Nazım şiirine inceleme doğan göçmen...

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde tazmanyayahnisi tarafından oluşturulan Nazım şiirine inceleme doğan göçmen... başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 992 kez görüntülenmiş, 7 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Nazım şiirine inceleme doğan göçmen...
Konbuyu başlatan tazmanyayahnisi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Kimselcuk

tazmanyayahnisi

Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Eyl 2017
Mesajlar
148
Tepkime puanı
1
Puanları
0
NAZIM HİKMETİN “BÜYÜK İNSANLIK” ŞİİRİNE DAİR (BİR):
İNSANLIK KENDİ KENDİSİNİ HAKİR GÖRMEKTEDİR
Şiirin ilk mantıksal bölümüne yakından bakalım. Aslında şiir bir bütün olarak farklı açılardan bir insanlık hali betimlemesidir. Şiirin ilk mantısal bölümünde insanlığın seyahat etme, gitme gelme ve ulaşım bakımından kötü bir durumda olduğuna dair bir tablo sunulmaktadır. Betimleme ilerledikçe insanlık hali daha da kötü bir hal almaktadır. Bu durumu yapan da yaratan da yine insanlığın kendisidir. Dolayısıyla betimleme aslında insanlığın kendi kendisini hakir gördüğüne dairdir. Şöyle ki:
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Gemide güverte yolcusu, yolculuk sırasında kendisine ait kabini veya kamarası olmayan yolcudur. Diğer bir deyişle bir gemi yolcusu olarak insanlığın, ihtiyaç duyduğu zaman geri çekilip örneğin rahatça uyuyabileceği veya başka türlü özel ihtiyaçlarını serbestçe giderebileceği özel bir alanı bulunmamaktadır. En ucuz ve en değersiz mevkidir diğer bir deyişle. O halde, güvertedeyken, yani bulunduğu fiziksel yer bakımından aslında en üstte iken, insanlık sosyal statü ve dolayısıyla yaşam koşulları bakımından en aşağıya itilmiştir. Oysa insanlığın yüceltilmesi ve en yüksekte olması ve tutulması gerekmektedir ki teker teker tüm insanlar da yüceltilmiş olsun.
Benzer bir durum farklı bir açıdan trende üçüncü mevkide yolculuk yapan insanlık içinde geçerlidir. Burada söz konusu olan hiyerarşi, güverte yolcusu bağlamında olduğu gibi alt-üst ilişkisi ve hiyerarşisi açısından değil, sıralama açısından, yani dikey hiyerarşi açısından değil, yatay hiyerarşi açısından yapılmaktadır. İnsanların insan olarak muamele görebilmesi için insanlığın aslında en önde gelmesi gerekmektedir. Böylece giden ve gelen veya kısacası eyleyen herkes insanlığı amaç edinebilir ve insanlığı amaç edinebildiği oranda da dünyadaki tüm ereklerin arasında kendisini amaç edinebilsin. Fakat insanlık, yani insanı insan yapan her ne ise o, ne yazık ki en arkadan veya yatay hiyerarşide en geriden gelmektedir. Dolayısıyla insanlık en çok önemsenmesi gerekirken en az önemsenmektedir.
Şosede yayan olmak ne demek? Bu kavramın ne anlama geldiğini bilmek için kanımca şosede gerçekten yaya olmuş olmak gerekir. Şose sözcüğü Türkçeye Fransızca chaussée sözcüğünden uyarlanmıştır. Şoseler köylerde ve kasabalarda zift ve asfalt kullanılmadan yapılan bir tür yoldur. Toprak yollara göre daha dayanıklıdır ve çakıl taş kullanıldığı için çamurlanmanın olmadığı veya az olduğu bir yoldur şose. Ülkemizde olduğu gibi birçok başka ülkede de asfalt yola nazaran daha ekonomik olduğu için hala şose yapılır. Nazım’ın şiiri yazdığı yıllarda şose aynı zamanda köyler, köyler ve kasabalar ve kasabalar ve kentler arasında da yapılırdı. Nazım insanlık şosede yayan derken, aslında sadece araçlarla gidilen ve gidilmesi gereken yolu kastetmektedir. İnsanlık hali, insanlığın yaratmış olduğu diğer tüm ilişkilerde olduğu gibi bu ilişkisinde de şosede yaya gitmek demek, şosede yaya gidenler bilir bunu, bir nevi tersine gitmek, ileri değil, geri gitmek gibi gelir insana. Bu psikolojik nedenle şosede yürümek, normal yaya yürümekten çok daha yorucudur. Ayrıca şosenin yapımında kullanılan çakıl taşlar, 1950’li yıllarda giyilen ayakkabıları düşünün, zamanla insanın ayaklarına batmaya başlar. Böylece insanlık yaşam denilen ırmakta ilerlerken veya yaşam denilen ‘uzun ince bir yolda’ yürürken rahat etmesi ve zevkle ve şevkle yürümesi gerekirken yorgun argın düşer, eziyet çeker, yürümekten, yaşamaktan bıkar usanır.Doğan GÖÇMEN

---------- Mesajlar Birleştirildi at 14:59 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 14:57 ----------

Bu da benden davet madem insanlık sürünüyor o zaman ayağa kaldıralım tüm sorunlarımızı demokrasi içerisinde kardeşçe oturup konuşarak çözelim veya bu tarz fikirleri benimseyenleri şiddetsiz olanları destekleyelim kafalar karışmadan basit olanı isteyelim ŞİDDETSİZLİK VE ONUR ...
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Sisteme bir başkaldırı var bu dizelerde ve beraberinde bu durumdan rahatsızlık duymayan yığınları anlatıyor.
Şiddetsizlik istemeyen yoktur sorarsan, iyi de niye şiddet durmuyor o zaman? Bu kadar basit olmadığını hepimiz biliyoruz. Nazım Hikmet de umutluydu ama sonuç ortada değil mi? O zaman somut öneriler gerekiyor, bu çağa uygun ve yere sağlam basan fikirlere ihtiyacımız var. Nasıl bir yol haritası öneriyorsun bugüne kadar hiç denenmemiş? Ya da şiddeti isteyenlere ne sunacaksın, son günlerde moda olduğu gibi şiddete karşı dans mı edeceksin?
 

tazmanyayahnisi

Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Eyl 2017
Mesajlar
148
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Şiddet isteyenlere anlatacağız sadece bunun yani şiddetin kötü olduğunu insan bildikçe anlayacaktır...
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Şiddet isteyenlere anlatacağız sadece bunun yani şiddetin kötü olduğunu insan bildikçe anlayacaktır...

Anlatmak da bir seçenek fakat yeterli olmuyor. Şiddetin tek bir yüzü yok binlerce çehresi var. Sağlıklı bireylerden oluşmayan toplumların sayısı her geçen gün artıyor ve bu durumda en büyük etken nüfusun sayıca çokluğunun dikkate alınmasıdır. Savaş ve barış aynı noktadan çıkar yani savaşı başlatan güç zamanı gelince barışı da egemen kılar çünkü bu bir kazanç kapısıdır. Savaş çanları çalmaya başladığı an savaş çığırtkanlarının sayısı da artar, kahramanlık söylemleri ve şiirleri ile sürekli olarak haklı bir nedenle savaş çıktığı algısına toplumu inandırmaya çalışırlar. Toplum içi şiddet ise caydırıcı yasalar ile frenlenmeye çalışılır fakat ne kadar ağır yaptırımlar getirilirse getirilsin sonuç değişmez. Sebebi ise doğal olarak bozuk aile yapıları ve bilinçsiz bireylerdir. Bu koşullarda çocukluk çağından başlayan ve hayat boyu sürecek eğitimler çok önemliyken, felsefe derslerinin geri plana atıldığı günümüzde anlatmak yeterli bir çözüm değildir.
 
Son düzenleme:

tazmanyayahnisi

Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Eyl 2017
Mesajlar
148
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Evet yeterli değil biliyorum ama sanatla felsefeyle bilimle dinle inançla içten gelen bir çoşkuyla anlatılmalı bundan başka elden ne gelir yoksa sizde sonuncu kavga diyenlerdenmisiniz yani dünyanın barışa geçmesi için bir savaş kavga verilmesi gerekir diyenlerdenmisiniz valla bu sonuncu kavgalar bitmiyor güzellikle anlatmak varken...
 

tazmanyayahnisi

Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Eyl 2017
Mesajlar
148
Tepkime puanı
1
Puanları
0
NAZIM HİKMET’İN “BÜYÜK İNSANLIK” ŞİİRİNE DAİR (ÜÇ):
BÜYÜK İNSANLIK YOKSUL VE YOKSUNDUR
Nazım Hikmet’in burada felsefi açıdan incelediğimiz “Büyük İnsanlık” şiirinin üçüncü ve dördüncü mantıksal bölümlerini oluşturan altılığa ve beşliğe beraber bakmamız gerekecektir; çünkü bu iki mantıksal bölüm, büyük insanlığın dünyanın ve doğanın kendiliğinden sunduklarından ve toplumun yaratmış olduğu zenginlikten nasıl ve ne kadar yararlandığını konu edinmektedir. Şiirin bu iki mantıksal bölümde büyük insanlığın yaşamında ne yaptığı değil, hangi koşullarda çalıştığı ve nasıl yaşadığı tasvir edilmektedir. Şimdi bu son iki mantıksal bölümü tekrar okuyalım ve yakından inceleyelim.

Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.

Şiirin son mantıksal bölümü üretim, yaşam ve yerleşim alanını ve barınağın durumunu konu edinmektedir. Bundan farklı olarak üçüncü mantıksal bölümde beslenme, giyim kuşam ve eğitim ve öğretim konu edilmektedir. Burada ekmek, pirinç ve şeker için, diğer bir deyişle en temel besin maddeleri için “büyük insanlıktan başka herkese yeter” denmektedir. Bu temel besin maddeleri büyük insanlığa yetmemektedir. Yani, diğer bir deyişle, büyük insanlık, temel besin maddeleri söz konusu olduğunda yoksun değil, ama yoksuldur. Zira en temel gıda maddelerinden, yetmese de, vardır, fakat bunlar büyük insanlığa yetmemektedir. Nazım burada insanın son derece sınırlı birkaç en temel gereksinimlerine denk gelen besin maddelerini saymaktan ötesine gitmemektedir. Örneğin et, süt, yumurta, bal ve balık, meyve ve sebze gibi, insanı basit bir şekilde fiziksel olarak hayatta tutacak gıda maddelerinin ötesinde olan ve insanın sağlıklı beslenmesine yarayan besin ve gıda maddelerinin adını bile anmamaktadır. Bu besin maddeleri söz konusu olduğunda büyük insanlık mutlak bir yoksulluk veya kesin bir yoksunluk içinde bulunmaktadır. Bu nedenle şiirin bir altılıktan oluşan üçüncü mantıksal bölümünde “büyük insanlık” kavramı, yoksullara ve yoksunlara tekabül etmemektedir denebilir.
Benzer durum giyim kuşamı temsil eden “kumaş” söz konusu olduğunda da geçerlidir. Zira “kumaş” için “büyük insanlıktan başka herkese yeter” yeter denmektedir. Burada özel günlerde ve anlarda örneğin bayramlarda ve düğünlerde giyilen ve daha ince estetik anlamı da olan giysi nesnelerinden, hele modadan vesaire hiç bahsedilmemektedir. Zira büyük insanlık bu bakımdan tamamıyla yoksundur.
Büyük insanlığın tamamıyla yoksun olduğu eğitim, öğretim ve diğer entelektüel gereksinimler söz konusu olduğunda da görülüyor. Aynı şekilde insanın eğitim, öğretim ve diğer entelektüel gereksinimlerini temsil eden kitap konusunda da yoksuldur büyük insanlık. Zira “kitap da öyle/büyük insanlıktan başka herkese yeter” denmektedir. Öyleyse büyük insanlığa eğitimden, öğretimden ve başka entelektüel gereksinimlerini gidermek için gerekli olanlar yetmemektedir. Fakat yalnızca büyük insanlığa yetmemektedir, çünkü diğer bedensel beslenme için gerekli olan temel besin maddelerinde olduğu gibi, entelektüel gereksinim ‘maddelerini’ temsil eden kitap da büyük insanlıktan başka herkese yetmektedir. Büyük insanlık, yani diğer bakımlardan yoksul ve yoksun olanlar bu bakımdan da yoksuldur. Ne var ki, burada insanın çok daha ince duygusal gereksinimlerini de ilgilendiren ve gideren sanatlardan ve bütün bir kültür ve uygarlık tarihini de konu edinen sanat tarihinden, yani şiirden, tiyatrodan, resimden, sinemadan, müzikten, müzelerden, operadan bahsedilmemektedir. Zira büyük insanlık bunlar bakımından mutlak bir yoksulluk içinde bulunmaktadır, yani tamamıyla yoksundur.
Şimdi şiirin bir beşlikten oluşan son mantıksal bölümüne yakından bakabiliriz. Beşliğin ilk dizesinde “Büyük insanlığın toprağında gölge yok” diye belirtilmektedir. Bu dizeyi yakından çözümlemeye girişmeden önce ikinci dörtlüğün ilk mısrası olan “Büyük insanlık sekizinde işe gider” belirlemesi ile karşılaştıralım. Toprağında gölge olmayan çiftçidir, yani her bakımdan yoksul ve birçok bakımdan yoksun köylülerdir. Bu dizede büyük insanlığı yoksul köylüler temsil etmektedir. Fakat ikinci dörtlükte söz konusu olan sekizinde işe gidenler emekçilerdir. Şimdi, bu iki dizeyi beraber okuyunca, karşımıza başka bir “büyük insanlık” kavramı çıkmaktadır. Bu iki dizeyi beraber düşününce, işçilerden, emekçilerden ve çiftçilerden veya daha çok yoksul ve yoksun köylülerden oluşan bir büyük insanlık kavramını elde etmekteyiz. Böylece şiirde kullanılan büyük insanlık kavramının yeni bir boyutunu ve anlamını daha yakalamış oluyoruz. Bu, işçilerden, emekçilerden ve yoksul ve emekçi köylülerden oluşmaktadır.
Toprağında gölge olmamak ne demektir? Herşeyden önce belirtmek gerekir ki, dünya çapında kentlerimizde, sokaklarımızda, meydanlarımızda ve sıkça karşılaştığımız gibi parklarımızda bile gölge bulunmamaktadır artık. Doğanın kâr amaçlı meta üretimi için talanı yaşamımızın her alanına nüfuz etmiştir. Toprağında gölge yoktur demek, aynı şekilde büyük insanlığı temsil eden yoksul köylünün çalışma koşullarına işaret etmektedir. Tarlada çalışma veya çalışanları görme fırsatı olanlar, tarlalarda gölge sunan ağaçların yalnızca bu bakımdan bile ne kadar yaşamsal bir işlevi olduğunu bilir. Tarlada çalışanlar; bunlara eğer ücret karşılığında başkalarının tarlasında örneğin pamuk veya fındık toplayarak çalışıyorsa, “ırgat” denir; çocukken köylerimizden insanların kamyonlarla toplanıp ırgat olarak çalıştırılmak üzere götürüldüğünü hatırlıyorum; tarlada çalışanlar tarlalarda olan ağaçların gölgesinde azıklarını ve içeceklerini depolarlar, yemeklerini yerler, sularını içerler, yorulunca ağacın gölgesinde oturup veya uyuyup dinlenirler.
Fakat eğer toprağında gölge yoksa büyük insanlığın bunları yapması mümkün olmaz. Güneşin arnacında kısaca oturup, yiyip içtikten sonra tekrar işe koyulur insanlar; çünkü oturup dinlenecekleri gölge sunan ağaçları bulunmamaktadır. Gölgesi olmayan toprağı bir üretim alanı olarak düşündüğümüzde çalışma koşullarının ne kadar barbarca düşünülüp tasarlandığını görürüz. Çalışma ve üretim alanı yalnızca çalıştırmak için tasarlanmıştır. Orada dinlenmenin, gölge oturup sohbet etmenin yeri olamaz elbette ve zaten bu istenmemektedir de. Orada ırgatın yalnızca çalışması ve sabahtan akşama kadar aralıksız üretmesi istenmektedir.
Şimdi ikinci dizeye geçebiliriz. Sokağında feneri olmayan büyük insanlık, karanlıkta kalmış ve karanlık içinde yaşıyor demektir. Bunu hem gerçek anlamda, sokakların aydınlatılmadığı anlamında alabiliriz hem de mecazi anlamda zihinsel aydınlıktan yoksunluk anlamında alabiliriz. İlk anlamda almak 1950’lilerde çok daha mümkündür. Bugün bu anlamın genel olarak uygulanması mümkün değildir belki. Zira o zamandan beri büyük gelişmeler sağlanmıştır.
Fakat büyük insanlığın “sokağında fener yoktur” belirlemesi muhakkak entelektüel anlamda, zihnin aydınlanmak için yeterince bilgiye, eğitime ve öğretime ulaşamadığı, dolayısıyla birçok bakımdan yoksun ve ilkesel olarak yoksul olduğu anlamında da alınabilir. Kitabın büyük insanlıktan başka herkese yetiyor olması, bu tezimizi güçlendirir –ki bu anlamda yoksulluğun ve yoksunluğun bugün internet çağında da farklı bir biçimde devam ettiğini pekâlâ ileri sürebiliriz. Bir defa insanlığın yalnızca dörtte biri internet olanaklarından yararlanmaktadır ve sunulan bilginin, eğitimin ve öğretimin büyük çoğunluğu hala sıkça yalnızca büyük paralar karşılığında ulaşılan bir iyi olmaya devam etmektedir.
Buna karşın dünya çapında düşünüldüğünde durum değişmiş koşullarda devam etmektedir. Tenekeden, naylondan, karton ve benzeri nesnelerle yapılmış kent varoşlarını düşünün! Onların ne penceresi var, ne de penceresinde camı. Ne altyapısı, ne suyu, ne okulu, gerçekleşmemiş arzulardan başka hiçbirşeyi yoktur bu yoksun ve büyük insanlığın. Ama “umudu var büyük insanlığın” ve büyük insanlığın bu umudu olmasa, yani gerçekleştirmek istediği arzuları olmasa yaşaması mümkün olmayacaktır. Böylece bütün bir insanlığın umut taşıyıcısıdır “büyük insanlık” aynı zamanda, sadece kendisinin değil. Ama şiirde bu arzuların gerçekleşmesi için büyük insanlığın ne yaptığına dair tek bir söz söylenmemektedir. Dolayısıyla diğer birçok başka şiirinde olduğundan farklı olarak son derece savunmacı ve kabulleniş de içeren bir umut kavramıyla çalışmaktadır Nazım Hikmet “Büyük İnsanlık” şiirinde.
Sonuç olarak; yukarıda gösterdiğim gibi, şairimiz burada yakından incelediğimiz şiirinde açıkça belirtilen en az üç açık farklı “büyük insanlık” kavramıyla ve bir de saklı “büyük insanlık” kavramıyla çalışmaktadır. Bunlar birinci dörtlükte dile getirildiği gibi “halk”, ikinci dörtlükte tanımlandığı gibi “emekçiler” ve son beşlikte dile getirildiği gibi “yoksul” veya “emekçi köylülerdir” büyük insanlık. Saklı olan dördüncü insanlık kavramını “toprağında gölge yok” büyük insanlığın dizesi ile ve “sekizinde işe gider” büyük insanlık dizesini birleştirince elde ediyoruz. Bunlar işçi ve emekçiler ve yoksul köylülerdir. İkisi beraber büyük emekçiler sınıfını oluşturmaktadır. Umudun taşıyıcısı da, umutsuz yaşayamayan da onlardır. Büyük umudun ve büyük insanlığın kurucusu da onlar olacaktır. Nazım, bu şiirini yazdığı yıllarda başta Pablo Neruda ile beraber dünya barışını korumak için her gün eylem halindeydi. Umutsuz yaşanmıyor… Zira ancak umudu olanlar dans edebiliyor müziksiz bile…Doğan GÖÇMEN

---------- Mesajlar Birleştirildi at 14:47 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 13:53 ----------

NAZIM HİKMET’İN “BÜYÜK İNSANLIK” ŞİİRİNE DAİR (İKİ):
EMEKÇİLER DAHA OLGUNLUK ÇAĞINA VARAMADAN GÖÇÜP GİTMEKTEDİR
İşaret ettiğim gibi, şiirinin ikinci mantıksal bölümü de bir dörtlükten oluşmaktadır. Şimdi ikinci dörtlüğe bakalım.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
İkinci dörtlükte birinci dörtlükte sunulan toplu veya tümel bakıştan farklı olarak bireysel veya tikel bakış hâkimdir. Fakat büyük insanlığı oluşturan teker teker bireylere dair ileri sürülen iddialar tümel veya genel iddialardır. Birinci dörtlükte “büyük insanlığa” kuşbakışı ile bir durum betimlemesi yapılırken, ikinci dörtlükte “büyük insanlığı” oluşturan bireylerin yaşamlarının uzunluğuna veya kısalığına ve yaşamlarında onlar için son derece önemli olan üç kesite işaret edilmektedir. Üç yıl sonra 1961 yılında Leipzig’de yazdığı “hoş geldin bebek” olarak bilinen ve bu adla müzikleştirilen isimsiz şiirinde sayılan türlü hastalıklar, sosyal sorunlar ve haller, kazalar, aşklar ve diğer herşey sanki hayatın belirli uğraklarında önceden belirlenip konmuş ve bebeği bekleyen, bebeğin yaşı ilerledikçe uğrayıp onlardan nasibini alacağı şeylermiş gibi sunulur. Burada yakından baktığımız “Büyük İnsanlık” şiirinde de sekizinde işe gitmek, yirmisinde evlenmek, kırkında ölmek sanki önceden veriliymiş gibi sunulur. Fakat yine de büyük insanlık veya daha doğrusu onu oluşturan birey, eyleyen özne olarak betimlenmektedir.
Şiirin ikinci dörtlüğünde insanlığı temsil edenler çok daha açık olarak işçiler ve emekçiler olarak belirlenmiştir. İlk dörtlükte güverte ve üçüncü mevki yolcusu daha çok halk kavramına denk gelirken, şosede yayan giden tüm insanlıktır. Fakat ikinci dörtlükte sekizinde işe gidenlerden bahsedilmektedir ki bunlar tabi ki işçilerin ve emekçilerin çocuklarıdır. Bu dörtlükte büyük insanlığı temsil edenlerin okula gittiklerinden bahsedilmemektedir. Yani işçi ve emekçi çocukları eğitim almamaktadır. O yaşlarda genellikle bir ustanın yanında, ‘eti senin kemiği benim’ ilkesine dayalı adı açıkça konmamış bir nevi bir sözleşme yapılır. Çocuk yıllarca işe gider gelir. Rahat bir on yıl çalıştıktan sonra ancak kalfa olur ve yavaş yavaş ustalaşır. Bu on yıl içinde ne dayaklar yemiştir, nice azarlar ve küfürler işitmiştir kalfalardan ve ustasından veya ustalardan. İşte, şairin yirmisinde evlenir dediği bu emekçi çocuğudur.
Artık ustalaşan kalfa eğer şansı varsa ve “sermayesini” bir araya getirebilirse kendi dükkânını veya atölyesini açar; şansı yoksa ya işyerini değiştirir ve başka bir yerde çalışmaya devam eder ya da çıraklığını yaptığı ustanın yanında kalır ve zamanla belki de dükkâna ortak edilerek emekçi hayatına devam eder. Diğer mümkün bir yol da artık yavaş yavaş açılmaya başlamış olan fabrikalardan birisine girip çalışmaktır. Bu arada üremeye de başlamıştır. İki, üç, derken çocuk sayısı belki de dördü bulur. Soyun sürmesi garanti edilmiştir. Artık ölebilir...
Nazım burada “kırkında ölür” derken sanırım işçi ve emekçiler arasında ortalama yaş sayısını almaktadır. 1990’lara kadar gelişmiş ülkelerde bile işçiler ve emekçiler arasında yaş ortalamasının 49/50 olarak belirlendiğini hatırlıyorum. Şimdi, “Kırkında ölür/büyük insanlık.” Burada ölüm ile elbette insanlığın fiziksel olarak yok olup gitmesi kastedilmez. Bununla muhtemelen kastedilen insanlığı hemen her bakımdan var eden ve nicel bakımdan da insanlığın ezici çoğunluğunu temsil eden emekçileri bireylerinin ortalama olarak kırk yaşlarında öldüğüdür. Bu, burada, emekçilerin bir insanının yaşamının doğal uzunluğunu yaşayamadığı için şairin duyduğu üzüntü ve belki de öfke nedeniyle söz konusu olan şikâyetin bir anlamıdır. Bu sözlerin diğer muhtemel anlamı, insanlığın ezici bir çoğunluğunun hem yaşamını doğal uzunluğunda yaşayamadığı için hem de hayatında üremeden başka bir şey yapamadığı için adsız sansız gelip giden teker teker her emekçide aynı zamanda insanlık ölmektedir, çünkü her bir emekçiyle birlikte aynı zamanda ondaki insanlık da ölmektedir. İnsanlık ölmektedir, çünkü emekçideki insanlık gerçekleşememektedir.Doğan GÖÇMEN
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
NAZIM HİKMET’İN “BÜYÜK İNSANLIK” ŞİİRİNE DAİR (ÜÇ):
NAZIM HİKMET’İN “BÜYÜK İNSANLIK” ŞİİRİNE DAİR (İKİ):
EMEKÇİLER DAHA OLGUNLUK ÇAĞINA VARAMADAN GÖÇÜP GİTMEKTEDİR
İşaret ettiğim gibi, şiirinin ikinci mantıksal bölümü de bir dörtlükten oluşmaktadır. Şimdi ikinci dörtlüğe bakalım.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.

Bakamayacakları sayıda çocuk doğurur, okula gideceği çağda da çırak olarak birinin yanına verirler. Yirmi yaşında evlenene şükür ediyoruz çünkü artık 18'i bile beklemiyorlar ve insanlar 40 yaşında tükenmiş olduğu için, 80 yaşını da görse yaşayan ölü gibi olduğundan çok şey fark etmiyor.

Evet yeterli değil biliyorum ama sanatla felsefeyle bilimle dinle inançla içten gelen bir çoşkuyla anlatılmalı bundan başka elden ne gelir yoksa sizde sonuncu kavga diyenlerdenmisiniz yani dünyanın barışa geçmesi için bir savaş kavga verilmesi gerekir diyenlerdenmisiniz valla bu sonuncu kavgalar bitmiyor güzellikle anlatmak varken...

Kavga ile çözülmeyeceğini ifade etmiştim, şiddetsizlik içinde sağlıklı eğitim öncelikli olmalı yani eğitimsiz anne-baba ile olmaz, önce onlar kendini geliştirecek ve çocuğunu eğitecek, sonrasında da okullarla desteklenecek ki doğru düşünebilen bir nesil yetişsin, anlattıklarınızı da doğru anlayabilsin.
 

Kimselcuk

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2018
Mesajlar
30
Tepkime puanı
0
Puanları
0
adam gibi adam haktan yana adam olmadığı sürece kimsenin gücü geleceği dizayn edenlere karşı gelmeye yetmez... şanslıysak geleceği dizayn edenler tüm insanlık halkını harmanlayıp karıştırırlar ayrım yapmazlar...şanslı değilsek bölümlere ayırdım şanslı değilizin şanslısı olarak halkımız modern köleliğe devam eder. Nazım hikmetin şiirindeki değimiyle müslümanlar gemide güverte yolcusu olurlar.. şanslı değilsekin tam şanssızı olursak vay halimize vay fazlalığız diye topumuzumu yokederler bir kısmımızımı artık orasını bir Allah bilir... aptal insanlarda daha kendilerinin farkında bile değiller olayların nasıl farkında olsunlarki.. durum vaziyet çök kötü.. kimsenin haberi yök.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst