Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Ressamlar kategorisinde nilüfer tarafından oluşturulan Şükran Moral başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 5,302 kez görüntülenmiş, 12 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Ressamlar
Konu Başlığı Şükran Moral
Konbuyu başlatan nilüfer
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan nilüfer

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
BİYOGRAFİ

18 yaşına dek, doğduğu küçük Karadeniz kasabası olan Terme’de yaşadı. A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünden ve Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. 1994’ten beri performans/video ve enstalasyon çalışmalarıyla pek çok kişisel sergi gerçekleştirdi, önemli grup sergilerine davet edildi. 2005’te İtalyan Gangemi Yayınevi sanatçı üzerine “Apocalypse” (Kıyamet) başlıklı kitabı yayımladı. Halen İstanbul ve Roma’da yaşıyor ve çalışıyor.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Işleri

Jinekoloji Masası, 1996-2007, video/performans

Şükran Moral, jinekolojik muayene masasına uzanmıştır. Bacaklarının asında bir monitör vardır. Geleneksel temsili sanat örneklerindeki gibi oturma pozisyonunda değildir. Sanatçı bu duruşuyla bir yandan dişiliğini, diğer yandan en mahrem, korunaksız ve erotik yanını yansıtmaktadır.
Bacaklarının arasına yerleştirdiği monitörde gösterilen videoda, sanat tarihinde idealize edilen kadın temsili, Şükran Moral’in ayakları altında çiğnenmektedir. Bu yolla bizimle konuşan vajina, kadının dışlandığı sanat tarihini deşifre etmekte ve ona küfretmektedir.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Terni/ Bir Türk Kızının Gerçek Hikâyesi, 2007, performans
Kocasından kaçarak babasının evine dönen genç bir kadın, pek çok Türkiyeli kadın gibi 25 Temmuz 2006’da kocası tarafından öldürülür. Suçu kocasını terk etmektir. Şükran Moral bu kadının hikâyesini yeniden okurken, toplumun pek çok sapkın davranış kodlarını da ele alıp çözümler.

Bu performansında Moral, kökten dinci Müslüman ülkelerde şeriat kanunlarına göre zina yapanların taşlanarak öldürülmesi cezasını ele alır. Şükran Moral, yarı beline kadar açılan bir çukura diri diri kendini gömdürür. Başına büyük beyaz bir örtü örtülür. Yoksa gözlerinin ta içine baktığımızda kendi günahlarımızı gördüğümüz birine ilk taşı kimse atamayacak mıdır?
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Genelev, 1997, video, performans, fotoğraf

Şükran Moral, İstanbul’un Yüksek Kaldırım’da bulunan genelevinde gerçekleştirdiği bu performansta, bir genelev kadınına dönüşür. Genelevin kapısına “Çağdaş Sanat Müzesi” yazılı bir levha asmıştır. Elinde tuttuğu kâğıtta ise “For Sale / Satılık” yazmaktadır. Bu performansında Moral, salt kadının alınıp satılan bir metaya dönüştürülmesini değil, sanatın ve sanatçının da bir tüketim nesnesine dönüşmesini ironik şekilde eleştirir.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Hamam, 1997, video performans
Şükran Moral, göğüslerini açıkta bırakan peştamalı ve yanında kadın kameramanıyla –yoksa kamerawoman mı demeliyiz- Galatasaray Erkekler Hamamına dalıverir! Gösterdiği gerçek hamam görüntüleriyle Batılının yüzyıllardır fantezilerini süsleyen sahte hamam imgesini alt üst ederken, bir yandan da Doğunun erkek egemenliğinin en katı şekilde yaşandığı yerde, en büyük tabusunu yıkar: erkekler hamamında bir kadın! Bu performansıyla Moral, cinsiyet rollerini ters yüz eder ve sanat tarihinin belki de en kışkırtıcı performansını gerçekleştirir. Ortaya çıkan sessiz gerilim öylesine şiddetlidir ki, (giyinik) kadın kameraman çekim sırasında dayanamayıp bayılır.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Sanatçı, 1994, fotoğraf, 1.80*2.00 m.


Batı ikonografisinin en çok işlediği konu: “Bizim günahlarımızın bedelini ödemek için çarmıha gerilmiş bir peygamber, Hz. İsa”. Ancak bu kez bir kadın! Üstelik bir sanatçı! Üstelik bir Müslüman! Ve dolayısıyla bu üç anlamda da sanat tarihinde bir ilk. Gözleri seyirciye cesurca dimdik bakmaktadır. Ve o gözlerindeki bakışla bize şunu söyler: “Benim burada olmamın tek suçlusu, sensin!”
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Üç kişi ile evlilik, 1994, video/performans


Aptalca bürokratik detaylar yüzünden İtalya’da kalması imkânsız hale gelince, en kolay yol olarak bir İtalyan ile evlenmesi salık verilir. Şükran Moral ise, bir değil tam üç kişi ile birden evlenir. Üstelik bunlardan biri erkek kılığında bir kadındır! Eğer Müslüman bir erkek olarak dünyaya gelecek kadar şanslı olsaydı, 4 kişiyle bile evlenebilirdi! Bütün toplumsal cinsiyet rollerini tersine çevirdiği bu sembolik ve temsili poligamik evlilik töreniyle toplumun, yasaların ve tüm o diğer saçmalıkların alaycı bir gösterisini sunar bize.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Aşk ve Şiddet, 2009, video/performans


Masada küçük kız çocuğunu temsilen bir bez bebek oturmaktadır. Kara çarşafa bürünmüş kadın –Şükran Moral- arkadan yaklaşır, elinde bir sopa vardır. Kızını masanın üzerine oturtur. Eteğini kaldırır ve elindeki jiletle klitorisini keserek onu sünnet eder. Küçük kızın vajinasından ve gözlerinden kızıl kanlar akar… Anne hadım edilmiş kızına kara çarşaf giydirir, üzerine ak duvak takar. Kız çocuğunun önünde okul kitabı ve kalemleri vardır. Anne elindeki kırbaçla kızını ve kendini döver, döver…
Bu toplumda yaşayabilmesi için küçük kızlara ne yapılması gerektiğini en iyi anneleri bilir! Önce klitoral sünnetle sembolize edilen cinselliğin yok edilmesi, arkasından, eğitim haklarının gaspı, o da yetmez daha bir çocukken yaşlı ve sevmediği adamlara satılmak… Annelere de kendilerini öldüresiye kırbaçlayarak kızlarına çektirdikleri acının bedelini ödemek düşüyor, kadının sonsuz acı kısırdöngüsü…





Ve bu masal da böyle sürer gider…
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
İşte suçlu, 1.20* 95.5 m, fotoğraf

Yatar durumda bacaklarını ayırmış bir kadının vajinasını görüyoruz. Siyah kıllarının üzerinde ve yerdeki beyaz çarşafta kıpkırmızı kandamlaları var. Görüntü kesinlikle erotik değil. Bir kadının cinsel organı nasıl bu kadar yalın ve gerçekken bu kadar erotizmden, tahrikkarlıktan uzak olabilir? Hiç bir erkek organı bu vajinaya girmek istemeyecektir. İşte her şeyin, -dinin, yasaların, devletin, ailenin, cinnetin, şiddetin, varoluşun ve yok oluşun- SUÇLUSU BU!
Bu kocaman, kanlı ve kıllı amın önünde saygıyla eğilin…
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Ropörtajları

“Sanatçı / Artist”





Bir sanatçının oto portresidir bu. Dünya çağdaş sanatında ilk kez bir kadın kendini İsa’nın yerine koydu. Sanat tarihinde bunun bu şekilde önemi var. İkincisi ilk kez bir kadın Müslüman sanatçı kendisini İsa’nın yerine koydu. Bu sanat tarihinde çok işlenen ikonografik bir iş ama üçüncü olarak, bu kez sanatçı kendisini tanrının yerine koydu, yani sanatçı bir Allah. Allah yaratıyor ama sanatçı da yaratıyor. Bu bakımdan küstah bir bakış açısı: Sanatçı bir Allah.





1 Bir kadın olarak da yaratıcı bir varlığız biz.
Evet, iki defa yaratıcı kadın. Natura olarak, kendini tanrının yerine koyma olarak…

“Hay Sizin Barış Denen Masalınıza / Peace… Fucking Fairy Tale!”
2 Ateist misiniz? Tanrıyla veya dinle ilişkiniz nasıl bir ilişki?
Benim din konusunda birçok işim oldu ama bunun nedenini ben bilmiyorum. İçgüdüsel gittiğim bir yoldu. Yani düşünerek bulduğum bir yol değil.
3 Daha sonra Hz. Muhammet ile Hz. İsa’yı öpüştürüp, barıştırdığınız bir işiniz var. Ama insanları o işi görmeleri için diz çökmek zorunda bıraktınız. İnsanların ancak aşağıdaki bir gözetleme deliğinden görebilecekleri bir yere yerleştirmişsiniz heykelleri. Bu düzenlemenin nedeni neydi?
Bakın, dünyayı ikiye böldüler: Müslümanlar ve Hıristiyanlar diye. Özellikle Batıda Müslüman olmak suç gibi.
4 Siz de bunu yaşıyor musunuz son yıllarda?
Hissettiriyorlar.
5 Bizim burada son 10 yılda kadın olduğumuzu daha çok hissettiğimiz gibi...
Orada yabancı olmak, özellikle Müslüman olmak çok zorlaştı. Fanatik Müslümanların yaptığı yanlış davranışlar, normal, laik, demokrat, bizim gibi Müslümanların da üzerine yüklendi. Yani genelleştirildi. Bir zamanlar siyah-beyaz, zengin-fakir ayrımı gibi bir ayrım oldu yabancı olmak. İstemiyorlar artık yabancıları. Bazı konularda haklılar, bazı konularda ise haklı değiller.
Batı her zaman kendisine bir düşman buldu. Eskiden Yahudileri öne sürüyordu Batı. Bu sefer de Müslümanları gösterdi düşmanı olarak. Müslümanlar da buna karşılık aynı şekilde cevap veriyorlar. Yani onlar da Hıristiyanları düşman görüyor. Aslında bütün bunlar yanlış. Ben de bu işimde peygamberleri kucaklaştırdım olumlu bir mesaj vermek için: bütün suç insanlarda, tanrının bir suçu yok, peygamberlerin bir suçu yok. Suç bizde. Onlar adına kendi kendimize karar verip, davranmamız...
Seyirciye de, “Ancak bu iki güzelin karşısında diz çökebilirsiniz, diz çök ey seyirci! Sen, diz çök ey seyirci, aptal olma!” anlamında diz çöktürdüm.
6 Bir had bildirme var orada. Onlara yani peygamberler veya Tanrı adına eyleyen, düşünen, kendi yalan yanlış doğrularını onlara atfedenlere…
“Jinekoloji masası/ Speculum”





Ben bu jinekoloji masasını ilk kez 1996 yılında kullandım. Kimse bunu bu şekilde bilinçli kullanmadı. O yıllarda daha yeni yeni kadınların doğumu filme çekiliyordu. Ama sadece kadın doğumu çekiliyordu. Ama bu bir iş haline getirilmemişti, ön plana çıkarılmamıştı.
7 Bırakın bunu bir iş olarak başkalarına ekspoze etmeyi, kadının kendine ait, çok mahrem bulduğu bir şeydir. Kendi deneyimlerimizden biliyoruz. O yüzden çok çarpıcı.
Genelde benim işlerimin çoğu kendi deneyimlerimden yola çıkar zaten. Jinekoloji muayenesine gittiğimde de nefret ettiğim için orada aklıma geldi. Ayrıca, doğumu anlatmak ve orada vajinayı konuşturmak: orada konuşan, bir vajina.
8 Konuşan, gösteren…
Gösteren ve kurgulayan bir vajina... Burada monitör, sanat tarihini inceleyen ve ona küfredendir!
9 Monitörde gördüğümüz sanat tarihinde idealize edilen bir kadın figürü ve...
Benim ayaklarımın altında ezilen...
10 O kadar cesur ve çarpıcı performanslar ki: sonuçta seyirciyi de dürten, rahatsız eden, içine katan, seyirciye de aktif rol verdiğiniz performanslar yapıyorsunuz.





Bu seyirciyi önemsediğim anlamına gelir. Ben seyirciyi çok önemsiyorum, ona saygı duyuyorum ama onun sırtını okşamaya niyetli değilim.

“Hamam”
11 Bütün bu işlerde çok acayip tepkiler aldığınızdan da eminim. Hamam performansında kameramanınız ortamın gerilimine dayanamayıp bayılmış. Merak ediyorum, siz nasıl kaldırabildiniz bu gerilimi?
1997’de henüz bu kadar ileri değildi çağdaş sanat Türkiye’de. O nedenle oradaki tavrım önemliydi. Hamamın içinde tellaklar vardı…
12 Önceden bir görüşme yapıp da mı girdiniz?
Hayır, hiç bir ön görüşme olmadı.
13 Sizi orada gördüklerinde ilk tepkileri ne oldu?
Ben sana sanatı gösteririm diye düşündüler. Bu Türk kızı olamaz, orospudur bunlar dediler. (gülüşmeler)
14 Saldırganca bir tutumla karşılaştınız mı, psikolojik veya fiziksel?
Hiç! Sadece büyük bir soğukluk vardı.





15 Herhalde donup kaldılar, ne yapacaklarını bilemediler. Onlar için de sarsıcı bir deneyim. (gülüşmeler)
Aslında bu işin aktüalite yanı ama bu işin sanatsal yanı o değil. Bu işin sanatsal yanı değişik şekerim. O ana kadar dünya çağdaş sanatında hiç bir çağdaş sanatçı, gerçek anlamda kimse bunun aslını göstermedi. Videoyu alıp içeriye girip orada nihayet ne olduğunu bütün dünyaya gösterdim. O ilk oldu. Zaten ondan sonra bir sürü beni taklit eden kişi oldu. Genelde benim işlerim taklit edilir. Benim özelliğim budur.

Hani eskiden Türk sanatçıları Batıyı taklit ederdi ya, şimdi artık Batı sanatçıları Türk sanatçılarını takip ediyor. Çünkü Batı artık hep aynı kısır döngüde, kendini tekrar ediyor. Hâlbuki biz yeniyiz, her şeyimiz yeni. Yalnız bizim meselemiz, yeniliklerimizi kurumlaştıramamak. Onlar bizden alıyorlar, sanki kendileri yapmış gibi kurumlaştırıyorlar. Bütün mesele bu! İşte bizim geri kalmışlığımız da burada başlıyor. Ama şimdi bizde de değişiklikler var. Küratörlerimiz, sanat tarihçilerimiz, “Hayır, efendim” diyorlar. Mesela çoğu yazdı, “Kusura bakmayın Şükran Moral bunu sizden önce yaptı” diye ve ayrıca savunuyorlar. Eskiden o savunma bilinci de, gücü de yoktu.
Şimdi bizim kolleksiyonerlerimiz, zenginlerimiz var. Yani sponsorla çalışılıyor. Başka yolu da yok zaten. Şimdi bizim zenginler de yeni yeni bunu anladılar. Onlar da bize sponsor oluyorlar, sonuna kadar savunuyorlar, bizden eser alıyorlar. Projelerimize para yatırıyorlar. Şimdi onlarda da bunun bir bayrak yarışı olduğu bilinci gelişti. Yani asıl milliyetçilik budur. Milliyetçilik gidip orada burda salak salak şeyler yüzünden kavga etmek değil de çağdaş Türk sanatını savunmaktır. Sen çağdaş Türk sanatını savunuyorsan milliyetçisin, savunmuyorsan hödüksün, cahilsin.
16 Zenginlik salt bir parasal varlık meselesi değil, zenginlik, kültürel üst yapının da gereğini yapmak. Bizim burjuvazimiz de bunu yeni yeni keşfediyor?
Bundan önce eskiye, tarihi şeylere, Osmanlıya takılmışlardı. Şimdi artık anladılar ki, ölüleri bıraktılar ve yaşayanlara bakıyorlar.
17 Çünkü beslemezsen sanatçı nasıl sanatını yapacak? Sanatçı maddi kaygılardan arî olmak zorunda. Batı eskiden aristokrasinin himayesi vasıtasıyla yapıyordu bunu, şimdi zenginler, burjuvalar vasıtasıyla yapıyor. Türkiye’de şimdi yeni yeni gelişiyor bu mantık. Bu bilinci de oluşturmak gerekiyor zaten. Bundan siz de faydalanıyor musunuz?





Valla benim tanıdığım tek kişi var, onun da adını şimdi söylemek istemem. Ben şu ana kadar Batıdan yararlanıyordum. Bundan sonra devreye Türk sponsorlar da girdi. Nihayet destek vermeye başladılar. Bu sponsorluk olayı bir sanatçının işini almak demek değil sadece, müzeler açmak, müzayedelere Türk sanatçılarını katmak, orada onları yükseltmek. Nasıl birden bire bilmem nelerin -Japonların filan- sanatçıları mantar gibi ortaya çıktılar? İşte bizim sanatçılarımız geride kalıyor o zaman. Aslında bütün dünya bunu yapıyor. Yani gidip sanatçıların projelerine para yatırmak lazım. Onların en önemlilerini desteklemek lazım. Bu şekilde bir yarış bu, çağdaş kültürel bir yarış bayrağı. Aslında bu bir olimpiyat: çağdaş sanat olimpiyatı. Nasıl biz olimpiyatlarda yokuz, burada da yokuz!
18 Performans sanatlarında bu işler nasıl oluyor?
Bir performans sanatının alınıp satılabilmesi için bir sponsorun çok yüksek düzeyde bilgisinin olması gerekiyor. Yani, bundan anlaması gerekiyor. Düşün daha çağdaş sanatın ne olduğunu bilmiyorlar, kaldı ki performans sanatı! Performans sanatında bu işler şöyle yapılıyor. Ben diyorum ki benim bu performans projemin maliyeti şu kadar. Onlar da projeyi okeyliyorlar. Performanstan sonra fotoğrafını satıyorum bazen. O performansı proje olarak satın alabilir bir müze veya bir iş adamı. Aslında bunların hepsi satılık. Ama belki bunun satılık olduğunu da bilmiyor olabilirler.
19 Ben de bu yüzden biraz sizi bu konuda konuşturmak istiyorum: bilgilendirmek için. Bir proje, soyut bir şey gibi. Nasıl buna sahip olunabiliyor? Ya da seri veya yeniden üretimleri gerçekleşiyor mu bunların?
Satılıyor, yapılan anlaşmaya bağlı. Yeniden sergileyebilirim, ama bir kez daha satamam. Birisi bu projeyi satın almışsa, bir daha satılamaz. Benim de olamaz.
20 Biz dergi olarak her sayı için bir tema belirliyoruz. Bundan önceki sayımız cinsellik üzerineydi. Bu sayı kadın ve çocuk üzerine, bir sonraki sayımız “yersiz yurtsuzluk”. Öyle diyelim çünkü “göç”ü aştı artık mesele, dünyadaki bütün o nüfus hareketlerindeki olağanüstü artış... Hatta bazen ait olduğunuz yerde bile kendinizi köksüz, yabancı hissedebiliyorsunuz... Ondan sonraki sayımız “delilik-dahilik” meselelerine kafa yoracak.
Hep benim işlerimin konuları bunlar! Benden mi çaldınız (kahkahalar)
21 Çok enteresan, şimdi onu söyleyeceğim. Biz sizi incelerken bu sayıya almaya karar verip sizi araştırmaya başladığımızda şaşkınlıkla onu gördük, bir şekilde sizin izleklerinizin arkasından gidiyoruz. G. Jung’un teorisine göre ortak evrensel bir bilinç var -bilinçdışı diye adlandırdığı kavram-. Bizim bununla bir irtibatımız vardır diyor—unutmuş olsak da. Kimisi bu kanalları açık tutuyor. Bu ortak bilinçle irtibatları seviyesinde özellikle sanatçılarda bunu görüyoruz. Siz, bu sorunsalları, henüz herkesçe çok önemsenmeden, farkına varılmadan önce, bir tür vahiy yoluyla tespit edip, 90’ların başından itibaren izleklerinizde kullandınız. Örneğin, göç. Şu aralar kafanızı kurcalayan sorunsallar neler veya tasarladığınız yeni projelerinizden konuşmak ister misiniz?
Gelecekteki projelerimden artık kimseye bahsetmiyorum. Kafamı kurcalayan sorunların çoğu hepimizin düşündüğü şeyler. Bunlardan biri, çevre ve insanlığın durumu.
22 İnsanlığın şu andaki durumunu nasıl tanımlıyorsunuz?
İnsanlığın şu anki urumu bir “Ara Durum”. 500-1000 yıl sonraki toplumlar, 2009 yılında korkunç ilkel şekilde yaşıyorlardı diyecekler. Saçma sapan konular onlar için problemmiş diyecekler. Bence zengin sınıf her zaman fakir sınıfın kurdudur. Önemli sorunsallar bunlar ve zengin ülkeler ile fakir ülkeler asındaki büyük farklar… İnternet kullanıp, teknolojinin en üst seviyelerini kullanıp, hala ortaçağ ahlakında kalıp, davranmaları…





Benim İstanbul’da, Türkiye’de en çok dikkat ettiğim şeylerden biri insanların pis oluşu. Neden Türkiye’de insanlarımız bu kadar pis? Hani temizlik imandan gelirdi? Bütün o camilerin tuvaletine gidiyorum, içine girilmeyecek kadar pis. Bence önce bunları düzeltsinler. İnsanlığın sorunlarından bir tanesi de temizlik olacak herhalde ilerde. Pislik ve Temizlik.
23 Bir yandan da su iyice kıt bir kaynak haline geliyor.
Yine çevre olayına dönüyoruz. Zaten bizde çevre olayı yok biliyorsun. Bizde çevre yok. Çevre kavramı yok. Adam apartman yapıyor, çevresi diye bir şey yok. Etrafındaki çevresi önemli değil. Uyum da aramıyor.
24 O yüzden beş benzemez bir arada, absürt bir yapılaşma ortaya çıkıyor.
Sokağa çıkınca ayağını nereye basacağını düşünemiyor insanlar ve umurlarında değil. Yani biz toplu yaşmayı bilmeyen henüz çok ilkel davranışları olan, teknolojiyi kullanan ama davranışları ortaçağda kalmış bir toplumuz.
-Tehlikeli değil mi bu durum: Bilginin bu kadar arttığı, erişimin bu kadar kolaylaştığı bir çağda bilincin bu kadar geride kalmasının yarattığı bu dengesizlik?
Çok geriden geliyor çünkü kültürü ve davranışları etkileyen başka faktörler var. Ortaçağ kafası! Ama ben bu konuların üzerinde durmak istemiyorum. Ben bir sosyolog değilim. Bir sanatçıyım. Eninde sonunda beni yarama sorunları ilgilendiriyor. Ne yazık ki veya ne güzel ki, bir sosyolog veya bir pedagog benim sanatımla ilgili konuşabilir, açık böyle yorumlara.
Zaten ben her sene Roma Üniversitesi’nde bir iki ay ders veriyorum. Orada, sanatla, pedagoji, sosyoloji arasındaki bu bağlantılar kuruluyor. Ama burada bu konulara girmek istemem. Benim için yorucu.
25 Bir kadın ve Türkiye’de yaşayan bir insan olarak bu kadar cesur olmayı nasıl başarıyorsunuz? Bu cesaret sizde doğal olarak mı var, yoksa kendi sınırınıza geldiğinizde onu da zorlayıp aşmaya mı çalışıyorsunuz? Yoksa bunu kendiliğinden, aslında ne kadar cesaret gerektiren bir şey olduğunu fark etmeden mi yapıyorsunuz?





Yok fark etmiyorum dersem sahte olur. Bunun nedenlerin ben bilemem. Sen cesursun diyorsun ama ben o kadar da cesur olduğumun farkında değilim. Benim için normal. Ben projelerime aşık oluyorum. O projeye aşık olduktan sonra bütün iş onu gerçekleştirmeye kalıyor. Bu cesaret problemi de benim problemim değil, başkalarının sorunu.
Cesur olduğumu biliyorum ama bu beni o kadar ilgilendirmiyor. Benim için önemli olan projemi gerçekleştirme. Cesur veya korkak olmamın bir önemi kalmıyor. Tabi ki korkak olmadığım belli. O kadar saf değilim. Sınırlarımı zorladığım zamanlar da kesinlikle oldu.
26 O sınırı zorlayıp aştığınız zaman ne hissediyorsunuz?
Çok yorgun hissediyorum kendimi her bakımdan.
27 Yıpratıcı demek ki?
Sanatçının, özellikle de benim yaşadığım hayat çok yıpratıcı.
28 Bir bedeli var yani?
Bunun bedeli birçok şeyden özveride bulunmak. Öteki insanlar gibi yaşayamıyoruz.





29 En büyük özveriniz, keşke olmasaydı dediğiniz ama vazgeçtiğiniz şey nedir? Var mı?
Var; annemle olamamak. Çünkü annemi kaybettim. Sanat yüzünden anneme gidemedim. Hastayken yanında bulunamamak en büyük özverim oldu.
30 En son yaptığınız iş, Kazım Taşkent’te sergilenen: müthiş bir şey görmüşsünüz orada. Ben kız çocuklarının doğduğu andan itibaren yetiştirilme biçiminin bizzat şiddetin ta kendi olduğuna inanıyorum. Baskılanmaları, zihinsel ve fiziksel anlamda iğdiş edilmeleri vs. Siz bunu klitoral sünnetle sembolize ettiniz. Ki bizim sembolizasyonuna bile katlanamadığımız kadın sünneti her yıl 130 milyon kız çocuğuna gerçekten yapılıyor dünyada. Çok acı bir şey. Erkeğin kadına uyguladığı veya kadının sokakta yaşadığı şiddeti konuşuyoruz ama bizzat kadının kadına uyguladığı ve kendi öz çocuğuna uyguladığı şiddeti konuşmuyoruz. Çocuğu o topluma yetiştirirken o toplumda yaşayabilecek hale getiren, o topluma tahammül edebilmesi için çocuğunu zihinsel olarak iğdiş etmek zorunda olduğunu anne biliyor ve bu bizzat anne eliyle yapılıyor.
Anne de ataerkil toplumun bir parçası. Erkek çocuk da anne tarafından yetiştiriliyor. Klan kararıyla öldürülen kız çocukları vakalarında annenin de rolü var. Eskiden erkek şiddetini konuşurduk ama şimdi anladık ki annenin de yani kadınların da kabahati var. Kadınlar istemezse bu iş olmaz. Kadınlar da aydınlanmalı. Bu toplumun yarısını onlar oluşturuyor. Kadınlar çoğu zaman kurban ama biz bu kurban olayını fazla abarttık. Yani erkeklerin kaba kuvvetini fazla abarttık, onların kaba kuvvetini uygulama sürecinde biz de varız. Aslında bu sembolik bir şey. Kızını döven anne aynı zamanda çaresiz bir anne, kurban bir anne…
31 Aslında burada herkes kurban değil mi?
Tabi. Ben performansın en sonunda kendimi bayağı kırbaçlıyorum. Orada gerçekten vurdum. O kadar ki akşam bacaklarım şişti ve ancak ilaçlar alarak yatabildim. Bir hafta acıdı. O gerçek bir dövme oldu, lastiklerle bütün vücudumu dövdüm.
32 Bilerek mi yaptınız yoksa o anda öyle mi geldi? Yani o derece oto şiddet uygulamayı önceden hesaplamış mıydınız?
Bilerek yaptım ama o kadarını hesaplamamıştım. Bazen performansta kontrol dışı şeyler oluyor. Zaten performans da bu yüzden güzel.
33 Genelev işini biraz konuşalım. Onu da mı hiçbir ön hazırlık olmadan yaptınız? Nasıl yaptınız, yani fotoğrafçınızla öyle dalıp girdiniz mi içeriye?
1997’de uyguladım. İstanbul Bienaline çağrıldım. Oraya girmek için İçişleri Bakanlığından, Kültür Bakanlığından filan izin gerekiyor.
34 Ama erkekler girebiliyor değil mi? Oysa siz girebilmek için bir sürü bürokrasiyi aşmak zorunda kaldınız.
Bir kâğıt veriyorlar elinize. Şimdi sen bu kâğıtla git bakalım geneleve! Yani adam “ Ne lan bu?” diyor. Mesele kâğıt filan değil, kafada! Benden önce giden bir sanatçı yok oraya.
35 Sanat için giden bir kadın yok yani!
Bu şekilde giren kadın yok. Çalışmak için girebilir ama. Ben de oranın komiserine gittim. Adamcağız beni vazgeçirmek için çok yalvardı. Sizi koruyamayız, oranın kendi kanunları var diyordu. Sorumluluğu almadı.
36 Siz buna rağmen…
...gittim.
37 Fotoğrafçınız da kadındı. Cahil cesareti mi? Yani o ortama hiç gitmemiştiniz.
Yok, ama tahmin edebiliyordum. O kadar saf değilim. Ama iyi niyetliyim. Yani iyimserim. İnsanlara güveniyorum. Gözüme baktıklarında iyi niyetli olduğumu anlarlar ve onları ikna edebilirim diye düşünüyorum. Kendime güvenmek.
Ben projelerime aşık biriyim. Benim için sanat: über alles! İşte bunu destur yaptığım için önümde hiçbir şey duramıyor. Orada adamlar, kadınlar, pezevenkler, bağırış, çağırış… Yaptım ama nasıl yaptım! Biraz da bana kalsın anlatmayayım…
38 İlginç bir anekdot?
Orada çalışan bir kadın tanıdım. Kimse fotoğraf çektirmiyordu bir tek o izin verdi. Başı bağlı, kara çarşaflı bir kadındı. Bir tek donu görünüyordu. Neden izin verdiğini sordum. “benim hiç kimsem yok ki, korkacağım demişti. Çok içim acımıştı. Bir anım daha var. Orda iki göğsü de kanser yüzünden alınmış bir kadın vardı. Onun da özellikle ona gelen müşterileri varmış…
39 Belki de bunları biz çok dert ediyoruz! Kadın kadındır belki de her durumda.





Delilik





40 Burada anladığım kadarıyla diğer işlerinize oranla kendinizi daha fazla soyutlamışsınız. Neden? Soyutlamayı bilinçli mi yaptınız? Kendi içinizdeki delilikle- ki herkeste özellikle de sanatçılarda daha çok olduğuna inandığımız iç delilikle- yüzleşmekten mi korktuğunuzdan yaptınız bu soyutlamayı? Yani bir geneleve fahişe gibi gidebilmek, bir erkekler hamamına, en mahrem, kadına yasak yerlere girebilmek ama akıl hastanesinde kendinizi soyutlamak! Benim için çok ilginç.
Aslında bunun ismi, “İç Yolculuk”. Ben sık sık yaparım. Bir de sanat aracılığıyla yapmak istedim. Delilik kavramı bizim için önemli biliyorsun. Ben mitleşmiş korkularımızdan yola çıkıyorum. “Nedir bu genelev?”, “ Nedir bu tımarhane?” Örneğin, travesti ve transseksüalite üzerine işler de yaptım.
41 Daha sonra kendiniz de bir transseksüele dönüşüp, bir kadın olarak, kadına dönüşen bir erkeği canlandırandırdığınız işler yaptınız..





Benim biliyorsun mutasyon, transformasyon yeteneğim var. Ele aldığım her konunun içine girerim. Türk toplumunda özellikle travestiler, transseksüeller, gayleri çok itelenmiştir. Ama kadın erkek ilişkisinin yasaklardan dolayı rahat yaşanamaması yüzünden erkek-erkek ilişkisi çok yaygındır. Sandığımızdan daha da çok yaygındır. Bu nedenle özellikle Avrupa gayleri Türkiye’de daha rahat ilişki kurma imkanı olduğu için buraya gelirler. Türkiye bu konuda Avrupa’da çok meşhurdur. Türkiye’nin özellikle Doğusu, Batı gaylerinin rahat ilişki imkânı bulduğu bir yerdir. Ama kadın-erkek ilişkisini bu kadar zorlaştırırsan olacağı budur. Adam zaten eşekle de ilişkiye giriyor.
Bence translar, gayler müthiş insanlar. Çok zekiler, çok yaratıcılar, onlara bayılıyorum.
42 Ben de. Bir kere katiyen sıkıcı değiller.
Korkunç eğlenceliler. Normal bir şeyi bile konuşsan, mesela bulgur pilavı bile anlatsa başka türlü anlatıyor. Her şeyin fantezisini yapabiliyorlar.
43 Üç kişilik evlilikte kocalarınızdan biri kadınmış!
Evet, dedim ki, bir tanesi erkek kılığına girmiş kadın olacak. Daha çok tansvest olsun diye. Benim bütün işlerim transvesttir. Transversiyonun sonu yok! Eğer normal bir insan olsaydım memurluk yapardım değil mi, sanatçı olmazdım.
44 Zaten sanatçılar memurluk yapamaz yaparsa delirirler herhalde! Son kataloğunuzu poşete sokular. Ayıp işler, çocuklara zarar veren işler yapıyorsunuz! Onları sizden koruyorlar!
Evet, hâlbuki gerçekten korumaları gereken insanlar aramızda dolaşıyor. Gerçekten korunması gereken insanlar çocukları okula göndermeyenler, başına vura vura dövenler, dayak atanlar, o şekilde eğitenler, çocuklara saygı duymayanlar, onlara okul yapmayanlar, onlara tecavüz edenler, çok yaygın olan pedofililer. Ben sadece bir sanatçıyım ne yapabilirim ki?





45 İşin trajikomik yani şu: siz özellikle son performansınızda kız çocuklarına uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddeti, onların hayatının, hangi araçlarla, nasıl yollarla, kimler tarafından nasıl mahvedildiğini bir büyük duyarlılıkla, sevgi ve anlayışla irdeleyip yansıtırken, sizi çocuklara zarar verdiğiniz için poşete sokuyorlar.
Çok zeki bir kadınsın. Gerçekten bu sorularını da yaz, senin bulguların da çok özel. Küçük yaşta evlendirmek yazık değil mi, canice değil mi, bu töre evliliği denilen saçma sapan şey zarar vermiyor mu? Sevmedikleri, kendilerinden çok büyük erkeklerle evlendirilmeleri, bir hayvan gibi satılmaları zarar vermiyor mu?
46 Gerçekten onlara zarar veren şeylere müsamaha gösteriliyor, birileri onların bu haklarını savunmaya kalktığında veya sorunlarını dile getirdiğinde orada bir anda koruyucu hale geliyorlar. Sizin poşet girmeniz…
“Şey” fotoğrafı” var ya? O, am fotoğrafı…
47 Bunu aynen böyle yazıyorum, ha! (gülüşmeler)
-Yaz! O am fotoğrafından kaynaklanıyor.
48 Biliyorum ama sonuçta am da bu çocukların çıktığı yer değil mi? Bunların yarısında var bu organ, çocuk aşağı eğilse zaten kendindekini görecek!
Çocuklar bizden daha iyi biliyor onu. İnternet var! Bütün mesele bunun çevresinde dönüyor! Oranı kapat buranı kapat, mini etek giyme, evlenmeden önce bir erkekle cinsel ilişkiye girme, şu, bu… Her şey kadının cinselliğiyle ilgili. Bu fotoğrafta, şiddet, cinsellik ve erotizm var.
49 İşte suçlu da o’
İşte suçlu da o!
-O olmasaydı daha mı az suçlu görülecekti kadın! Anne figürü mesela, nasıl da idealize ediliyor, cinselliğinden soyutlanıyor.
Anne nedir ki, hizmetçi. Bir insanın cinsel oranını kesmek ne demek ya, korkunç bir şey! Yani evet erkekleri de sünnet ediyorlar ama sadece derisini alıyorlar, kadınların klitorisini. O zaman erkeğinkinin de ucunu kessinler bakalım ne olacak? Ben kadına karşı kullanılan bu çok sert şiddeti sembolik olarak kullandım. Benim suçum yok ki. Bu, toplumun suçu. Ben bunları gösteriyorum diye niye suçlu olayım, ben masumum.





-Bu tür bir savunma yaptınız mı muzır kuruluna, kataloğun poşetlenmesi gündeme geldiğinde? Yoksa hiç uğraşmadınız mı?
Hiç ama hiç uğraşmadım.
-Çünkü bunun böyle olması bile başlı başına bir performans yani?
Evet, ama hiç değilse bu poşetin renklerini ben seçtim.
-Dizaynını size mi bıraktılar? (gülüşmeler)
Evet, ben seçtim, bu yuvarlak olanı seçtim. Bir de kare şeklinde olan vardı. (gülüşmeler)
-Kendi sansür poşetinizi de kendiniz tasarladınız!
24 Nisan 2009, Ara Kafe, İstanbul.
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
(Elele Dergisi, Eylül 2009) Aslı ÖKTENER KÖSE



Yaptığı her iş ses getiriyor! Yeri geliyor alkışlanıyor, yeri geliyor taşlanıyor, yasaklanıyor, hatta küfürler yağdırılıyor! Tepkilerin her türlüsünden memnun olan Şükran Moral, eserleriyle tabuları yıkmaya kararlı olduğunu söylüyor ve kadınlara sesleniyor…



Bir kadın neden kendini Hazreti İsa gibi çarmıha gerer? Neden öyle bir fotoğraf çekme ihtiyacı duyar? Bir kadın neden bacaklarının arasına bir monitör yerleştirerek jinekoloji masasına yatar?

Aynı kadın neden vajina fotoğrafları çeker ve bir hamamın erkekler bölümüne gizlice girer? Yetmez bir genelevi çağdaş sanat müzesine dönüştürür?

Kimdir bu kadın? Aklı başında mıdır? Derdi nedir?

Şükran Moral’dan bahsediyorum. Kendisi İtalya'da yaşan "video, video enstalasyon ve performans" sanatçımız. Sanatsal performansları ile 10 yılı aşkın bir süredir tüm Avrupa’yı ve bizleri şaşırtıyor.

Derdi ise bir tane değil ki! Cinsiyet eşitsizliği, zina, aile içi şiddet, savaş, göç, din, akıl hastaları, genelevler… Liste uzuyordur muhakkak, çünkü gördüğüm kadarıyla o, ısrarla görmek istemediğimiz, yüzümüzü çevirdiğimiz, dünyanın arka bahçesine girme cesaretinde bulunan korkusuz bir kadın.

Neden bu konular diyoruz?

‘E çünkü ben namusun erkeğin egemenliğinde olduğu, kızlık zarının çok kıymetli olduğu, kadının bir mal gibi göründüğü bir yerden geliyorum. Başka ne anlatabilirsin ki?’ diyor.

Cihangir’de buluşuyoruz. ‘Ben buradan besleniyorum’ dediği şehrin en güzel semtlerinden birinde…

Aslında hayat hikâyesinden başlamak istiyorum. Ama o istemiyor. Zorlu hayat hikâyesinin yani özel hayatının röportajın ana konusunu oluşturmasını istemiyor.

‘Çünkü dünyada o kadar şiddet gören insan var ki ben onların 3’te birini görmemişimdir’ diyor.

Kadını, kadına şiddeti – sanatı konuşalım diyor? Konuşalım öyleyse diyorum… Başlıyor anlatmaya;

Kadına şiddetin altında kadını birey olarak görmeme düşüncesi yatıyor. Bu toplum kadının birey olduğunu farkına varsa ve kadının kimliğinin olduğunu kabul etse sorun çözülecek.

Ya da kadını kendi uzantısı, kendi parçası olarak görmese… Yani diyelim ki, evde bir bardağım var, bu benim, istediğim zaman yere atıp kırabilirim değil mi, kim bana ne der? İşte kadın da bu bardak gibi görülüyor ülkemizde maalesef… Yani işi geldiğinde kullanabilir su içebilir ama kafası bozulursa yere atar ve kırabilir de o bardağı… Aslında kadın topluma ait bir ‘şey’ olarak göründüğü için böyle… Ben çağdaş sanatçıyım ama kadın sanatçı da sanat tarihinde çok az…

Yani hiç bunu düşündünüz mü neden az? Ben çok düşündüm. Bunlardan biri; yaptığımız sanatın üstün sanat olarak görülmesi. O nedenle ‘kadınlar yapamaz’ diyor erkekler. Kadınlar kafa yoramaz! Sonra bakın bütün erkek sanatçıların ardında karısı, nişanlısı, sekreteri, her şekilde bir kadın vardır ve ona hayrandır, bütün işlerini bu kadınlar görür.

Ama ben de bir sanatçıyım ve benim peşimden koşan, bir takım hizmetler veren, sekreterim olan, evimi temizleyen, yemeğimi yapan, ne bileyim gidip gaz paramı yatıracak bir erkek olmadı hayatımda hiç… Öteki kadın sanatçıların da, görmedim şuana kadar…

- Peki, kadının erkeğin bir adım ardında durması sadece erkeğin suçu mu sizce?

Suç ilk önce bizde bence… Kadının birey olmama meselesini biz kendimiz kabul etmişiz ve bunu da başkalarına empoze ediyoruz. Mesela geçen akşam bir partideydim, orada benim çarmıha gerili işim vardı…

-İtalya'da da olay yaratan eseriniz. "Çağdaş sanat tarihinde Hazreti İsa pozunda fotoğraf çektirme cesaretini bulan ilk kadın sanatciyim, . Çektiğim ıstırabı, kendimi Hazreti İsa ile özleştirerek anlatmak istedim" dediğiniz eseriniz değil mi?

Evet o. Neyse ben geldim partiye, orada bir kadın sanatçı bana, ‘İşte şimdi de kendisi giyinik halde geldi. Bu da giyinik hali’ dedi. Aslında bu tam bir erkek bakışıydı. Kadın sanatçı olduğu halde, bir erkeğin carpik zihniyetini aynen söyledi. Ama onu kötü niyetle söylemedi, beni seven bir insan ama erkek zihniyeti kıpırdanıyor işte kadında da…

İlk önce kadın kadına tahammül edemiyor. Kadın kadının yüksek sanat yapabileceğine tahammül etmiyor bir kere… Hep erkeği suçlamayalım tamam mı! Yani kadınlar ‘zavallı’ olma durumunu bırakmalı artık. Öyleyiz ama bundan vazgeçmeliyiz. Ne kadar kurban olsak da, o kurban olma zihniyetini bırakmak zorundayız.

Ve kadınlar kendilerine bir takım sansürler koyuyorlar. Ben gidiyorum Avrupa’ya sen bu sergiyi nerede yaptın diyorlar? Türkiye’de deyince inanmıyorlar. Yani ülkemiz hakkında o kadar ön yargıları var ki burada öyle bir sergi yapacağıma inanmıyorlar.



- Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde Aşk ve Şiddet adlı bir serginiz henüz bitti. Sergiye 18 yaşından küçükler giremiyordu. Sergide büyük bir vajina fotoğrafıyla karşılaşıyorduk, ortadaki videoda bez bir bebeğe dayak atarak kadının maruz kaldığı şiddeti anlatıyordunuz… Nasıl tepkiler geldi serginize?

O kadar karmaşık ki! Olumsuzu da geldi, olumsuda geldi. Ne ulan bu? diyen oldu. Ben böyle fotoğrafın …. koyayım diye küfür edenler oldu. Vallahi! Bağıranlar bile oldu.

- Nasıl yani gelip küfür mü ettiler serginizde?



Tabi. Şaka değil. Ama bu bence güzel bir şey aslında. Tepki vermeleri güzel. Biz bir şey yapmalıyız ki bu insanlar bir şeyler görsünler. Ne yapsın hiçbir şey görmüyor adamlar. Onu sanat olarak görmeye alıştırmak lazım…



- Eserleriniz gerçekten çarpıcı… Türkiye gibi bir yerde sergilenmesi yürek ister, belki size öyle gelmiyor olabilir ama…



Bana da öyle geliyor. Ben farkındayım, biliyorum. Belki yurtdışındayım ama yüreği ve kafası burada olan biriyim.



- Türkiye’deki kadın sanatçılar sizin kadar korkusuzca dile getirebiliyorlar mı düşündüklerini?



Onu bilemem. Kafamı yormadım, herkes kendisinden sorumlu… Ama yeni nesil müthiş, onlardan çok ümitliyim. Bizim sanatçılarımız çok ilerideler. Çünkü Türkiye öyle bir ülke ki, insana yaratma enerjisi veriyor. Ama bu ülke aynı zamanda sanatçılarının kıymetini bilmiyor. Benim gibi sanatçıları danışman yaparlar mesela, önemli görevler verirler…



- Peki siz nasıl bu denli gözü kara olabiliyorsunuz?

Değilim aslında… Herkes bana bunu söylüyor, öyle olmadığımı sanıyorum. Ben normal bir insanım. Tek farkım, sanata aşık bir insanım. Hem yaptığım işi çok seviyorum, hem de Türkiye’yi çok seviyorum. Avrupa’da, ‘senin gibi bir Türk kızı olabilir mi?’ diye tebrik ediyorlar beni…

Ben yüreği, tutkuları ile yürüyen bir insanım, benim için de İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi… Burada olmasam bile İstanbul’dan besleniyorum. En çok özlediğim ise simit ve beyaz peynirdi…

- Serginizle neye dokunmak istediniz?



Aslında ben Türk değil genel olarak dünyadaki kadınlık durumu ile ilgili bir iş yapmak istedim. Çünkü inanın İtalya’da da kadına karşı şiddet var. Ama bu, ‘İyi o zaman orada da varmış, yapmaya devam’ demek değil. Avrupa’da da kadın cinayetinin yüzde 70’i aile içinde işleniyor. Bu konular çok önemli, o yüzden sergide; kadına, kız çocuğuna karşı uygulanan şiddeti hedef aldım.



Ayrıca şimdilerde de İstanbul Modern’de bir 1997’de akıl hastanesinde yaptığım bir performans videom gösteriliyor.



- İşlerinizin bazıları sansüre uğruyor değil mi?



Sadece burada değil, Avrupa’da da oluyor bu… Her ülke tedirgin oluyor benim işlerimden… Ama ben mücadele etmeyi sürdürüyorum.



- Aslında size baştan başlayalım derken ortaya çıkmasını istediğim zorlu hayat hikâyenizdi. Karadeniz’den, muhafazakâr bir aileden çıkıp, Roma’ya sanat okumaya giden bir kadının hayata nasıl bir güçle tutunduğunu anlayabilmekti…

Aslında verdiğim mücadele kendimi gerçekleştirmek içindi… Bu kendini gerçekleştirme mücadelesinin içine her şey girer. Özgür olma, rahat olma, bilinçli olma… Ben sanatı ve kültürü öğrenebilmek için korkunç bir mücadele verdim. Çok zor oldu. Birincisi ekonomik zorluklardı. Ben hem üniversiteye gidip hem çalışan bir çocuktum. Bir de tek başıma yaşıyordum. Paramı hayatım boyunca, çiçekler ve kitaplara yatırdım. Bence mücadele bu basit şeylerden geçiyor. Bir insanın tercihi vardır, neyi tercih ediyorsun? Ben hatırlıyorum, cebimde kalan son paramla ya yemek yiyecektim ya çiçek alacaktım. Ben çiçek almayı tercih ettim ve o gece aç uyudum. İşte tercih budur. Sanıyorlar ki kolay oldu, benim için öyle olmadı, çok mücadele gerekiyor. İnsan ne istediğini bilmeli… Bir kadın ekonomik olarak birine bağımlı olursa o zaman obje haline dönüşebilir. Ama herkes bunu tercih etmeyebilir. Eskiden çok serttim. Ya beyaz ya siyah derdim, kınardım, ama şimdi anladım ki başkasına karşı biraz toleranslı olmak durumundayız. Biz kimiz ki insanları yargılıyoruz! Ama benim tercihim kendimi bilgilendirmek ve sanat için elimden geleni yapmak oldu.

- Demek çok kararlıymışsınız…



12 yaşında Dostoyevski’nin ve Tolstoy’un kitaplarını okurdum. Gizli okurdum. Babam bunları okuyup da ne olacaksın, gavur mu olacaksın derdi. O zaman okula gelen öğretmen ağabeylerimizden alıyordum kitapları. O zamanlar kitap almak benim için lükstü. Ben anlatamıyorum… Aslında bunlar önemli… Ben şimdi bir defter alsam yazmaya kıyamıyorum, o kadar güzeller ki tanrım…



- Çok zorluk çekmişsiniz, bunların kalıcı izleri de olmuştur sizde…



Boşver o psikologların problemi, olduysa oldu… (Gülüyoruz)



- Siz Türkiye’de çektikleriniz yetmiyor gibi bir de üniversiteyi bitirince Roma’ya gittiniz. Orada hayat daha mı kolay oldu size?

Yaşamak için Roma hiç kolay bir yer değil inanın. Bu konuda Türkiye bir cennet. Bizde olan insanlık çok çok fazla… Bu da insanın hayatını kolaylaştıran bir şey.

Ben bu zorlukları, çok okuyarak, kendimi geliştirerek, sinemaya, tiyatroya giderek aştım. Bir gün babam evime gelmişti, evde ne buzdolabı, ne telefon, ne televizyon, bütün raflar kitap doluydu. Kızım sen bunların hepsini okudun mu dedi. 3-4 tanesi hariç evet dedim. O zaman sen normal değilsin dedi bana… Yani öyle bahaneler aramamak lazım…



- Çok okudum, sanatı takip ettim diyorsunuz ama anlatımınız çok yalın…

Bu benim yapımdan kaynaklanıyor. Ben öyle çok döndürüp de bir şey anlatmayan insanlara tahammül edemiyorum.

- Çalışmalarınızda cinselliğe bu kadar açıkça vurgu yapmanızın nedeni nedir?

Cinsellik bize bu kadar öcü, korkulan bir şey gibi gösteriliyor ki bu bizi hem yanlış yollara sürüklüyor hem de doğallıktan uzaklaştırıyor. Benim zamanımda kız ve erkek talebeler aynı sıralarda oturamazdı.



- Hala oturamayanlar var…



En azından artık benim doğduğum yer Terme de yokmuş. Neyse, cinsellik diyorduk. Tüm çağdaş sanat boyunca işlenmiş. Fransız ressam Gustave Courbet'nin 1866 yılında yaptığı “Dünyanın Kökeni” işini 20. Yüzyılın başında Türk sultanı ısmarlamıştır. O dönemde sultanlar daha aydınlardı. Şimdikiler ondan bile gerideler. İşlerime gelince, benim işimde haz alınacak bir durum yok, o iş seni suçluyor neredeyse, pasif bakıcıyı yok ediyor, seyirciyi kızdırıp sevindirerek aktif kılıyor.

- Maalesef biz bu ülkede kadının çalışması sorununu hiçbir şekilde aşamıyoruz… Tamam, kadın çalışsın, ekonomik bağımsızlığını kazansın da, devlet de biraz üzerindeki yükü alsın ama değil mi? Hayat bu kadar yorucu olmak zorunda değil yahu!

Evet değil. Nerede doğduğuna bağlı, Afrika’da doğsak daha yorucu olabilirdi. Örneğin bir sivrisinek sokmasından ölecektik! Nerede, hangi ailede doğduğuna bağlı… Kadın maalesef hizmet sektöründen yüksek sanat yapmaya geçemiyor bir türlü…



- E, onca işle evde yüksek sanat yapıyor zavallı ondan… Birçok kadın bu şekilde köreliyor, bu da bir gerçek…

Ama ben kadın ağlamacısı olmak istemiyorum. Bu bir çözüm değil… Elbette devlette kadınlara yardım etmeli… Ama biz kadınlar da bir şeyi almak için savaşmalıyız, savaşmadıysan sana kimse bir şey veremez… Verse de alamazsın…




- Belki kadın tek kalmaktan korktuğu için de boşanmıyor olabilir… Çünkü toplumda çok rencide ediliyor…

Öteki türlüsü de vahim ama… Bu da kuru kalabalık içinde yalnız olmak daha kötü çünkü… Kadınlara tavsiyem korkmadan kendilerini gerçekleştirmeye çalışsınlar…
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Şükran Moral Amemus performansı

Performans sanatçısı Şükrü Moral'ın Casa Dell Arte Sanat Galerisi'nde sahneye koyduğu 'Amemus' (Sevişme) adlı gösterisi büyük tartışma yarattı. Moral 147 kişinin önünde 20 dakika boyunca bir başka kadınla sevişti.

Moral’ın sahnedeki yatakta bir kadınla seviştiği performansını “Bu bir sanat mı, tartışılır“ sözleriyle değerlendirenler de var, “Röntgenciliği sorguladı” diyenler de

Performansı seyretmek için sanat galerisine gelenlerin bir kısmı mekanı kısa süre sonra terk etti. 20 dakika süren performansın bitmesine rağmen ikili sevişmeye devam etti. Lezbiyen olmayan Moral'ın daha önce partneriyle provalar yaptığı belirtildi.

FOTOĞRAF SERGİSİ OLACAK!

Bazı konuklar performansı abartılı, bazıları gereksiz, bazıları ise iğrenç olarak niteledi. 20 dakika boyunca görüntülenen performans fotoğraf sergisi olarak 9 Aralık'tan itibaren bir ay boyunca sanatseverlerle buluşacak.

AHLAK SORUNUNUN ELE ALINMASIYMIŞ!

Şükran Moral Habertürk gazetesine yaptığı açıklamada "Bu performanstaki 'sevişme' sanatsal bir göstergedir. İzleyiciler bakanlar, dikizleyenler ise pasif konumundaki 'okuyucular'dır ve bu bağlamda etkinlik bir 'cinsel gösteri' değil, bir ahlak sorununun ele alınmasıdır" dedi.

ELEŞTİRMELER NE DEDİ?

Fırat Arapoğlu (Sanat eleştirmeni): Amemus performans sanatı açısından tarihi bir gösteriydi. Çünkü Amemus'un performans sanatı açısından bir dönemi kapatığını söyleyebiliriz. Daha uç noktada ne yapılabilir ki?

Ayşegül Sağbaş (Ressam): Böyle bir performansı bu dönemde yapması cesurca bir hareket. Herkesin yapabileceği bir şey değildi. Cinsel tabular üzerine giden bu çalışmayı beğenenler olduğu gibi yarıda bırakıp çıkanlar da oldu.

Haberi ilk yapan Milliyet olayın yankılarına yer verdi, eleştirmenlerin görüşüne yer verdi. Nil Kural sordu sahneyi izleyenler cevap verdi. İşte onlardan bazıları:

"SANATSAL AMAÇ ANLAŞILAMADI"

İnci Aksoy (EKAV Yönetim Kurulu Başkanı): Öncelikle biraz cesur bir performanstı. Yalnız burada estetiksel ilişki nedir, performansı sanat yapan? Bu net anlaşılmadı, öncesinde veya sonrasında performansı anlatan bir alt metin sunulsaydı sanatsal amaç daha net anlaşılırdı.

"BEN BUNU YAPAMAZDIM"

Ayşegül Sağbaş (Sanatçı): Bu dönemde bir kadının böyle bir performans yapması çok cesurca. Moral’ı ve galeriyi tebrik etmek gerek. Türkiye’de böyle bir performansın ilk olarak bir erkekten geleceğini düşünüyordum. Bunu Moral dışında başka bir kadın yapamazdı. Ben de bir sanatçıyım ve böyle bir şey yapamazdım. Çok ilginçti.

"20 KAT ŞİİRSEL SARSABİLİRDİ"

Fırat Demir (Plastik sanatlar eleştirmeni): Moral güncel sanatın Courtney Love’ıdır. “Amemus” çok net bir performanstı. Porno diyemeyiz, çünkü pornodaki aşırılık yok. Planlanmamış performans diyemeyiz, çünkü planlanmış ve bizi röntgenci durumuna düşürme amacı var. Moral bir şeyleri açıkça göstermeyi severdi ama her zaman yanında ek anlamlar getirirdi. Amemus’u düz buldum. Düz tehlikeli bir kelime, çünkü düz olmasıyla bir yanıyla çok başarılı, bir yanıyla kelimenin diğer anlamıyla da düz. Türkiye için çok yeni bu deneyim ama ben Moral’ın bu sarsıcılığı, 10 - 20 katı daha şiirsel ve güzel bir dille yapabileceğini düşünüyorum.



Kaynak :
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Şükran Moral’ın 2 Aralık 2010’da gerçekleştirdiği performansın fotoğraflarından ve video çalışmasından oluşan Amemus adlı serginin 9 Aralık’ta yapılması planlanan açılış kokteyli ve 10 – 31 Aralık tarihleri arasındaki gösterimi sanatçının isteği üzerine güvenlik nedenleriyle iptal edilmiştir.

ŞÜKRAN MORAL'IN AMEMUS ADLI PERFORMANSLA İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

Şükran Moral, Amemus adlı performansıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar gelen süreç, insan bedeni ile ilgili politikaların ele alındığı performans sanatı ve türevlerinin örnekleri ile dolu. Bu, Marina Abramovic, Tracey Emin gibi isimlerin de yer aldığı bir süreç ve temelinde 1960’ların hippi hareketi, cinsel özgürlük mücadeleleri ve feminist hareketlerin başkaldırıları yer alıyor. Bu bile başlı başına politik bir gösterge ve bu gösterge, iktidarların bedenler üzerinde kurduğu hegemonyanın varlığının belirtisidir: Bedeni kontrol altına almak ve arzu ettiği şekli vermek.
Bugüne kadarki tüm performanslarımda hep “tabularla” bir derdim oldu. Düşünceleri, saf aklın yerine eylemdeki bedenin özgürleştireceğine inanıyorum. Bu noktada önemli tabulardan birisi “cinsellik”. Cinsellik, iktidarların “yasakladığı” alanların başında yer alıyor. Örtük olarak masa altına süpürülen “heteroseksüel” ilişkilerin varlığının yanında, yüz çevrilen “gay/lezbiyen” ilişkilerin normal dışı olarak kodlanması da dikkat çekmek istediğim önemli bir konu.
Bu performanstaki “sevişme”, sanatsal bir eylemdir. İzleyiciler (bakanlar) ise bu sanat etkinliğinin pasif konumdaki okuyucularıdır; ve bu bağlamda etkinlik bir “cinsel gösteri” değil, bir “ahlak” sorununun ele alınmasıdır. Yoksa, seks asli olarak yaşamsal bir gerçeklik. Belki de çalışmada sorgulanabilecek olan, galerideki “sanatın” yeryüzüne inmesi ya da bir gündelik olgu olarak cinselliğin “sanatın fildişi kulesine” çıkması çizgisindeki “sınır ihlali”nin olup olmadığıdır”.

Galeri yetkilileri, sanatçının ifade özgürlüğüne her zaman öncelik verdiklerini ve bunun yanısıra, içinde yaşadığımız toplumun belli hassasiyetlerini saygıyla karşıladıklarını belirtmişlerdir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst