Roni Margulies

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde P'den Ş'ye kategorisinde nilüfer tarafından oluşturulan Roni Margulies başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,350 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı P'den Ş'ye
Konu Başlığı Roni Margulies
Konbuyu başlatan nilüfer
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan nilüfer

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
İKİ KENTİN ÖYKÜSÜ



Otuzdört yaşıma bastığım gün
yıllarımı Londra'yla İstanbul arasında
eşit paylaştırmış olduğum geldi aklıma.

Ve bu yıl bir gün, kırkımda,
başıboş dolaşırken Londra sokaklarında,
her köşenin, otobüs durağının, heykelin,
nehrin her bir kıvrımının, herşeyin,
eski bir öykü anlattığını farkettim bana.
Konuştuğumu farkettim kentin her taşıyla
(volta atarken bir kasabanın anacaddesinde,
selâmlaşır gibi karşıma çıkan herkesle).
Elinde küçük bir çakıyla yaramaz bir çocuk
RM harflerini kazımış sanki kentin her yanına.

İşte ilk sevgilimle Londra'daki ilk yılımda,
Parlamentonun gotik fiyakasının yanıbaşında,
güneşli günlerde gelip oturduğumuz tahta sıra
ve her an eğilip nehre değecekmiş gibi duran
demiryolu köprüsünün kenarındaki yaya yolu.
Karşıda Fransız filmleri izlerdim bir başıma.
Bir yandan garip bir gurur, bir yandan korku,
bir yandan da hüzün verirdi bana yalnızlığım
(bir yemeğin tadı gibi ansızın hatırlanan
bu duygu hâlâ yoklar beni zaman zaman).

İşte karşı köşede yeşil deri koltukları
ve ahşap masalarıyla The Swan barı:
Hulusi ve Mehmet'le gittiğimizin üzerinden
daha bir yıl geçmeden birini bir kadın,
birini pankreas kanseri almıştı elimden.
İşte Elsa'yla son kez konuştuğum telefon
(kısa bir konuşma, yanıma kalmıştı son jeton).
Ve ilk sosyalist gazetemi sattığım işyeri
(yaşlı, Hintli bir metal işçisiydi: "Benden",
demişti, "geçti ama, bir de siz deneyin haydi").

Bir gün babam "Sıkıntılıyken içki içme" demişti,
"keyifsizken daha kötü eder insanı içki". Haklıymış:
Şurada her gece içmiştim ölümünü beklerken.
Sahilyolu'nun kenarında denizden yeni çıkmış
tarihöncesi bir canavar gibi duran Cerrahpaşa
çocukluğumdan beri hep korkunç gelmiştir bana.
Şimdi de zaman zaman bir çocuk sanatçı gibi,
turnede gibi hissetmekten alamıyorum kendimi:
Bir sahne gibi geliyor Londra bana bazen,
piyes İngilizce, oyuncuların çoğu Türkiyeli.

O akşam yaşlı bir turist durdurdu beni,
bir adres sordu, her gün geçtiğim önünden.
Durakladım. Bilmem aklımdan neler geçti.
"Kusura bakmayın", dedim, "Londra'lı değilim ben".






GELGİT


İlk geldiğimde İngiltere'ye
yıllardan yetmiş iki yılında
ve ilk gördüğümde Thames
nehrini,

"Nasıl da" demiştim, kendi
kendime, "suları kahverengi.
Nerede Boğaz'ın o maviliği,
o berrak sular!"

Yıllar sonra yürüdüğümde
kıyısında nehrin bir akşamüzeri
çekildiğini gördüm suların,
izledim saatlerce.

Akdeniz'de gelgit olmadığını
Londra'da öğrendim o gece.
Öğrendiğim gibi büyük kısmını
tüm öğrendiklerimin.

Sonra kaç defa şu veya bu kadınla
sular çekildiğinde açıkta kalan
yatağında yürüdüm nehrin,
elleri elimde, yanak yanağa.

Ne zaman suların çekildiğini
görsem şimdi, Elsa gelir yine aklıma.
Gelenler geldi, gidenler gitti,
Elsa kaldı yatağı gibi nehrin hayatımda.








M'AGAPAS?



Kanada romanını öğrendim,
benim kalemimden Külebi okuyan
Selanikli bir küçük kızdan.

Ortak paydamızdı dil bizim.
İki dilde oyunlar oynar,
bir üçüncüsünde konuşurduk.

Rumca öğretirdi bana,
ben ona Türkçe, becerebildiğimce.
Çekilir İngilizce sevişirdik sonra.

Yarım kaldı gerçi Rumcam ama,
tüm sevgi sözlerini öğrendim.
Geri kalanınıysa sözcüklerin
söylemek gelmiyor zaten içimden,
ne İngilizce, ne Türkçe,
ne de artık öğrenmeyeceğim herhangi bir dilde.







MENDİREK
Antik mendireğin ucunda
vaktinden evvel kararıyor hava,
denize doğru iniyor bulutlar,
ince bir yağmur başlıyor birden.

Palamut iskelesiymiş burası
milattan önce kimbilir kaç yılında.
Arkamda yalçın bir tepe,
birkaç sütun, zeytinlikler.

Yavaşça, denizin derinliklerinden
volkanik bir ada yükselircesine,
Elsa geliyor yine aklıma.
Nasıl yenilebildim koşullara!

Gemilere palamut yükleyenler,
palamutu toplayanlar, gemiciler,
hiç biri yok artık.
Sadece mendirek ve zeytinlikler.




ŞİŞE



Her paylaştığımız şarap şişesi
uzun bir ayindi adeta,
birlikteliğimizi teyid ederdi.

Tanıştığımız yaz Girit'te bir bağda
durup yediğimiz üzümleri
anmış gibi olurduk her bardakla.

Şimdi de, kim olursa olsun yanımda
masama gelen her şarap şişesini
Elsa'yla birlikte içiyoruz.

Kırık bir şişenin yarısı onda,
yarısı bende sanki:
Keskin kenarlarını paylaşıyoruz.








SOFİA



O zaman öyle düşünmüyorduk kuşkusuz ama,
çok gençtik o zamanlar gibi geliyor şimdi bana.
Okul bitmiş, Selanik'e gitmişti yaz için o,
ben İstanbul'a.

Ne sevgiyi ciddiye alıyor insan o yaşlarda,
ne ayrılığı. Telefonda konuşuyorduk ara sıra.
"Gelsene" demişti. Gitmiştim Keşan üzerinden.
Eğlence bu ya!

Denize girmiştik Ege'nin öbür tarafında.
Zeytinlikler, çamlar, ahşap bir taverna.
Üçüncü gün anlamsız bir kavga etmiştik.
Bırakmıştı beni oracıkta.

Bir arkadaşı götürmüştü beni havaalanına.
Beklenmeden çıkagelmişti birden son anda.
Sarılıvermiştik birşey olmamış gibi.
Götürürken beni uçağa

mavi gözlü bakır bir baykuş almıştı bana.
"Bak" demişti, "bilgelik tanrıçası bu, Sofia".
Masamın bir kenarında oturur hâlâ o baykuş,
ve o günden bu yana

izledikçe 16 yıldır yaşadıklarımızı Elsa'yla
gördüklerine inanamazmış gibi çok zaman
hafifçe gülümseyen bir ifade belirir yüzünde adeta.



UMUT


Kafam tıraşlı, yeni dönmüşüm askerden,
bir zemberek boşanmak üzereyken içimde,
beyaz bornozlu bir kadın çıktı bir sabah karşıma.

Siyahın anlamı, gecenin içeriğiydi ıslak saçları.
Gözlerinde umut, vaat ve gizem, teninde çiğ damlaları,
sabahın ilk ışığı gibi girdi hayatıma.

Çok gençtim o zaman. Yıllardan sekseniki.
Daha kolaydı kuşkusuz herşey o yaşta.
Anlaşılır şeydi öylesine aşık olmam o an.

Anlaşılmaz olan
hâlâ seviyor olmam onu onca yıldan sonra.



Roni MARGULIES
 

nilüfer

Üye
Yeni Üye
Katılım
29 Kas 2008
Mesajlar
246
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
ÇAĞIMIZDA HER AŞK


Ayrıntılardan arındırsam hayatımı;
desem ki: ben Elsa'yı çok sevdim.
O kadar. Bir kapı aralandı kısaca:
Bir başka dünyada, başka bir çağda
mümkün olabileceğini gördük aşkın.
Usulca kapandı tekrar kapı sonra.

Uzun uzun durmasam üzerinde;
desem ki: ben Elsa'yı çok sevdim.
O kadar. Aşkın başkalarını dışladığı,
sevdanın ille de bire bir yaşandığı yerde,
biri bir başkasını ne kadar sevebilirse,
o kadar sevebildim ben de işte.

Desem ki, böylesi bir dünyada,
böyleyken insan ilişkileri
başka türlü sevemezdik zaten.
Elsa duymuyorsa artık sözlerimi,
ne anlamı olabilir ki dediklerimin!
Sonuç olarak yenildik işte.

Desem ki, yumuşak bir sesle,
baştan yeniktir çağımızda her aşk.
Herkes gibi yenildik işte biz de.
İsyan etmesem, doğal karşılasam
ve ağlamayabilsem.
Ağlamasam.

Desem ki, değişecek birgün herşey,
çıkacak aşk bireylerin tekelinden.
Ne değişir ki bizim için? Ne değişir ki?
Baştan yeniktir çağımızda her aşk
ve çağımızın çocukları, Elsa'yla ben,
yenildik işte herkes gibi.

CAVİT BEY'İN KARISINA SON MEKTUBU
Büyükada'yı düşünüyorum bozkırın ortasında.
Hatırlıyor musun son verdiğimiz ziyafeti?
Tamamlanmıştı Maliye kitabımın hani
Beşinci cildi onca emekten sonra,
Böyle bir davet görülmemişti sanırım Ada'da.

Odanın her köşesinde sırmalı Paşalar,
Eski nazırlar, son sadrazam, devlet erkânı.
Evimize taşınmıştı sanki konsolosluklar.
Anadolu Kulübü'nden masa arkadaşları,
Cemiyet'ten tek tük sağ kalanlar.

Balkona çıkmıştım da bir ara ben,
Onca kalabalık ve eğlence arasında,
Denize bakarken aklıma her nasılsa,
Şehzade Burhanettin Bey'le evliyken
Seni ilk kez görüşüm gelmişti bir baloda.

Yalnız kaldığımızda sonra sabaha karşı
Anlattığımda sana düşüncelerimi,
Kalkıp o saatte hazırlattırıp arabayı,
Nasıl unuturum Ada turu yaptığımızı,
Balkonda başbaşa çay içtiğimizi?

Penceremden çorak bir alan görünüyor.
Çay içerken onu seyrediyorum şimdi.
Duvarın hemen dibine besbelli
Hapishanenin çöpleri dökülüyor,
Her sabah yaşlı bir adam gelip eşeliyor.

Mahkemem bu sabah sonuçlandı.
İdamım yarın.


DR. REŞİD BEY'İN VASİYETNAMESİ



Pek sevgili refikam ve çocuklarım,
Beşiktaş'ta bostanlar arasında bir evde,
anlaşılan artık yolun sonundayım.
Dışarıda köpekler havlıyordu az önce.
Gece nasıl da birden çöküverdi üzerimize!

Gariptir, kaç akşamdır şu mum ışığında
kulağım tetikte oturup düşündüğümde,
ne Diyarbakır Valiliğim geliyor aklıma,
ne de esaret günlerim Bekirağa Bölüğü'nde,
çok daha eski günlere gidiyor aklım habire:

Haydarpaşa Hastanesi'nde Tabib Yüzbaşıyım,
yedibuçuk kuruş harcırah alıyorum saatte,
Profesör Düring'le Kastamonu cıvarındayım,
frengiye karşı nasıl kıyasıya bir mücadele.
Derdest edilmiştik sonra İstanbul'a dönüşte.

Zülüflü İsmail Paşa'ya ihbar edilmişiz,
birisi ağzından kaçırmış içki sofrasında.
Taşkışla'da Divan-ı Harb'e girişimiz,
Şeref gemisi Trablusgarp yolunda,
Hep aynı marş bar bar ağzımızda:

"Bir belâdan bin belâyı icadeden hain yezid."
Zindan yolunda değil, sanki mehtap âlemindeyiz!
Her neyse, mühim değil artık Abdülhamid.
Şimdi içimdeki tek sıkıntı sizin haliniz.
Biliyorum ben öleceğim, ama ya siz.

Şüphesiz er veya geç bulacaklar burada beni,
teslim olmayacağım ama, yanımda revolverim.
Mazlume'm biliyorum beni affedeceğini.
Şahsın da mazlum imiş ismin gibi, sevgilim.
Sana bıraktıklarım salt aşk ve muhabbetim.

Çocuklara hissettirmemeye çalış öksüzlüklerini,
senden de son bir kez, yine, özür dilerim.
Milletim için yıllarca ihmal ettiysem de sizleri,
kalan günlerimi size hasretmek ümidindeydim.
Ne çare, olmadı işte. Elveda sevdiklerim.


EMANUEL KARASU EFENDİ SÜRGÜNDE



Başmabeyincisinin anılarında okumuştum.
"Yıldız'a gelen Heyet-i Mebusan'dan
Emanuel Karasu'yu hiç unutamıyorum.
En çok" demiş Hamit, "bana dokunan,
o mason taslağı Yahudi'nin
bildirmesi olmuştur devrildiğimi."

Ben de unutamam o mutlu günleri!

Hemen ilk toplantısında Meclis'in,
31 Mart olayları yatıştıktan sonra,
hal' kararı alınmıştı Abdülhamit'in.
Seçilen heyette kararın tebliği için saraya
Draç Mebusu Esat Paşa, Ayan'dan Hikmet,
Aram Efendi, bir de ben vardım.

Tanrım, heyecanımdan ölüyorum sandım!

Dava vekilliği günlerimde Selanik'te,
Mithat Şükrü, Cavit ve Talât'la
oturup akşamüzerleri Cemiyet'te,
tam da bu günü düşlemiştik adeta.
İşte, bizim oluyordu Dersaadet,
nihayet kavuşuyorduk hürriyete.

Ve ben bildirecektim bunu Hamit'e!

İstanbul'da kalmak istiyordu,
Çırağan'da otururum dedi, rica etti,
bırakmadık, sürgüne gitmesi daha uygundu.
Apar topar Selaniğe gönderildi.
Birkaç yıl sonra da öldü gitti zaten.
Düşünün, o günü nasıl unutabilirim?

Ben ki on yıldır kendim sürgündeyim!

HATİB-İ ŞEHİR'İN TİFÜSTEN ÖLÜMÜ



Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci.
Bab-ı âli baskınında fırlayıp askerlerin önüne,
Açıp ağzını bar bar bir bağırması var ki,
Ağzı açık bakakalmıştı Enver Paşa bile:
"Vurun, karşınızdayım işte, öldürün beni."
Üstüne gider gibiydi ölümün hep böyle.

Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci.
Cemiyet Doğu'ya göndermişti onu bir keresinde.
Bir an evvel o taraflarda örgütlenmek gerekliydi.
Hastayken ve beş kuruş bile yokken cebinde,
O koyu istidbat döneminde kalkıp gittiydi.
Van civarında teşkilat kurulmuştu geri geldiğinde.

Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci.
Filozof Rıza Tevfik'le bir tartışması destandı dillere,
Paris'teyken her fırsatta Jean Jaures'yi dinlerdi,
Hem Merkez-i Umumi'nin değişmez üyesi, hem de
"Hatib-i şehir, filozof, şair, mütefekkir" idi.
Ancak, şüphesiz, eylem adamıydı her şeyden önce.

Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci:
Ölmek - vatan için ve büyük kalabalıklar önünde.
Kerkük'te bir hastanede oysa yapayalnız gitti.
Duyar gibi oluyorum şimdi son sözlerini:
"Demek böyle Allahın belâsı bir yerde,
Ne yapalım, tifüsten ölmek varmış kaderde."


İTTİHAT VE TERAKKİ KÂTİB-İ UMUMİSİ MİTHAT ŞÜKRÜ BEY'İN HÜZNÜ



Ben mebus olmak istemedim.
Malta sürgününden hemen sonraydı,
Paşa Hazretleri Ankara'ya çağırdılar.
Gittim, bitkinliğimi arzettim.
Yılların mücadelesi, esaret hayatı,
en çok da Talât'ın ölümü belki,
yıktı dedim beni, yıprandım, bittim.

Bir küçük zeytinlik alıp İzmir'de,
yerleştik Hatice'yle sessiz sakin.
İnkişaf Şirketi'ne girdim, çalışıyorum.
Uyanıp her sabah horoz sesleriyle,
kalkıp işe gidiyorum Buca'daki evimden,
akşamları da eve dönüyorum doğruca.
El etek çektim artık siyasetten iyice.

Şaşılacak şey, hemen alıştım mutemetliğe.
Ufak da bir arazisi var Selanik'te Hatice'nin,
bir halledilse şu mübadele işleri,
onun parasıyla iyice çıkacağız düzlüğe.
Dile kolay, tam otuz yıldır ilk kez,
ne peşimde Abdülhamit'in polisi var,
ne de Cemiyet'in sorumluluğu üzerimde.

Selaniği düşündüğümde zaman zaman
- o ilk gürültülü günleri Cemiyet'in,
o ateşli korkusuz acemiliğimizi -
yorgun bir hüzün kaplar içimi bir an,
çıkar evimin arkasındaki bahçeye
seyre dalarım yeşil incir ağaçlarını.
Hey gidi koca Mithat! Hey gidi devran!


TIRAŞ OLURKEN

Yüzüme dokunurdu Elsa.
Oturmuş ben kitap okumaya çalışırken.
Metroda seyrederken karşımda oturanları.
Denizden çıkmış rüzgârda üşürken.
Elsa yüzüme dokunurdu.
Rahatsız olurdum ben.

Tıraş olurken dün aynanın karşısında
aklıma geldi birden.
Duyar gibi oldum parmaklarını yüzümde,
yanaklarımda, dudaklarımda.

Düşündüm de sonra,
üç yıl olmuş;
o yüz başka yüzdü,
bu yüz başka.

SONSÖZ:
YAŞLI BİR İTTİHATÇI'NIN BELKİ DE DÜŞÜNMÜŞ OLABİLECEKLERİ



Dün Hüseyin Cahit hapse girdi.
Yarın hücresinde basacak seksen yaşına.

Mahkûm edilmesi şimdi
Herşeyi hatırlattı birden bana,
Düşündüm, baştan tarttım herşeyi,
Sorguladım tüm yaptıklarımızı bir an.

Yıllardır silmiştim aklımdan,
Zaman zaman düşünmüşsem de belki,
Geçmişimdir, üzerinde durmadan:
Değer miydi, Tanrım, değer miydi?

Ne çoğumuzun söndü ocağı,
Onca suikast, idam, ölüm,
Kaçımızın adı tarihe bile kalmadı.
Benim, örneğin, Paris'ten dönüşüm,

Reşid'in Başiktaş'ta intiharı,
Berlin'de Talât, Cemal Tiflis'te,
Malta'da kaçımızın sürgün yılları,
Bir avuç kaldık 50'lere gelindiğinde.

Denebilir ki (ve çok zaman denildi),
"Ölüp gittiniz hepiniz işte, neye yarar,"
(Nasıl da özlüyorum üstelik gidenleri.)
Benim de ama bir çift sözüm var:

Silindir gibi geçti tarih üzerimizden,
Doğru, bir bir kayıtlardan silindik,
Ama tarih, bir yandan, başımıza gelirken,
Bir yandan bizler tarihi değiştirdik.






Roni MARGULIES
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst