Tanri'nin emrİnİ eylemİmİn İlkesİ kilmam benİ araÇlaŞtirir mi?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde ismailduran tarafından oluşturulan Tanri'nin emrİnİ eylemİmİn İlkesİ kilmam benİ araÇlaŞtirir mi? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,105 kez görüntülenmiş, 9 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Tanri'nin emrİnİ eylemİmİn İlkesİ kilmam benİ araÇlaŞtirir mi?
Konbuyu başlatan ismailduran
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan UpBot

ismailduran

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Kant'a göre, eylemimin ahlaki değer kazanabilmesi için, o eylemimin ilkesini saf pratik aklımın koyması gerekiyor. Buna göre, ahlaki edimin önkoşulu aklımın otonom olması yani özerk olması gerekiyor. Aklımın da özerk olabilmesi için, her türlü iç duygulanım (iştah, şehvet, tutku, yararcılık vs) ile her türlü dış otorite (toplum kuralları, gelenek, öteki olanın baskısı ve buyruğu vs) taleplerinden kendini arındırmış olması gerekiyor. Bu bağlamda, Tanrı'nın buyruklarına koşulsuz itaat ve bu buyrukları eylemlerimin ilkesi yapmak, aklımın otonomluğunu ortadan kaldırır mı? Eğer aklımın özerkliğini ortadan kaldırıyorsa bu eylemlerim ahlaki değer taşır mı?
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
İman eden insan artık sıradan bir insan değildir. O artık sadece evrensel insan kuralları (etik) ile yargılamaz. yargılamaya çalışan ise doğru çıkarımlara ulaşamaz.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
ı.kant'a göre ahlak, insan özgürlüğünün bir fonksiyonu olduğundan ; eğer birey, edimlerini (tanrının ya da başka bir dış otoritenin , yahut kendi arzularının gereği olarak değil de) ; insan özgürlüğüne has akılcılıktan gelen bir yükümlülük (ödev) olduğu için ortaya koyuyorsa; o davranış bir ahlaki değer taşır... yükümlülüğün sonucu olarak ortaya çıkan bir edim, bu edimin amacı ya da bu edimle ulaşılacak sonuç nedeniyle değil, o edimi yapmaya zorlayan genel kural (maksim) nedeniyle ahlaki değer kazanır... yani, bir eylemi ahlaki anlamda değerli kılan, o eylemi yapmaya yönelten istencin kaynağında (herhangi bir şey, tanrı buyruğu, toplumun beklentisi, eylemin yararlı olası sonuçları, kamu otoritesinin istemleri ya da kişisel arzular ... vb. değil de), ahlak yasasının bulunmasıdır... kendisinden başka bir otoriteye boyun eğerek, bir edim ortaya koyan insanın davranışı, ahlaki bir değer taşımaz... insan davranışı, insanlığı herhangi bir şeyin aracı haline getirmeden; bireyin kendisinin ve başkalarının insanlığını amaç edindiği sürece değerlidir... mezar taşına ''başımın üstünde yıldızlarla dolu gökyüzü ve içimde (vicdanımda) ahlak yasası...'' diye yazdıran könisbergli bilgenin ahlak anlayışı biraz 'serttir'... / ...
 

nefha

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Kant'a göre, eylemimin ahlaki değer kazanabilmesi için, o eylemimin ilkesini saf pratik aklımın koyması gerekiyor. Buna göre, ahlaki edimin önkoşulu aklımın otonom olması yani özerk olması gerekiyor. Aklımın da özerk olabilmesi için, her türlü iç duygulanım (iştah, şehvet, tutku, yararcılık vs) ile her türlü dış otorite (toplum kuralları, gelenek, öteki olanın baskısı ve buyruğu vs) taleplerinden kendini arındırmış olması gerekiyor. Bu bağlamda, Tanrı'nın buyruklarına koşulsuz itaat ve bu buyrukları eylemlerimin ilkesi yapmak, aklımın otonomluğunu ortadan kaldırır mı? Eğer aklımın özerkliğini ortadan kaldırıyorsa bu eylemlerim ahlaki değer taşır mı?
eylemin ahlaki değer kazanabilmesi için ön şart nedir sorusuna,başka bir açıdan bakmak isterim.
eylemin ahlaki olması için sırf aklın yetmeyeceğini düşünüyorum.Çünkü o zaman göreceli olurdu ki ahlak göreceli değildir kanımca.
"Sana yapılmasını istemediğin şeyi sende başkalarına yapma" diye küçücük bir cümle belki aklaklı olmanın yarısından fazlasını içerir.Çünkü,insan kendisi için gösterdiği hoşgörüyü karşsındaki için taşımaz çoğunlukla.

iyiliği bulmakta akıldan çok kalbin işidir.Elbette temiz bir kalbin ki bu da toplumun ve kendi içsel arzu ve heveslerinin tesirinden kurtulmuş bir kalptir...böyle bir kalp pusula gibi ibresi hep haikati göserir. hz.Peygamber,kendisine iyiliğin ne olduğunu sormaya gelen sahabesine;"kalbine danış "buyurmuştur.Hatta" müftüler fetva versede" diye eklemiştir.Yani din hakkında hüküm vermeye yetkili kişiler dahi onay verse,kalbin onaylamıyorsa,o işi yapma.başkası için etik gözükebilir ama içinde sen onun etik olmadığını biliyorsun sıkıntı yapar.
Ahlak toplumun olduğu kadar kişinin içi huzuru için de gereklidir.bu da göreceli olamaz.
 

ismailduran

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Sayın Nefha,

Ortaya attığım tartışma konusunu İslam Dini'nin anektotlarından ve dağarcığından örneklemeler getirerek ele almak mesleki zorluklar doğurur. Madem ki, "felsefe.net" ortamında felsefi tartışmalar yapmaya çabalıyoruz, gönül ister ki, arkadaşlarım bireysel tefekkürüyle çeşitli çıkarımlar yapmaya çalışsınlar. Amacım arkadaşlarımı derin düşündürmek ve kendilerinde olanı ortaya çıkarttırmaktır. Eğer her felsefi tartışmamıza dini dayanaklar getirerek "... budur.", ".... şöyledir." biçiminde bizim olmayan kanıtlamalar öne sürersek kolaycılığa kaçmış oluruz. Bu da bizi geliştirmez. "İşimizi hallettik, tüm problemlerimizi çözdük." türü olmuşluklar İslam terbiyesinin istediği bir karakter tipi olmasa gerekir. Çünkü Tanrı da kuşkucu, sorgulayıcı, araştırıcı, meraklı kullar ister. Diğer türlü insan "vehim, zan ve hayal"in esiri olur. "Böyle olduğunu sanıyorum" veya "Böyle olduğuna inanıyorum" tarzı söylemler ise ne dini ne de felsefi platformlarda makbul değildir.
 

ismailduran

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Sayın birazdahaderinmavi dostum,

Olaya bu biçimde yaklaşırsak ortaya tuhaf bir durum çıkıyor gibi. Eğer Tanrı'nın buyruklarını eylemlerimin maksimi yapmak salt yaderklik (heteronomluk) nedeniyle davranışlarımı ahlaki değerlilikten yoksun kılıyorsa, tüm tarihsel kişiliklerin, yüksek ve sağlam karakterli bilgelerin, elçilerin ve mistiklerin eylemlerinin ahlaki değerden yoksun olduğunu söylemek zorunda kalacağız. Sanki burada bir ironi oluşuyor. Galiba olaya farklı yaklaşmamız gerekiyor. Bizler "Tanrı" deyince, her türlü "yararcılık ve hazcılık"tan tamamen uzak, mutlak yeterli ve yetkin bir varlık tasarlıyoruz. Eğer Tanrı, insan aklının özerkliğinin kalkacağını bile bile insandan bir eylemde bulunmasını istiyorsa ve bu isteği yerine getiren kişi, otonomluğunu yitiriyor ve yerine getirdiği istek ahlaki değer taşımıyorsa Tanrı-insan ilişkisi tuhaf bir hal alıyor demektir. Bence bu çatışkıyı ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bu bağlamda, ya Tanrı'nın isteğini oluşturan ilke saf pratik aklın ortaya koyacağı maksim ile birebir örtüşüyor demektir yada Kant'ın ortaya koyduğu "bir eylemin ahlaki değerliliği" ölçütünü yeniden tartışmamız gerekir.
 

nefha

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Sayın Nefha,

Ortaya attığım tartışma konusunu İslam Dini'nin anektotlarından ve dağarcığından örneklemeler getirerek ele almak mesleki zorluklar doğurur. Madem ki, "felsefe.net" ortamında felsefi tartışmalar yapmaya çabalıyoruz, gönül ister ki, arkadaşlarım bireysel tefekkürüyle çeşitli çıkarımlar yapmaya çalışsınlar. Amacım arkadaşlarımı derin düşündürmek ve kendilerinde olanı ortaya çıkarttırmaktır. Eğer her felsefi tartışmamıza dini dayanaklar getirerek "... budur.", ".... şöyledir." biçiminde bizim olmayan kanıtlamalar öne sürersek kolaycılığa kaçmış oluruz. Bu da bizi geliştirmez. "İşimizi hallettik, tüm problemlerimizi çözdük." türü olmuşluklar İslam terbiyesinin istediği bir karakter tipi olmasa gerekir. Çünkü Tanrı da kuşkucu, sorgulayıcı, araştırıcı, meraklı kullar ister. Diğer türlü insan "vehim, zan ve hayal"in esiri olur. "Böyle olduğunu sanıyorum" veya "Böyle olduğuna inanıyorum" tarzı söylemler ise ne dini ne de felsefi platformlarda makbul değildir.
sn duran;
tanrının emrini eylemlerimizin ilkesi kılmak,;Allahın emrini yaşamak yani dindar olmaktır.Dindar olmanın ahlaki olup olmadığını tartışıyorsak,bir inanır olarak buna kendi açımdan cevap verdim.
bize göre,akıl hakikati anlamada tek başına yeterli değildir ve vahyin önderliğine muhtaçtır.Sadece eylemlerimize değil,fikirlerimizede vahiy doğrultusunda yön veririz.hatta kalbimize.
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Sayın Nefta çok güzel özetlemiş. İmanlı insanlar için iman en yüce değerdir. mutlak olandır. bu sebeble imanlı kişiye göre etik olan artık görecelidir.

Felsefi olarak ise bir insanın eyleminin ahlaki değer taşıyıp taşımadığını kişinin özerkliği ile ölçmeye kalkanlar yine kişinin özerkliğine müdahale etmektedir.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Sayın birazdahaderinmavi dostum,

Olaya bu biçimde yaklaşırsak ortaya tuhaf bir durum çıkıyor gibi. Eğer Tanrı'nın buyruklarını eylemlerimin maksimi yapmak salt yaderklik (heteronomluk) nedeniyle davranışlarımı ahlaki değerlilikten yoksun kılıyorsa, tüm tarihsel kişiliklerin, yüksek ve sağlam karakterli bilgelerin, elçilerin ve mistiklerin eylemlerinin ahlaki değerden yoksun olduğunu söylemek zorunda kalacağız. Sanki burada bir ironi oluşuyor. Galiba olaya farklı yaklaşmamız gerekiyor. Bizler "Tanrı" deyince, her türlü "yararcılık ve hazcılık"tan tamamen uzak, mutlak yeterli ve yetkin bir varlık tasarlıyoruz. Eğer Tanrı, insan aklının özerkliğinin kalkacağını bile bile insandan bir eylemde bulunmasını istiyorsa ve bu isteği yerine getiren kişi, otonomluğunu yitiriyor ve yerine getirdiği istek ahlaki değer taşımıyorsa Tanrı-insan ilişkisi tuhaf bir hal alıyor demektir. Bence bu çatışkıyı ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bu bağlamda, ya Tanrı'nın isteğini oluşturan ilke saf pratik aklın ortaya koyacağı maksim ile birebir örtüşüyor demektir yada Kant'ın ortaya koyduğu "bir eylemin ahlaki değerliliği" ölçütünü yeniden tartışmamız gerekir.

problem kant'a göre kurulduğuna göre; kant'ın da konuyla ilgili yapıtları, pratik aklın eleştirisi de, ahlak metafiziğinin temellendirilmesi de (ki hacettepe üniversitesinin yayınladıkları iyidir) ortada olduğuna göre ; yani, kant bakımından bir davranışa ahlaki değer yükleyen biricik ölçünün, davranışın maksiminin yalnız ve yalnızca bireyin pratik aklının belirlediği bir ödevden kaynaklanması olduğuna göre; davranışın ahlaki değer taşıyıp taşımaması, tanrı buyruğuna uygun olup olmadığından bağımsızdır... tanrı buyruğuyla insanın pratik aklının ortaya koyduğu genel kuralın örtüşüyor olması durumunda bile, davranışı ahlaki kılan şey, ödevin gereği olarak yapılıyor olmasıdır ve ödevin ne olduğunu belirleyen, tanrı değildir... eğer ortada bir tuhaflık varsa, kant ahlakıyla diyelim hristiyan ahlakını uyumlulaştırma görevini/sorumluluğunu ; kantçı olmadığı gibi, insan davranışının ahlaki değerini tanrısal iradeye uygunluğuna bağlamayan birine yüklemektir...
 

UpBot

Kahin
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2021
Mesajlar
1,017
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Teşekkür ederiz konu paylaşımınız için.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst