Şimdi 'Kyoto' zamanı

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Ekoloji kategorisinde chimera tarafından oluşturulan Şimdi 'Kyoto' zamanı başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,082 kez görüntülenmiş, 2 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Ekoloji
Konu Başlığı Şimdi 'Kyoto' zamanı
Konbuyu başlatan chimera
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Nejdet Evren

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
286610.jpg

Karbondioksit oranı artıyor, okyanuslar ısınıyor, buzullar eriyor, sel ve açlık yayılıyor, New York, Londra gibi dünyanın önemli başkentlerinin sular altında kaldığı “kıyamet senaryoları” sinemaya uyarlanıyor, bilim adamları bu senaryoların gerçekleşmesinin çok yakın olduğunu söylüyor. Bugünkü tablo, aslında yıllar önce görüldü ve Birleşmiş Milletler 1992’de Rio De Janeiro’da düzenlenen Dünya Zirvesi’nde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında hazırlanan Kyoto Protokolü’nü hazırladı. Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve olan Kyoto Protokolü’ne Türkiye’nin, “ihtiyatla” yaklaştığı haberleri, göllerin kuruduğu, diğer yanda sel baskınları yaşandığı haberleri arasında kaldı. Ancak geçen yaz yaşanan “susuzluk” sorunun Türkiye açısından bile ertelenemeyeceğinin göstergesi sayıldı. Nihayet hafta başında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra, Kyoto’nun imzalandığı açıklandı.
Kyoto Protokolü’nü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer 5 gazın salınımını azaltmaya; bunun için tedbir almaya söz veriyor. BM raporuna göre Türkiye, 40 ülkenin yer aldığı listede 1990-2004 arasında atmosfere saldığı sera etkisi yaratan gazlarda en hızlı artış kaydeden ülkeler arasında, yüzde 72.6’lık artışla rekora imza atmış durumda…

KYOTO PROTOKOLÜ NE DEMEK?
Bugün 176 ülkenin taraf olduğu protokol; imzalayan ülkelerin atmosfere saldıkları karbon ve karbon dioksit, metan, nitrous oksit, sülfür heksaflorid, HFC’ler ve PFC’leri içeren 6 sera gazı miktarının; iklimi ve dolayısıyla dünyayı, hayatı tehlikeye atmayacak seviyelerde dengede tutmasını öngörüyor.

Aralarında Brezilya, Çin ve Hindistan’ın da bulunduğu 137 gelişmekte olan ülke, protokolü benimsediğini açıklasa da, gaz salınımını rapor etmekten başka sorumluluk taşımıyor. Zira, bu ülkeler, iklim değişikliğinin ana sorumlusu olarak görülmüyor. ABD’nin dışında 36 sanayileşmiş ülke ile Avrupa Birliği ülkelerinin, 2008-2012 arası 5 yıllık ortalama sera gazı salınımını, 1990 yılı oranının yüzde 5 altına düşürmeleri gerekiyor. AB üyesi birçok ülke için bu oran, 2008 için beklenilen sera gazı salınımlarının %15 aşağısına denk geliyor. 1990 ile 2100 yılları arasında 1.4 °C ile 5.8 °C arası sıcaklık artışı tahmin eden Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, başarılı bir şekilde uygulanması durumunda Kyoto Protokolü’nün bu artışı 0.02 ile 0.28 °C arasına düşürebileceğini öngörüyor.

Bu hedefe ulaşamayan ülke, bir sonraki dönem gaz salınımını %30 daha azaltmakla cezalandırılacak. Bu amaçla, hedefe ulaşamayan ülkenin, diğer ülkelerden “karbon kredisi” satın almasına olanak tanınıyor. Japonya, Kanada, İtalya, Hollanda, Almanya ve daha birçok ülke, karbon kredisi için bütçelerinden pay alıyor. Bu ülkeler büyük enerji, petrol, doğalgaz kuruluşlarıyla işbirliği yaparak, mümkün olan en fazla sayıda karbon kredisini en uygun fiyata almaya çalışıyor.

NE YAPMAK GEREKİYOR?
Atmosfere salınan sera gazı miktarının 2012 yılına kadar, 1990’lardaki seviyenin yüzde 5 altına çekilmesi için öngörülen tedbirler şöyle:
Alternatif enerji kaynakları tercih edilecek.
Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlar kullanma ve daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerinin endüstriye yerleştirilmesine çalışılacak. Özellikle ulaşımda ve çöp depolamada çevrecilik ilke alınacak.
Tükettiği yakıt oranı, ürettiği karbon oranından fazla olan ülkelerden daha fazla vergi alınacak.
Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri revize edilecek.
Fosil yakıtlar yerine, biyoyakıt gibi çevre dostu yakıtlar kullanılacak.
Güneş enerjisi kullanımına ağırlık verilerek, karbon oranı sıfır olan nükleer enerjiye yönelinecek.
Endüstri, motorlu taşıtlar ve ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yenilenecek.
Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak.
Sürdürülebilir orman düzenleme uygulamaları, ağaç dikimi ve ağaç takviyesine ilişkin teşvikler yapılacak.
Yenilikçi ve çevresel bakımdan sağlam teknolojiler üzerinde araştırma, teşvik, gelişirme ve kullanımın artması sağlanacak.
Amacına aykırı çalışan ve sera gazı yayan sektörlere yapılan mali teşvikler, vergi ve harç istisnaları ile ekonomik yardımlar veya ilgili piyasa aksaklıkları aşamalı olarak kaldırılacak veya tasfiye edilecek.

HÜKÜMET DEVİREN PROTOKOL
Kyoto protokolünün Avustralya gündemine ilk defa taşındığı 2000’li yılların başında Başbakan olan John Howard, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelere sınır getirmeyen protokolün ülkesini ekonomik açıdan zarara uğratacağını, hükümetinin zaten çevre dostu politikalar uyguladığını, küresel sorumluluğun sadece Kyoto’ya imza atarak gösterilmeyeceğini iddia etmişti. Bu politika, bir sonraki seçimde Howard’ın iktidardan düşmesine neden oldu. Yerine gelen Kevin Rudd, protokolü benimsedi. Avustralya, atmosfere bıraktığı sera gazı oranını ve azaltma stratejisini Eylül 2008’de açıklayacak.

KANADA HÜKÜMETİ MAHKEMELİK OLDU
Kanada, 2002’de Kyoto’yu imzaladı. Ancak 2006’da iktidara gelen Muhafazakar Parti, ABD’nin protokole uymaması nedeniyle Kanada ekonomisinin kayba uğrayacağı gerekçesiyle muhalif politikalar izlemeye başladı. Protokolün yükümlülüklerinden sıyrılmak için karbon kredisi satın almayı tercih eden hükümet, aynı yıl Nairobi’de yapılan BM İklim Değişikliği Konferansı’nda çevreci grupların hedefi oldu. Hükümet sanayide zorunlu emisyon kotaları getirerek muhalifleri memnun etmeye çalışsa da; bu önlemlerin 2050’ye kadar yürürlüğe girmeyecek olması, Kanada’nın imajını iyileştirmeye yetmedi. Mayıs 2007 yılında “Friends of the Earth” adlı çevre kuruluşu, Kanada Federal Hükümeti’ni küresel ısınmaya sebep olan gaz salınımıyla ilgili yeterli önlemler almadığı gerekçesiyle mahkemeye verdi. Hükümetin genel tavrından bağımsız olarak, Quebec, British Columba ve Manitoba gibi bölgeler, gaz salınımlarını düşürmek için politikalar yürütüyor.

ABD UZAK DURUYOR
2005 yılı rakamlarına göre dünyanın en büyük karbon salınımını tek başına gerçekleştiren ülke olan ABD, Kyoto Protokolü’nü ekonomik çekinceler yüzünden imzalamıyor. 1998 yılında başkanlık koltuğunda oturan Bill Clinton’un yardımcısı ve geçen yıl küresel ısınmaya karşı duyarlılık oluşturmak yürüttüğü kampanyalarla Nobel ödülüne layık görülen Al Gore, protokolü ‘sembolik’ olarak benimsediklerini, ancak gelişmekte olan ülkeler imza atmadıkça ABD’nin de sorumluluk almaya sıcak bakmayacağını açıklamıştı. George W. Bush ise seçilir seçilmez protokole karşı olduğunu açıkladı. Bush, ABD ekonomisinin, Kyoto prensiplerinden muaf olan Çin karşısında büyük darbe alacağı endişesini gizlemiyor. 2002 yılında ABD Çevre Bakanlığı tarafından yayınlanan İklim Hareketi Raporu, protokole destek verildiği şeklinde yorumlansa da, rapor Kyoto’dan açıkça bahsetmiyordu. ABD ancak Haziran 2005’teki G-8 Zirvesi’nde ekonomiye zarar vermeden ortak çevre politikaları geliştirilmesini talep ettiğini duyurdu. ABD, Kyoto protokolü gibi bağlayıcı niteliği bulunmayan, fakat üye ülkelerin kendi karbon emisyonu standartlarını belirlediği Asya Pasifik Temiz Kalkınma ve İklim Ortaklığı paktına üyeliğini sürdüyor ama çevrecilerden sert eleştiriler almaya devam ediyor.

TÜRKİYE’NİN DE MALİ ÇEKİNCELERİ VAR
Protokole bugüne kadar uzak duran, uğrayacağı ekonomik zararın telafi edilmesini isteyen Türkiye ise sonunda imzaladı; ancak ilk yükümlülük dönemi olan 2008-2012 yılları arasında muaf olacak.

Çevre Bakanı Veysel Eroğlu, Kyoto’yu imzalamakla Türkiye’nin saygınlığının artacağını söyledi, “Önemli olan, 2012 sonrası iklim rejimine yönelik yürütülen tüm müzakerelere katılım sağlayarak ülkemizin en uygun yerde olmasını temin etmektir” dedi. Eroğlu, Türkiye’nin bugünden itibaren Kyoto’ya taraf olsa bile, 2008-2012 döneminde sayısal sera gazı emisyon azaltım veya sınırlama yükümlülüğüne girmeyeceğinin altını çizdi; “İklim değişikliğinin olumsuz etkilerine açık olan ülkemizin ‘uyum fonu’ gibi mali kaynaklardan yararlanma imkanı doğacak” dedi.

2012’YE KADAR HAZIRLIK GEREKİYOR
Türkiye’nin anlaşmayı imzalaması gerçekte ne anlama geliyor? Geç kalındığı söylenebilir mi? Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor Semra Cerit kararı “gecikmiş ama sevindirici” olarak değerlendiriyor ve 2012’ye kadar hazırlıkların tamamlanması gerektiğini vurguluyor:

“Bakanlar Kurulu kararına göre Türkiye, Kyoto protokolüne yalnızca taraf olacak. Yükümlülük üstlenmeden bu küresel mücadeleye katılacak; önlemler alacak, politika geliştirecek. 2012’ye kadar olan süreci Türkiye’nin hazırlık süreci olarak değerlendirmesi gerekiyor; hem politikacılar düzeyinde, hem de sanayi düzeyinde ve toplumun genelinde tabii ki. Çünkü Kyoto protokolündeki yüzde 5’lik küresel sera gazı indirim hedefi, aslında yalnızca bir başlangıç adımıydı. Asıl yükümlülüklerin, daha geniş çaplı ve katı emisyon sınırlandırma yükümlülüklerinin 2012 sonrasında ortaya çıkacağını biliyoruz. Türkiye de bu yeni yükümlülüklerin bir parçası haline gelmek yönünde bir irade göstermiş oldu bu kararla.

EMİSYON ENVANTERİ HAZIRLANACAK
“Türkiye için maliyetler hakkında bir değerlendirme yapacaksak bunun 2012’den sonra olacağını söylemek mümkün. Ve Türkiye’nin de kurumsal düzeyde siyasal düzeyde ve sanayi düzeyinde bu hazırlığı yapması bu hazırlık sürecini iyi değerlendirmesi gerekiyor. Çünkü yalnızca emisyon sınırlandırmasıyla ilgili yükümlülükleri yok. Önemli ölçüde bir bürokratik rejim değişikliği gerekiyor, iklim değişikliğiyle mücadele için. Türkiye’nin kurumsal yapısını da buna hazırlaması gerekiyor. Emisyon envanterlerini düzenli ve güvenilir biçimde hazırlaması ve sunması gerekiyor. Emisyon kayıt sistemi kurması gerekiyor. Bu yönde yapılacak çalışmalar açısından bugün atılmış olan bu adım Türkiye’ye zaman kazandıracaktır.”

ENERJİ, ULAŞIM VE ATIK SEKTÖRLERİ YENİLENECEK
Uluslararası Bölgesel Çevre Merkezi Türkiye Ofisi’nin İklim Değişikliği Proje Yöneticisi Yunus Arıkan da, Türkiye’nin önümüzdeki günlerde yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, ulaşımda toplu taşımacılık ve sürdürülebilir atık yönetimi gibi konularda önemli adımlar atacağını söylüyor. Arıkan bu konularda Türkiye’yi bekleyen süreçleri şöyle anlatıyor:

“Şu anda rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının Türkiye’de kullanımı yüzde 1’in altında. Ulaşım en zor sektörlerden bir tanesi. Enerji konusunda kömür gibi fosil yakıtların yerine konacak çok şey var; rüzgar enerjisi, güneş enerjisi gibi. Oysa ulaşımda petrolün yerine konacak yakıt yok gibi görünüyor. Türkiye’de ulaşımın yüzde 95’inden fazlası karayolu ile yapılıyor. Sivil havacılık 4-5 yılda arttı. Tüm bunlar karbondioksit salınımını olumsuz yönde etkiliyor. Bireysel ulaşımdan, sivil havacılık gibi sektörlerden demiryolu gibi toplu ulaşım alanlarına geçişin gündeme gelmesi gerekiyor. Düzenli çöp depolama, son 3-4 yılda yaygınlaştı. Yeni gelişen sektör, atıkların enerji elde etmek için kullanılması olacak.”

İSTİYOR MUYUZ İSTEMİYOR MUYUZ?
Küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadele konusunda Türkiye’de öncü isimlerden olan Gazeteci-Yazar ve Radyo Programcısı Ömer Madra ise, Kyoto Protokolü’nün imzalanmasına sevinecek zaman olmadığını, hatta “ayıplanacak” çok şey olduğunu söylerken; bütün bunları bırakıp harekete geçmek gerektiğini belirtiyor.

“Kyoto’yu imzalama yükümlülük getirmiyor tabii ama bugüne kadar gecikmesi bambaşka yerlerde zararlara yol açtı, Türkiye açısından. Bu meseleye Çevre Bakanı’nın yaptığı gibi Türkiye’nin üzerindeki yükümlülükler olarak bakmak kadar abesle iştigal olamaz. Yani istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Bunun gereğinin yerine getirilmesi şart; yoksa bunun alternatifi dünyanın ölmesidir. Bunun bedelini ya ödeyeceğiz ya da vazgeçeceğiz ‘ölsün çocuklarımız’ diyeceğiz. Bu kadar basit bir şey aslında.

NİYE ‘İHTİYATLA’ YAKLAŞIYORUZ?
“Niye her şeye ihtiyat? Yani çocuklarımızın yaşanabilir bir gezegene sahip olup olmama meselesi... Bu bir ulusal ısınma meselesi değil. Küresel ısınma sorununa, küresel iklim değişikliğine ulusal bakıldığı sürece maalesef hiç bir yere ulaşamayız. Yani Bakan Eroğlu çok çelişkili konuşuyor zaten. Bir yandan ‘Türkiye’nin saygınlığı artacaktır, çevre faslında önemli bir ilerleme sağlanacak, AB açısından ve gündemin en öncelikli ve önemli sorunlarından biri’ diyor. Diğer yandan ‘İhtiyatlı yaklaştık’ diyor. Madem öyle niye ihtiyatlı bakıyordunuz, diye sormazlar mı? Eğer gündemin en önemli ve en öncelikli sorunlarından birisiyse bugüne kadar niye ihtiyatlı baktınız, şimdi o zaman niye bakmıyorsunuz?

ULUSAL ISINMA DEĞİL Kİ!
“Şimdi yetkili makamlardan ’2012’ye kadar yükümlülüğümüz yok’ açıklamaları ulusal olarak bizi rahatlatmaya çalışıyor; kirleten sanayicilerimizi ve bütün vatandaşlarımızı ‘rahatlatmaya’ çalışıyor. Türkiye dünyanın en hızlı kirleten ülkesi. Bunları unutup, enerjisini son derece verimsiz kullanan, çarçur eden ve üstelik de kirli enerjilerde ısrar eden, çok avantajlı olmasına karşın güneş, jeotermal ve rüzgar gibi yenilenebilir enerjiye yönelmeyen, enerji tasarrufuna ve alternatif enerjilere yönelmeyip hâlâ bir ulusal birtakım söylemlerde bulunmak inandırıcı ve rasyonel değil.

HALK HAREKETE GEÇMELİ
“Kyoto’nun imzasından sonra, halkın devlet kurumlarını sıkıştırmaya devam etmesi gerekiyor. Halk çok hızlı bilinçleniyor. Özellikle Anadolu’yu dolaştığınız zaman inanılmaz şeyler oluyor. Ben çok sayıda konferans verdim. Daha yeni Adapazarı’ndaydım. Adapazarı Belediyesi küresel ısınma karikatür yarışması düzenliyor, kocaman da bir kitap bastırmış. Sıradan insanlar her şeyi değiştirebilirler. Tek yol da budur. Geçen sene 170 bine yakın kişi ‘Türkiye Kyoto’yu imzala’ diye TBMM’ye dilekçe gönderdi. Kadıköy’de insanlar çıkıp kendi geleceklerini kurabilmek için miting üstüne miting yaptı ve yapmaya devam ediyorlar. Bence tek ve en önemli yapılacak şey; hiçbir şey beklemeden, siyasi karar alıcıları geleceğimizi güvence altına alacak kararları almaya zorlamak. Her zaman olduğu gibi; bazı şeyler halktan gelince, isteyince oluyor işte. Biraz geç oluyor, zor oluyor, ama oluyor.

SEVİNİLECEK DEĞİL, AYIPLANACAK DURUM AMA...
Avustralya’da da büyük bir iktidar değişikliği oldu biliyorsunuz ve sırf bu sebeple oldu aslında. Kuraklık bastırınca ve sivil toplum da ‘Ne oluyoruz?’ dediği zaman devrildi işte Howard hükümeti. Yerine gelen hükümetin de ilk yaptığı iş Kyoto’yu imzalamak ve görüşmelere katılmak oldu. Yaşananlara gecikme olarak bakmaktan ziyade, kolektif bir harekete dönüşmesi için zihniyet değişikliğine ikna etmek lazım. Yola devam etmekten başka çare yok, yani sevinmeye zaman yok. Maalesef ayıplanacak çok şey var ama onu da bırakıp bastırmaya devam etmemiz lazım.”
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Şimdi 'Kyoto' zamanı

ABD atmosferi/ozonu dünyaya oranla %60-%70 oranında mahvediyor ve Kyoto protokulünü imzalamıyor(!) Habitat I, Habitat II de işe yaramadı. Çevre için daha etkin/sert/yaptırımı güçlü anlaşmalar yapılmalı. (ABD'yi de içine almalı tabi.)
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Şimdi 'Kyoto' zamanı

j.Richard Gott evrenin sırlarını çözmeye çalışırken der ki, “ Einstein’in -tanrının evreni nasıl yarattığını anlamak istiyorum- cümlesi, onun kişiliği ile ilgili tartışmalara konu olmuştur. Bugün bilim, tanrının evreni nasıl yarattığı çabasını sürdürmekte, evreni anlamanın gerçek şartı olarak Einstein’ı anlamak olduğunu kabul etmektedir.” Ve Nicolaus Copernicus ilkesinden hareketle insan türünün %95 olasılığı ilkesine göre 5100 dan az ve 8 milyon yıldan fazla var olamayacağını tahmin etmekte olduğunu belirtmektedir.

Ölümü biliriz, korkarız ve sonuçta içselleştirerek benimseriz. Türün tümden yok olması ise çok farklı bir şey olsa gerek. Diyelim ki J.R.Gott haklı olsun. 8 milyon yıl sonrasını düşünmeye değer mi? Demek var işin içinde! Yanıt: değer olmalı...

Sonsuz evrende sınırlı olanlar ile yaşamı sürdürdüğümüzü bilmeliyiz. Söylendiği gibi üretim kaynakları sonsuz ve sınırsız değildir. “... Bir başka tahmine göre de, bütün –azgelişmiş ülkelerin- batı modelini taklit etmeleri, onun kadar üretip, onun kadar tüketip, onun kadar kirletip, onun kadar tahrip etmeleri halinde, Dünyanın doğal ve enerji kaynakları ancak bir hafta –yedi gün- dayanabilecektir...” (* ) Demek ki Gott’ın tahmininin doğruluk derecesi kuantum düşüncesi ile değerlendirildiğinde bir olasılık olarak kalacaktır. Yedi gün ile 5100 yıl arasında devasa bir fark bulunmaktadır çünkü...

( * ) Fikret Başkaya
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst