- Konbuyu başlatan
- #1
İnsan türü günümüze kadar gelen süreçte diğer canlılarla aynı doğallığı paylaşıyor. Vahşilikte daha ileri olmamız farklı gibi görünse de genel doğallık ile örtüşüyor. Bu da ilkellikten henüz kopmadığımız anlamına geliyor. Vahşiliğimizi kıstas aldığımızda dünyanın kanunuyla kendimizi pekala özdeşleştirebiliriz. Ancak vahşiliğimizi ve daha başka özelliklerimizi mutlak sayarsak bu doğrudur, aksi halde tartışılabilir bir konu olarak karşımıza çıkar. Çünkü insan sadece yıkıcı değil, aynı zamanda yapıcı özelliğe de sahiptir. Bu nedenle henüz ilkellikten kurtulmuş olmasak da konuyu gelişme gösteren tarafımızla da değerlendirmek gerekiyor.
Örneğin insan bir taraftan nasıl daha vahşi olurum diye düşünürken, diğer taraftan da nasıl ilkellikten kurtulur da mutlu ve huzurlu yaşanır bir dünya yapabilirimi de düşünmektedir. İşte bizi diğer canlılardan farklı yapan da budur, her iki tarafı düşünebiliyor olmamız.
Herkes için mutlu bir dünyanın olabileceği imkansız görülmektedir, ancak bu görü bir öngörüdür ve günümüz için böyle düşünülmesi normaldir. Çünkü herkesin mutlu olduğu bir dünyayı yaşamadığımız için salt düşünce bazında kalmaktadır. Oysa değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu ve iki taraflı düşünen bir mekanizmaya sahip olduğumuzu gözönüne alırsak, imkansızlığın da değişime uğrayacağı aşikardır.
On binlerce yıldır sorgulama dünyası belirli bir sınırdan öteye gitmeyen, tanrıyı sorgulaması dahi ölüm sebebi sayılan bir evreden "Tanrı yok, dinler yalan" denildiği bir evreye gelmesi, insan türündeki doğallığın farkını gösteren işaretlerden sadece biridir.
Bugün Hristiyanlar, kilisenin hakim olduğu ortaçağ karanlığına acı bir tebessümle bakmaktadır.
Katı bir inanışa sahip olan Yahudiler, dinlerini çağa göre uyarlayarak güncellemek zorunda kalmışlardır.
Dinlerin en katısı kabul edilen İslam, çağa ayak uyduramadığı için devletleşme gücünü kaybettiği gibi İslama aykırı sayılan bir çok şeyden taviz vermek durumunda kalmıştır.
Mağara yaşamından kabileye, kabileden devletçiliğe ve buna bağlı olarak toplumculuk oluşmuştur.
Toplumlar sahip-köle sisteminden patron-işçi sınıfına dönüşmüş.
Değişimi ifade eden elbette sayısız örnekler var, bunlar toplumsal değişim adına hatırlatma babında sadece küçük bir örnek.
İlkelliğin zirvesi sayılan vahşilikte en ilerde olmamız bir çoğumuzu yanıltmaktadır. Böyle gelmiş böyle gidecek yanılgısına düşülmektedir.
Diğer bir tarafımız dünyayı herkes için nasıl mutlu bir hale getirebiliriz diye düşünüyor olmamızı genelde es geçiyoruz. Diğer canlıların doğalıyla örtüşmeyen bu yanımız herkes için mutlu bir dünya getirme olasılığı taşıyor. Çünkü her olgunun temeli hayalden başlar ve insan türü hayallerini gerçekleştirme özelliğine sahip. Bu anlamda insanlar için imkansız kavramı sadece sözde kalıyor.
Bugün imkansız sayılan herşeyin yüz yıl veya binlerce yıl sonra da olsa gerçekleşme ihtimali taşıdığını düşünebiliriz.
O halde "birinin mutluluğu diğerinin acısı" diğer canlıların doğalı olmakla birlikte bizim ilkelliğimizle sınırlıdır, mutlak değildir.
Örneğin insan bir taraftan nasıl daha vahşi olurum diye düşünürken, diğer taraftan da nasıl ilkellikten kurtulur da mutlu ve huzurlu yaşanır bir dünya yapabilirimi de düşünmektedir. İşte bizi diğer canlılardan farklı yapan da budur, her iki tarafı düşünebiliyor olmamız.
Herkes için mutlu bir dünyanın olabileceği imkansız görülmektedir, ancak bu görü bir öngörüdür ve günümüz için böyle düşünülmesi normaldir. Çünkü herkesin mutlu olduğu bir dünyayı yaşamadığımız için salt düşünce bazında kalmaktadır. Oysa değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu ve iki taraflı düşünen bir mekanizmaya sahip olduğumuzu gözönüne alırsak, imkansızlığın da değişime uğrayacağı aşikardır.
On binlerce yıldır sorgulama dünyası belirli bir sınırdan öteye gitmeyen, tanrıyı sorgulaması dahi ölüm sebebi sayılan bir evreden "Tanrı yok, dinler yalan" denildiği bir evreye gelmesi, insan türündeki doğallığın farkını gösteren işaretlerden sadece biridir.
Bugün Hristiyanlar, kilisenin hakim olduğu ortaçağ karanlığına acı bir tebessümle bakmaktadır.
Katı bir inanışa sahip olan Yahudiler, dinlerini çağa göre uyarlayarak güncellemek zorunda kalmışlardır.
Dinlerin en katısı kabul edilen İslam, çağa ayak uyduramadığı için devletleşme gücünü kaybettiği gibi İslama aykırı sayılan bir çok şeyden taviz vermek durumunda kalmıştır.
Mağara yaşamından kabileye, kabileden devletçiliğe ve buna bağlı olarak toplumculuk oluşmuştur.
Toplumlar sahip-köle sisteminden patron-işçi sınıfına dönüşmüş.
Değişimi ifade eden elbette sayısız örnekler var, bunlar toplumsal değişim adına hatırlatma babında sadece küçük bir örnek.
İlkelliğin zirvesi sayılan vahşilikte en ilerde olmamız bir çoğumuzu yanıltmaktadır. Böyle gelmiş böyle gidecek yanılgısına düşülmektedir.
Diğer bir tarafımız dünyayı herkes için nasıl mutlu bir hale getirebiliriz diye düşünüyor olmamızı genelde es geçiyoruz. Diğer canlıların doğalıyla örtüşmeyen bu yanımız herkes için mutlu bir dünya getirme olasılığı taşıyor. Çünkü her olgunun temeli hayalden başlar ve insan türü hayallerini gerçekleştirme özelliğine sahip. Bu anlamda insanlar için imkansız kavramı sadece sözde kalıyor.
Bugün imkansız sayılan herşeyin yüz yıl veya binlerce yıl sonra da olsa gerçekleşme ihtimali taşıdığını düşünebiliriz.
O halde "birinin mutluluğu diğerinin acısı" diğer canlıların doğalı olmakla birlikte bizim ilkelliğimizle sınırlıdır, mutlak değildir.