Maddeyi Tanımak

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Kulübü kategorisinde turko29 tarafından oluşturulan Maddeyi Tanımak başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,561 kez görüntülenmiş, 11 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Kulübü
Konu Başlığı Maddeyi Tanımak
Konbuyu başlatan turko29
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan sakal

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
- Ön Söz -
Böyle bir kitaba neden ihtiyaç vardır…
Birinci kitabımızda özelleştirmeleri anlatırken ve özelleşen kuruluşların
geride bıraktığı izleri incelerken, beraberinde getirdiği işsizlik, alım
gücü kaybı, üretimsizlik ve beraberindeki sosyal kaosun nedenlerinin,
bilinçli olarak görülüp, kurtuluş savaşının hemen ardından başlayan kalkınma
planlarının rastgele olup olmadığı, planlamanın kurtuluş savaşının
özünde Lozan anlaşmasının imzası ile bitip bitmediğini, gözler önüne
serebilmek için, baş komutanın konulara bakış açısının derinliğini görme
açısından önemli olması nedeni ileydi.
Aynı zamanda bu kitap serinin ikinci kitabı olacak olan sosyal, iktisadi
ve kültürel savaşın detaylarına girildiğinde anlaşılabilirliğinin açılımı
için gerekliliğindendi.
Sosyalizm tanımı da, Bilimsel Sosyalizm tanımı da gökten düşmedi,
insanoğlunun var olduğundan bu güne kadar, üretimde ve paylaşımda bir
birlerine duydukları ihtiyaçta en adil sistemin oluşturulması için yüzlerce
yıllık bilgi ve emek birikiminin bilimsel temellerde günün koşullarına
ve bilme uygun olarak süzgeçlerden geçerek çok yönlü irdelenmelerinin
ürünü olarak ortaya çıktı, çağın her aşamasında, çağın gerektirdiğini bilimin
ateşinin beslenmesi ile gelişti ve gelişimini de sürdürmeye devam
edecek.
Doğmaya dönüştürülmesi mümkün olmayan bu düşünce, doğru analiz
ve çözümlerle sürekli olarak yaşama hizmet edeceği açıktır.
Akla uygunluğun başlangıçta gözle görülene üstün olması, bununla
beraber akla uygunluğun gözle görülenle terbiye esası.
Evvela Sosyalist olmalı, Maddeyi tanımalı !*
M.Kemal Atatürk 30 Kânunuevvel (12Ocak1904)
Güneş Hüzünlü Batar’ın ikinci kitabı olarak neden bu sözlerle başladığımı
kitabın okuma sürecinde çok daha iyi anlaşılacağına eminim.
Düşünceler doğma olarak kabul edildiğinde, doğasına aykırı olduğunu
açmak, o dönemin şartlarına uygun köhnemiş bir imparatorluğun
yağmalanmış parçacıkları arasından filizlenen yeni ülke oluşturma mücadelesinin
temelindeki yöntemlerin hedeflerinin kesintiye uğratılmaması
durumunda nereye geleceğimizin anlaşılması için bu kitap gerekli idi, bu
kitap için de bu başlangıcın önemli olması gibi.
Kitabın hazırlanışında emeği geçen Ayşeğül Öztürk’e çok teşekkür
ederim.
T. Öğer KOÇ
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Akla uygunluğun başlangıçta gözle görülene üstün olması, bununla beraber akla uygunluğun gözle görülenle terbiye esası.
Evvela Sosyalist olmalı, Maddeyi tanımalı !*

M.Kemal Atatürk 30 Kânunuevvel (12Ocak1904)


Bir sözün bu denli yaşama ışık tutacak boyutta özetlenmesi çok zor bir olgudur diye düşündüm. Kimin söylediği, söyleyenin alıntı mı yaptığı değil, içinin doluluğu ve kapısının davetkâr biçimde açık oluşu önemliydi.

Bu sözü anı defterine yazmak ya da alıntı olarak kabul etmek büyük bir bilgi birikiminin ve inanmışlığın ürünü.
“Akla uygunluğun başlangıçta göz ile görülene üstün olması,”
“Akla uygunluğu gözle görülene terbiye esası.”
“Evvela sosyalist olmalı”
“Maddeyi tanımalı !”
Sıralama ile gidildiğinde, yaşamın gelişiminin özetini maddeci çerçevede, diyalektik içerisinde, bir bütün olarak görmemizi sağlatan bu tümceler, sonuçta maddeyi tanımalı ile biterken, maddenin gelişiminde ve onu değiştirmede öncelikle onu tanımanın gerekliliğini vurgulamakta, bunun için de insanın önce diyalektik, tarihsel materyalizmi temel alması gerektiğini ortaya koymaktadır.

“Maddeyi tanımak için neden sosyalist olmak önemlidir?” diye sorarsak, madde yaşamın kendisidir, bir enerji oluşumudur. Maddeyi tanımamak yaşamı tanımamaktır, yaşamın oluşumunu ve yaşamın devamını sürdürebilmenin temel koşullarından uzak kalarak, yaşamı şekillendirici olmanın uzağına düşmemek demektir. Maddenin tanınması onu sadece o kesit içerisinde ele almakla mümkün olmaz. Oluşum sürecinden ve bu süreçten sonraki tüm dönüşüm süreçlerinin sebep sonuç bağıntılarıyla her türlü etkileşim süzgeciyle incelenmesi gerekir. Bu da, maddenin tanınması için insanla olan iktisadi, sosyal ve siyasi yönünün bir bütün olarak ele alınmasının zorunluluğu demektir. Bu nedenle maddeyi tanımak için, sosyalist olunmalı, bir başka deyiş ile tarihsel diyalektik materyalizmin işlevsel bütünlüğünü bilmeli. Yani maddenin yaratılmışlığına inanmak değil, maddenin oluşum (dönüşüm) yasalarına hakim olunmalı. Elbette ki burada nedir “sosyalist olmak” kestirme bir soru olarak ta kestirme bir cevap almak için sorula bilinir, konuyu kestirmeden cevaplamak bir çok sıkıntıyı da beraberinde getireceğinden, daha çok sosyalist birisin nasıl düşünmesi gerekliliğini ortaya koyarak yanıtlamanın doğru olacağına inandım.
Burada karıştırılmaması gereken iki konu var sosyalistlik ve bilimsel sosyalistlik. Bizim burada ele alış biçimimiz sosyalist kavramıdır. Elbette ki bu girişim kafaları biraz karıştırmış olabilir, bu konu sözün yazıldığı tarih “1904” itibarı ile olması nedeni ile dönemin içerisinde incelenmesi gerekliliği sonucudur, iki kavram arasındaki fark maddeyi tanıma yöntemleri ile ayrılmaz, maddeyi bir üst aşamaya çıkartmadaki yöntemler farkı ile ayrılır, günümüze kadar gelen süreç bu yöntemlerin tamamının tekrar incelenmesi gerekliliğini de ayrıca ortaya koyması açısından ayrı bir önem taşıdığı da ortadadır.

Bu nedenle konumuza tekrar dönersek;
Yaşamın milyonlarca yıl önceden ilk ortaya çıkışı tüm bilimsel yaklaşımlarda ortak noktası enerjinin şekillenmesi ve maddeye dönüşümü ile ilgilidir. Bu süreğenlik bilimsel bir olgudur. Bunun takibi bize yaşamın sırlarını verirken, yaratılış teorilerindeki kaderciliği ortadan kaldırarak bilginin ve emeğin önemini ortaya kor.

Güneş patlaması, dünyanın oluşumu, okyanusların yükselmesi, canlı patlaması, oksijen ve karbondioksit üretimi, atmosferin oluşumu, güneş ışınlarından koruyucu tabakanın ortaya çıkışı, tek hücreli canlılar ve süreç içerisinde çok hücreli canlılara dönüşüm ve ilk insanın ortaya çıkması... Bunların hepsi maddenin tanınması ve incelenmesi ile netlik kazanılan sorgulama yanıtlarıdır.

Yaşamın süreğenliğindeki değişimler elbetteki yaşamın içindeki çözümlemelerle değerlendirilecek ve bir ileri aşamasına taşınacaktır.

Maddenin incelenmesi maddeci düşünceyi doğuracak, o düşünce maddeyi değiştirmeye çalışacak, maddedeki o değişim yeni düşüncelere rahim görevi yapacaktır. Bu etkileşim elbette ki kendiliğinden olmayacaktır. Maddenin diyalektik tarihsel materyalist gelişimini tanımak; bu nedenle yaşamı tanımaktır. Sorunları çözmede, ileri gitmede atılacak zorunlu adımdır.

Günümüz ilişkilerine bakıldığında maddede hızlı bir değişim olurken ki aynı zamanda gelişme diye de adlandıracağımız aynı şeyi, yaşamda diyememekteyiz.
Madde yaşamı her geçen gün sıçramalar yaparken, bunun yansımaları sosyal yaşamda olumsuz bir biçimde kalıyorsa, bu madde ile olan bilgileşim sürecinde aklın uyum sağlayamamasından kaynaklanır. Yani maddenin gelişimine toplumsal katmanlar ya da sınıfsal yapılanmanın bir kısmının aklı uyduramaması engel oluyor. Bu durumda da kaçınılmaz olarak, maddenin gelişiminde bilinçlenme ve mevzileşmede herkes aynı oranda (emeği oranında) payını alamıyor. Toplumsal yaşamın açmazı gibi görünen bu olayın çözümlemesinin aranacağı yerin yine maddenin aldığı bu yol güzergâhı ve onun oluşturuluş biçiminde olduğu açık ve nettir. O zaman yapılması gereken de bu güzergâhın incelenmesi ve sağlıklı çözümlemeler yapılması temelinde yükselmelidir.

Akılla madde arsındaki bağıntının birbirleri üzerindeki etkileşimine açıklık kazandırılması birçok karmaşık yapılanmaların basite indirilmesi olur. Bilgilenme aklın çalışımının daha verimli olmasını sağlar. Bilgilenmenin temel yolu da, tarihsel sürecin içerisindeki diyalektik, ortaya çıkarılan kuramların doğru yönde algılanması ve bunun yaşam içerisinde doğruluğunun kontrolleri ile mümkündür.

Canlı organizmaların yaşam içerisindeki oluşumu belirli fiziksel, kimyasal reaksiyonların ve ortamların bir araya gelmesi ile biyolojik yapılanmaya dönüşümünü sağlamıştır. Biyolojik canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için, bünyelerindeki o değişim ve beslenme yapısının korunması için, bunun devamını getirmeleri, yaşama tutunmaları için önemli bir koşul olmuştur. Canlılar arası farklılaşma incelendiğinde görürüz ki madde ile olan ilişkiler önemli rol oynamıştır. Canlılar arası farklılaşmada gelişimi sadece maddeyle de sınırlandırmak insanı yanlışlığa götürür. Çünkü insanlığın gelişim sürecinde göreceğiz ki, benzer birçok maddi oluşuma rağmen topluluklar arası gelişim farklı süreçlerde farklı aşamalardan geçmiştir.

Maddenin gelişimi kadar madde karşısında aklın eğitimi de önemli rol oynamaktadır. Bilgilenme, aklın devreye doğru çerçeveye girmemesi durumunda olumlu gelişme sağlanamaz. Uygun zaman yer ve ortam olmazsa olmazlardandır.

Yaşamlarının devamı için beslenme ve üreme refleksi, yaşama tutunma refleksi süreç içerisinde canlıların gelişimi ile önemli roller ve farklı biçimler almıştır. Kimi canlı bu refleksi geliştiremezken kimi canlı çok hücrelilik süreci ile birlikte farklı biçimlerde hayata geçirmeye başlamıştır. Doğa içinde cansız maddelerin sürece dayalı mücadelesi, süreç içerisinde canlı maddelerin de önce kendi içlerinde sonra da çevre ve diğer maddelerle reaksiyon ve mücadele biçimi ile devam etmiştir. Bu mücadele yaşama tutunma mücadelesidir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, yaşama hakkı, yaşamak içinse kutsaldır.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Konumuzun sosyal yaşam ve insan olması nedeni ile insanoğlunun yaşam içerisinde maddelerle olan ilişkisini takip etmemiz gerektikçe de diğer alanlara girmemiz konuyu dağıtmamızı en aza indirecektir.

Yaşamın oluşumundan bu güne gelen sürecin milyonlarca yıla tekabül etmesi ve bu süreç içerisinde yazının 3200’lerde bulunduğu düşünülürse 5000’yıllık bir yazılı geçmiş ile ilgili izlerde somut, daha öncekilerde ise somuta dayalı aklın yolu ile zor bir yolculuğun gerçekleştirileceği kaçınılmazdır.

İnsanoğlunun yaşam süreci içerisindeki diğer canlılardan ayrılma aşamasını; ilk ayağa kalkışı ile başlatmamız sanırım yanlış olmasa gerek. Bu sürecin gelişiminin her bölgede aynı anda başladığını düşünmeninse yine maddeyi anlamamak değil ama geniş etkileşim ağını göz ardı etmek olacağını belirtmede yarar olduğuna inanıyorum.

Diğer birçok oluşumda olduğu gibi, doğada hiçbir şey bir diğeri değildir. Hiçbir oluşum bu nedenlerle tekerrür oluşturmaz, oluşturmadığı gibi, hiçbir oluşum bir diğerinin simetriği değildir.

Şöyle ki; kimi bölgelerde toplayıcı olma özelliği ağaçlardan yiyeceğini sağlama zorunluluğu bunu erkene alırken, kimi bölgelerde yerden toplama niteliğinden dolayı daha farklı zaman çizelgesinde olduğunu düşünmek daha gerçekçi olacaktır, Bu da yapılmış kazılardan çıkan buluntularla sabittir. Biz de bu yolda hareket etmenin bilimselliği çerçevesinde davranacağız.

“İnsanoğlunun ayağa kalkışı neden bu kadar önemlidir?” sorusu elbette ki akla ilk gelen sorudur ve yanıtı arkeologlar ve antropologlarca verilmiş olmasına rağmen kısaca bizim de bu konudan bahsetmemizde yarar görüyorum.

Ayağa kalkış ilk etapta fiziki gelişmede:
-Hareketi esnasında ön ayak olarak kullandığı uzvun ele dönüşmesini sağlatmıştır,
-Elin kullanılışı beslenmesine yönelik ve beslenmede kullandığı doğal maddeleri geliştirmesine yönelik kolaylıklar sağlamıştır,
-Sopa, taş ve benzeri maddeleri kullanmasında unsur olmuştur,
-Toplayıcılığın yanı sıra avcılığında gelişimine katkıda bulunarak beslenmenin çeşitlenmesini sağlamıştır.

Beyinsel gelişiminde:
-Ki daha önemlisi görüş mesafesinin çeşitlenmesi ile tercihlerinin çoğalması muhakeme yeteneğinin önünü açmıştır.
-Ayağa kalkışı hareket halinde iken de çevreyi görmesine ve tanımasına neden olmuştur.
-Kendisinden güçlü yaratıklardan korunmak için kaçarken çevreyi görmesi seçenekler zenginliği içinde karalar vermesine muhakemesini daha hızlı yapma yeteneğini geliştirmesine ilk adımları oluşturmuştur.

Ve diğer tali unsurlar…
İnsanı diğer canlılardan ayıran şeyin düşünme yetisi olduğunu söyleseler de, bu maddenin tanınmasına uygun düşmemesi nedeni ile bu ayrımın temeline inmek gerektiğini düşünüyorum. Her canlının şu ya da bu biçimde algılama ve algıladığını özümseme yetisi vardır. Bu yetinin sorgulama sonrası karar verme aşamasına getirilmesi muhakemeyi (aklı) oluşturur. Bu nedenle insani değer yargı ve seviyesinin düşünme ile değil muhakeme gücünün (akıl gücünün) birikimleri ile, doğru tercihe götürme şekli ile tartılması gerekir. Bu yetiye akıl diyorsak insanı diğer canlılardan ayıran özelliğin akıl yapısındaki gelişmişlik olduğunu söylememiz gerekir.

Bu nedenledir ki insanın ayağa kalkması, her attığı adımda seçenekler oluşturması, aklın gelişimindeki önemli olgularından birisidir. ilk dönem için; ilk insanın küçük sürüler halinde yaşaması içgüdüsel bir olgudur, araştırmacıların ağırlığın anaerkil olarak adlandırdığı bu dönem, günümüzdeki aile yapısındaki üretim ve tüketim açısından günümüzdekinden farklı bir biçim olmadığı, sadece çeşitliliğin günün koşullarına uygunluğunun söz konusu olduğu ortadadır. Bu süreçteki insan sürülerinin 30 ile en fazla 80 kişi arasında olduğu bu güne kadar yapılan araştırmalardan da anlaşılıyor.

Neden 100 ya da daha fazla olmadığı sorusu akla gelebilir. Her soru kendi içerisinde nesnel ortamında değerlendirilmelidir. Anaerkil süreç doğurganın korumacılığı içgüdüsüne bağlı ve yetiştirme süreci içerisindeki bu korumacılığın getirdiği içgüdüsel şartlandırma refleksi ile kurduğu otorite sayesinde üretimi oluşturucu ve paylaştırıcıdır. Üretim tamamen bu süreç içerisinde ihtiyaç içindir. İhtiyaç hayatta kalma, barınma, yaşamı devam ettirme (biyolojik) ve beslenme ile sınırlıdır.

Anaerkil süreç içerisindeki sayısal yapılanmayı sorguladığımızda, sayısal anlamda bu süreçte genişlememenin doğurgan olan canlının analık içgüdüsü ve yavrularına sahip çıkışı, diğer canlılarda olduğu gibi insan sürüsünde de aynı gerçekliğin kaçınılmazlığı ilkel benlik dönemine en iyi örnektir.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
yukarıda bahsettiğiniz ''insan sürülerinin 30 ile en fazla 80 kişi arasında olduğu'' dönem kaçıncı binyıllar arasındadır sayın turko29 ?
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Anaerkil süreçle başlayan 15 000 ile 30 000 yıllık süreç içerisinde devam eden günümüzde halen çok enderde olsa ilkel bölgelerde kabile yaşantısını devam ettiren her dönemde. Burada kabile derken kastedilen toplumumuzdaki aşiret anlayışı değil...
Yazının içerisinde aslında bu durum net ifade edilmiş, sayısal yapı niteliksel konumdan kaynaklı... Üretimde ve tüketimde bölgenin konumu ve kullanım şartlarına dayalı gelişmelerle ilgili olduğu düşünülüyor, Farklı yıllara göre (binlerce yıllık fark) yapılan kazı sonuçları, bu sonuçlar sabit, değişebilecek olan sadece Antropoloğların ve sosyologların yorumları olur.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Sayıların çoğalmaması canlının yapısındaki denetleme, yönetme ve benzeri güdüsel reflekslerinin sonucu iç çekişmeleri doğurmasındandır. Birçok antropolog bunu toplayıcı süreçteki besin tedarikinde çekilen bölgesel sıkıntıya dayasa da, bu tezin tek başına tüm topluluklara mal edilmesi bana doğru gelmiyor. Bunun da bir payı vardır elbette o süreç içerisinde. Doğadakini sadece toplaması açısından bakıldığında, tek neden olarak bakılmadığında bu mümkündür.

Yine de bipedalizmin (insanın ayağa kalkışı) ilk ortaya çıkışı olarak adlandırılan sürecin 5 ile 7 milyon yıl önce oluşu, o süreç içerisindeki canlı yaşamının verimliliği, bu toplama ve avlanma sahalarının bolluğu varsayımı, ayrılıkları sadece bu düşünceye bağlamayı zayıflatıyor.

Ana, koruma içgüdüsünü sürekli taşırken erkekte büyük kıtlık dönemlerinde sürüyü terk etme, yavrularını yiyebilme özelliği, süreç içerisinde anaerkil yönetimde erkeğin konumundaki değişimlere neden olmuştur. Bazen dışlanmalarda bu dışlamayı gerçekleştirecek erkin olmaması, anaerkil yapının farklılaşması, toplayıcı dönemde erkeğin fonksiyonunu kadının da yapabilmesi, kadının otoritesinin yoğunluğunun getirdiği ortamda erişkin hale gelen erkeklerin süreç içerisinde topluluklardan ayrılışı, bu süreç beraberinde avcı toplayıcılarını oluşturmaları, ilkel toplum sürecinin tek bir çizgide gelişmediğini, maddi yaşamın ve ihtiyaçların şekillenmesi doğrultusunda çeşitlilikler arzettiğini ortaya koyuyor.

Bu bahsettiğimiz olayların oluşum süreci milyonlarca yılı içerisine alan bir zaman kesiti içerisinde cereyan etmiştir.

Bu süreci incelerken genelleme yaparak bir sonuca ulaşmaya çalışmanın zorluğun ötesinde birçok yanlışlığı beraberinde getireceği kaçınılmazdır. İlk insanın topluluklar halinde yaşaması anaerkil olarak başlamasına rağmen, erişkinlik ve farklılaşım, toplulukların kendi içerisindeki örgütlenme biçiminde de farklılaşmaları doğurmuştur.

Kaynaklar incelendiğinde, anaerkil yapılanmaların alt süreçlere inildiğinde yapılarındaki değişimlerin hızla ataerkil ve benzeri türden topluluklara dönüştüğünü görülüyor. İlk baştaki toplayıcı sürüleri, avcı toplayıcılığa geçildiğinde anaerkil süreçteki bu değişimin ve etkileşimin erkekten yana işlediğini gösteriyor.

Erkeğin öncelikli ve hakim duruma gelmesi, kadınına sahip çıkması beraberinde iç çelişkileri ve toplumsal yapıdaki değişimlerin öncülüğünü oluşturuyor.

Kadının doğurganlığından kaynaklanan sahiplenme güdüsünün temelinde yatan besleme ve koruma duygusu, erkeğin sahiplenmesindeki sahip olma duygusunun farklılığı, erklerin işleyişinde de kendini yaşam içerisinde belirgin bir biçimde gösteriyor.

Kadının doğal yoldan elde ettiği erk; uzlaşı ve ihtiyaçların karşılanması yönündeki yönetim anlayış erki, ataerkil süreçte erkeğin, erki zapt ederek ele alışı; topluluk içerisindeki çelişki yapılanmalarının farklılığını oluşturuyor.

Anaerkil yapıdaki; yapıda temel ihtiyacın beslenme ve korunma düzeyindeki doğa ile çelişki olarak şekillenmesi durumu var iken, ataerkil yapıda beslenme ve korunmaya ilave olarak erk ile ilgili iç çelişkilerinde olması, erki ele geçirmek toplulukta gücü temsil etmek, bunun sürdürmek gibi ilişkilerinde olması, ataerkil yapı ile anaerkil yapıların değişim ve gelişim süreçlerinin en belirgin nüveleridir.

Erkin mücadeleye açılması, topluluk içi çelişkilerin oluşması, beraberinde çelişkilerin çözüm yollarının zorlanması ve çözümlerin oluşturulması, topluluğun gelişiminde önemli bir ivme görevinin de oluşmasını sağlar. Kişi beceri ve yetenekleri daha fazla ön plana çıkmaya ve iletişim kurma zorunluluklarındaki artma iletişim yollarının gelişmesine neden olur.

Anaerkil toplumdaki durağan yapı ve içe dönük model, ataerkil toplumda daha hareketli ve dışa dönük bir model oluşmasına neden olur. Katmanlaşmalar çeşitli nedenlerle daha belirgin bir hal alır.

Sosyal yaşamın normal bir süreçte alt yapıyı değiştirmesi mümkün olmazken, yaşamın ilk dönemlerindeki üretimin sadece beslenme ve toplayıcılık boyutunda olması, bu değişimin katman farklılıklarıyla da olabilirliğini güçlendiriyor.

Her toplulukta oluşan, yöneten güç ile yönetilenler arasındaki farklılık, yönetimin devamlılığının sürmesi açısından, yönetenlerdeki ayrıcalığı kaçınılmaz olarak oluşturuyor.

Toplulukların bu evrede kan bağına dayalı oluşması, çelişkilerin anaerkil süreçte ana otoritesi ile barışçıl yollardan çözümünü mümkün kılarken, ataerkil toplumlarda bu durum biraz daha farklı biçimlerde olabiliyordu. Bunun nedeni de çocuğun yetişmesinde ataerkil toplumda da annenin sürekli yakınlığı, babanın annenin oluşturduğu otoriteyi sağlayamayacak yakınlıkta olması nedeniyledir. Soyun devamı anaerkil yapıda ana, ataerkil yapıda ise baba ile takip edilmektedir.

Bu düşünceye göre geniş verimli arazi toplulukları ile dar alanlardaki sayısal farklılıkların katlamalı farkları oluşturması gerekirken, bunun kazılardan çıkan sonuçlarda görünmemesi, bu tezin zayıflığını göstermektedir.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
“Aklın gözle görüleni terbiye esası”, bilgilenmenin süzgeçten geçmesi ile anaerkil sürecin bir aradalığının, doğurganın çevresindeki etkisi ve denetimi altında kalabilen bir sayı olarak görülmesi, kan bağı esası ve bu esasın dışında kendi iç yasalarına uyum sağlama temelini gösteriyor. Anaerkil yapıdaki yaptırım yasaları fiiliyatta erkin elindeki güç seviyesi düşünüldüğünde icrada mümkün olmadığı dönemlerinde olduğu varsayımı mümkündür. Bu nedenle zorunlulukların oluşturduğu erkte paylaşımlar olma olasılığı yüksektir. Bunun ananın kardeşleri biçiminde ve yakın ergen çocuklar ile çözümlenmiş olma olasılığı yüksektir.

Hangi biçimde olursa olsun, anaerkil düzen içerisindeki üretim ve paylaşım sisteminin, yönetimdeki kişinin doğurgan olmasıyla yoğun artılar kazanması kaçınılmazdır.

Sonraki toplumları da incelediğimizde; kadının yönetimlerde söz sahibi olduğu süreçlerin, savaşçıl olmaktan çok paylaşımcı ve üretime yönelik sistemci olduğunu görüyoruz.
Kadının fiziki zayıflığı ihtiyaçlarının karşılanmasında daha çok akılcılığı zorlamasına neden olurken, çağın gereği olan savaşçıl olmayan toplumsal yapılanmaların ayakta kalamaması süreç içerisinde yok olması bundan ötürü olsa gerek.

Bu nedenlerle ilk toplulukların oluşum sürecine genel olarak bakıldığında anaerkil ağırlıklı yaşamdan bahsedilse de bu toplulukların anaerkil olarak çoğunlukta olmasından değil, yaşam biçimi olarak, üretim ve paylaşım, yönetim ve iş dağılımı açılarından farklı olmasından dolayıdır.

Bu düşüncenin tam tersi olarak ilk insanda benlikler gelişmeye başladıkça avcılıkla beraber fiziki gücün ortaya çıkışı, öldürme olgusunun gelişimi, erki ele geçirme mücadelelerinin de başlangıcı olmuş ve bu durumun süreç içerisinde toplumlarda ataerkil yapılanmaların çoğunluğunu oluşturmuş olduğunu düşünmemiz yanlış olmaz.

Bu süreçlerin ilk dönemlerinde erkin biçimi nasıl olursa olsun, üretim biçiminin ilkelliği, üretimdeki zorluklar nedeni ile üreticilerin ancak kendi beslenmelerine yetecek kadar ürün toplayabilmeleri, erkin üretimde pay almasındaki adaletsizliğin başkalarını besleyecek konumda olmaması, emek sömürüsünün dikkate alınacak bir konumdan uzak olduğu muhakkaktır.

Sürecin ilerlemesi güdüselliğin yerini seçenekselliğe bırakmıştır. İlk toplulukların ilerlemiş zamanlarında erkeğin ya da bir başka deyiş ile farklı gücün, bazı topluluklarda yönetimi ele aldığını, sadece insanda değil diğer canlı yaşam türlerinde (Goriller, Aslanlar, Kurtlar) de bunun farklı biçimde gelişmediğini görüyoruz. Bu, yaşam süreci içerisinde aynı olguları yaşayan canlıların, sürünün liderliğini ve paylaşımını her zaman için yöneten katmadan yana pozitif olarak kullandıklarını gösteriyor.

Bu süreçte üretimin ihtiyaç nispetinde olması ve paylaşımın, gücü elinde tutan erkin inisiyatifinde şekillenmesi nedeni ile farklılaşma sınıfsal olmamakta, katman biçiminde kalmaktadır.

Ürün, farklı paylarda dağılıma uğrasa da ihtiyaçların karşılanması doğrultusunda kolektif bir elde ediş vardır. İlk süreçlerde avcılık ve benzeri konularda besin elde etmede erkin katkısının diğer üyelerin katkısından fazla olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerek.

Erki elde tutabilmesi için gücünü süreklilik içerisinde göstermeye devam etmesi gerekiyor. Erkin; avcılığının yetersizleşmesi, av aletlerindeki kullanım yetisini kaybetmesi, yerine geçmeye hazır bekleyen rakiplerinden dolayı, bu becerisini sürekli besin elde etme konusunda gösterme devamlılığını erkte zorunlu hale getiriyor.

İnsanoğlunun gelişim sürecindeki ikinci kırılma (sıçrama) noktası ateşin bilinçli olarak kullanılmasıdır.
Bulgulardan hareket edilecek olursa ateşin kullanımının bilinçli olarak ilk kez bir milyon dokuz yüz binlere tekabül ettiği gözlenmekte.

“Ateşin bulunuşu neden önemlidir?” sorusu da tabi kaçınılmaz bir sorudur.
İnsanın ilk oluşumundan milyonlarca yıl sonraya uzanan ateşi kullanma serüveninin; veriler dikkatlice ele alındığında farklı gelişimler izlediğini görüyoruz.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Ateşin kullanılmasının bir milyon dokuzyüzbinlere tekabül ettiği dönemlere bulgulardan elde ettiğimiz bu bilgiyi ele aldığımda hala içten patlamalı araçlara biniyor olmamız (bukadar milyon yıl göz önüne alındığında motorun icadından bu yana)bana biraz garip geliyor.İnkalardan daha geri bir teknoloji..güneş tapınakları gerçekten çok garip..
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Bu kadar bilgi göz önüne geldiğinde ve teknolojik olarak ilerleyemememiz bu bilgiler arasında bir kopukluk olduğunun orta çıkması anlaşıldığında inansakta inanmasakta bir nuh tufanı efsanesinin gerçekliği açıkçası benim beynimi tırmalıyor.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Bütün bu gelişememişliğimizin sebebi ataerkil toplumlara dönüşmemiz ve üretim sürecinde en baştakilerin varlıklarını devam ettirebilmek ve gücü elinde bulundurabilmek adına alt tabakadakileri devamlı olarak yönetme isteğinin göstergesi olarak ortaya çıkıyor bence.Hala teknolojik olarak avcı toplayıcı bir konumda olan insan topluluklarından başka birşey değiliz bence.Şu etrafımıza bir bakarmısınız hayvanlar bile bizden daha medenii.yada şöyle demeliyim bir evrim sürecinde kendi evrimleşdiğimiz türlerden görünürde teknolojik olarak ilerde olsakta medeni açıdan daha gerideyiz.İyiki varsın annem.
 

turko29

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Şub 2010
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
65
Yine yanıldığımı görüyorum yazmada, Özür dilerim...
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Bu bir serzenişmiydi benmi yanlış anladım.asıl ben özürdilerim sizin yazınızdan yanlış şeyler çıkardıysam.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst