Güzel Yazılar

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde asil tarafından oluşturulan Güzel Yazılar başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 886 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Güzel Yazılar
Konbuyu başlatan asil
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan UpBot

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
BİLGİSAYARIN TOPLUMSAL ETKİLERİ

Bilgisayar çağının insanlara çok şey kazandırdığından, insanların kazandığı en önemli şeyin ise zaman olduğundan çeşitli vesilelerle sık sık bahsederiz. Zannederiz ki her birimiz dakikaları parayla ölçülemeyecek kadar önemli işlerle meşgul ve son derece önemli insanlarız. Ama bilgisayar sayesinde kazandığımızı iddia ettiğimiz zamanı birçoğumuz ya televizyon başında ya da yine bilgisayar başında heba eder dururuz. Çünkü bilgisayarlarla iç içe yaşamak bize hayatımızı sonsuza kadar değiştirecek bazı önemli (!!!) şeyler kazandırmıştır. Bu kazanımlarımızı şu şekilde sıralayabiliriz:

1) hemen her işlem için kısayol tuşları vardır, önemli olan bunları öğrenebilmektedir,
2) oyunlarda çok kısa sürede büyük başarılar elde edebileceğimiz hileler mutlaka vardır,
3) ödev, yazı, proje hazırlamak için fazlaca çalışmamıza gerek yok, google’da mutlaka vardır, orada bulduğumuzu biraz değiştirir veya 3-5 tanesinden kopyala yapıştır yapar hallederiz,
4) artık kütüphane vs.ye gitmeye gerek kalmamıştır, çünkü internette tarar buluruz nasılsa aradığımız dergi veya kitapları,
5) bilgisayarda istediklerimizi tam olarak yapamıyorsak, bu kesinlikle bilgisayarı kullanmadaki beceriksizliğimizden değil, bilgisayarın veya internet imkanlarının yetersizliğinden kaynaklanmaktadır; bu nedenle bilgisayarımızı sürekli olarak yenilemeliyiz
6) bize verilen işler genel olarak kapasitemizin altındadır, bu nedenle değerli vaktimizi sosyal çevremizi genişletmek ve kişisel özelliklerimizi geliştirmek için kullanmalı (sörf, chat, oyun rekorları, dvd gibi), tamamlamamız gereken işleri ise son gün hatta son saatlerde yapmalıyız. Eğer işlerimizi yetiştiremezsek nasılsa mazeretimiz de hazırdır: “Bilgisayarım Çöktü”, “Bilgisayarıma Virüs Bulaştı” vs vs…

Artık öğrenciler bilgisayar oyunlarında elde ettiği başarılardan o kadar etkilenmiştir ki sınava çalışmadığı halde bir şekilde sınavda başarılı olacağına gerçekten inanmaktadır, bu sınavda olmazsa telafisinde başarılı olacağına inanmaktadır, sanki sınavlar bir bilgisayar oyunudur ve kendilerine sınırsız hak verilecektir. Üniversitedeki araştırma görevlisi; hocasının verdiği bilimsel yazı/rapor hazırlama işini son güne bırakıp, Google’dan bulacağı yazılara ümit bağlayabilmektedir.

Üniversitelerin öğretim görevlileri bilimsel yayınlarda –hazırlayan kişi/kurumun veya yazının hazırlanma tarihinin dahi belli olmadığı – internet kaynaklarını yazılı kaynaklardan daha çok kullanabilmekte, oralardan kesip kopyaladıkları metinlerle bilim yaptıkları hissine kapılmaktadırlar. Oysa bilimsel bir yazıyı hazırlamadaki en önemli kazançlardan birisinin o yazıyı hazırlayan kişinin konu hakkında çok sayıda kitap-makale vb okuması ve konuyu özümsemesi olduğu gözardı edilmekte, bilimsel yazı hazırlamaktan amaç dosya kabartmakla sınırlı kalmaktadır.

Çok acıdır ama günümüzde bir çok insan Google’da bulamadığı şeyin dünyada olmadığını sanıyor. Dünyadaki bilgi birikimine hiçbir katkı yapmadan her tür bilginin veya ihtiyaç duyduğu dokümanın birilerince kendisi için hazırlanmasını bekliyor.

Birisine posta veya kargoyla gönderdiğiniz kitapta yer alan bilgilerin postacının veya kargo şirketinin kültürel birikimine bir katkısı olmayacağı ne kadar açıksa, bilgiyi internetten alıp bizden isteyene ulaştırmanın bize bir şey kazandırmayacağı da o kadar açıktır.

Hayatımızda meydana gelen bu temel değişikliklerin nasıl bir sonuç doğuracağı ortada ama tahmin edemeyenler için ipucu vereyim: her işi savsaklayan, yeni bir şey üretemeyen, hayatlarında değişmesini istedikleri her şeyin kendi dışındaki insanlar tarafından yapılacak girişimlerle değişeceğine inanmış zavallılar topluluğu …

Bir zamanlar; kültürel birikimini gazete okumaya borçlu olan kişiler vardı, bu şahıslar hiç kitap okumadan gazetelerde okudukları ile tüm konular hakkında fikir yürüterek hayatlarını devam ettirirler ve toplam bilgiyi bundan ibaret sanırlardı; meğerse onlar ne kültürlü insanlarmış…Günümüzde ise kültürel birikimi kendisine gönderilen e-postalardaki yazıları okumaktan – daha doğrusu power point şeklinde hazırlanmış yazısı az, resmi çok dokümanlara bakmaktan – ve internette yaptığı sörflerden oluşmuş bir neslin yetişme riski ile karşı karşıyayız.

hekim.org
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
BU NASIL "KENDİ KENDİNE OLUŞMUŞ" BİR ÖRGÜTSE ARTIK...

Ve bugün gördüğünüz, adına "IŞİD" dediğiniz, yüzlerce Japon malı kamyoneti fabrikadan çıkarıp sahaya sürebilen ( bu nasıl bir kendi kendine oluşmuş terör örgütüyse, nereden ruhsat alıyor, nereden vergisini harcını yatırıyorsa...), elinde Avrupa Birliği malı matarasıyla, ayağında İngiliz, Alman, Belçika, Fransız malı ayakkabısıyla, İtalyan malı silahıyla "IŞİD" diye dolaşan terör örgütü 1900'lerin başında kalan projenin devamı olarak sahaya sürüldü. Ve Türkiye'yle özdeşleştirilmeye çalışılıyor.

BUNU DİYECEK KADAR AKILLARINI KAYBETTİLER

Bölgedeki Kürt kökenli insanlarına ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt kökenli vatandaşlarına şu imaj veriliyor: Türkiye IŞİD'i destekliyor, sizi katlediyor.

Birinci Kobani olaylarında da, ikinci Kobani olaylarında da her zaman içerideki malum, bizden olmayan medya, dışarıdaki birçok basın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin IŞİD terör örgütüyle birlikte hareket ettiğini iddia edecek kadar aklını kaybetti.

Bakın, 1071'de Alparslan'la Kürt süvariler bu topraklara girdi ve biz bir daha bu topraklarda ve bu coğrafyada Kürt kökenli bir insanın diğerleri tarafından katledilmesine asla izin vermedik. Herkes elini vicdanına koysun. Türkmenlerin de, Arapların da kimse tarafından katledilmesine izin vermedik. Ama bugün geldiğimiz noktada bu birliktelik sarsılmak isteniyor. Ve içeride de bir siyasi oluşum bunun üzerine basarak örgütleniyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin birçok ilindeki saf niyetli, temiz vatandaşlarımız aslında bu siyasi oluşumun yukarı doğru itilmesinin, bölgenin bölünmesindeki birinci etap olduğunu anlayamayarak hiç alakaları olmadıkları halde bu siyasi oluşumla beraber hareket etmeye çalışıyorlar.

1900'LERİN BAŞINDA BAŞLAYAN BİR DENKLEM...

Bölgeyi talan etme, şekillendirme ve en başta maalesef Kürt kökenli insanların çok ciddi zarar göreceği dinamiklerin yolunu açma, hep bu denklemin altında yatıyor. Ve bu, 1900'lerin başında başlayan bir denklem.

SADDAM-İRAN ŞAHI-İNGİLTERE ARASINDAKİ GİZLİ GÖRÜŞME

Bakın, 1975'teki Saddam Hüseyin-İran Şahı-İngiltere arasındaki görüşmeyi lütfen kimse unutmasın. İngiltere'yle İran Şahı, Saddam Hüseyin'e Kürtleri katletmesi için izin veriyor. Aynen şöyle diyorlar: Biz çekiliyoruz, ne istiyorsan yap.

VE O GÖRÜŞMENİN ARDINDAN KÜRTLERİN BAŞINA GELENLER...

Bu gizli bir görüşmedir. Ama daha sonra tutanakları ortaya çıktı, yayınlandı.

O günden sonra, Saddam Hüseyin o dönem Baas partisinin ikinci adamı... Bölgedeki Kürt kökenli insanları katletmeye başlıyor. Ve buna karşı duran bir tek Türkiye var. Türkiye'nin haricinde hiçbir Batılı müttefik, hiçbir Batılı güç veya Doğu'dan kimse buna karşı durmuyor. Ve yıllarca Saddam'ın zulmü bölgede Kürt kökenli insanlara devam ediyor. Kapısını açan kim var? Türkiye.

Bugün IŞİD terör örgütü, Kürt kökenli insanlara saldırdığı zaman, Türkmenlere, Araplara saldırdığı zaman kapısını açan kim? Yine Türkiye.

Teknikyapı.
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
BİZİM bir arkadaş var.
CHP'li...
-AK Parti'nin MHP ile koalisyon kurmasına şiddetle karşı.
-HDP'nin AK Parti'ye yanaşma ihtimalini bile "ihanet" olarak görüyor.
-Partisi CHP'nin AK Parti'yle koalisyon kurmasına itiraz ediyor.
-Erken seçim de istemiyor. Asla olmaz diyor.

Diyorum ki:
"Peki ne istiyorsun?"
Diyor ki:
"MHP ile CHP olsun".
Diyorum ki:
"Sayıları yetmiyor".
Diyor ki:
"HDP dışarıdan desteklesin".
Diyorum ki:
"HDP'li seçeneğe Bahçeli şiddetle karşı".

Sonra tekrar başa dönüyoruz.
Yine başlıyor sıralamaya:
-"AK Parti ile MHP kurmasın" diyor.
-"AK Parti ile HDP kurmasın" diyor.
-"AK Parti ile CHP kurmasın" diyor.
-"Erken seçime gidilmesin" diyor.

İşte tam bu noktada...
Öfkeden kızarmış bir şekilde...
"Kürek yok mu kürek? Bana çabuk kürek bulun" diyorum.

Ahmet Hakan

EVRENSEL'İ OKUYUP YAZARKEN BEN! :)))

---------- Mesajlar Birleştirildi at 18:21 ---------- ilk Atılan Mesaj Zamani at 18:13 ----------

Suriyeli mülteciler bizi batırdı, diyenler Yunanistanın iki milyar UERO'luk borcunu ödeyelim, diyor!
________________________________________
Aslında bu ülkenin temel sorunu bu: Bir kısım siyasetçi, yazar, gazeteci vs.."aydın"ın yaşadığı toplumun hassasiyetlerinden çok uzaklarda durmaları!
Suriye'de zalim Esed'in varil bombalarından kaçan çoluk çocuğa aş verdik diye ülke ekonomisinin battığını iddia edenler, şimdi komşumuzYunanistanın AB'ye olan iki milyaruero'ya yakın borcunu ödememizi istiyor...
Buradaki sakatlık şudur: hem tarih ve din, hem coğrafya açısından komşumuz olan Suriyeli'yi "el gibi" gören kafalar, sadece coğrafya komşumuz olan ama tarih ve kültür açısından zıt durduğumuz Yunanistan'ı borcunu ödeyecek kadar "kendilerinden" görüyor...
Türkiye, son 13 yılda ekonomik anlamda çok mesafe aldı... Yunanistan AB'nin hazır fonlarından söğüşlerken, Türkiye üretim ve yatırımla milli gelirini nerdeyes on kat artırdı...
Karıncayla, Ağustos Böceği hikayesinde olduğu gibi, onlar çalıp oynarken biz didine didine ekonomimizi bir yerlere getirdik... Şimdi, kış geldi ve Ağustos Böceği için ağıt yakma devri başladı...
Türkiyenin Yunanistana verecek fazladan iki milyar uero'su varsa versin, sonun değil... Yani, ben Hristiyan Batılı ve çoğu Türk/Müslüman düşmanı komşumuza yardım edilmesin, demiyorum... Ancak, Suriyeli garibanın yediği lokmayı sayanlar bunu söylediği zaman, onlara söyleyecek bir çift sözümüz oluyor:
Sürekli yerden yere vurduğunuz, hiç bir şeyini beğenmediğniz Türkiye'den şimdi "ruh ikizi"niz saydığınız Yunanistan'ın borçların ödemesini istemeye hangi yüzle kendinizde hak buluyorsunuz!!
HDP'li Ertuğrul Kürkçü ve gazeteci başka bir Ertuğrul'un belli bir zümrenin içinden geçenleri böyle dile getirmeleri üzerine bunları yazdım.
Bu ülkeyi, dışardaki düşmanlarına karşı "terorist" diye jurnalleyen, dindaşımız, komşumuz ve hatta çoğu akrabamız olan Suriyeli Müslümanları horlayan sizler, kalkmış bu Hükumetten Yunanistanın borçların ödemesini istiyorsunuz!!!
Yaşadığınız ülkenin insanlarına bu denli yabancı iken, yaşamadığınız ülkeye bu "muhabbet" nerden geliyor acaba?...
Bunun soyla sopla, genlerle alakası olabilir mi?... Yoksa, daha düne kadar Süper yıldızın olanÇipras'ın yardımına koşmayı sosyalist kardeşliği babından mı sayıyorsunuz...
Ben bir önceki blogum da, gerekirse bu ülke Suriyeli mazlumlara baktığı gibi Yunanistanlı mağdurlara da bakar, demiştim... Bu bizim Osmanlı ahfadı olmamızın, İslam ümmeti bulunmamızın gereğidir.
Ancak, bu bakma belki ayni yardım, belki iş verme, aş verme şeklindedir... Yoksa, Yunanistanın zamanında rahat rahat yediği borçları(ki o zaman milli gelirleri otuz bir uero'yu buluyor ve bizim Yunanseverler, sürekli Yunanistan methiyesi düzüyordu) şimdi niye bu millet ödesin??
Yani, bazı şeyleri dillendirirken insan biraz izan, biraz da had bilmeli!!!

Ali Açıkgöz
-alıntı-
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Önceki gün Ahmet Hakan'ın sunduğu Tarafsız Bölge programına katılan Osman Baydemir ile Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa arasında yaşanan tartışmayı izledim.

Abdurrahman Mustafa, Tel Abyad ilçesine 20 kilometre mesafedeki Hamam köyünde yaşayan yaklaşık 12 bin Türkmen'in PYD baskısı nedeniyle köyü terk ettiğini, söz konusu köyde kalan son bin kişinin ise PYD baskısıyla karşı karşıya olduğunu ifade etti.

Osman Baydemir, bu iddiayı ısrarla reddedince hiç beklenmedik bir şey oldu. Abdurrahman Mustafa, "Madem öyle yarın Türkiye'den bir heyetle beraber o köylere gidelim ve oradaki PYD terörünü size göstereyim" diyerek meydan okudu.

Normal şartlarda Osman Baydemir'in, "Derhal gidelim ve görelim" demesi gerekiyordu ama ne mümkün... Bunun yerine, "Kobani'de insanlar öldü, IŞİD bir barbarlar ordusudur" gibi ağdalı cümleler kurmayı tercih etti.

Baktı ki kurtuluş yok, bu kez eline bir fotoğraf alıp, "Bu kişi IŞİD mensubuydu ve Kobani saldırısında öldürüldü. Bu kişinin Türkiye'de yetiştirildiği ortaya çıktı. İşte AFAD'ın verdiği kimlik" demeye başladı.

Aylardır Türkiye'nin IŞİD'e yardım ettiği yönündeki algı operasyonunu sağlama alacak kendince. Ama biraz sonra AFAD'dan gelen cevap karşısında aciz durumda kaldı. Türkiye'de yetiştirildiğini iddia ettiği çocuk 2012 yılında Suriye'den gelen göçmenlerle beraber sınırı geçmiş, ama 2013 yılında aykırı hareketleri nedeniyle sınır dışı edilmiş.

O dönemde ne IŞİD var, ne Kobani'ye saldırı...

Anlayacağınız nereden tutmaya çalıştıysa orası elinde kaldı, değişim üstüne değişim yaşadı canlı yayında...

Ani değişim sadece Osman Baydemir'e mahsus değil, aksine son dönemlerde bütün HDP'liler aynı değişimi yaşıyor.

Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Sırrı Süreyya Önder de Türkiye'nin Suriye sınırını geçmemesi gerektiğini yüksek perdeden haykırıyor. Murat Karayılan ise, "TSK sınırı geçerse Türkiye kan gölüne döner" diyerek tehdit üstüne tehdit savuruyor.

Türkiye'nin savaşa girmesini isteyecek kadar delirmedim ama aklıma takılan şu soruyu da başımdan savamıyorum.

Yahu bundan bir kaç ay önce "Türkiye neden sınırı geçip Kobani'ye girmiyor" diyen ve ülkenin dört bir yanında terör estiren siz değil miydiniz? Bu uğurda 51 kişiyi öldürten, 16 yaşındaki masum çocuğun kafasını taşla ezdirip cesedini ateşe verdiren siz değil miydiniz?

Ne değişti de tam tersini savunuyorsunuz? Eğer PYD'nin o bölgeleri işgal ettiği iddiaları yalansa neden çekiniyorsunuz?

Kaldı ki Türkiye'nin Suriye'nin içine dalıp savaşmak gibi bir derdi yok. Hedef, Suriye sınırının iç kısmında bir tampon bölge oluşturup yeni göç dalgasını sınırlarının dışında tutmak. Ayrıca oradaki soydaşlarını gerektiğinde korumak.

Tek amaç bu!

Hal böyleyken neden bu tedirginlik, neden bu korku? Dış güçlerin bize vaadettiği topraklara müdahale etmeyin diyecekler de diliniz varmıyor mu?

Figen Yüksekdağ ile Sırrı Süreyya Önder bu aralar nedense tam bir mehmetçik hayranı olup çıktı. "Mehmet çok ya, Türkiye onları öldürtecek" söylemini ağızlarından düşürmüyorlar.

Vay anam vay!

Türkiye Cumhuriyeti mehmetçiği öldürten, HDP'nin milletvekilleri de Mehmetler ölmesin diye feryat figan eden konuma gelmiş!

Evim yıkılsın he!

Sırrı Süreyya Önder Habertürk'te asker yakınlarına akıl veriyor. "Genelkurmay'a mektup yazın" diye başladığı cümlesini, "Bizim çocuklarımızın bu saçma sapan mesele yüzünden ölmesini istemiyoruz" diyerek itiraz edin tavsiyesiyle devam ettiriyor.

Cümlenin sonu daha ilginç...

"Hiçbir evladımızın savaşta heder olmasını istemiyoruz ama, illa savaşacaklarsa bakanlar çocuklarını göndersinler. Egemen Bağış bir saatte gideriz diyordu, o gitsin, Şamil Tayyar 3 saatte gideriz diyordu. Şamil dursun, Egemen gitsin.."

Kobani için ölünce sorun yok, PKK ensesinden vurunca önemsiz, ama Türkiye Cumhuriyeti'nin meşru sınırlarını koruması için sınırı geçince "Vay Mehmetçik ölmesin. Bakanlar çocuklarını göndersin.."

Biz de yıllardır bunu söylüyorduk. Nihayet, bizi anlamaya başladınız Sırrı bey!

"Sizin çocuklarınız Amerika, İngiltere gibi ülkelerde yetişiyor, özel kolejlerde okuyor, Kürt çocuklarını dağlara kaldırıp, öldürtüyorsunuz. Madem öyle sizin çocuklarınızı ön safta yer alsın" diyorduk nice zamandır.

Mehmetçik Kobani için ölmesin, kendi vatan birliği için şehit olsun diyorduk. Yani "Kobani de Kobani" diyorsanız, aha Kobani, aha da siz!

Mübarek Ramazan ayında elin ibneleriyle onur yürüyüşü düzenleyeceğinize gidin soydaşlarınızı kurtarın kardeş?

Tutan mı var?

*****

"Onur yürüşü" demişken değinmeden geçemeyeceğim...

"Biz hizmet hareketiyiz. Allah yolunda çalışıyoruz" diyen sözde cemaatin yayın organlarında yazan iki yazar var.

Biri Şahin Alpay, diğeri Ergun Babahan...

Şahin Alpay, polisin Taksim'deki yürüyüşe müdahale etmesini eleştirdiği yazısında eşcinselleri savunmuş, LBGTİ'lilerin baskı altında olduğunu yazmış.

Onlara yasal haklarının verilmesi gerektiğini belirtiği yazısında ABD ve İngiltere'nin eşcinsellere tanıdığı hakları methiyeler eşliğinde anlatmış.

Hani yazıyı az daha uzatsa, "İbnelik iyidir, siz de ibne olun" diye bitirecek mazallah! Okurken, "Paralel devleti savunanlar pek tabi ki paralel ilişkiyi savunur" diyesim geldi!

Muhterem bizlere, "Onları dışlamıyın" diye nasihat çekiyor.

Dışladığımız falan yok ama, dışlanmış hissetmesinler diye Taksim'in orta yerinde çırılçıplak soyunup dans eden elin ibnelerini "İftara buyrun" diyerek evimize dolduracak değiliz yani!

Ergun Babahan ise, eşcinsellerin hakkını savunacağım derken, "Biz de İslam'ı tasvip etmiyoruz ama Müslümanların haklarını savunuyoruz" diyor.

Bir STK veya başka bir kuruluş eşcinselliği veyahut dinsizliği savunabilir, bunda hiç bir sakınca görmüyorum.

Ama "Muhterem Fethullah Gülen hocaefendi" diye adından bahsedilen adamın gazetesinin iki yazarı hem dinsizliği hem de eşcinselliği savunuyorsa o zaman bana da şu soruyu sorma hakkı doğuyor:

"Hoca; sen Lut kavmini anlatıp hüngür hüngür ağlarken numara mı yapıyordun?"

Süleyman Özışık
 

UpBot

Kahin
Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2021
Mesajlar
1,017
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Konu aktiftir teşekkürler.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst