- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 21 Ara 2012
- Mesajlar
- 12
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 50
Türkiye için “Protestocular serbest-pazar köktenciliğiyle ve köktendinciliğin birbirini dışlamadığını sezmekteler” diyen düşünür Zizek, Yunanistan ile aramızdaki tarihsel düşmanlığı bir yana bırakıp dayarnışma zeminleri aramamız gerektiğini savunuyor. ‘Cennette Sıkıntı’ başlıklı makale şöyle:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için Giriş yap veya üye ol.
Her tepki, yerel bir olayla başlayabilir. Gezi olayı gibi Hopa da HES protestoları da çıkmış ve Metin Lokumcu hayatını kaybetmişti.
Gezi olayı, taksimin ve tarlabaşının topyekün ruhsuzlaştırılmasına bir isyandır. Burası öğrencilerin, entelektüellerin, marjinallerin, müzisyenlerin, sanatçıların toplanma yeri idi. "Yaşamak için bir oda" idi beyoğlu ve taksim ama şimdi süslü ve nasıl oturup kalkılacağına dikkat edilmesi gereken bir misafir odasına dönüştürülmek isteniyor. Gezi parkı sabrın taştığı yerdi. Muhsin bey ve Fatih Akın'ın "yaşamın kıyısında" filmlerinde hayatın dinamiğini veren tarlabaşı yok artık, yakında Taksimde olmayacak.
Protestocular, Ankarada, İzmirde ve yurdun hemen her yerinde yaptıkları gösteriler ile ne istiyorlar peki? Onlarda gezi parkı ve taksime ne olacağına mı takılmış görünüyorlar? Hayır, sistemli bir saldırının altında olduklarını ve sıranın onlara geleceğini biliyorlar sadece.
Diğer yandan borç batağında olan insanlar var ve bu derin bir huzursuzluk hissi yaratıyor, alevin parlaması için bir kıvılcım gerekiyor yalnızca.
Zizek'in "cennetteki sıkıntı" tabiri ile kastettiği ülkenin dışından ekonomistlerin, yabancı medyanın gördüğü "yıldızı yükselen" ülke imajı (cennet) ve aslında o ülkede yaşayanların hissettiği sıkıntı. Bu sıkıntı, bir anksiyete şeklinde, çoğu insan için sebebi belirsiz gibi görünen bir sıkıntı. Yükselen kulelere, AVM lere, HES lere, e-devlet, internet bankacılığı, facebook, twitter kullanımı gibi hayatı kolaylaştıran bir çok cennetten çıkma icada rağmen bir anksiyete duymaya devam ediyoruz. Bu anksiyeteyi, anlamaya teşhis etmeye çalıştığımızda Zizek'in tabiri ile "bastırılmışlıklarımızla" yüzleşmemiz gerekiyor.
Bir çoğumuzun sistem karşısında "yenilmişlik", "dışlanmışlık" duygusu hissettiğimizi düşünüyorum. "Kapitalist verimlilik" baskısı ile çevrelenmiş durumda olduğumuz açık değil mi? Sürekli işler nasıl gidiyor, ekonomi duraklamaya girerse ne olur, işimi kaybedersem ne yapacağım, borçlansam mı, borçlanırsam nasıl ödeyeceğim, çocuğumu nasıl okutacağım, iş bulabilecek mi gibi kaygılar var.
Ben son zamanlarda işini henüz kaybetmiş 50-60 yaş arası pek çok insana rastlıyorum . Daha fazla verim arayan kapitalist çarkların arasına sıkışıp, aşağı düşmüşler. Özgüvenleri zedelenmiş, açıkça depresyon veya anksiyeteye kapılmışlar. Cennette kazananlar mutlu, kaybedenler için ise cennet, cehennem işlevi görüyor. Çoğu insanın anksiyetesi buna bağlı diye dşünüyorum: Bu dünyada cennette miyim, yoksa düşmemin an meselesi olduğu bir cehennem çukurunun hemen yanıbaşında mı?
Brecht'in dizeleriHollywood'un köyü buradaki insanların cennet anlayışına
göre planlandı. Buralardakiler
Tanrının bir cennet ve bir cehennem isterken,
iki mekan tesis etmelerine lüzum olmadığına
ve sadece bir tanesinin yettiğine karar kıldılar, o da cennetti,
müreffeh ve başarılı olmayanlar için
cehennem olan.