyku, öfke, kibir ve kıskanma gibi), sofular tutkulara karşı sürekli savaş verir. Yaşama bağlı olan insanlar ise bunlar olmadan yaşayamayacağına inanır. Oysa ruhla beden arasında ikisinin tam ortasında kalan, bize doğaca esinlenmiş gibi görünen tutkular da vardır. Bunlar vatan sevgisi, baba şefkati, evlat tutkusu, dostluk tutkusu gibi tutkulardır. Yaşamayı sevenler bunlarla ilgilidir ve bu tutkulara değer verirler. Sofular ise bu tutkuları kalplerinden söküp atmak için ellerinden geleni yaparlar, eğer beceremezlerse en ruhani yanlarıyla yaşatmayı seçerler.
Perhiz yapmak yaşama bağlı insanlar için et yememek ve akşam yemeği yemeden yatağa girmektir. Sofular içinse bu durum tamamen farklıdır. Onlar için perhiz yapmak ruhlarında kendi tutkularına eziyet etmek, öfkeye kapılmamak ve gururla kabarmamaktır. Buradaki amaç, bir ruhun maddenin ağırlığı altında ezilmemesi için, göksel zevkleri öğrenmek ve onların tadına bakmak için yeryüzü zevklerinden yukarıya yükselmesidir.

Evet Platon "aşkların deliliği, deliliklerin en tatlısıdır" derken, birini aşkla tutkuyla seven bir insanın aslında kendisinde olmadığına, kendisini aşık olduğu kişinin içinde yaşattığına ve sevgilisine bağlanırken kendisinden ne kadar uzaklaşırsa mutluluğunun da o oranda arttığına işaret eder. İşte yaşayan insanlar ile sofuların bir betimlemesi.
Bir insanın ruhu maddenin üzerine çıkmak gibi bir saçmalığa kapılacak yerde bedeninden çıkıyormuş gibi oluyorsa buna delilik denmez de ne denir?
"aşk ne kadar mükemmelse, delilik o kadar büyük ve o kadar mutluluk vericidir"

radikal
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
23 Ara 2012
4,763
319
83
Eflatun aslında tüm tasavvufçuların ifade ettiği bir gerçeği çok önceden dile getirmişti. Buna çok şaşırmamak gerekiyor çünkü Eflatun büyük mabetlerde eğitim görmüş inisiye bir rahipti. ( Delf Apollon Mabedi) Sokrat'ın ölümünden sonra ülkesini terk etmiştir. İsis İnisiyasyonu'na dahil olmuştur. "Diyaloglar" isimli eserinde bu inisiyatik eğitimlerin halka açıklanabilecek kısmını ifade etmiştir. Eflatun'un "Mağaradan Çıkış" diye ifade ettiğini tasavvufçular kalp gözünün açılması olarak dile getirmişlerdir.

"Alemlerin asli hayaldir." "İnsan bir gölgedir." "Kuklaya değil, oynatana bak" tarzında söylemlerle yıllardır görünenin ardında bir görümeyen olduğuna filozoflar da tasavvufçular da hep işaret etmiştir.

Hz. İsa'nın "Ben dünyayı yendim." ifadesi de maddenin cazibesine kapılmayanlardanım anlamındaydı.

Madde bu kadar kötü müdür? Aslında kötü olan birşey yok fakat maddenin insanı başkalaştıran, kendine köle yapan bir cazibesi var. Bu cazibeye kapılmamak için çok dikkatli olmak gerekiyor. Paradan uzak durmaktan öte paranın insana köle olması gerekirken çağlardır insanların paraya köle olması eleştirilmiştir. Günümüzde bu çok daha kötü boyutlara ulaşmıştır. Para ile insan değerlendirir olduk, insanlar artık paranın tamamen kölesi olmuştur.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Üst