Oyun

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde tazmanyayahnisi tarafından oluşturulan Oyun başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 594 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Oyun
Konbuyu başlatan tazmanyayahnisi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan tazmanyayahnisi

tazmanyayahnisi

Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Eyl 2017
Mesajlar
148
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Oyun... her türlü sanatın kökeni, bir yordam, üstelik ıslık çalmak kadar aylakça, bulutların üzerinde gezinmek kadar çocukça, sırf gerçekliği aşmak için, doğanın ve insanın gerçekliğini.

Oyun... enikonu bir yordam.

Gerçeklik olarak gerçeklik daima yıkıcıdır çünkü, ve kendinde varlık kadar hem dolayımsız hem anlamsızdır. Söylemeden edemem: varlığın yükü düşlemin yardımı olmaksızın asla taşınabilir değildir, zira bu beli çatırdatan yükün kendisi kesinlikle bilinebilir değildir.

Düşlem gerçekliği çarpıtmak için var, varoluşu katlanılabilir kılmak için, eşdeyişle bu dünyayı bir oyun ve eğlenceye çevirmek için, ısrarla büyümemek, çatık kaşlı dünyanın o kibirli buyruklarına inatla ve biteviye karşı koyabilmek için.

İnanç, oyunun en kararlı hasmı, çünkü oyun, yaşam ve zorunlulukları karşısında ne denli umursamaz, ne denli kayıtsız kalmak anlamına geliyorsa, inanç da bir o kadar bu zorunlulukları ciddiye almak ve dünyanın çatık kaşlı yanlarına bu sefer yasanın çatık kaşlılığıyla karşı koymak demek: ödevlerle.

Hüznü, ödevlerini titizlikle yerine getirmekten kaynaklanır.



Neşe varsa hüzün de vardır, hak varsa ödev de, sorumluluk da. Ne ki çoğu zaman ödevleri yerine getirebilmek için insana gerekli o kudret ve kuvvetin kendisi yoktur, onların yerine inanç vardır, kuvvet ve kudret yerine sadece inanç. O inanç ki tüm yaşamsal ödevlerin kaynağıdır: toplumsal ritmin, tapınmanın, şükretmenin, şükrü eda etmenin, kısaca, zorunlulukların kıyıcılığından ancak onlara boyun eğmekle kaçınılabileceği umudunun...

Başka bir nedenle değil, sadece güçsüzlük varolduğu için inanç vardır, inancın yaşaması için de düşlem ve imgelem.

İnsan büyüdükçe oyunun yerini inanç alır, eğlencenin yerini ciddiyet.

Oyunun kuralları vardır, toplumunsa yasaları. Bu yüzden önce kurallar gelir, ardından da yasa. ANNEnin yanında birdenbire BABA beliriverir, “meli-malı” kipinin, hani gerekliliğin tecessüm etmiş hâli şu çatık kaşlı zât: iznin yanında ödev, tatilin yanında çalışma, kaytarmanın yanında görev: ezeli ve ebedi nöbetler ve bitmek bilmez yapmalısın’lar, etmelisin’ler...

İnanç umudun herhangi biçimde yitmesine asla tahammül edemez, bu nedenle de tinsel yaşamın ciddiyetini ihlal edecek her türlü laubalilikten nefret eder, ister ki tüm yaşam bir tapınmaya dönüşsün, tümüyle bir duaya, en kapsayıcı biçimiyle bir umuda, ve diler ki doğa da böylelikle yaşamı zora sokmaktan, ısrarla başa bela olmaktan, buyurdukça buyurmaktan vazgeçsin.

Oyun ne denli çocukça ise inanç da o denli ergence. Düşlemin tam da ortasından yarıldığı yerdir burası. Ergenlik çağı düşlerimiz cehennem kadar gürültülüyken çocukluk çağı düşlerimiz tıpkı cennet kadar, ölüm kadar âsudedir, firdevs kadar sessiz ve dingince.

Yahya Kemal ne güzel söyler:

Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde

Neşeli çocuklardır rindler, düşlerinde yaşıyormuşcasına umursamaz ve kayıtsızdırlar. Hüzünden çok neşeye, inançtan çok oyuna, ergenlikten çok çocukluğa yakın sayılırlar. Büyümüş de küçülmüşlerdir sanki.

Rindler, dervişler güruhu, eski deyişle ibn’ul-vakt’ler, yani sadece ânı yaşayan şehrin aylakları gerçekte boş zamanın çocuklarıdır, ağustos böcekleri gibi daimi tatildedirler, sürekli istirahatte. Kültürü onlar yaratırlar, çünkü içinde yaşadıkları topluma dışarıdan bakmayı bir tek onlar becerebilirler. Tembel ve laubali görünmeleri de bundandır.

Ne işe yarar bu çapulcu sürüsü?

Hiçbir işe!

Evet, çapulcu sürüsü toplumsal standartlar açısından hiçbir işe yaramazlar.

Ayak takımıdırlar, biteviye yürürler, çünkü çalışmazlar. Beste yaparlar, şarkı söylerler, resim yaparlar, sergi gezerler, okurlar, yazarlar, çay-kahve içip gevezelik ederler, ve fakat asla çalışmazlar. Nasıl çalışsınlar, onlar yerlerinde saymaktan başka bir iş yapmayı bilmezler.

Haklarında kullanılan güruh, sürü, takım gibi ciddiyet ima eden şu çoğul nitelemelere takılmayın, onlar grup bile değildirler, sokakta görseler, değil başkalarını kendilerini bile tanımazlar. Hiçliklerinde yitip gitmiş gibidirler. Sahilsizdirler. Daima oyundadırlar çünkü. Nöbet yerini çoktan terketmişlerdir. Ne yapsınlar, bir kez olsun durmaya, yani düşünmeye karar vermişlerdir.

Öyle ya, gün gelecek önünde sonunda şu çatık kaşlı dünyaya bir oyun oynayacaklardır.


Oyun ve Sanat
1. Pieter Brueghel, Çocuk Oyunları (1560)
2. John Everett Millais, Babasının Evinde İsa (1849-50)
3. Edward Hopper, Mavi Gece [Oyun Bitti] (1914)

Oyun ve Sinema
1. Federico Fellini, Amarcord (1973)
2. Ingmar Bergman, Fanny and Alexander (1982)
3. Giuseppe Tornatore, Cinema Paradiso (1990)

Oyun ve Kitap
1. Johan Huinzinga, “Homo Ludens/Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme” (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İstanbul 2013
2. Eugen Fink, “Bir Dünya Sembolü Olarak Oyun” (Çev. Necati Aça), Ankara 2015
3. Derleme: “Saraydan Sokağa Oyun” (Haz. Fatma Akyürek-Gül Özturanlı), İstanbul 2014


*OT Dergi DÜCANE ABİ
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst