Michel Foucault. Toplumu Savunmak Gerekir

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Düzyazı kategorisinde tflfelsefe tarafından oluşturulan Michel Foucault. Toplumu Savunmak Gerekir başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,155 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Düzyazı
Konu Başlığı Michel Foucault. Toplumu Savunmak Gerekir
Konbuyu başlatan tflfelsefe
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan glsezinrs

tflfelsefe

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 Haz 2011
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Toplumu Savunmak Gerekir Michel Foucault. Toplumu Savunmak Gerekir. Çeviren: Şehsuvar Aktaş. Yapı Kredi Yayınları, 2008.

Dersin Özeti
İktidar ilişkilerinin somut çözümlemesini yürütmek için, hükümranlığın hukuksal modelini bir yana bırakmak gerekiyor. Gerçekten de bu model, önceden bireyi doğal hakların ya da il*kel iktidarların öznesi olarak varsayar; devletin ideal oluşumu*nu açıklamayı hedef alır; yani, yasayı iktidarın temel belirtisi kı*lar. İktidarı, ilişkinin ilk terimlerinden değil de, dayandığı öğele*ri belirleyen olması bakımından, ilişkinin kendisinden yola çıka*rak incelemek gerekir: ideal öznelere boyun eğmek için kendile*rinde ya da iktidarlarında nelerden vazgeçtiklerini sormaktan çok, boyun eğdirme ilişkilerinin özneleri nasıl üretebildiğini sormak gerekir. Aynı biçimde, bütün iktidar biçimlerinin sonuç*lanma ya da gelişim yoluyla türediği yegâne formu ya da mer*kezi araştırmak yerine, bu biçimleri önce çoğullukları, farklılık*ları, özgüllükleri, geri döndürülebilirlikleri içinde değerlendir*mek: dolayısıyla bunları kesişen, birbirine gönderen, yakınlaşan ya da tersine çatışan ve birbirini ortadan kaldırmaya yönelen güç ilişkileri olarak incelemek gerekir. Sonuçta, iktidarın belirtisi olarak yasaya bir ayrıcalık tanımaktan çok, iktidarın kullandığı baskı tekniklerini saptamaya çalışmak daha iyi olur.

Hükümranlığın hukuksal oluşumuyla öne sürülen şema üzerinden iktidarın çözümlenmesini sınırlamaktan kaçınmak gerekiyorsa, iktidarı kuvvet ilişkileri terimleriyle düşünmek gerekiyorsa, iktidarı savaşın genel formu olarak da deşifre et*mek gerekmez mi? Savaş, iktidar ilişkilerinin çözümleyicisi olabilir mi?

Bu soru başka birçok soruyu kapsıyor:

- Savaş, buna oranla bütün toplumsal egemenlik, farklılaş*ma, hiyerarşileştirme görüngülerinin birer türev olarak görül*mesi gereken bir ilk ve temel durum olarak mı görülmelidir?

- Bireyler, gruplar, sınıflar arasındaki uzlaşmazlık, çatışma ve savaşım süreçleri, son kertede savaşın genel süreçleri içinde mi yer alır?

- Stratejiden ya da taktikten türeyen kavramların bütünü iktidar ilişkilerini çözümlemek için geçerli ve yeterli bir araç oluşturabilir mi?

- Askeri kurumlar ve savaş kurumları, genel olarak savaşı yürütmek için kullanılan yöntemler uzaktan ya da yakından, doğrudan ya da dolaylı olarak siyasal kurumların çekirdeğini mi oluşturur?

- Ama önce sorulması gereken soru şudur: iktidar ilişkileri içinde etkide bulunanın savaş olduğu, kesintisiz bir çarpışma*nın barışı biçimlediği ve sivil düzenin temelinde bir muharebe düzeni olduğu ne zamandır ve nasıl düşünülmeye başlandı?

Bu yılın derslerinde sorulan soru buydu. Barışın ardındaki savaş nasıl kavrandı? Savaşın gürültü ve karmaşası içinde, mu*harebelerin çamuru içinde düzenin, kurumların ve tarihin kavranılırlık ilkesini kim aradı? Siyasetin, başka araçlarla sürdürü*len savaş olduğunu ilk kim düşündü?

* * *

İlk bakışta bir paradoks ortaya çıkıyor. Ortaçağın başından bu yana devletlerin evrimiyle birlikte, öyle görünüyor ki, savaş uygulamaları ve kurumları gözle görülür bir evrim izlemiştir. Bunlar, bir yandan, savaş hakkına ve araçlarına tek başına sa*hip olan bir merkezi iktidarın ellerinde toplanma eğilimi gös*termiştir; bu nedenle de, yavaş yavaş insandan insana, gruptan gruba olan ilişkiden silinmiş ve bir evrim çizgisi bunları giderek bir devlet ayrıcalığı olmaya doğru götürmüştür. Öte yan*dan ve bunun sonucu olarak savaş titizlikle belirlenen ve de*netlenen bir askeri aygıtın profesyonel ve teknik ayrıcalığı olma eğilimini gösterir. Kısacası: bütünüyle savaşçı ilişkilerin geçerli olduğu bir toplum yerine yavaş yavaş askeri kurumlarla do*nanmış bir devlet geçmiştir.

Oysa bu dönüşüm henüz tamamlanmıştı ki toplumun ve savaşın bağıntılarına ilişkin belli bir tür söylem ortaya çıktı. Hükümranlık sorununa bağlı felsefi-hukuksal söylemden çok farklı bir tarihsel-siyasal söylem, savaşı, bütün iktidar kurumla*rının sürekli temeli durumuna getirdi. Bu söylem din savaşla*rından kısa bir süre soma ve XVII. yüzyılda İngiltere'deki bü*yük siyasal savaşımların başlangıcında ortaya çıktı. İngiltere'de Coke ya da Lilburne, Fransa'da Boulainvilliers ve daha sonra Buat-Nançay tarafından parlatılmış olan bu söyleme göre, dev*letlerin doğuşuna yol açan savaştır: ama bu -doğa durumu fi*lozoflarının düşündükleri- ideal savaş değil ama sahici savaş*lar ve somut muharebelerdir; yasalar, seferlerin, fetihlerin ateşe verilmiş kentlerin bağrından doğmuştur; ama savaş iktidar me*kanizmaları içinde de ortalığı kasıp kavurmayı ya da en azın*dan kurumların, yasaların ve düzenin gizli motoru olmayı sür*dürür. Bizleri doğal zorunluluklara ya da düzenin işlevsel ge*reklerine inandıran unutuşların, yanılsamaların ya da yalanla*rın altında savaşı bulmak gerekir: o barışın şifresidir. Tüm top*lumsal varlığı sürekli olarak parçalara ayırır, her birimizi şu ya da bu kampa yerleştirir. Ve bu savaşı bir açıklama nedeni ola*rak görmek yeterli değildir; onu canlandırmak, farkına varılmaksızın sürüp gittiği gizli, kendini belli etmeyen formlardan sıyırmak ve onu, muzaffer olmak istiyorsak hazırlanmamız ge*reken nihai bir çarpışmaya dek götürmek gerekir.

Henüz çok belirsiz bir biçimde belirtilmiş olan bu tematik yoluyla, bu çözümleme biçiminin önemini kavrayabiliriz.

1. Bu söylemde konuşan özne hukukçunun ya da düşünü*rün konumunu; yani evrensel öznenin konumunu alamaz. Sö*zünü ettiği bu genel savaşım içinde, zorunlu olarak şu ya da bu tarafta olur; muharebenin içindedir, hasımları vardır, bir zafer için dövüşür. Kuşkusuz, hukuku geçerli kumaya çalışır, ama burada söz konusu olan onun hukukudur - bir fetih, egemenlik ya da eski olma ilişkisine dayanan ayrı bir hukuktur: ırkın, za*fere ulaşmış istilaların ya da binyıllık işgallerin getirdiği haklar*dır. Ve eğer gerçeklikten söz ediyorsa, onun zaferi kazanmasını sağlayan o perspektifli ve stratejik gerçeklikten söz ediyordur. Demek ki burada, gerçeğe ve hukuka sahip olduğunu iddia eden, ama bunu, kendi kendini üstelik açık açık hukuksal-felsefi tümellikten dışlayarak yapan bir siyasal ve tarihsel söylem vardır. Onun rolü Solon'dan Kant'a dek yasa koyucuların ve düşünürlerin düşledikleri rol değildir: yani savaşın merkezinde ve üzerinde, hasımlar arasına yerleşmek, bir mütareke benim*setmek, uzlaştırıcı bir düzen kurmak değildir. Simetrik olma*yan ve düzeni sürdürmeye ya da yeniden kurmaya yarayan bir ayrıcalık gibi işleyen bir hukuk ortaya koymak söz konusudur ve bir silah gibi işleyen bir gerçekliği geçerli kılmaktır. Böylesi bir söylem tutturan özne için tümel gerçeklik ve genel hukuk hayalden ya da tuzaktan başka bir şey değildir.

2. Bunun dışında kavranılırlığın geleneksel değerlerini tersyüz eden bir söylem söz konusudur. Aşağıdan başlayan, daha basit olan, daha temel olan ve daha açık seçik olanla de*ğil, daha karışık, daha karanlık, daha düzensiz, rastlantıya da*ha açık olanla yapılan bir açıklamadır bu. Bir deşifre etme ilkesi olarak geçerli kılınması gereken şey, şiddetin, tutkuların, nef*retlerin, intikamların karışıklığıdır; aynı zamanda, yenilgilere ve zaferlere yol açan önemsiz durum ve koşullar yığınıdır. Mu*harebelerin imalı konuşan, karanlık tanrısı düzenin, çalışmanın ve barışın uzun günlerini aydınlatmak zorundadır. Büyük öfke, ahenkleri açıklamak durumundadır. Bir dizi ham gerçek (fizik*sel güç, kuvvet, karakter özellikleri), bir dizi rastlantı (yenilgi*ler, zaferler, komploların, isyanların ya da ittifakların başarısı ya da başarısızlığı) işte böyle tarihin ve hukukun ilkesi olarak ileri sürülecektir. Hesapların ve stratejilerin ussallığı ancak bu iç içe geçişin üzerinde belirecektir - yükseldikçe ve geliştikçe giderek daha kırılganlaşan, giderek daha kötücül olan, giderek daha çok hayale, kuruntuya ve aldatmacaya bağlanan bir ussal*lıktır bu. Demek ki burada görünürde ve yüzeydeki rastlantı-sallığın ardında, bedenlerin ve tutkuların gözle görülür birdenbireliğinin ardında temel, sürekli, özü gereği doğruya ve iyiye bağlı bir ussallık bulmaya çabalayan o geleneksel çözümleme*lerin tam anlamıyla karşıtı olan bir şey söz konusudur.

3. Bu tür söylem bütünüyle tarihsel boyutta gelişir. Tarihi, adaletsiz yönetimleri, yolsuzlukları ve şiddet eylemlerini bir aklın ya da bir yasanın ideal ilkesine göre değerlendirmeye kal*kışmaz, ama tersine, kurumların yapısı ya da yasaların ardın*da, gerçek savaşımların, zaferlerin ya da maskelenmiş yenilgi*lerin, yasa kitaplarında kurumuş kanın unutulmuş geçmişini uyandırmaya girişir. Gönderme alanı olarak tarihin sınırsız ha*reketini benimser. Ama aynı zamanda bu söylem, geleneksel ef*sane formlarından da (büyük ataların yitik çağı, yeni zamanla*rın ve binyıllık intikamların gerçekleşmesinin eli kulağında ol*ması, eski yenilgileri silecek yeni krallığın gelmesi) destek ala*bilir: Halkların intikam ateşi kadar, sona ermekte olan aristok*rasilere duyulan nostaljiyi de taşıyabilecek bir söylemdir bu.

Sonuç olarak, hükümranlık ve yasa sorununa bağlanan felsefi-hukuksal söyleme karşıt olarak toplum içindeki savaşın sü*rekliliğini deşifre eden bu söylem, esas olarak tarihsel-siyasal bir söylem, gerçekliğin tarafgir bir zafer için silah işlevini gör*düğü bir söylem, iç karartıcı bir biçimde eleştirel ve aynı za*manda yoğun bir biçimde efsanelere dayanan bir söylemdir.

* * *
Bu yılın dersleri şu çözümleme biçiminin ortaya çıkışma ayrıldı: savaş (ve savaşın çeşitli yönleri, istila, muharebe, fetih, zafer, yenenlerle yenilenlerin ilişkileri, yağma ve ele geçirme, ayaklanmalar) tarihin ve daha genel olarak toplumsal ilişkilerin bir çözümleyicisi olarak nasıl kullanıldı?

1) Önce bu konudaki bazı sahte öncüleri ayırmak gerekiyor. Özellikle de Hobbes'un öncülüğünü. Hobbes'un herkesin her*kesle savaşı dediği şey kesinlikle gerçek ve tarihsel bir savaş de*ğildir, ama, herkesin, herkes tarafından kendisi için oluşturduğu tehlikeyi ölçtüğü, ötekilerin dövüşme isteğini kestirdiği ve kuv*vete başvurduğunda altına gireceği riski değerlendirdiği bir ta*sarlama oyunudur. Hükümranlık -ister bir "kurum cumhuriye*ti" ya da ister bir "edinilmiş cumhuriyet" söz konusu olsun-, kesinlikle savaşçı bir egemenlik olgusuyla değil, tersine, savaş*tan kaçınmayı olanaklı kılan bir hesapla kurulur. Hobbes'a göre devleti kuran ve ona biçimini veren savaş-olmayandır.

2) Devletlerin kaynağı olarak savaşların tarihi, kuşkusuz, XVI. yüzyılda, din savaşlarının sonunda ortaya kondu (örneğin Fransa'da HotmanTa). Ama bu tür çözümleme özellikle XVII. yüzyılda gelişti. Önce İngiltere'de, parlamentodaki muhalefetin ve Püritenlerin, İngiliz toplumunun, XI. yüzyıldan bu yana bir fetih toplumu olduğuna ilişkin düşüncesi gelişti: buna göre monarşi ve aristokrasi, özel kurumlarıyla birlikte, Normanlar tarafından getirilmiştir, öte yandan Sakson halkı, ilk özgürlük*lerinin kimi izlerini güçlükle de olsa korumuştur. Coke ve Sel*den gibi İngiliz tarihçileri İngiltere tarihinin başlıca bölümlerini bu savaşçı egemenlik temeli üzerinde yeniden kurarlar; bu bö*lümlerden her biri birbirine düşman olan, kurumları ve çıkarla*rı açısından birbirinden ayrılan iki ırk arasında tarihe dayanan ilk savaş durumunun ya bir sonucu ya da yeniden alevlenmesi olarak çözümlenir. Bu tarihçilerin çağdaşları, tanıkları ve kimi zaman başoyuncuları oldukları Devrim de böylece bu eski sa*vaşın son muharebesi ve rövanşı olacaktır.

Aynı türden bir çözümlemeye, daha geç bir tarihte Fran*sa'da ve özellikle XIV. Louis saltanatının sonundaki aristokrat çevrelerde rastlanır. Boulainvilliers, bunu en tutarlı biçimde di*le getirecektir; ama bu kez tarih, galip gelen adına anlatılır ve haklar galip gelen adına talep edilir; Fransız aristokrasisi Ger*men kökenli olduğunu ileri sürerek, bir fetih hakkını dolayısıy*la krallığın bütün toprakları üzerindeki seçkin mülkiyet ve bü*tün Galyalılar ve Romalılar üzerindeki mutlak egemenlik hak*kını kendisine mal eder; ama, kökeninde ancak kendi rızasıyla kurulmuş olan ve bu durumda her zaman sabit sınırlar içerisin*de tutulması gereken krallık iktidarı karşısında ayrıcalıkları ol*duğunu da ileri sürer. Bu biçimde yazılan tarih, İngiltere'de ol*duğu gibi, temel kategorisi başkaldırı ve koparılan ödünler olan, yenenlerle yenilenlerin süregiden çatışmasının tarihi de*ğildir artık, kralın içinden çıktığı soylu sınıfa hıyanet etmesinin ve yetkilerini gasp etmesinin ve Galya-Roma kökenli bir burju*vaziyle yaptığı doğal olmayan gizli anlaşmaların tarihi olacak*tır bu. Freret ve özellikle Buat-Nançay tarafından yeniden ele alman çözümleme şeması bir dizi polemiğin konusu oldu ve Devrim'e kadar önemli tarih araştırmalarının yapılmasına yol açtı.

Önemli olan, tarihsel çözümleme ilkesinin ırkların ikiliğin*de ve savaşında araştırılmış olmasıdır. Bu ilkeden yola çıkarak ve Augustin ve Amedee Thierry'nın kitaplarının aracılığıyla, XIX. yüzyılda tarihin iki tür çözümü gelişecektir: bunlardan bi*ri sınıf savaşımına, öteki biyolojik çatışmaya eklemlenecektir.


http://www.tflfelsefe.net/filozof.html



http://www.tflfelsefe.net/component/content/article/11-foucault/55-toplumu-savunmak-gerekir.html
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
"İnsan insanın kurdudur" demişti Hobbes.Bununla birlikte devletin toplumsal bir sözleşme olduğunu da söylemişti.Egoizmi her türlü etik değere üstün kılan anlayışıyla tanıdığımız Hobbes'a göre; bireyin toplumsal bir sözleşmeye imza atarak talep/yetkilerini bir kuruma (devlete) devretmesi büyük bir özveri olmalı ki bu da bencilikle çelişkili gibi görünüyor.Hatta bu yolla kurulan devletin de barışçıl nedenlerle, tam bir toplumsal uzlaşı içinde kurgulanması da çelişik (çünkü bireyin talepleri toplumunkinden önceliklidir O'na göre).İbn-i Haldun örneğin, devletin (üstün kılınmış bir erkin veye iktidarın) toplumun korunma ihtiyacından kaynaklandığını savunmuştur.Tehdit algısına bağlı olarak daha savaşkan bir devlet profiline uygun görünüyorsa da bu yaklaşım, en azından daha tutarlı geliyor bana...
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst