İnsan inanmaya mı programlı? / New Scientist Dergisi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Bilimsel Makaleler kategorisinde Objectivity tarafından oluşturulan İnsan inanmaya mı programlı? \/ New Scientist Dergisi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,398 kez görüntülenmiş, 17 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Bilimsel Makaleler
Konu Başlığı İnsan inanmaya mı programlı? \/ New Scientist Dergisi
Konbuyu başlatan Objectivity
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Ferdinand Bardamu

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
İnsanlarda Tanrı inancı doğuştan mı geliyor yoksa sonradan mı öğreniliyor? Din bilimcilerin ve filozofların yıllardır sorduğu bu soruya bir yanıt da bilim insanlarından geldi.

ABD’deki Fuller Yüksek Okulu Psikoloji Profesörü Justin L. Barrett, New Scientist dergisinde Tanrı inancının konuşmak, yürümek gibi her insanda bulunan bir özellik olduğunu savundu. Tezini çocuklar ve bebekler üzerinde değişik deneylerle kanıtlamaya çalışan Barrett, bebeklerin dünyadaki her şeyi anlamlandırmaya çalıştıklarını ve “yönetici bir gücü” daha hayatın ilk yıllarında kabullendiklerini savundu.

Yale Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada ise bebeklerin kendi başına hareket edebilen cisimlere yaratıcı güç atfettikleri görüldü. Çocukların kendi kendine hareket edebilen herşeyi ölümsüz, çok bilgili ve algıları çok gelişmiş gördükleri tespit edildi. Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir başka araştırmaya göre ise çocukların anne ve babaları evrime inansa bile, 10 yaşın altındaki çocuklar evrime değil Tanrı tarafından yaratılmaya inanmaya daha yatkın. 10 yaşından sonra da bu inanç kişiye göre değişerek farklı yönlere doğru şekillenmeye başlıyor. Barrett çocukların inanca meyilli olduğunu savunurken inandıkları gücün kültürlerine göre değişebildiğini, din olgusunun daha ileri yaşlarda oluştuğunu hatırlattı. Profesör Barrett’ın tezini destekleyen bir açıklama da ABD’deki Emory Üniversitesi profesörlerinden Robert N. McCauley’den geldi. McCauley’ye göre beyin kişiyi insanları tanımaya programlandığı için sıradan bir bulutta bile insan yüzleri görebiliyoruz. Aynı şekilde doğaüstü olaylarda da bir düzen ve neden bulmaya programlıyız. İnanç hayatla mücadele eden insana düzen kurması için yardımcı oluyor.

Kim neye inanıyor?
- Hıristiyanlık: 2.2 milyar
- İslam: 1.6 milyar
- Hinduizm: 900 milyon
- Ateist-Seküler-Dine inanmayan-Agnostik: 750 milyon
- Çin geleneksel dini: 400 milyon
- Şamanizm ve diğer kabile dinleri: 400 milyon
- Budizm: 375 milyon
- Sihizm: 25 milyon
- Musevilik: 15 milyon
- Diğer: 80 milyon

%93
1998 yılında ABD Ulusal Bilim Akademisi’nde yapılan bir incelemede akademi üyelerinden yüzde 93’ünün Tanrı’ya inanmadıkları görüldü. Ancak aynı araştırma ABD toplumu üzerinde yapıldığında neredeyse aynı oranda ABD’linin Tanrı’ya inandıklarını söyledikleri ortaya çıktı.

Din olmasa uygarlık gelişmez miydi?
Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nden Psikoloji Profesörü Ara Norenzayan din ve uygarlık gelişiminin bağını New Scientist’e açıkladı. Buna göre dünyanın en eski tapınma merkezlerinden Göbeklitepe toplumların gelişimine ışık tutuyor. Göbeklitepe’den yola çıkıldığında uygarlıkların Taş Devri’nden günümüze dinin de yardımıyla geliştiği ve ilerlediği görülüyor. Geçmişte çok daha küçük toplumlar halinde yaşanıyordu. Bu toplumlardaki akrabalık ilişkileri nedeniyle herkes birbirine karşı fedakarlıkta bulunuyordu. Ancak topluluklar büyüdükçe fedakarlıklar gittikçe azaldı. Burada din devreye girdi. Din çerçevesinde yapılan ritüeller insanları birbirine yaklaştırdı. Uygarlıklar gelişti. Toplumda ortalama bir düzen sağlanmış oldu.

Ateistler sevilmiyor
Amerikan Sosyoloji Dergisi’nde yer alan bir araştırmaya göre bir toplumda en az kabul görenler Ateistler oluyor. Tanrı’ya inananlar diğer dinleri takip edenlere da saygı duyuyor ancak Ateistlere genellikle güvenmiyorlar.

Botton: İnançsızlar dinden yararlanmalı
‘Ateistler için din’ kitabının ünlü yazarı Alain de Botton ‘Din ve Tanrı’ dosyası için New Scientist’e konuştu. Botton dergiye, “Ateistlerin de dinin yararlarından faydalanmalarını istiyorum. Dinler insanların ihtiyaçlarına dayanıyor. Toplum içinde düzenli bir şekilde yaşanmasına yardımcı oluyor. Dinler kendimizi kontrol etmemize ve iyileştirmemize yol açıyor. Ateistler dini reddettikleri için dinin tüm yararlarını da geride bırakıyor” yorumunu yaptı.

Dini hareketlerin ömrü 25 yıl
Günümüzde dünyada varolan dinler bugüne dek ortaya çıkan dini hareketlerin ve grupların yalnızca çok küçük bir kısmı. Connecticut Üniversitesi’nden araştırmacı Richard Sosis, 19. yüzyılda Amerika kıtasında çıkan dini hareketleri inceleyerek bunların ortalama ömürlerinin 25 yıl olduğunu savundu. 80 yılda ise her 10 dini hareketten/gruptan yalnızca dokuzunun ayakta kaldığı görüldü. Laik hareketlerin ömrünün ise çok daha az olduğu görüldü. Çoğu sosyalizmden feyz alan bu hareketlerin yüzde 90’ının ortalama 6.4 yılda ortadan kaybolduğu görüldü.

25.03.2012
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
%93
1998 yılında ABD Ulusal Bilim Akademisi’nde yapılan bir incelemede akademi üyelerinden yüzde 93’ünün Tanrı’ya inanmadıkları görüldü. Ancak aynı araştırma ABD toplumu üzerinde yapıldığında neredeyse aynı oranda ABD’linin Tanrı’ya inandıklarını söyledikleri ortaya çıktı.

Ateistler sevilmiyor
Amerikan Sosyoloji Dergisi’nde yer alan bir araştırmaya göre bir toplumda en az kabul görenler Ateistler oluyor. Tanrı’ya inananlar diğer dinleri takip edenlere da saygı duyuyor ancak Ateistlere genellikle güvenmiyorlar.

Bilim insanlarının çoğu ateist, toplumun çoğunluğu ateistlere güvenmiyor. Haliyle toplumun çoğu, bilim adamlarına güvenmiyor. Neticede bilimsel olana da güvenmiyor, çünkü bilim, kendi başına var değildir; bilim, bilim insanının faaliyetidir.
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Bende; inançsızlar dinden faydalanmalı kısmına takıldım. bu ne demek ya ! inanmadan nasıl faydası olacakmış? insan algısında çökerttiği/inanmadığı birşeye nasıl ve neden inanır? salt faydanın olduğu yerde gerçek sadakat yoktur, gerçek sevgi hiç yoktur dolayısı gerçekte yoktur. (faydanın doğurduğu sevgide gerçek sevgi değidir, salt faydanın doğurduğu hiç birşey gerçek değildir) ölüm,acılar,yokluk,hiçlik,adaletsizlik, anlamsızlık, korkular vb insan bunlar yüzünden mi inanıyor? Tanrının ve dinlerin yeryüzündeki en güçlü silahı bunlar mı yani? evet bu anlamda (salt fayda) bunlar birer silah o zaman.böyle inanç olmaz, düşünen insan böyle inanmaz. hiç birşey yapamazsam kafamda imgeler yaratır bunları gene yenerim. bunun için dine ihtiyacım yok. hiçten gelmişssem ben zaten hiçimdir yaşam bana birşey katamaz.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Bende; inançsızlar dinden faydalanmalı kısmına takıldım. bu ne demek ya ! inanmadan nasıl faydası olacakmış? insan algısında çökerttiği/inanmadığı birşeye nasıl ve neden inanır? salt faydanın olduğu yerde gerçek sadakat yoktur, gerçek sevgi hiç yoktur dolayısı gerçekte yoktur. (faydanın doğurduğu sevgide gerçek sevgi değidir, salt faydanın doğurduğu hiç birşey gerçek değildir) ölüm,acılar,yokluk,hiçlik,adaletsizlik, anlamsızlık, korkular vb insan bunlar yüzünden mi inanıyor? Tanrının ve dinlerin yeryüzündeki en güçlü silahı bunlar mı yani? evet bu anlamda (salt fayda) bunlar birer silah o zaman.böyle inanç olmaz, düşünen insan böyle inanmaz. hiç birşey yapamazsam kafamda imgeler yaratır bunları gene yenerim. bunun için dine ihtiyacım yok. hiçten gelmişssem ben zaten hiçimdir yaşam bana birşey katamaz.

Bilim insanlarının çoğu ateist, toplumun çoğunluğu ateistlere güvenmiyor. Haliyle toplumun çoğu, bilim adamlarına güvenmiyor. Neticede bilimsel olana da güvenmiyor, çünkü bilim, kendi başına var değildir; bilim, bilim insanının faaliyetidir.


İnançsızlar dinden faydalanmalı derken manevi açıdan faydaları olduğu anlatılmak isteniyor sanırım fakat inanmayan birisi için tabi ki hiç bir anlam ifade etmeyecektir. Faydalı diye inanç duyulabileceğini sanmıyorum ancak şu da bir gerçek ki sağlık problemlerinde bile inançlı kişilerin daha kolay hastalığı atlattığı tespit edilmiştir. Maneviyat kişiyi daha güçlü kılıyor.

Ferdinand'ın yaptığı genellemeye katılmıyorum. Bilim insanlarının Ateist olması bazı meslek grupları açısından etkili olabilir fakat bazıları için hiç de dikkat çekici olmayacaktır. Mesela bir cerrahın Ateist olup olmaması hiç kimseyi ilgilendirmez ya da bir mühendis için de aynı şey geçerli fakat bir psikiyatristin ya da sosyoloğun Ateist olması dikkat çekebilir fakat çok etkili olduğunu düşünmüyorum. Akademisyenlerin kendi arasında da inançlı ve inançsız diye bir gruplandırmaya gidileceğini sanmıyorum ancak kendi açımdan yorum yapacak olursam Kuantum Mekaniği konusunu araştırma yaparken inançlı kişilerin araştırmalarına yöneldiğimi kabul etmeliyim. Caner Taslaman gibi mesela:)

Sonuçta bilim de bazen taraflı bir bakış açısı sergileyebiliyor aslında bu makale bu duruma güzel bir örnek teşkil etti.

İnancın çocukluktan gelişen bir durum olduğu konusuna ışık tutması açısından da çok ilgimi çekti. Kendi adıma kimse bana dini bir dayatma veya inanç empoze etmediği halde çocukluğumdan beri bu konuları kendi başıma araştırmış ve kararı kendi başıma vermiş biri olarak bu araştırma mantığıma uygun göründü.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Çocuklara ne öğretirseniz, ona inanacaklardır. Eğer inanç kaçınılmaz olsa idi, hayvanlar tarafından byütülmüş çocukların da bir inanca sahip olması gerekirdi. Oysa ki bu örneklerde inancı bırakın, insan olamama durumu vardır.İnanç da insana özgüdür ve insan bilinci de toplumsal süreçler neticesinde varlık kazanır.

dijital
İnancın çocukluktan gelişen bir durum olduğu konusuna ışık tutması açısından da çok ilgimi çekti. Kendi adıma kimse bana dini bir dayatma veya inanç empoze etmediği halde çocukluğumdan beri bu konuları kendi başıma araştırmış ve kararı kendi başıma vermiş biri olarak bu araştırma mantığıma uygun göründü.

Siz, sürekli olarak, üyesi olduğunuz toplumun kurumları tarafıdan bir yaratıcıya inanmanız yönünde telkin bombardımanına tutulursunuz. Bu süreç, doğduğunuz andan itibaren başlar. Başka deyişle siz, bu dayatma ortamının, empoze etme sisteminin içerisine doğarsınız. Bu telkinlere sürekli maruz kalmak, telkinlere maruz kalmamak olarak algılanabilir çünkü, "bu telkinler doğaldır" gibi bir anlayışa, bir izlenime sebep olabilir. Olabilir, çünkü bu telkinler sizin için, sizin var oluşunuzdan itibaren çevrenizi sarmaktadırlar. Bunlara maruz kalmak, tıpkı nefes almak gibi doğaldırlar.

Ebeveynleriniz/akrabalarınız -Tanrı vardır

Eğitim kurumu - Tanrı vardır

Siyaset kurumu - Tanrı vardır

Din kurumu - Tanrı vardır

Arkadaş çevreniz - Tanrı vardır

Özetle, ait olduğunuz toplumun kurumlarının ezici çoğunluğu "Tanrı vardır" diyecek, ancak inanç, size empoze edilmemiş olacak. Bu pek makul bir yaklaşım değildir. Goethe'ye ait bir önceki imzam aklıma geldi: "Kimse özgür olduğunu düşünen birinden daha iyi köle olamaz"
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Çocuklara ne öğretirseniz, ona inanacaklardır. Eğer inanç kaçınılmaz olsa idi, hayvanlar tarafından byütülmüş çocukların da bir inanca sahip olması gerekirdi.

Özetle, ait olduğunuz toplumun kurumlarının ezici çoğunluğu "Tanrı vardır" diyecek, ancak inanç, size empoze edilmemiş olacak. Bu pek makul bir yaklaşım değildir. Goethe'ye ait bir önceki imzam aklıma geldi: "Kimse özgür olduğunu düşünen birinden daha iyi köle olamaz"

Araştırmada, çocuklara ilk başta Tanrı yok dendiği halde var olduğuna inanmayı seçtikleri belirtiliyor. Bu durumda çevre çok fazla etkili görünmüyor. İlk başta içten gelen bir sezgi ile Tanrı'ya yönelim olabilir fakat zamanla aldığı eğitim ve edindiği bilgiler doğrultusunda inancı şekillenecektir. Çok muhafazakar çevrelerde bir inanç dayatması olduğu doğru fakat araştırmanın yapıldığı alan muhafazakar bir çevre değil bu durumda inanmayı seçen insanların özgür iradeleri ile bu kararı verdiklerini düşünüyorum.

Akademisyen çevrelerde Tanrı'nın varlığına şüphe ile yaklaşanların çoğunlukta olmasının sebebinin de; elle tutulur bir kanıta ulaşamadıkları için bilim insanı imajını zedelememek adına yapılmış bir seçim olduğu kanaatindeyim.

Kendi adıma dini dayatmanın olduğu bir çevrede yetişmediğim için bu kararı kendi iç sesim ve araştırmalarım sonucunda verdim. Sorgulamadan sağdan soldan duymalar ile edinilen dini inançların zaten sağlam temellere dayandığını düşünmüyorum.

Bu araştırmada dikkatimi çeken çocuk yaşta içten gelen bir his ile Tanrı'nın varlığına yönelmek kısmıydı çünkü daha önce hatırlarsanız bir tartışmada ben de içten gelen bir his ile var olduğundan eminim demiştim. Tabi ki bu araştırma henüz çok geniş bir çevrede yapılmadı, genele yaymak doğru değil fakat benim mantığım olabilir, diyor...
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Çocuklarda doğa üstü olana ve dolayısı ile tanrı fikrine yatkın olma durumu vardır. Bu çalışmalardan haberdarım. İnsanın insanlaşma sürecinde, dinin etkisi yadsınamaz, buna da itirazım yok. İtirazım, programlanma mevzusunadır. Böyle bir durum olsaydı, hayvanlar tarafından yetiştirilmiş çocukların da tanrı inancına yatkınlık göstermesi gerekirdi. Bırakın bu yatkınlığı, insan dahi olamamışlardır. Çocuklar, Noel Baba'nın varlığına da, geyiklerin çektiği uçan kızağı ile bacalardan süzülüp hediye bıraktığına da inanırlar. Yani?

Özgür irade ile -ki ben böyle bir tanımlamayı kabul etmiyorum, ancak sizin terminolojinizden hareket ediyorum- seçim yapıldığı doğru değildir. Eğer, hakim olan görşün aksine bir yol çizmiş olsaydınız, çizmemiş olmaya nazaran, sizin tanımınızla, iradenizi özgürce kullanmış olabilirdiniz. Dayatma, illaki birilerinin kafanıza vura vura, yahut tepenizde dikile dikile yaptığı birşey değildir. Toplumun tüm kurumları tanrı vardır diyorsa ve bu öğretiyi tüm kurumları vasıtası ile yayıyorsa,bu bir dayatmadır. Bu ve benzeri dayatmalar olmasa idi, bir insan toplumundan ve haliyle o toplumun bireylerinden de söz edilemezdi. Dayatma kötüdür demiyorum, neyin dayatıldığı mühimdir diyorum.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Madem konu çocuk ve inanç düzleminde,izlediğim bir deneyi de ben paylaşayım.Çocuklardan oluşan iki farklı grup var.Sanırım 5-6 yaşındaki çocuklardı. Bu gruplar üzerinde ayrı ayrı gözlemlerde bulunuluyor. Şu şekilde: Önce İlk grup, bir odaya alınıyor --oda gizli kameralarla izleniyor, ancak çocuklar bunun farkında değiller-- dart oyunu oynanacağı ifade ediliyor. Oyunun kuralları anlatılıyor. Şu çizginin gerisinden atış yapılacak ve atışı yapan kişi dart tahtasına arkası dönük, yani tahtaya bakmıyor iken atış yapacak. Bu kuralları çiğnemek yasak deniyor. Sonra atış yapacak çocuk hariç, herkes odadan çıkıyor. Özetle atış yapılırken, odada bir gözlemci, yani kural ihlalini tespit edecek birileri bulunmuyor. Atışlar yapılıyor ve istisnasız tüm çocuklar söz konusu yasaklara aldırmıyor ve hile yapıyorlar. Sonrasında ikinci grup aynı odaya alınıyor ve aynı kuralların geçerli olduğu ifade ediliyor. Fakat bu gruptaki çocuklara,boş bir sandalye gösterilerek, aslında o sandalyenin boş olmadığı, orada Prenses Lucy'nin oturduğu; O'nun görünmez, dokunulunca hissedilmez bir varlık olduğu, atış yapılırken odada olacağı ifade ediliyor. Atış yapan çocuk dışındaki herkes odayı terk ediyor. Yani çocuk ve hayali prenses odadalar. Çocuk tek başına kalınca, davranışlarından hile yapmanın yollarını aradığı belli oluyor, çizgide arkası dönük ancak şöyle bir sandalyeyi süzüyor, sonra gidiyor bir iki dokunuyor, emin olamıyor kuralları çiğnese mi çiğnemese mi...Neyse, sonunda işi kuralına göre yapıyor ve nizami atışını gerçekleştiriyor. Bu gruptaki diğer çocuklar da benzer şekilde kuralları çiğnemeden atış yapıyorlar.
 

nefha

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Çocuklarda doğa üstü olana ve dolayısı ile tanrı fikrine yatkın olma durumu vardır. Bu çalışmalardan haberdarım. İnsanın insanlaşma sürecinde, dinin etkisi yadsınamaz, buna da itirazım yok. İtirazım, programlanma mevzusunadır. Böyle bir durum olsaydı, hayvanlar tarafından yetiştirilmiş çocukların da tanrı inancına yatkınlık göstermesi gerekirdi. Bırakın bu yatkınlığı, insan dahi olamamışlardır.

hayvanlar tarafından büyütülen bir kaç çocuğun insansı davranamadıkları hatta alıştıkları ortamdan ayrılınca öldüklerini bende okumuştum.bu demek oluyor ki,İnsan yavrusunun bir insan tarafından yetiştirilmesi gerekiyor.İnsan yavrusu doğadaki yaradılmışların en acizidir.Kendi kendine doğar doğmaz yürüyüp süt emebilen diğer yavrular gibi kendini idare edebilecek bir potansiyeli yoktur.Evrimleşme doğruysa bu yetiler neden körelmiş dersiniz.
ayrıca insan olabilmek için evrilirken bir öncekiler daha hayvansı ise ve günümüz bilgilerine göre ayna nöronlar sayesinde taklitle öğrenen yaratıklarsak kimi taklit ettikte insan olduk sizce.
 

nefha

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Madem konu çocuk ve inanç düzleminde,izlediğim bir deneyi de ben paylaşayım.Çocuklardan oluşan iki farklı grup var.Sanırım 5-6 yaşındaki çocuklardı. Bu gruplar üzerinde ayrı ayrı gözlemlerde bulunuluyor. Şu şekilde: Önce İlk grup, bir odaya alınıyor --oda gizli kameralarla izleniyor, ancak çocuklar bunun farkında değiller-- dart oyunu oynanacağı ifade ediliyor. Oyunun kuralları anlatılıyor. Şu çizginin gerisinden atış yapılacak ve atışı yapan kişi dart tahtasına arkası dönük, yani tahtaya bakmıyor iken atış yapacak. Bu kuralları çiğnemek yasak deniyor. Sonra atış yapacak çocuk hariç, herkes odadan çıkıyor. Özetle atış yapılırken, odada bir gözlemci, yani kural ihlalini tespit edecek birileri bulunmuyor. Atışlar yapılıyor ve istisnasız tüm çocuklar söz konusu yasaklara aldırmıyor ve hile yapıyorlar. Sonrasında ikinci grup aynı odaya alınıyor ve aynı kuralların geçerli olduğu ifade ediliyor. Fakat bu gruptaki çocuklara,boş bir sandalye gösterilerek, aslında o sandalyenin boş olmadığı, orada Prenses Lucy'nin oturduğu; O'nun görünmez, dokunulunca hissedilmez bir varlık olduğu, atış yapılırken odada olacağı ifade ediliyor. Atış yapan çocuk dışındaki herkes odayı terk ediyor. Yani çocuk ve hayali prenses odadalar. Çocuk tek başına kalınca, davranışlarından hile yapmanın yollarını aradığı belli oluyor, çizgide arkası dönük ancak şöyle bir sandalyeyi süzüyor, sonra gidiyor bir iki dokunuyor, emin olamıyor kuralları çiğnese mi çiğnemese mi...Neyse, sonunda işi kuralına göre yapıyor ve nizami atışını gerçekleştiriyor. Bu gruptaki diğer çocuklar da benzer şekilde kuralları çiğnemeden atış yapıyorlar.

çocuklar islam fıtratı üzere doğar.yani tek bir Allaha inanma meyli yaradılışımızda var.bununla birlikte bu inanma meyli aile ve çevre tarafından batıl şekildede yönlendirilebilir.yukardaki deney bence bunun kanıtıdır.İnanma meyli her insanda doğuştan var.iman,eman aynı kökten yani birine inanma,güvenme,kendini güvende hissetme ihtiyacı doğuştan.Çocuk,ailesine iman ediyor ilk onların her dediğini doğru kabul ediyor.Yada büyüklerin her zaman doğruyu yapıklarını zannediyor.Hatta çocuğu olanlar bilir bir doğruyu öğretirsiniz,farkında olmadan o doğruyu ihlal ettiğinizde hemen uyarır.yada tv de o doğrunun aksini görür,sürekli sorar.sorgulama ihtiyacı ancak 12 yaşından sonra gerçekleşiyor.zaten islamdada taklidi iman tahkiki iman aynı değildir.Yani kişinin ana baba hoca ve çevresini takliden müslüman olmasıyla kendisi tahkik ederek irdeleyerek iman etmesi arasında fark vardır.İkincisi daha kıymetlidir.Nitekim sonradan müslüman olanların kısa sürede nekadar çok yol aldıkları yadsınamaz bir gerçektir.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
nefha
Kendi kendine doğar doğmaz yürüyüp süt emebilen diğer yavrular gibi kendini idare edebilecek bir potansiyeli yoktur.Evrimleşme doğruysa bu yetiler neden körelmiş dersiniz.
ayrıca insan olabilmek için evrilirken bir öncekiler daha hayvansı ise ve günümüz bilgilerine göre ayna nöronlar sayesinde taklitle öğrenen yaratıklarsak kimi taklit ettikte insan olduk sizce.

İnsanların ataları olan primatlar, ağaç tepelerinde yaşayan canlılardır. Ağaç tepelerinde yaşıyor olmalarına paralel olarak çevik, hızlı, kas kitlesi yahut güç bakımından karada yaşayan memelilere nazaran daha yetersizdirler. Yüksekte olmaları sebebi ile daha korunaklı bir çevrede yaşadıkları söylenebilir. Yaşadıkları bu çevrenin kendine has kuralları olduğu için, evrimsel gelişmeleri de bu ortama özgü olmuştur. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bu canlılarda fiziksel güçlülük yerine, beyin kapasitesinde bir gelişmişlik olduğu söylenebilir. Evrimde şöyle bir olgu vardır ki bir yön ön plana çıkarken, diğer yön zayıf kalır. Yani hem düşünme kapasitesi, hem de fizyolojik yeterlilik anlamında en yetkin olma gibi bir şey yoktur. Örneğin memeli ot oburların yavruları, hemen ayaklanabiliyor olmalarına karşın, beyin kapasitesi bakımından sınırlıdırlar.

İnsanın toplumsal bir varlık oluşu malumunuzdur. İnsan, gerek üyesi olduğu toplumla, gerekse bu toplumun diğer üyeleri ile geniş ifadesi ile doğayla, toplum aracılığı ile ilişki kurmaktadır. İnsan, bu toplumsal sürecin ürünüdür. İnsan, toplumsal olarak faaliyette bulunur ve bu faaliyetleri sırasında bilgi edinir. Edindiği bu bilgiler ile yeni eserler ortaya koyar. Ortaya konan bu eserle, örneğin ateşten faydalanma gibi yahut kavramlaştırma kabiliyeti gibi, insan yeni insanı da ortaya koymuş olur. Ancak iyi de “ilk nasıl oldu?” diye soruyorsanız bilmiyorum. Böyle bir bilgiye, henüz kimse ulaşamamıştır. Farklı varsayımlardan bahsedilir. Ben şahsen diyalektik bir süreçte, cansızlıktan canlılığa geçilebileceğini ve aynı süreçte nitel sıçramaların olabileceği fikrini akla yatkın buluyorum. Bir de dünya dışı zeki varlıkların ürünü olduğumuzu ifade eden yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımların da, ispat edilmemiş olduklarını ifade etmekle beraber, ileri sürdükleri kanıtların sonucunda varılan yorumların makul oldukları fikrindeyim.

İnsan yavrusunun sizin saydığınız hemen yürüyememe vb. yahut genel anlamda ifade edersek, ebeveynlerine muhtaç olduğu sürenin uzunluğu sebebi ile özellikle anne ile geçirilen vakit bir hayli uzundur. Bu anlamda insan yavrusu, annesinin davranışlarını taklit ederek modern insan olabilmiştir. Kısacası insanın evriminde, dişinin rolünün ön planda olduğu söylenebilir. Kadının rolünün önemi açısından bu noktayı vurgulamak istedim. Bu sebeple, kadınların ikincil kabul edildiği hiçbir görüşü, kabul etmem mümkün değildir.
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Bir de dünya dışı zeki varlıkların ürünü olduğumuzu ifade eden yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımların da, ispat edilmemiş olduklarını ifade etmekle beraber, ileri sürdükleri kanıtların sonucunda varılan yorumların makul oldukları fikrindeyim.

O Prometheus olabilir mi? :)

prometheus-feature-2.jpg



ilk filmde buldukları dna'lar insan çıktı gene ama yılmadılar ;) başka bir gezegene doğru yola çıktılar. Prometheus 2 /paradise 2014 ya 2015 vizyonda olacak diyorlar. ilk filmde kötü film değildir izlenebilir.
 

nefha

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
İnsanların ataları olan primatlar, ağaç tepelerinde yaşayan canlılardır. Ağaç tepelerinde yaşıyor olmalarına paralel olarak çevik, hızlı, kas kitlesi yahut güç bakımından karada yaşayan memelilere nazaran daha yetersizdirler. Yüksekte olmaları sebebi ile daha korunaklı bir çevrede yaşadıkları söylenebilir. Yaşadıkları bu çevrenin kendine has kuralları olduğu için, evrimsel gelişmeleri de bu ortama özgü olmuştur. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bu canlılarda fiziksel güçlülük yerine, beyin kapasitesinde bir gelişmişlik olduğu söylenebilir. Evrimde şöyle bir olgu vardır ki bir yön ön plana çıkarken, diğer yön zayıf kalır. Yani hem düşünme kapasitesi, hem de fizyolojik yeterlilik anlamında en yetkin olma gibi bir şey yoktur. Örneğin memeli ot oburların yavruları, hemen ayaklanabiliyor olmalarına karşın, beyin kapasitesi bakımından sınırlıdırlar.

İnsanın toplumsal bir varlık oluşu malumunuzdur. İnsan, gerek üyesi olduğu toplumla, gerekse bu toplumun diğer üyeleri ile geniş ifadesi ile doğayla, toplum aracılığı ile ilişki kurmaktadır. İnsan, bu toplumsal sürecin ürünüdür. İnsan, toplumsal olarak faaliyette bulunur ve bu faaliyetleri sırasında bilgi edinir. Edindiği bu bilgiler ile yeni eserler ortaya koyar. Ortaya konan bu eserle, örneğin ateşten faydalanma gibi yahut kavramlaştırma kabiliyeti gibi, insan yeni insanı da ortaya koymuş olur. Ancak iyi de “ilk nasıl oldu?” diye soruyorsanız bilmiyorum. Böyle bir bilgiye, henüz kimse ulaşamamıştır. Farklı varsayımlardan bahsedilir. Ben şahsen diyalektik bir süreçte, cansızlıktan canlılığa geçilebileceğini ve aynı süreçte nitel sıçramaların olabileceği fikrini akla yatkın buluyorum. Bir de dünya dışı zeki varlıkların ürünü olduğumuzu ifade eden yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımların da, ispat edilmemiş olduklarını ifade etmekle beraber, ileri sürdükleri kanıtların sonucunda varılan yorumların makul oldukları fikrindeyim.

İnsan yavrusunun sizin saydığınız hemen yürüyememe vb. yahut genel anlamda ifade edersek, ebeveynlerine muhtaç olduğu sürenin uzunluğu sebebi ile özellikle anne ile geçirilen vakit bir hayli uzundur. Bu anlamda insan yavrusu, annesinin davranışlarını taklit ederek modern insan olabilmiştir. Kısacası insanın evriminde, dişinin rolünün ön planda olduğu söylenebilir. Kadının rolünün önemi açısından bu noktayı vurgulamak istedim. Bu sebeple, kadınların ikincil kabul edildiği hiçbir görüşü, kabul etmem mümkün değildir.

yani leylekler getirdi demediğiniz kalmış. :)büyüklere masallar gibi olmuş.
peki ağaçlarda yaşayan maymunların bile yavruları sıkı sıkı anneye yapışmayı biliyor. .neden o yetilerimiz körelsin ki.hadi köreldi diyelim neden bir iki yıl sonra yeniden o yetileri kullanmaya karar verip yeniden yürüyebiliyoruz.
ilk nasıl oldu sorusuna gelince, elbette ki öğrenerek.İstersek evrilerek yaradılmış olalım,yaradanın insan kalbine gönderdiği ilham ve vahy ler sayesinde medeniyetler oluştu.hangi medeniyeti araştırırsanız araştırın kökeninde din olgusunu bulmamanız mümkün değil.Hatta en önemli eserler dini eserlerdir.piramitler,Tapınaklar,katedraller,camiler..vs.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Dünya dışı varlıkların bu dünya yaşamına katkıları olma ihtimali benim açımdan da çok yüksek fakat tabi ki onları da yaratan bir yaratıcı var. Sonuçta dünya dışı varlıklar biyolojik oluşuma katkı sağlamış ve bu sebeple eski medeniyetler tarafından Tanrılar diye kabul edilmiş olabilirler. Mitolojik anlatımlardaki kutsal ayetlere benzerlik o dönemde yüce bir varlık ya da varlıklar ile iletişimin var olduğunu gösteriyor.

Yaradan bir çok alem ve dünya yaratmış olabilir. Dünya dışı varlıklar da bizlerden çok daha ileri teknoloji ve tekamülde olan varlıklar olup, dünya yaşamını oluşturmuş olabilirler. Piramitler ve piramitlerin matematiksel diyaznı o dönem yaşayan kişilerin bizden geri değil çok ileride olduklarını gösteriyor.

Sonuçta inanç bana göre içten gelen bir his ile oluşur. Başkalarının dayatması ile oluşması ancak bir takım laboratuvar koşullarında, beyin kimyaları üzerinde oynamalar yaparak ya da zihin kontrol yöntemleri ile oluşabilir.

Çocukların çok küçük yaşlarda bir inanç geliştirmesi sonradan inancını sorgulamaya başlaması bence bu deneyin akla yatkın tarafıdır.

Ormanda büyüyen bir çocuk inançlı olmayabilir fakat inançlı olmayı bırakın insani özelliklerini de kaybediyor, beraberinde inanç da oluşmuyor olabilir fakat dediğim gibi insani hiç bir özellik oluşmuyor bu detay da gözden kaçırılmamalı.

Her insan vicdanlı mıdır ya da her insan her insani özelliğe sahip midir? Hayır değildir bu sebeple bazı kişilerin inançlı olmaması da çok doğal. Zorlama ile oluşan inanç kendini çok çabuk belli eder zaten özden gelen ise çok korkunç deneyler sonucu baskılanabilir fakat asla yok edilemez.( MK Ultra deneylerinde bu konu da araştırılıyordu mesela.)
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
yani leylekler getirdi demediğiniz kalmış. :)büyüklere masallar gibi olmuş.
peki ağaçlarda yaşayan maymunların bile yavruları sıkı sıkı anneye yapışmayı biliyor. .neden o yetilerimiz körelsin ki.hadi köreldi diyelim neden bir iki yıl sonra yeniden o yetileri kullanmaya karar verip yeniden yürüyebiliyoruz.
ilk nasıl oldu sorusuna gelince, elbette ki öğrenerek.İstersek evrilerek yaradılmış olalım,yaradanın insan kalbine gönderdiği ilham ve vahy ler sayesinde medeniyetler oluştu.hangi medeniyeti araştırırsanız araştırın kökeninde din olgusunu bulmamanız mümkün değil.Hatta en önemli eserler dini eserlerdir.piramitler,Tapınaklar,katedraller,camiler..vs.

Bu yaklaşımın temeli bilimseldir, inançsal değildir. Antropolojidir, paleontolojidir, evrim biyolojisidir vs. Eğer bunlar size masal olarak geliyorsa, sizin bilimsel olana hürmetiniz yok demektir. Elbette sizin seçiminizdir, kimseye zoral bilimsel bir bakış açısı verilecek değildir, hele ki belli bir yaştan sonra. Ancak, hiç bir bilimsel temele dayanmayan, sırf inanca, hissiyata dayalı olan ve mitlerden oluşmuş metinleri kutsal kabul eden bir kimse olarak, bilimsel olana masal demeniz pek tutarlı değildir. Herhangi bir şeyin mitsel, hikayesel, masalımsı yahut nederseniz olmasına itiraz edebilecek son insanlar mitleri kutsal kabul eden insanlar olmalıdır.

Sonucu sebep olarak görüyorsunuz. İnsanlık tarihinde dinsel unsurlar önemli bir yer tutar. Toplumsallaşma sürecinde önemli etkisi de vardır,Ancak din bir sebep değil bir sonuçtur. İnsanın insan olma sürecinde, hayvandan günümüz insanına evrildiği, bilimsel olarak tanıtlanmış bir şeydir. Haliyle insanın var olduğundan bu yana dini bir inanca sahip olduğu gibi bir şey söz konusu değildir. Bu yaklaşım inançtan öteye gidememektedir. Oysa ki tersine, hayvandan insana giden süreç, bir inanç değil, maddi temeli olan bir teoridir. Bir yanda dinsel mitler/masallar/hikayeler, diğer yanda bilimsel çalışmalar. Ben ikincisini tercih ediyorum. Varın siz birincisini tercih edin.
 

alpine

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
11 Nis 2009
Mesajlar
480
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Insan beyni dogumundan olumune ev gibi insa edilen bir yapidir. Her bir parca, bir digerine dayanir, kendi icerisinde belli bir mantik gerektirir. Yani sebepsiz sonuc hicbir zaman yoktur. Burada insanin konusmaya baslamasi ile beraber kulturun ortaya cikmasi ve beynin bu sayede kat uzerine kat cikmasi sureci cok onemli. Beyin artik sesle tanisiyor, icerisindeki konseptleri isimlendirebiliyor. Bu konseptlerin baglantilarini cok daha karmasik hale getiriyor, cok daha fazla muhakeme, mantik kabiliyeti gerektiriyor. Bunu saglamanin en kolay yolu olarak eski zamanda din ortaya cikiyor. Din, insan beyninin yeni tanistigi konseptler uzerinde kisa zamanda daha etkin olabilmesini sagliyor.

Mesela bir toplum dusunun, daha once olmek ve yasamak hakkinda cok fazla kafa yormamis. Fakat dil gelisip insanlar aralarinda iletisim kurmaya basladiklarinda, duygularinida birbirlerine aktarabilmisler, bireyin duygu ve dusunceleri, digerler bireylerinki ile bir araya gelince coklanmis, daha guclu hale gelmis. Daha once grup icerisinde olen birisi oldugunda cok fazla kafa yorulmuyorken, bu durumu beraber yasayip arasinda paylasan bir toplumda daha onemli hale gelmis. Insan bu durumun kendisi icin daha onemli hale gelmesi neticesinde, bunun icin bir davranis gelistirme ihtiyaci hissetmis, mesela olulerini yememek, gommek, yakmak, onun icin uzulmek, sevinmek, vs vs vs...

Fakat buraki sorun su; bunu yapabilmesi icin muhakeme ve mantik gerekiyor, zira beyin boyle calisiyor. Her sonuc bir sebepten ileri geliyor. Yapmak istediklerine bir zemin arayisi ona dini getirdi. Din bilinemeyenlere cevap verdi, beyin bu cevaplari kullanarak ihtiyaci olan davranisi, yani kulturu olusturdu. Mesela olulerini yemek istemeyen insan, bunu bir kural haline getirebilmek icin onlara ne oldugunu bilmek zorunda hisseti kendisini, cunku icgudusel olarak bunun yanlisligini biliyordu. Bu insanin belkide genetiginden gelen bir davranis sekli, ancak bunun farkinda olmayan insan bunun nedenini aradi ve kendince bulduda.

Ben dinlerin ortaya cikisini buna benzer bir sistematige bagliyorum. Bu acidan, evet, din insana faydali olmustur, faydali olmaya, insanlari kendine inanmaya programlamaya devam etme imkanida vardir, fakat bunu yapabilmesi icin bilmediklerimize bildiklerimiz cercevesinde cevap uretebilme kapasitesi olmasi gerekir, bize zaten bildiklerimizi yalan yanlis itelemeye calismaktan ziyade.
 

nefha

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
86
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Bu yaklaşımın temeli bilimseldir, inançsal değildir. Antropolojidir, paleontolojidir, evrim biyolojisidir vs. Eğer bunlar size masal olarak geliyorsa, sizin bilimsel olana hürmetiniz yok demektir. Elbette sizin seçiminizdir, kimseye zoral bilimsel bir bakış açısı verilecek değildir, hele ki belli bir yaştan sonra. Ancak, hiç bir bilimsel temele dayanmayan, sırf inanca, hissiyata dayalı olan ve mitlerden oluşmuş metinleri kutsal kabul eden bir kimse olarak, bilimsel olana masal demeniz pek tutarlı değildir. Herhangi bir şeyin mitsel, hikayesel, masalımsı yahut nederseniz olmasına itiraz edebilecek son insanlar mitleri kutsal kabul eden insanlar olmalıdır.
bilimsel dediğiniz hangisi uzaydan geldiğimiz mi evrildiğimiz mi.bilimin bir biriyle çelişen onca teorisinden hangisini kabul etmeliyiz sizce.

Sonucu sebep olarak görüyorsunuz. İnsanlık tarihinde dinsel unsurlar önemli bir yer tutar. Toplumsallaşma sürecinde önemli etkisi de vardır,Ancak din bir sebep değil bir sonuçtur.

din medeniyetin sebebidir efenim.Yani bir medeniyet kurmak için bir düzen ve disiplin şarttır.saldım çayıra medeniyet olmaz.nitekim vahyden uzak dinler doğru dürüst medeniyet oluşturamamıştır.Medeniyet derken sadece maddi gelişmişliği kasdetmiyorum.

İnsanın insan olma sürecinde, hayvandan günümüz insanına evrildiği, bilimsel olarak tanıtlanmış bir şeydir.
ne zaman kanıtlandı

Haliyle insanın var olduğundan bu yana dini bir inanca sahip olduğu gibi bir şey söz konusu değildir. Bu yaklaşım inançtan öteye gidememektedir
.
ilk insanla ropörtaj yapan bilim adamları mı söylüyor bunu

Oysa ki tersine, hayvandan insana giden süreç, bir inanç değil, maddi temeli olan bir teoridir. Bir yanda dinsel mitler/masallar/hikayeler, diğer yanda bilimsel çalışmalar. Ben ikincisini tercih ediyorum. Varın siz birincisini tercih edin.

bizde insanın başını ve sonunu bilen birinin söylediklerini ,tahminler yürütenlerin söylediklerine tercih ediyoruz.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
bilimsel dediğiniz hangisi uzaydan geldiğimiz mi evrildiğimiz mi.bilimin bir biriyle çelişen onca teorisinden hangisini kabul etmeliyiz sizce

Bilimsel olan evrildiğimizdir. Bilimin birbiriyle çelişen herhangi bir teorisi, olgulara dayanmayan, salt inanca ve hayal gücüne dayalı olan herhangi bir teoriden çok daha iyidir. İstediğinizi kabul edebilirsiniz.



din medeniyetin sebebidir efenim.Yani bir medeniyet kurmak için bir düzen ve disiplin şarttır.saldım çayıra medeniyet olmaz.nitekim vahyden uzak dinler doğru dürüst medeniyet oluşturamamıştır.Medeniyet derken sadece maddi gelişmişliği kasdetmiyorum.

Dinler de bir sonuçtur, ancak insanın modern insan oluşunda önemli katkıları vardır. Ayrıca dinler bir örnek değildir, zaman içerisinde farklı inanç sistemleri -animizmden ilahi dinlere- mevcuttur. Bunların bazılarında yaratıcı/tek bir yaratıcı inancı yoktur, birbirleri ile çelişen unsurlara sahiptirler. Bu çelişiklikleri, bazılarının değiştirilmesinde, yanlış anlaşılmasında vs aramanın da bilimsel açıdan bir değeri yoktur.



ne zaman kanıtlandı

Bilimsel teoriler, somut/maddi kanıtlar üzerine oturduğu için "teori" olarak nitelenirler. Bilimsel olup da maddi kanıtlardan,gerçeğin doğru bilgisinden yahut hakikatten hareket etmeyen, ayakları yere basmayan teori olmaz. "Felsefi" anlamda teori ile "bilimsel" anlamda teori farklıdır. Felsefi anlamda teori, bilimsel anlamda kanıtlanmamış olabilir, buna karşın bilimsel teoriler, felsefi olanlardan farklı olarak pratikte sınanmış olduklarından teori sıfatını almışlardır. Bilimsel süreç yanlışlanabilirlik üzerinden ilerlemektedir. Evrim teorisi 300 seneden fazladır yanlışlanabilmiş değildir.


ilk insanla ropörtaj yapan bilim adamları mı söylüyor bunu

Hayır efendim. Coğrafi keşifler,sömürgecilik faaliyetleri, kolonizasyon sırasında, Dünyanın çeşitli yerlerine Hristiyanlığı yaymak için dağılan Hristiyan misyonerlerin yazdıkları söylüyor. Antrolopolji söylüyor, arkeoloji söylüyor, evrimsel biyoloji söylüyor, paleontoloji söylüyor, özetle "lojilerin" çoğu söylüyor.



bizde insanın başını ve sonunu bilen birinin söylediklerini ,tahminler yürütenlerin söylediklerine tercih ediyoruz.

Düzelteyim, siz, bilincin/ruhun maddeden bağımsız olabileceğini varsayarak, bu bilinçliliğin de sınırsız olabileceğini varsayarak, bu bilinçli sınırlı varlığın, insanın başını ve sonunu bildiğini varsayarak, bu varlığın da elçiler gönderdiğini varsayarak,devamında, önceden gönderdiği inanç sistemlerini geçersiz kıldığını, bu inanç sistemlerinin orjinalinden saptığını varsayarak, en mübarek olanının sizin inanç sisteminiz olduğunu varsayarak, bu varsayımların çoğunu da pratikte/olgularla sınamayarak, salt hissiyatınıza güvenerek vs......bir tercihte bulunuyorsunuz. Ancak bu varsayımlarınızın, neredeyse hiç birini ispat edemiyorsunuz.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst