Kuran’daki çelişkilerin oluşturduğu sakıncalı durumlardan örnekler

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde Furkan Topal tarafından oluşturulan Kuran’daki çelişkilerin oluşturduğu sakıncalı durumlardan örnekler başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,784 kez görüntülenmiş, 12 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Kuran’daki çelişkilerin oluşturduğu sakıncalı durumlardan örnekler
Konbuyu başlatan Furkan Topal
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan EMIR

Furkan Topal

Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Eki 2010
Mesajlar
112
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Çeşitli nedenlerle Kur’an’a çelişkili hükümler koymak yüzünden Muhammed, çoğu zaman kendisinin de pek içinden çıkamayacağı güç durumlarda kalmış ve bu durumlardan kurtulabilmek için, birtakım yollar arama zorunluluğunda kalmıştır. Nice örneklerinden biri, diğer konularda değindiğimiz “özgür irade” sorunlarıyla ilgili çelişmelerdir ki, bazı hallerde, kazanmak istediği kimseleri kaybetme sonucunu doğurmuştur. Konuya daha önce değinmiştik; fakat burada kısaca tekrarda yarar var:



Muhammed, kendisini “peygamber” olarak ilan ettiği ilk dönemlerde, kişilerin “iyi iş” karşılığında (yani Müslüman olmakla) cennetin nimetlerine konacaklarını, kötü iş karşılığında (yani putperest kalmakla) cehennemi boylayacaklarını söyleyerek taraftar kazanma yolunu aramıştır. Ancak, ilk iki yıl boyunca, karısı Hatice ve amcası Ebu Talib’in oğlu Ali ile kölesi Zeyd b. Harise hariç, kendisine inanan çıkmamıştır. İkinci yıldan sonra Ebu Bekir İslam olmuş, daha sonra oğlu Abdurrahman onu izlemiştir. Muhammed, onların bu tutumunu, yani kendi irade ve istekleriyle Müslüman olup mükafata hak kazandıklarını başkalarına örnek vermek için, Kur’an’a şu tür ayetler koymuştur:



Alıntı:
“İşlediklerinden ötürü herkesin bir derecesi vardır. Herkese işlediklerinin karşılığı ödenir. Kendilerine haksızlık yapılmaz. İnkar edenler, ateşe sunuldukları gün onlara, ‘...yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz’ denir” (Ahkaf Suresi, ayet 1920).

Görülüyor ki, bu ayeti koymakla, kişinin davranışlarında “özgür irade”nin rol oynadığı kanısını yaratmak istemiş görünmektedir. Sanmıştır ki, cehenneme gitmekten kurtulmak ve cennet nimetlerine kavuşabilmek için, Kureyşliler kendisini “peygamber” olarak kabul ederek baş eğeceklerdir. Ancak, bu yoldan kişileri kazanmanın kolay olmadığını çabuk fark etmiştir. Nitekim, kendisine babalık etmiş olan amcası Ebu Talib başta olmak üzere, Kureyş’in ileri gelenlerinden hiç kimse, onun bu tür çağrılarına kulak asmamıştır. Kuşkusuz ki, bu durum, onun “peygamber”lik iddialarını çürütebilir ve otoritesini sarsabilirdi. Yapılacak şey, bu gibi kişilerin, Tanrı’nın istememesi nedeniyle İslam olmadıklarını ortaya koymaktı. Bundan dolayıdır ki, “iyi” iş yapıp yapmamanın, örneğin, Müslüman olup olmamanın, kişi iradesine değil, Tanrı iradesine bağlı bir şey olduğunu söylemiş ve Kur’an’a bu kez şu tür ayetler koymuştur:



Alıntı:
“Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyete açar, kimi de saptırmak isterse... kalbini dar ve sıkıntılı kılar...” (Enam Suresi, ayet 125).

Kur’an”’d koyduğu diğer bir ayet şöyledir:



Alıntı:
“Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru yola eriştirir” (Kasas Suresi, ayet 56).

Bu ayetleri, Müslüman yapamadığı kişiler için, özellikle amcası Ebu Talib vesilesiyle ve onun ölümü üzerine koymuştur.1 Yine bunun gibi, Kur’an’a. koyduğu bir diğer ayet şöyledir:



Alıntı:
“Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de doğru yola eriştirir” (İbrahim Suresi, ayet 4; ayrıca bkz. Kehf Suresi, ayet 17).

Söylendiğine göre bu ayeti, bir türlü Müslüman yapamadığı alNadir alHaris vesilesiyle koymuştur. Böylece bu kişiyi Müslüman yapamamaktan kaynaklanan başarısızlığının göz ardı edileceğini hesaplamıştır.






1 Ebu Leheb için de buna benzer ayetler koyduğu söylenir.





Öte yandan, kendi kavminden ya da diğer kavimlerden olan Arapları, putlara ve ilahlara tapmaktan uzaklaştıramayınca,
Alıntı:
“Allah dileseydi puta tapmazlardı; seni onlara koruyucu yapmadık...” (Enam Suresi, ayet 107)


ya da
Alıntı:
“Allah dilediğini saptırır, dilediğim de doğru yola eriştirir” (Müddessir Suresi, ayet 31, 42)

şeklinde ayetler koyup, sorumluluğun Tanrı’ya ait olduğunu anlatmak istemiştir. Böylece kişilerin, “Sen nasıl peygambersin ki, insanları İslama sokamıyorsun?” şeklinde konuşmalarını önleyebileceğini düşünmüştür.



Medine’ye geçtikten sonra, Yahudileri (ve diğerlerini) Müslüman yapmak isteyip de yapamayınca, aynı taktiği izlemiştir: Tanrı’nın bütün insanları Müslüman kılma gücüne sahipken yapmayıp, bir kısım insanları “kafir” kıldığını bildirmiştir. Bu amaçla, Kur’an’a& koyduğu ayetler arasında şunlar var:



Alıntı:
“Ey Muhammed! Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı ... Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz...” (Yunus Suresi, ayet 99100).

Alıntı:
“...Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah’ın kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahrette de büyük azap vardır” (Maide Suresi, ayet 41).2

Böylece kişilerin Müslüman olup olmamalarından dolayı kendisine söz gelmesini önlemeye çalışmıştır. Çalışırken de, yukarıda belirttiğimiz gibi, Kur’an ayetleri arasında çelişkilere neden olmuştur.



Fakat, Kur’an’a. “Tanrı dilediğini doğru yola sokar, dilediğini saptırır” ya da “dilediğini Müslüman, dilediğini de kafir yapar” şeklinde ayetler koymanın, kendi bakımından sakıncalı sonuçları olmuştur. Müslüman olmak istemeyenler, ona karşı, onun bu silahıyla karşılık vermişlerdir. Örneğin, puta tapanlar (müşrikler) şöyle konuşur olmuşlardır:



Alıntı:
“Mademki insanları doğru yola sokan ya da saptıran, Müslüman ya da kafir yapan, puta taptıran ya da taptırmayan bizzat Tanrı’dır ve mademki Tanrı’nın izni olmadan hiç kimse inanamaz, o halde bizim davranışlarımızda Tanrı’nın dileğine aykırı bir şey yoktur; aksine onun dileğine uygunluk vardır. Çünkü, bizi böyle yapan Tanrı’dır; eğer putlara tapıyorsak, Tanrı öyle istediği için tapmaktayız. O halde bize karışmak sana düşmez.”

2 Sahihi..., c.10. s.119 vd.







Nitekim, onların bu şekildeki konuşmalarını Muhammed, Kur’an’da şöyle yansıtmaktadır:

Alıntı:
“Allah’a es koşanlar, ‘Allah dileseydi ondan başka hiçbir şeye ne biz ne de babalarımız taparlardı. Onun buyruğu olmaksızın hiçbir şeyi haram kılmazdık’ dediler...” (Nahl Suresi, ayet 35; ayrıca bkz. Enam Suresi, ayet 107).

Bu şekildeki konuşmalar Muhammed’i yeni bir çıkmaza sokmuş olmaktaydı ve bunları geçersiz kılabilmek için “sorumluluk” ilkesine başvurmak gerekirdi. Bu nedenle, Kur’an’a, akıl yoluna girmeyenlerin cehennemlik olacaklarına dair ayetler koymuştur:



Alıntı:
“(Cehennemlikler) Diyecekler, ‘Söz dinlemiş ya da düşünmüş (aklımızı kullanmış) olsaydık, şimdi ateşlikler arasında bulunmazdık’...” (Mülk Suresi, ayet 10).

Bu tür ayetleri koyarken, onları kendi sorumluluklarıyla baş başa bırakıp korkutma çabasındaydı; ama bunu yaparken Kur’an’ı çelişkili hükümler yığını haline getirdiğini önemsememiştir.





“Rızık” konusunda Kur’an’a koyduğu hükümlerin çelişkili olması nedeniyle de, Muhammed, çoğu zaman güç durumlarda kalır olmuştur. Çünkü, bir yandan rızkın Tanrı’dan geldiğini, Tanrı’nın bazı kimselere az, bazılarına da çok rızık verdiğini söylerken (ve bu doğrultuda Kur’an’a ayetler koyarken), diğer yandan kendilerine çok rızık verilen kimseleri, sadaka ve zekat yoluyla yoksulları geçindirme zorunluluğu altında kılar şekilde ayetler koymuş ve bu ayetler arasındaki çelişkiler nedeniyle, hem yoksul sınıfın hem de varlıklı sınıfın mensupları tarafından güç durumlarda bırakılmıştır. Bu durumlardan kurtulmak amacıyla yeniden ayetler koyarken, yeniden çelişkiler yaratmıştır. Bu çelişkileri ve çelişkilerin nedenlerini anlayabilmek için Kur’an’da rızık konusuyla ilgili bazı ayetlere göz atalım:



Muhammed’in söylemesine göre, Tanrı, bazı kimselere az ve bazı kimselere bol rızık verdiğini bildirmiş, bunu yeryüzünde düzen sağlamak için yapmış ve örneğin Zuhruf Suresi’nde şöyle demiştir:



Alıntı:
“Dünya hayatında geçimlerini aralarında böldük ve bazılarım bazılarından üstün kıldık ki, bazıları bazılarına hizmet etmekle alem düzen bula...” (Zuhruf Suresi, ayet 32).

Şura Suresi’nde Tanrı, az ve çok rızık dağıtmak şeklinde yeryüzünde azgınlık çıkmasını önlediğini belirtiyor:



Alıntı:
“Eğer Allah bütün kullarına bol rızık verseydi, yeryüzünde muhakkak ki azgınlık eder, azarlardı; ama o, dilediğine bir ölçüye göre verir” (Şura Suresi, ayet 27).

Yine Muhammed’in söylemesine göre, Tanrı’nın kimine az, kimine çok rızık vermesi, onları sınamak içindir:



Alıntı:
“(Tanrı) size verdiği şeylerle sizi sınamak için, bir kısmınızı bir kısmınızla, mevki ve paye bakımından yüceltir” (Enam Suresi, ayet 165).

Alıntı:
“Andolsun ki, mutlaka sizi, birazcık korkuyla, açlıkla, mal ve meyve noksanıyla sınayacağız...” (Bakara Suresi, ayet 155; ayrıca bkz. Bakara Suresi, ayet 153, 156).

Görülüyor ki, Tanrı, kendine özgü bir mantıkla, insanlardan bir kısmına az, bir kısmına da bol rızık verdiğini bildirmekte. Bildirirken de bu farklılığı, “alemin düzen bulması” ve “yeryüzüne azgınlık çıkmaması”, “kullarını sınamak” için yarattığını söylemektedir. Fakat, bunları söyleyen Tanrı, bol rızık dağıttığı kimseleri,’fakirlere sadaka ve zekat vermekle sorumlu tutmak üzere şu buyrukta bulunuyor:



Alıntı:
“Allah (vermiş olduğunuz sadakaları) günahlarınızdan bir kısınma karşılık tutar (günahlarınızı yok sayar)... Sarf ettiğinizin (verdiğiniz sadaka ve zekatın) sevabı size aittir: Sarf ettiğiniz.. şeyin karşılığı... size verilir” (Bakara Suresi, ayet 271272).

Dikkat edileceği gibi, burada Tanrı, bol rızık verdiği kimseleri fakirlere sadaka vermeye çağırırken, verdikleri sadakaya karşılık onların günahlarını (suçlarını) affedeceğini ve üstelik kendilerine sarf ettikleri şeyin karşılığını vereceğini bildirmekte! Evet, ama bunu yapmakla hem çelişki yaratmış hem de adalet fikrine ters düşmüş olmuyor mu Tanrı? Çünkü, bir kere, az rızık verenin kendisi olduğunu ve bunu belli bir amaçla yaptığını söylerken (örneğin, Şura Suresi, ayet 27; Enam Suresi, ayet 165; Bakara Suresi, ayet 153, 155156) diğer yandan fakir kıldığı bu kişilerin geçimini başkalarının sırtına yüklemesi (örneğin, Bakara Suresi, ayet 271272) çelişki değil midir? Ve sonra az rızık verdiklerine, sadaka yoluyla ayrıca kazanç sağlayacak idiyse, onlara az rızık vermiş olmanın, onları yoksul kılmanın anlamı var mı? Öte yandan sadaka verenlere, sarf ettiklerinin karşılığını verecek yerde, bunu kendisi yapsa, yani fakirlere kendisi rızık dağıtsa daha uygun olmaz mı? Ve nihayet sadaka verenleri, sarf ettiklerinin karşılığı olarak, günahlardan kurtarmakla, adalet ve ahlakilik duygusunu zedelemiş olmuyor mu? Şimdi geliniz, bütün bu çelişmelerin nedenlerini ve bu çelişmeler yüzünden Muhammed’in karşılaştığı güçlükleri inceleyelim:



İslami kabul ederek Muhammed’e katılanların büyük bir çoğunluğunu halkın en yoksul sınıfları oluşturmuştu; savaş ve saldırı yoluyla elde edilen ganimetlerin paylaşılmasından sonra da durum genellikle bu olmuştur. Ve işte çoğunluğu yoksul kişilerden oluşan bu taraftarlarına “yoksulluk” durumunu tahammül edilebilir kılmak için, Muhammed, rızkın Tanrı’dan geldiğini ve kulların geçiminin Tanrı tarafından belirli ölçülere göre hesap edildiğini, Tanrı’nın kimi kullarına bol, kimi kullarına ise az rızık verdiğini söylemiş, Kur’an’a bu doğrultuda ayetler koymuştur. Biraz yukarıda örnek verdiğimiz Zuhruf Suresi’ndeki ayeti tekrar okuyalım:



Alıntı:
“Dünya hayatında geçimlerini aralarında böldük ve bazılarını bazılarından üstün kıldık ki, bazıları bazılarına hizmet etmekle alem düzen bula...” (Zuhruf Suresi, ayet 32).

Görülüyor ki, Tanrı, Muhammed’in söylemesine göre, yeryüzünün düzen içinde kalmasını sağlamak amacıyla, insanlardan bazılarını diğer bazılarına üstün yapmak istemiş ve yapabilmek için geçimlerini ona göre ayarlamıştır; yani kimine az, kimine bol rızık sağlamıştır. Bunu yapmakla insanlardan bir kısmını, diğer bir kısmına hizmet eder durumda kılmış ve böylece dünya yaşamını bir düzene bağlamıştır. Fakat, kişileri ve özellikle kendilerine az rızık verilmiş olan sınıfları kendi kaderlerine rahatlıkla razı kılabilmek için, Şura Suresi’ne şöyle bir ayet koymuştur:



Alıntı:
“Eğer Allah bütün kullarına bol rızık verseydi, yeryüzünde muhakkak ki azgınlık eder, azarlardı; ama o, dilediğine bir ölçüye göre verir” (Şura Suresi, ayet 27).


Yani eğer Tanrı, bütün kullarına bol rızık vermiş olsaydı, yeryüzünün düzeni bozuk olurdu; çünkü, bol rızık verdiği kimselerden bazıları azarlardı! Bundan dolayıdır ki, bu bazılarına daha az rızık vermeyi uygun bulmuş olmaktadır Tanrı!



Muhammed, bu tür ayetleri koyarken, şunu çok iyi bilmekteydi ki, cehalet ve korku içinde tutulan Arap toplumunda hiçbir yoksul kişi kalkıp da kendisine bu ayetlerin gerçeği yansıtmaktan uzak ve çelişkilerle dolu olduğunu söylemeyecektir; örneğin, kalkıp da, “Ey Muhammed! Sen böyle diyorsun, ama yeryüzündeki azgınlıklar, saldırganlıklar, savaşlar, mutsuzluklar ve düzensizlikler, rızkın kimine az ve kimine çok verilmiş olmasından, yani eşitlik dışı ölçülerde dağılmış bulunmasındandır. Eğer herkesin rızkı bol olmuş olsaydı, yeryüzünde barış ve mutluluk hüküm sürerdi!” şeklinde bir şeyler diyemeyecektir. Bunu bildiği içindir ki, işi biraz daha sağlama bağlamak amacıyla, yoksulluğun Tanrı tarafından bir sınav olmak üzere verildiğini anlatmak istemiş ve Kur’an’a,
Alıntı:
“(Tanrı) size verdiği şevlerle sizi sınamak için bir kısmınızı, bir kısmınızla, mevki ve paye bakımından yüceltir” (Enam Suresi, ayet 165)


ya da
Alıntı:
“Andolsun ki, mutlaka sizi, birazcık korkuyla, açlıkla, mal ve meyve noksanıyla sınayacağız...” (Bakara Suresi, ayet 155; ayrıca bkz. Bakara Suresi, ayet 153, 156)

şeklinde ayetler yerleştirmiştir. Yoksul kişileri, yoksulluk durumuna katlandırabilmek için, Tanrı’nın onları cennetin baş köşelerine yerleştireceğine dair hükümler koymayı da ihmal etmemiştir; örneğin, şöyle demiştir:



Alıntı:
“Haline razı olduğu vakit fakirden efdal (iyi) kimse yoktur... Ey fakirler topluluğu, Allah’ın taksimatına kalbinizden rıza gösteriniz ki, fakirliğin mükafatını göresiniz. Böyle yapmazsanız mükafat alamazsınız!”




Muhammed, bütün bu ayetlerle, “rızık” denen şeyin, Tanrı’nın keyfine ve dileğine bağlı olarak dağıtıldığını anlatmaktaydı. Ancak, bu ayetler, sadece çelişkili olmak bakımından değil, kendisini güç durumlarda bırakabilecek yönleri olmak bakımından da sakıncalıydı. Yoksul kişiler, Tanrı’nın kendilerine bol rızık vermesi için, Muhammed’den, Tanrı nezdinde aracı olmasını isteyebilirlerdi. Nitekim günlerden bir gün, Salebe İbni Hatib adında biri gelip, kendisine,
Alıntı:
“Mademki Tanrı dilediği gibi rızık dağıtıyor ve mademki sen onun peygamberisin, o halde Tanrı’ya söyle de, beni varlıklı kılsın” demiştir.4

Sayıları az olmuş olsa, bu gibi kişileri belki ganimet mallarından bir şeyler vererek susturabilirdi. Fakat, aynı şeyi bütün fakirler yapmaya kalkışacak olursa, iş ciddileşir, tehlike arz edebilirdi. Bu nedenle yapılacak şey, yoksul sınıfı varlıklı sınıfın sırtına yüklemekti. Sadaka ve zekat usulünü getirmek yoluyla, bu duruma bir çözüm araması bundandır. Bu amaçla, Kur’an’a, sadaka vermenin günah çıkarmak anlamına geleceğine dair hükümler koymuştur:

Alıntı:
“Allah (vermiş olduğunuz sadakaları) günahlarınızdan bir kısmına, karşılık tutar (günahlarınızı yok sayar)... Sarf ettiğinizin (verdiğiniz sadaka ve zekatın) sevabı size aittir. Sarf ettiğiniz... şeyin karşılığı... size verilir” (Bakara Suresi, ayet 271 272).



Ancak, bunu yapmakla, bu kez varlıklı sınıfın hışmına uğramıştır. Zira, kendilerinden sadaka ve zekat verilmesini isteyenlerden bir kısmı, “Allah fakir edecek, biz besleyeceğiz, öyle mi?” şeklinde yakınmaya başlamışlar ve “...biz hiç yedirir miyiz o kişiye ki, Allah dilene ona yiyeceğini verirdi...’ ya da “Mademki rızık veren Allah’tır ve mademki Allah dilediğine dilediği kadar rızık verir, o halde onları doyurmak bize düşmez!” (Yasin Suresi, ayet 47) şeklinde konuşur olmuşlardır.6 Muhammed, onların bu tutumunu belirlemek için, Kur’an’a şu ayeti koyar:



Alıntı:
“Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden havra sarf ediniz denildiğinde, kafirler müminlere dediler ki, ‘Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?... (Yasin Suresi, ayet 47).

Kuşkusuz ki, kendilerinden sadaka ve zekat verilmesi istenen kimselerin bu şekilde konuşmalarında gerçek yatmaktaydı: çünkü, mademki fakirleri “fakir” yapan Tanrı’dır ve Tanrı bu işi, yeryüzünde azgınlık olmasın, düzen kurulsun diye yapmıştır, o hakle, Tanrı’nın az rızık verdiği fakir sınıfları daha fazla rızıklandırmak insanlara düşmez; Şu durumda Tanrı, az rızık verdiği sınıfların geçimini, çok rızık verdiği varlıklı sınıfın sırtına yüklemekle yanlış davranmış olmaktaydı. Muhammed, bunu bildiği içindir ki, varlıklı sınıfa mensup kişilerin “Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?” şeklinde konuşmaları karşısında güç durumda kalmış ve bu yüzden onları “kafir”likle, “münafıklık”la, “sapıklık”la suçlamaktan başka çare bulamamıştır. Bir de, kendisinin sadece “tebliğ eden” olduğunu söyleyip, daha önceki dönemlerde de halkların Tanrı’ya isyankar olduklarını hatırlatmıştır: Bu amaçla, Kur’an’a koyduğu ayetlerden biri şöyledir:

Alıntı:
“(Onlar) Kendilerinden önce de böyle yapmıştı. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne vazife düşer?” (Nahl Suresi, ayet 35).

Bunu yaparken, onların isyankar davranmış olmalarının sorumluluğunu Tanrı’nın sırtına yüklemekten geri kalmamış, şu tür ayetler koymuştur:



Alıntı:
“Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. “ (Nahl Suresi, ayet 37).

5 Elmalılı H. Yazır. age. c.5. s.4024.



6 Yasin Suresi’nde şöyle yazar: “Onlara. ‘Allah’ın nite verdiği rızıktan sarf edin’ denince, inkar edenler imlanı, ‘Allah dileseydi duyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım? Doğrusu siz apaçık bir sapıklıktasınız’ dediler” (Yasin Suresi, ayet 47).





Yani güya “münafik”ları ve “kafir”leri saptıran Tanrı’dır. Tanrı’nın bu davranışı karşısında Muhammed’in yapabileceği bir şey yoktur.



Bütün bu örnekler göstermektedir ki, Muhammed, günlük siyasetinin gereksinimlerine çözüm bulabilmek için çelişkili hükümler yerleştirirken, kendisini ve Tanrı’yı güç durumlarda bırakmıştır. Hem de öylesine ki, hemen her vesileyle Tanrı’yı, “keyfi” şekilde hareket eden, dilediğine az, dilediğine bol rızık veren ya da dilediğini doğru yola sokan, cennete alan ve dilediğini saptırıp cehenneme atan bir “Yaratıcı” (halik) olarak tanımlamaktan geri kalmamıştır. Ve üstelik de kendisini, insanları doğru yola soksun diye “peygamber” olarak gönderdiğini söylediği bu “Yaratıcı “yi, “Ey Muhammed! Sen ne yaparsan yap, onları doğru yola sokamazsın “diye konuşur göstermiştir.



Turan Dursun
 

Preatorian

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2010
Mesajlar
296
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
1-Kuran çok farklı bir kavramdır. Yazılanlar mushaftadır. Mushafta yazılanlar Kuran değildir.
2-Mushafta yazılanlar maddi, düz bir dil ile değil, manevi bir dil ile yazılmıştır. Bu kavramların kullanılışında farklar yaratır ve eski tabirlerin kullanıldığını gösterir. Cehennem maddi olarak bir yerdir Ge-hinnom'dan gelir. Yahudilikte sıkça ismi geçer. Cennet zaten bahçe demektir. Vad edilen toprakları simgeler. Manevi olarak cehennem kendinden uzaklaşmayı, Cennet kendine yakınlaşmayı simgeler.
 

toz_zerresi

Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2010
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Furkanım yine koymuşsun buraya bir yazı... Cevap geliyor :)
 
M

monaliza

Ziyaretçi
Her devirde Firavun, ebu-cehil, ebu-leheb gibi zavallıların var olacağı söylenegelen büyük bir gerçektir.
Bunlara söz etmek bir yana, zavallılıklarına acımak bile beyhude bir lütuftur.
Şeytana zaten havale olmuşlar, fazla söze ne gerek var?
 

toz_zerresi

Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2010
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Sana çok kısa ve öz olarak meseleyi izah etmeye çalışacağım.

Peygamber efendimiz kavminin ve bazı sevdiklerinin davete icabet etmemelerine üzülmüştür. Ve kendini nerdeyse harab etmiştir. Allah imanı nasip edecek olanın Peygamberimizin değil bizzat kendisinin olduğunu beyan etmiştir. Zorla inandırılamayacaklarını; böyle bir şeyi isteseydi zaten kendisinin gücünün buna yeteceğini ifade ediyor. Peygambere sen tebliğ et gerisini onlara bırak diyor yani. Eğer aralarından mesaja olumlu yanıt verenler olursa, imanları konusunda ancak ve ancak ben yardım edebilirim onlara demek istiyor. Hidayet zaten bir nur olarak tarif edilmiştir resulullah tarafından. İnanmak için çaba sarf eden ve bu yolda yürüyen insanların içine verilen bir genişlik hissi. Dileseydi elbette herkes inanırdı ve kimse puta tapmazdı ama insanların bu inanma işini iradeleri ile yapmalarını istiyor.

sıradaki mesaj rızk konusunda.

Rızkın eşit dağıtılması gibi bir zorunluluğu Allaha dayatamazsın. O herkesin farklı şartlar altında sınanmasını uygun görmüş. Zenginlik verilen elbette yardım edecek fakirlere. Hem fakirlik sürekli bir imtihan mı? Yani insanın hayatının tamamının fakirlikle geçeceği kesin mi? Ya da zenginlikler ömür boyu mudur hep. Böyle düşününce taşlar sanırım sende de yerine oturacak. Ama üzerine düşünmen şartı ile.

İçim rahat etmedi hadi şunu da izah edeyim. Zenginlerin, fakirlerin imtihanı buysa biz neden yardım edelim ki demeleri boş. Hayat boyu fakirlikle imtihan edilecek diye kesin bir hüküm mü var yahu insanların? Bir zaman fakir olur, gider bir zengin kızı alır ve bir bakarsın zengin olur. Zenginlik de gelir geçer çoğu zaman. Herkes zenginliği bir ömür koruyamaz ve imtihanını bir ömür zenginlik üzerinden düşünemez. Dolayısı ile zengin verecek fakire! Herkese bol verilse bir düşün bakalım hayat nice olurdu?

Saygılarımla
 

xzero

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
3 Ara 2010
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
. furkan topal sen felsefeden hoşlanıyorum demişin anladıgım kadarıyla yanlışşa düzelt cokta kitap okumuş birisiyim diyorsun ama bu yazdıklarını en cahil insan bile yazmaz. birincisi o bahsettigin senin arkadaşın degil.. HZ MUHAMMED efendimiz ki o bahsettigin tanrıda degil ismi ALLAHU TEALA sen başta anlamadıgın konuya yorum yaparak soru sormuşşun bilmedigin varsa sor ama bilmedigin eger bir cümleyle bile gidicegin yer degişiyorsa cok hassas davranmalısın senin bütün yazdıklarınıda okudum bak sen bazı şeyleri bilmiyorsun elinde tuttugun o gitarı bile tahta zanneden bir kafan var ondan edebiyat yapma direk sadede gel yada biraz samimi ol acıdım sana cidden. senin gibi birisi gelmiş bir gün hz ali efendimizin yanına senin gibi konuşmuş aynen inanmıyorum demiş ne cennete ne cehenneme yok demiş hiç birisi. hz ali efendimizde ya varsa? demiş o ya varsa ebediyete kadar yanmak..cok acıdır burda ne ahkam kesmeye benzer nede gülümsemeye ciddi ol bu konularda sana bir abi tavsiyesi.ateşle oyun oynama
 

oguz8891

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
7 Ocak 2009
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Hoşgeldiniz Sn. xzero.. Konuya katılmıyorsunuz fakat elle tutulur cevaplar vermemişssiniz, konuyla ilgili olarak.

Ayrıca verdiğiniz Hz. Ali örneği dindar olsam dinden soğuturdu beni. Doğruluğu hakkında bir bilgim yok. Bu olayın varsa kaynağını rica edebilir miyim?
 

xzero

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
3 Ara 2010
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
hoşbulduk oguz8891 örnek istemişşin kime örnek vericem peygamberine asker arkadaşı zannedem?i sanamı dini konularla istiyorsan biraz bilim insanlarını izleyin parelel evreni bbc belgeselini tavsiye ederim bir cok şeyi zaten bilinen şeyleri yeni keşfediyorlar yani demek istedigim küçük insanlar kişileri.. akıllı insanlar fikirleri tartışır konuşur kişilerimi fikirlerimi tartışıcaz felsefe hiç bir zaman kişileri tartışmaz düşüncem bunlar.
 

oguz8891

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
7 Ocak 2009
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Madem kaynaksız örnekler hoşumuza gidiyor ben de duyduğum bir olayı anlatayım. Bir gün Hz. Muhammed ve yakın çevresi mesciddeyken, bir kafir gelir mescidin ortasına küçük abdestini yapmaya başlar. Bu durumda alevlenen insanları, Hz. Muhammed sakinleştirir. Adamın yanına gider, tatlı dille burası bizim ibadet yerimiz, bu yaptığın saygısızlık gibi açıklamalarda, uyarılarda bulunur.

Müslümanlar Hz. Muhammedi örnek almaz mıydı? Bir de sizin kaleminizden görmek isterim, yaptığınızı destekleyecek ayet, hadis, olay ne varsa elinizde.

Konuştuğumuz şey kişi olmasın fikir olsun demişssiniz. Tamam öyle deneyelim, fikir Kurandaki çelişkiler, Kişi Furkan Topal. Siz nerdesiniz?
 

xzero

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
3 Ara 2010
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
furkan kim onun actıgı konu ne dipsiz kuyuya taş atmış bir cocuk.. temeli olmıyan bir arsaya ev yapalım diyorsun bu böyle olmaz güzel bir konu acarız temeli olan bir konu onun üzerinden fikirlerimizi paylaşırız mantıklımı? temeli ben atayım uygunsa veya temelde samimiyet olsun örnek zaman dilimi neden 12 ay neden 4 mevsim neden yagmur bulutu 2 3 gün duruyor yagıyor ve gidiyor o rüzgarı kim ayarlıyor neden hiç şaşmadan 3 4 gün sonra gidiyor bunu düşündünmü hiç tarih boyunca neden hiç takılmıyor 1 ay 2 ay takılması gerekmezmiydi arada bir buna bir acıklama getirebilirmisin yagmur bulutlarını o rüzgar neden düzenli götürüyor yeterince yagdıktan sonra temeli bu şekilde atalım fikirlerimiz bakalım nereye götürücek sanal bir dünya neden yarattık bu yaratma hissi neden içimizde var sevgi denen basit bir şey zannettigimiz tutkal olmasa bir bayanı sevmesek yanında bile duramayız cocugumuzu sevmesek ne olurdu şimdi var olabilirmiydik insanoglu sevgisiz yaşıyabilirmi? temeli secelim fikirlerimizi paylaşalım
 

Preatorian

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
14 Eyl 2010
Mesajlar
296
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
furkan kim onun actıgı konu ne dipsiz kuyuya taş atmış bir cocuk.. temeli olmıyan bir arsaya ev yapalım diyorsun bu böyle olmaz güzel bir konu acarız temeli olan bir konu onun üzerinden fikirlerimizi paylaşırız mantıklımı? temeli ben atayım uygunsa veya temelde samimiyet olsun örnek zaman dilimi neden 12 ay neden 4 mevsim neden yagmur bulutu 2 3 gün duruyor yagıyor ve gidiyor o rüzgarı kim ayarlıyor neden hiç şaşmadan 3 4 gün sonra gidiyor bunu düşündünmü hiç tarih boyunca neden hiç takılmıyor 1 ay 2 ay takılması gerekmezmiydi arada bir buna bir acıklama getirebilirmisin yagmur bulutlarını o rüzgar neden düzenli götürüyor yeterince yagdıktan sonra temeli bu şekilde atalım fikirlerimiz bakalım nereye götürücek sanal bir dünya neden yarattık bu yaratma hissi neden içimizde var sevgi denen basit bir şey zannettigimiz tutkal olmasa bir bayanı sevmesek yanında bile duramayız cocugumuzu sevmesek ne olurdu şimdi var olabilirmiydik insanoglu sevgisiz yaşıyabilirmi? temeli secelim fikirlerimizi paylaşalım

Neyin temeli olup olmadığını nereden biliyorsunuz? Size temel görünen bana görünmeyebilir... Bilimsel programlardan bahsetmişsiniz, bbc demişsiniz fakat bilimsel olayları din ile açıklamaya çalışıyorsunuz... Dünyanın dinamik yapısı bir çok şeyi mümkün kılar. Sizin durumunuz Mushafta mucize arayan adamın durumu gibidir. Mucizeler mucizevi insanların mucizeleridir. Gerçek yolunda bütün yolların terki için mucizeye değil, cesarete ihtiyaç vardır. Zihninde yarattığı dünyayı terke ihtiyaç vardır. Yarattığı kişiliği terke ihtiyaç vardır. Zihnin ötesindeki ışığı görmek için zihninde ördüğü duvarları yıkmaya ihtiyaç vardır. Nihai olarak zihne eklenen her tuğla ışık önündeki bir engeldir. Bilim evreni açıklamaya çalışır. Gerçek dinin gözü ise evrenin ötesindedir.
Sevgi iki türlüdür. Zihinsel sevgi ki bahsettiğiniz budur. Çocuğunuza duyduğunuz sevgi, dünyaya duyduğunuz sevgi hep bunun ürünüdür. Zihinsel sevgi her ne kadar gerçek sevginin bir ürünü olsada, geçicidir, unutulur...
Gerçek sevgi koşul barındırmaz, sebep ve sonuçların ötesindedir. Gerçek sevgi maddiyata ya da maneviyata bağımlı değildir. O kişiye bağımlı değildir. O göreceli olan hiç bir şeyde kalıcı değildir fakat göreceliyi mümkün kılandır.
Bir hayat sürdüğünü sanan kişi tam bir hayaldedir. Hayat süren bir kişi yoktur, hayat vardır. Var olduğunu sanan zihin-beden gerçek var olmanın ne demek olduğunu bilemeyecek kadar cahildir.
 

bypiso

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 Eyl 2010
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Bak sen şu işe!

1.) "Cehennemi boylamak", "taraftar toplamak" gibi mahalle ağızı ifadelerle felsefe yapılmaz. Futbol mu tartışıyoruz?

2.) Yaptığınız iş felsefe değil, hatta ilahiyat bile değil, doğrudan dinde kendinize göre gördüğünüz yanlışları kafanıza göre yazmak.

3.) Ayetlerde kelimeleri yarıda bölmüşsüz ki böyle bir şey yapmanız baştan saçmalık, işime gelen kısmı aldım misali.

4.) Birçok ayette kelime hatası gördüm. Anladığım kadarıyla ya elinizle oynayarak yazmış ya da son derece güvensiz bir yerden kopyalamışsınız.

5.) Tavsiyem: Herşeyden önce konunuzun başlığına dönüp bir bakın. Bir görüş belirtecekseniz eğer, önce söyleyin, bırakın yorumu biz yapalım. "Kurandaki çelişkilerin oluşturduğu olumsuz durumlar"mış mış... Maşallah siz bizim yerimize çoktan ahkam kesmişsiz.

Sadece 2 aylık felsefe 1. sınıf öğrencisiyim, ben bile bu kadarını söyleyebiliyorumsam, hocalarımızın neler diyecebileceğini, varın siz düşünün.

Forumda ateist olup ya da sadece dini ayetlerle hayatın anlamını çözdüğünü sanan ve bas bas bağıran arkadaşlar çok. Yazdıklarınızın doğru ya da yanlışlığı hakkında tek bir kelime bile söylemeyeceğim. Yanlı felsefe olmaz her şeyden önce! Yok peygamber bunu yutturmaya çalışmışmış ta mış mış... Siz neleri yutturmaya çalışıyorsunuz acaba aklınız sıra?

Kimse körü körüne inanacak kadar cahil değildir, merak etmeyin. Din konusunda bizi uyarmak size kalmadı!
 

EMIR

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
dünyada yapılan hatalarda ALLAH ı sorumlu tutmak kadar içi boş sözler olamaz şeytan insanları yoldan çıkarmaya çalıştığını varsayarsak şeytanı yoldan çıkaran kim eğer şeytan isyan etmeseydı insanlar günah işlemicekmiydi çok saçma şeytanı da isyan ettiren nefsiydi onu isyan etti eğer isyan etmeseydı zaten dünyada şeytana gerek yoktu allah nefis sahibi adem oğullarını nefislerinden dolayı hesaba çekicek şeytan burda yardımcı rol paylaşımında kaldı şeytan kovulduktan sonra kendine taraftar bulmak için neden meleklere yanaşmadı onlarıda isyana teşvik etmedi çünkü meleklerde nefis yoktu şeytan o yüzden onlara ulaşamadı allahın onak ıyamete kadar süre vermesi sadece şeytana haksız olduğunu göstermek istemeseydi eğer dünya son peygamber için yaratılmıs ise ve dünyaya gelmesi için şeytana gerek yoktu zaten adem peygamber dünyada yaratıldı kendi nefsi hatası yüzünden centten çıkarılırdı şeytan rol çalmaya çalıstı diğer yandan rızkı veren allah ise herkese eşit vermedi birine çok para vererek beni unuttunmu derken birini aç bırakarak aç kaldın banamı isyan ettin konularından hesap sorucak allah insanlara verdği irade ile bu seçimlerden birine yönelmesini bekliyor ve seçimlerimiz bizim sorumlulğumuzda eğer ben furkana bir tokat atsam canı yansa beni sorumlu tutamaz bana tokadı attıran allah tır demesi lazım böyle mantıksızlık olamaz iinsan iradesini yok saymak kendini insan olmaktan öteye papağnlaştırmak demektir akıl=irade ayrı tutulamaz
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst