- Konbuyu başlatan
- #1
"MADDEYİ TANIMAK" sf-36-38
“ Maddeci düşünmek ile Diyalektik Materyalist düşünmek arasında bir fark var mıdır?”
Bir insanın maddeci düşünmesi, onu, o maddenin yasalarının işlerliğine ve toplumlarla olan gelişimindeki aldığı role götürmez. Bunun için kişini maddenin genel evrensel yapılanmalarını da öğrenmesini gerekir. Maddenin önce ya da sonra gelip gelmediği onun oluşumunu ve iç yasalarını anlatmaz. Sonuçta ilk de gelse bunun bir oluşum biçimi vardır. Bu yasaların dışına çıktığınızda son aşamada metafizik yönelişlerin içerisine, maddenin yaratılışı düşüncesinin içerisine girersiniz.
Oysa maddenin tarihsel diyalektik sürecine girerek çözüme yöneldiğinizde her oluşumun bir nedeni olduğunu, bu nedenin hiç birinin kendiliğinden değil diğer bir çok unsur ile bağıntılarını, maddenin hızı yavaşlamış bir enerji oluşumu olduğunu, değişimler ve gelişimlerde her bir gelişimin yeniye rahim görevi yaptığını görürsünüz. Evrendeki dinamizm ancak diyalektik tarihi materyalist düşünce ile takibinde netlik kazandırılır.
Bugün keşif olarak kabul ettiğimiz her düşüncenin altında tarihsel miras yatar.Bu sadece bugünün eseri değil milyarlarca yıllık bir oluşum sürecinin devinimidir.
“Metafizik düşünce nasıl oluşmuştur?”
İnsanın maddelerle olan ilişkisinde ilk öncelik çözüm konusunda doğum ve ölümlerle ilgilidir. İlk düşünce sürecinde doğumun, anne karnından çıkan bebek, annenin yaratıcılığı olarak algılanması aynı zamanda da anneyi kutsal hale getirir. Bu ilk toplumun anaerkil olmasındaki en önemli unsuru oluşturur. Annenin çocuğu yetiştirirken, (ki en uzun sürede erişkin hale gelen canlı türüdür insan) bir çok konuda yavrunun zayıf olduğu dönemlerde kullandığı yöntemlerle bir otorite oluşturması, bu otoritenin kutsallıkla birleşmesi anaerkin gücünün en büyük nedenidir. Süreç içerisinde doğumlardaki erkeğin fonksiyonunun ortaya çıkması kutsallığı zayıflatır. Yetiştirme süresindeki otorite devam eder. Erkek de kadın kadar doğumda pay sahibidir, cinsellik tabulaşır, basit kurallaşmalar başlar.
Düşünebilme yetisinin farkındalığına varılması insanı bedenle düşünce arasında bir sınıra zorlar. Ölümler sonrası tepkisellik bedenden tepkiyi oluşturan yapı olan ruhun çıkması olarak nitelendirilir. Bunda da anlamı çözülemeyen rüyaların etkisi büyüktür.
İnsanı en fazla meşgul eden konu, düşüncenin bir beden bularak onun içine girmiş olduğu kanısıdır. Milyonlarca yıl ruh olarak nitelendirilen bu yapı ölümsüz olarak kabul edilir ve bunun çözümü ve bu çözümler üzerine yaşamsal işlevleri kurulur. Aranan en büyük ruhtur, bu doğrultuda ruhları yanına alana tapılmaya başlanılır. Kimi toplumlarda bereket veren şeyler algılanırken kimi toplumlarda korkulan, özümlenemeyen yıldırım gibi, güneş gibi güçler kutsal sayılır.
Metafizik düşünce, yaratılma bilinci, düşüncenin gireceği maddeyi yaratan bir olgunun varsayımı ile başladı. Bu yaratan diye tanımlanan olgu onların yeryüzündeki temsilcileri tarafından toplumu yönetmeye tayin edildi. Ve her şey onun denetiminde ve arzusunda şekillendi sonucuna varıldı. Üretim ilişkilerinin çeşitlenmesi ve gelişimine paralel bu inançlar da şekillendi ve gelişti. İnsanlık var olduğu sürece de devam edeceği, her çözümsüzlükte dönemin ilkel kalan düşünce yapılarında var olmasını sürdürmesi, kaçınılmaz olacağı açıktır.
Bu bölümde bence tartışılması gereken ya da bir başka deyiş ile açığa çıkarılması gereken konuları şöyle özetleyebiliriz:
- Kadının yönetimdeki yeri ile toplumsal yapının paylaşımdaki konumu,
- Üretim araçları ve beslenme biçiminin gelişimi ile akıldaki gelişim,
- Güç kullanımının ortaya çıkış nedeni ve ortaya çıkan yapılanmalar,
- Korkunun belirginleşmesi ve korkunun erk tarafından kullanım amaçları ve büyü ile tapınmaların başlaması,
- Kadın ve çocukların erkil yönetimdeki değişimlerle aldıkları konumlamalar,
- Yerleşik düzene geçişteki kan bağı zayıflaması ve ilkel uluslaşma,
- Avcılık aletlerinin gelişimi ile başlayan bireyin tek başına dolaşımının başlaması ve getirdiği bağımsız yapılanmalar yağmacılar ve mübadeleciler,
- Koruyuculuk sistemi ve verimli arazilere yerleşebilme koşullarının oluşumu.
Burada genel olarak bir toparlama yaparsak, doğal süreç ile başlayan anaerkil dönem, süreç içerisinde sayının ve ihtiyaçların artımı ile yeni istemlerin getirdiği yeni yapılanmaları ortaya çıkarır. Ataerkil ve bunun farklı biçimlerini, doğal sürecin bozulması, insanın işini kolaylaştırıcı aletlerin gelişimi, insanın özellikle de güçlü olanın topluluk dışı dolaşım işlevini kazanması, düşünsel anlamda bireyciliğin ve paylaşımdan bu farklılığını kullanarak farklı pay almanın alt yapısını oluşturur.
Sadece bir topluluğa bağlılık değil, topluluklardan, ortamın gelişimine göre takas alan ve benzer yöntemlerle zaman zaman büyü, zaman zaman da güç kullanarak, üretmeden, üretimden pay almaya başlayan bir katman ortaya çıkar. Bu, toplumlarda karakteristik bir yapı olmaması nedeniyle - buna sömürü diyemesek de-ileriki dönemlerde üretmeden erk veya başka yöntemlerle yaşamsal tarzın oluşmasının ilk kıvılcımlarını oluşturur.
“ Maddeci düşünmek ile Diyalektik Materyalist düşünmek arasında bir fark var mıdır?”
Bir insanın maddeci düşünmesi, onu, o maddenin yasalarının işlerliğine ve toplumlarla olan gelişimindeki aldığı role götürmez. Bunun için kişini maddenin genel evrensel yapılanmalarını da öğrenmesini gerekir. Maddenin önce ya da sonra gelip gelmediği onun oluşumunu ve iç yasalarını anlatmaz. Sonuçta ilk de gelse bunun bir oluşum biçimi vardır. Bu yasaların dışına çıktığınızda son aşamada metafizik yönelişlerin içerisine, maddenin yaratılışı düşüncesinin içerisine girersiniz.
Oysa maddenin tarihsel diyalektik sürecine girerek çözüme yöneldiğinizde her oluşumun bir nedeni olduğunu, bu nedenin hiç birinin kendiliğinden değil diğer bir çok unsur ile bağıntılarını, maddenin hızı yavaşlamış bir enerji oluşumu olduğunu, değişimler ve gelişimlerde her bir gelişimin yeniye rahim görevi yaptığını görürsünüz. Evrendeki dinamizm ancak diyalektik tarihi materyalist düşünce ile takibinde netlik kazandırılır.
Bugün keşif olarak kabul ettiğimiz her düşüncenin altında tarihsel miras yatar.Bu sadece bugünün eseri değil milyarlarca yıllık bir oluşum sürecinin devinimidir.
“Metafizik düşünce nasıl oluşmuştur?”
İnsanın maddelerle olan ilişkisinde ilk öncelik çözüm konusunda doğum ve ölümlerle ilgilidir. İlk düşünce sürecinde doğumun, anne karnından çıkan bebek, annenin yaratıcılığı olarak algılanması aynı zamanda da anneyi kutsal hale getirir. Bu ilk toplumun anaerkil olmasındaki en önemli unsuru oluşturur. Annenin çocuğu yetiştirirken, (ki en uzun sürede erişkin hale gelen canlı türüdür insan) bir çok konuda yavrunun zayıf olduğu dönemlerde kullandığı yöntemlerle bir otorite oluşturması, bu otoritenin kutsallıkla birleşmesi anaerkin gücünün en büyük nedenidir. Süreç içerisinde doğumlardaki erkeğin fonksiyonunun ortaya çıkması kutsallığı zayıflatır. Yetiştirme süresindeki otorite devam eder. Erkek de kadın kadar doğumda pay sahibidir, cinsellik tabulaşır, basit kurallaşmalar başlar.
Düşünebilme yetisinin farkındalığına varılması insanı bedenle düşünce arasında bir sınıra zorlar. Ölümler sonrası tepkisellik bedenden tepkiyi oluşturan yapı olan ruhun çıkması olarak nitelendirilir. Bunda da anlamı çözülemeyen rüyaların etkisi büyüktür.
İnsanı en fazla meşgul eden konu, düşüncenin bir beden bularak onun içine girmiş olduğu kanısıdır. Milyonlarca yıl ruh olarak nitelendirilen bu yapı ölümsüz olarak kabul edilir ve bunun çözümü ve bu çözümler üzerine yaşamsal işlevleri kurulur. Aranan en büyük ruhtur, bu doğrultuda ruhları yanına alana tapılmaya başlanılır. Kimi toplumlarda bereket veren şeyler algılanırken kimi toplumlarda korkulan, özümlenemeyen yıldırım gibi, güneş gibi güçler kutsal sayılır.
Metafizik düşünce, yaratılma bilinci, düşüncenin gireceği maddeyi yaratan bir olgunun varsayımı ile başladı. Bu yaratan diye tanımlanan olgu onların yeryüzündeki temsilcileri tarafından toplumu yönetmeye tayin edildi. Ve her şey onun denetiminde ve arzusunda şekillendi sonucuna varıldı. Üretim ilişkilerinin çeşitlenmesi ve gelişimine paralel bu inançlar da şekillendi ve gelişti. İnsanlık var olduğu sürece de devam edeceği, her çözümsüzlükte dönemin ilkel kalan düşünce yapılarında var olmasını sürdürmesi, kaçınılmaz olacağı açıktır.
Bu bölümde bence tartışılması gereken ya da bir başka deyiş ile açığa çıkarılması gereken konuları şöyle özetleyebiliriz:
- Kadının yönetimdeki yeri ile toplumsal yapının paylaşımdaki konumu,
- Üretim araçları ve beslenme biçiminin gelişimi ile akıldaki gelişim,
- Güç kullanımının ortaya çıkış nedeni ve ortaya çıkan yapılanmalar,
- Korkunun belirginleşmesi ve korkunun erk tarafından kullanım amaçları ve büyü ile tapınmaların başlaması,
- Kadın ve çocukların erkil yönetimdeki değişimlerle aldıkları konumlamalar,
- Yerleşik düzene geçişteki kan bağı zayıflaması ve ilkel uluslaşma,
- Avcılık aletlerinin gelişimi ile başlayan bireyin tek başına dolaşımının başlaması ve getirdiği bağımsız yapılanmalar yağmacılar ve mübadeleciler,
- Koruyuculuk sistemi ve verimli arazilere yerleşebilme koşullarının oluşumu.
Burada genel olarak bir toparlama yaparsak, doğal süreç ile başlayan anaerkil dönem, süreç içerisinde sayının ve ihtiyaçların artımı ile yeni istemlerin getirdiği yeni yapılanmaları ortaya çıkarır. Ataerkil ve bunun farklı biçimlerini, doğal sürecin bozulması, insanın işini kolaylaştırıcı aletlerin gelişimi, insanın özellikle de güçlü olanın topluluk dışı dolaşım işlevini kazanması, düşünsel anlamda bireyciliğin ve paylaşımdan bu farklılığını kullanarak farklı pay almanın alt yapısını oluşturur.
Sadece bir topluluğa bağlılık değil, topluluklardan, ortamın gelişimine göre takas alan ve benzer yöntemlerle zaman zaman büyü, zaman zaman da güç kullanarak, üretmeden, üretimden pay almaya başlayan bir katman ortaya çıkar. Bu, toplumlarda karakteristik bir yapı olmaması nedeniyle - buna sömürü diyemesek de-ileriki dönemlerde üretmeden erk veya başka yöntemlerle yaşamsal tarzın oluşmasının ilk kıvılcımlarını oluşturur.