İnsanlığın Beşiği Güney Afrika – Australopithecus Sediba

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Bilimsel Makaleler kategorisinde faust tarafından oluşturulan İnsanlığın Beşiği Güney Afrika – Australopithecus Sediba başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,913 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Bilimsel Makaleler
Konu Başlığı İnsanlığın Beşiği Güney Afrika – Australopithecus Sediba
Konbuyu başlatan faust
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan faust
F

faust

Ziyaretçi
Prof. Lee Berger ve ekibi yeni tanımladıkları Australopithecus sediba veya kısacası Au. sediba'yı bir basın açıklamasında tüm dünyaya tanıttıklarında, daha sonra Science dergisinde de yazdıkları gibi, neredeyse tam bir iskelet oluşturan bu yeni hominin türünün soyumuz olan Homo cinsinin (genus) ilk türleriyle bazı ortak özellikler taşıdığını, iki ayakla dik yürüme becerisine sahip olduklarını ve fosillerden her ikisinin 1.27 cm boyda oldukları , bunlardan dişiye ait olanının 20'li yaşların sonunda ama 30'lu yaşların başlarında ve 33 kilogram, erkek çocuğa ait olanın ise 8-11 yaşlarında ve 27 kilogram ağırlığında olduğunu da açıklamışlardı. Berger çocuk fosilinin beyin hacminin (420-450 santimetre küp) insan beyni hacmine kıyasla (1200-1600 santimetre küp) küçük olmasına rağmen, beyin şeklinin Australopithecus'larla temsil edilenlerden daha ileri bir seviyede olduğunu da açıklarken aynı zamanda fosilin ismini taşıyan "sebida" kelimesinin Güney Afrika'da konuşulan 11 dilden biri olan seSetho dilinde "pınar" ya da "köken, kaynak" anlamına geldiğini de belirterek..
Genetik araştırmaların ortaya çıkardığı sonuca göre insan ön evriminde hominin dalının meydana çıkışı 5-7 milyon yıl arasındaki bir zaman aralığında gerçekleştiği kesinlik kazanıyor. Yine bilim insanları 4 milyon ve daha erken dönemlere ait iyi korunmuş hominin fosil iskeletlerinin bulunmasını ve günümüze ulaşabilmesini ise çok ender rastlanan bir durum olarak değerlendirmekteler. İşte bu gibi nedenler yüzünden Au. sediba gibi iyi korunmuş fosil buluntuların, insanın evrimsel tarihinin çok erken dönemlerine ışık tuttuğu için bilim adına büyük önem de taşımaktalar. Zira Australopithecus türüne ait fosillere bugüne kadar sadece Afrika'da rastlanmıştır ve fosiller kronolojik olarak yaşadıkları dönemlere göre "Erken Australopithecuslar 4.2 - 2.7 milyon yıl önce" ve "Geç Australopithecuslar 2.7 - 1.2 milyon yıl önce" şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu anlamda narin ve ince yapılı, küçük diş ve çenelere sahip olan Erken Dönem Australopithecusların yanında daha iri ve tıknaz yapılı, geniş yüzlü, kütlevi çeneleri ve dişleri olan Geç Dönem örnekleri, Hominidae familyasının evriminde önemli bir basamağı oluşturmaktadır. Australopithecus, bunun tam anlamıyla Türkçe çevirisi olan "Kuyruksuz Güney Maymun Adamı" yine ilk defa 1925 yılında Witwatersrand Üniversitesi'den paleoantropoloji profesörü Raymon Dart'ın keşfettiği Tuang Çocuğu fosilinin bilimsel ismi olarak kullanılmıştı. Şimdiye kadar büyük oranda Afrika kıtasının güneyindeki bu bölgelerde rastlanabilen Australopithecus türleri, modern insanları ve de nesli tükenmiş olan diğer atalarını içine alan filogenetik soyağacının "homininler" dalının bir üyesi olarak biliniyor. Bu türün yaşadığı dönem de aşağı yukarı 3 ile 2,5 milyon yıl arası olarak kabul ediliyor.
UNESCO İnsan Mirası Bölgesi 'İnsanlığın Beşiği' bugüne kadar gün ışığına çıkarılan zengin fosil yataklarıyla bilim çevrelerinin odağını ve ilgisini çekmiş durumda. Üstelik bu bölge araştırmacılar tarafından bölgede bulunan sayısız ve henüz keşfedilmemiş mağaralar nedeniyle potansiyel fosil alanları olarak da algılanıyor. Google firmasının işbirliği ve yardımıyla keşfedilmemiş potansiyel mağara alanların belirlenmesi için bu bölgenin bir de topografik bir haritası çıkarılmış bulunmakta. Bu harita çalışmaların verdiği sonuç, bölgede yaklaşık 600'ün üzerinde mağara alanlarının var olduğu ve bunların tek tek keşfedilmeyi beklediği..Bu yüzden bu bölgede devamlı bilimsel keşif gezileri oluşturulmakta. Yeni bulunan Australopithecus türü işte böyle bir keşif gezisinde, tam olarak Prof. Dr. Lee Berger'in 9 yaşındaki oğlu Matthew tarafından bulundu. Oğlu Matthew'in bulduğu uzun bir hominin kemiğinin ortaya çıkmasından sonra Lee Berger ve ekibi bu bölgeye daha da yoğunlaşarak Malapa Mağarası adını verdikleri bir mağara sistemine dahil olan 2-3 metre derinliğindeki çukur bir kuyu içinde birbirlerine yakın, neredeyse sarılmış bir şekilde tüm kemikleri birbirinden ayrılmamış halde iki hominin fosiline ulaşabildiler.
 
F

faust

Ziyaretçi
Bulunan Fosiller Ne Kadar Eski?

Berger ve ona eşlik eden ekibi buldukları fosillerin yaşlarını belirleyebilmek için üç farklı yöntem kullandılar. Bunun için öncelikle fosillerin bulunduğu aynı katmanda yer alan 25'ten fazla hayvan türüne ait 200 kadar kemik ve diş kalıntılar incelendi. Hominin türüne ait fosillerle aynı seviyede bulunan hayvan kemikleri arasında yaban kedisi (Felix silvester), kahverengi çizgili sırtlan (Parahyaena brunnea), Afrika antilobu (Tragelaphus cf. Strepsiceros), zebra (Equus sp.) ve bir zamanlar yaşamış ama bugün soyu tükenmiş olan Afrika kama dişli kaplanına (Megantereon whitei) ait kemiklerde bulunmaktaydı. Au. sediba'nın yaşı üzerinde tahminler öncelikle bu bölgedeki hayvan türleri arasında var olan çeşitliliğinin değerlendirilmesi sonucu elde edilmiştir. Mesela zebranın Afrika fosil kayıtlarında ilk belirişi aşağı yukarı 2,36 milyon yıl öncesine denk gelirken, nesli tükenen kama dişlli Afrika kaplanının fosil kayıtlarındaki son belirişi ise 1,5 milyon yıl öncesine denk geliyor. Böylelikle Au. sediba'nın 2,36 ile 1.5 milyon yıl öncesi arasında bir zaman dilimine rastgeldiği ve bu dönemlerde yaşamış olabileceği tahmininden yola çıkıldı.
Au. sediba fosillerinin yaşının belirlenmesi için kullanılan ikinci yöntem ise fosilin hemen altından toplanan ve uranyum içeren akma taşı örneklerinin incelenmesiyle oldu. Mağara duvarlarında oluşan tabakalı çökelden alınan akma taşı örnekleri yaş tayini için iki farklı üniversiteye gönderilerek orada uranyum kurşun tarihlemesine analizine bırakıldı. Analizler sonucu tarihleme yaklaşık 2,024 milyon yıl ile 2.026 milyon yıl öncesine işaret ediyor. Üçüncü yöntem olarak bu sefer aynı malzemeler üzerinde yapılan paleomagnetizma analizleri sonucu Au. sediba 1,95 ile 1,78 milyon yıl yaşları arasında.
 
F

faust

Ziyaretçi
Australopithecus sediba Kayıp Bir Halka mı?

Fosil buluntulardan belirlenebilen bu verilere dayanarak Au. africanus'un, Au. sediba'ya en yakın olan Australopithecus türü olduğu da belirlenmiş oldu. Bu yeni türün tipik özellikleri arasında kuyruksuz maymun benzeri uzun kollara, kısa güçlü ellere, uzun adımlar atabilme yeteneğine, uzun bacaklara sahip olması, dolayısıyla muhtemelen insan gibi koşabilmesi bulunuyor. Bu anlamda Au. sediba'nın modern insanın da içinde bulunduğu Homo cinsinin bir türü olan Homo erectus ile paylaştıkları gelişmiş karakter özellikleri göz önüne alındığında Au. sediba'nın Homo cinsi ile Australopithecus arasında bir geçiş türü olduğu da ortaya çıktı. Hatta Au. sediba Homo erectus'un doğrudan atası olmaya da aday görünüyor.
Kayıp halka derken bu terim paleoantropologların dünyanın herhangi bir yöresinde her yeni bir fosil bulunduğunda sıklıkla karşı karşıya kaldıkları bir terim. İlk defa Darwin tarafından kullanılan bu terim, insanın kökeni ve soy geçmişi üzerine düşünceler ortaya konulurken insanla maymun arasındaki benzerliklerden yola çıkarak arada geçişi sağlayacak basamağın eksikliğini kastetmekte. Darwin'in kullandığı bu terim bugüne kadar kayıp halkaların insanın evrimi üzerine fikirlerin kanıtları olarak kabul edilebileceğine dair popüler düzeydeki tartışmaları hep gündemde tuttu. İnsanın kökeni hakkında yapılan hararetli tartışmalarda her ne kadar bilimsel anlayıştan uzak bir şekilde insanlar günlük hayatta ara formlar hakkında çeşitli fantezilere sahip olsalar da bilim insanları ve araştırmacılar "kayıp halka" terimini bir formun kendisinden sonraki forma bağlayan ve zincirleme bir evrime işaret eden fosil buluntular veya türler için kullanmak eğilimindedirler. Bunun yanında araştırmacılar evrimin genellikle bir anda ve aniden değil, daha ziyade daha akışkan, sürekli artan değişimlerin biriktiği ve sonucunda var olan diğer türlerden önemli bir şekilde farklılaşmış yeni türler meydana getirdiği düşüncesindedirler. Bu anlamda Au. sediba kendisinden önceki ve sonraki türlere olan benzerliğiyle son derece bir geçiş formu da teşkil etmekte. Örneğin, Au. sediba hem ilkel bir özellik olan uzun kollara hem de ileri olarak kabul edilen uzun bacaklara ve leğen kemiğine sahip. Kayıp halka olarak görülmesi için Au. sediba buna benzer birçok karakteristik özelliklere sahip.
 
F

faust

Ziyaretçi
Malapa Mağaralar Sisteminin Jeolojik ve Ekolojik Yapısı Üzerine

Malapa mağarasındaki çukurda bulunan fosil kemiklerin üzerinde herhangi bir et yiyen avcı veya leş yiyen herhangi başka bir hayvan tarafından oluşturulmuş bir ize rastlanmaması ve kemiklerin hala eklemlerinden birbirleriyle tutulu halde bulunması aynı zamanda Malapa'nın bulunduğu mağara sistemleri üzerinde araştırmacı ve de jeologların düşünmesini, bu mağara sistemlerinin yer aldığı bölgenin jeolojik ve ekolojik yapılarının incelenmesine ve hayvan toplulukları ile faunanın değerlendirmesine yol açmıştır. Özellikle neredeyse mükemmel bir derece korunmuş olan bu önemli fosillerin nasıl olup da Malapa Mağarası içine gömülmüş oldukları üzerine varsayımlar yapma ve bu gizemi açıklığa kavuşturma gereği doğmuştu. Çeşitli araştırmacılara göre çevredeki mağaraların ve kuyuların doğal bir şekilde kayma sonucu toprağın çökmesiyle oluştukları biliniyordu. Ama nasıl olurdu da Au. sediba homininleri bu kuyulara düşebilirdi. Acaba bu dikkatsizliklerin bir sonucu muydu? Yoksa o an vahşi bir hayvan tarafından avlanmaya mı çalışıyorlardı? Bilinen bir şey, araştırmacılara göre Au. sediba biretleri ölümlerine yakın bir zamanda Malapa'ya yakın karmaşık bir mağara içerine doğru oluşan dik kuyu benzeri yarıklardan düşmüş olmalılar. Büyük olasılıkla su biriktirm özelliğine de sahip bu çukur bölgedesu arayışı içinde olan Au. sediba bireyleri ve kuyuda bulunan diğer hayvanlar bir nevi ölüm tuzakları gibi çalışan bu derin çukur ve kuyulara düşerek ölmüşlerdi. Aynı zamanda çevredeki mağaralarda çürüyen hayvan kadavralarının keskin kokusu leş yiyici kahverengi sırtlan gibi diğer yırtıcı hayvanları da bu bölgeye çekmiş olmalı. Bunun yanında bulunan Au. sediba bireylerinin kuyu içindeki aynı moloz sıvı akıntısı içinde gömülü olarak bulunmuş olmaları ölüm zamanlarının birbirine yakın veya eş zamanlı olduğunu da göstermekte. Bulundukları çökeltinin incelenmesi sonucu ölümlerinin hemen ardından gerçekleşen şiddetli yağmur ve sel suları burada bir moloz ve çamur akıntısına neden olduğunu ve fosilleri mağara içerisinde daha derin bir bölgeye, Prof. Berger ve ekibin onları buldukları yere taşımış olmalı.
Nitekim bu fosillerin bulunduğu Malapa Mağarasındaki jeolojik kalıntılar, geniş bir karstik mağara sisteminin parçalarından biri olup bu mağaralar günümüzde olduğundan daha nemli bir iklim altında yeraltı suları tarafından tabaka aralarını izleyen galeriler içinde yer almakta. Şiddetli yağış dönemlerinde ise yüzeyden gelen çamur ve moloz akıntılarıyla birlikte yüzeyde yaşayan canlı kalıntıları da işte mağaralarda oluşan bu karstik kuyulara getirilmiştir. Karstik mağaralar içinde üst üste sıralanan katmanların yapısı incelendiğinde şiddetli yağmur ve sellerin olduğu dönemlerde çamur ve moloz akıntıların oluşturduğu çökel katmanı bu doğal afetsel olayları, bu çökül tortunun hemen üstünde yer alan çakıl ve diğer akıntı taşları da (speleotemler) mağaranın normal ve sakin çökelme dönemlerini belirler. Bu mağaralarda yapılacak daha kapsamlı çökel tortuları incelenmesinde mağara dolgularının kaç afet esnasında oluştuğu da saptanabilir. Geniş bir alana yayılmış bu mağara sistemlerinin günümüzde Güney Afrika'nın orta bölgesinde hüküm süren kurak iklimden çok daha nemli ve yağışlı bir iklime sahip oldukları da insanın evrimsel şartları adına başka bir önemli nokta. Zira aksi takdirde bu iyi gelişmiş karst sistemi bugünkü kurak / yarı kurak ortamda gelişmiş olamazlardı. Hatta ekolojik olarak yüzeydeki orman alanların çıplak dolomitlerin hüküm sürdüğü düzeyde sıralandıkları, bugünkü Akdeniz bölgemizdeki Orta Toroslar'daki yayla coğrafyasına benzeştiği de söylenebilir. Malapa Mağaraların bulunduğu yer Orta Torosların aksine genellikle daha az eğilimli yüksekliklerden ve katmanlardan oluştuğu da belirtilmelidir. Ayrıca buna rağmen Afrika'nın son 30 milyon yıldan beri hemen altında bulunan mantosunun magmasal sirkülasyonu nedeniyle sürekli bir yükselme içinde olduğu da göz önünde bulundurulursa bu bölgede yayla karstının oluşma nedenleri daha iyi anlaşılabilir.
Bu bölgede araştırmacılar için sadece olay yaratan hominin fosillerinin bulunması da heyecan verici bir şey değil. Aynı zamanda bölgede bulunmuş olan yedi farklı türden 58 etçil hayvan örneği de etçil hayvan türlerinin bu denli çeşitli olmasına dair son derece ilginç ve araştırılması gereken bir olay. Bunlar arasında daha önce görülmeyen nesli tükenmiş köpek ailesine dair bir tür ile yine soyu tükenmiş kama dişli Afrikan kaplanı bulunmakta. Ve aratırmacılar kazmaya devam ettikçe daha çokları ortaya çıkmakta ve gelecekte çıkarılacaklar bugün çıkarılandan daha çok şaşırtıcı ve zooloji bilimi adına da daha parlak olacak.
Daha düne kadar sadece Hominin'den biraz daha gelişmiş olan Homo cinsinin alet yapma ve kullanma becerisi olduğu düşünülmekteydi. Buna dair Lewin ve Poley "İnsan Evriminin Prensipleri" adlı eserlerinde bunun en önemli nedenleri arasında öncelikle Australopithecus'un şimdiye kadar iyi korunmuş el kemiklerinin henüz keşfedilmemeiş olmasına bağlıyordu. Malapa Mağarasında bulunan Au. sediba bireylerinin el kemikleri üzerindeki araştırmalar da bu yönde şaşırtıcı bulgular getirmekte. Pof. Lee Berger'in bir öğrencisi olan Matthew Caruana buna dair erken homininlerde taş alet kullanımı üzerine bir doktora yaptı. Matthew caruana doktorasında büyük bir olasılıkla Australopithecus'un da Homo cinsi gibi taş alet kullanmış olduğu görüşüne yer veriyor. Özellikle de bu görüşünü Etiyopya'da 2003 yılında bulunan taş aletleri destekliyor. Etiyopya'da keşfedilen taşların incelenmesi sonucu bulunan bu taşların 2,6 milyon yıllık olduğu ve yapanların da başka bir Australopithecus türü olan Australopithecus gari olduğu düşünülüyor. Matthew Caruna doktora çalışmasında bu aletlerin erken Homo türlerinde görülen taş aletleri örneklerindeki gibi inceliklere de sahip olduğunu belirtiyor. Bu anlamda Homo cinsinin atası olarak değerlendirilmekte olan Australopithucus sediba'nın el kemiklerinin bir kısmının korunmuş, diğer kısmının hala çökelti içinde bulunmayı bekliyor olması akla taş aletleri yapımının daha eski dönemlerde başlanmış olabileceğini de getiriyor. Prof. Berger'e göre bu el kemikleri fosilleri çökel tortu içerisinden çıkarılmadığı sürece taş alet kullanımından bahsetmenin daha erken olacağı..Anlaşılacağı üzere Malapa'dan çıkarılacaklar daha birçok araştırma projesinin konusu olacak ve bu araştırmacıların geçmişte yaptıkları varsayımları ya doğrulayacak ya da bu varsayımları geçersiz kılacak.
Bu anlamda Güney Afrika 'nın insanlığın beşiği olduğu ve hepimizin sorduğu bir soru olan "Nereden geliyoruz ve nereliyiz' sorusunun kısa cevabı hepimizin anvatanın Afrika olduğu ve Afrika'dan geldiğimiz..

Levent ALPER

Kaynakça:
Ntvmsnbc.com, 09 Nisan. 2010
, Kai Kupferschmidt, Tagesspiegel.de., 8. Nisan 2010.
, Berna Alpagut, Bilim ve Gelecek,
, Lee R. Berger, Science. 328, Nr. 5975, New York 2010, S. 195–204,
, Sciencemag.org. 9. April 2010


 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst