- Konbuyu başlatan
- #1
GERÇEKLİĞİN TERK EDİLİŞİ
Gerçeklik; yalan olmayan, doğru olan, aslına uygun olan, sahici olan her şey anlamında kullanılır. Gerçeği isterken bizi aldatmamasını, kandırmamasını isteriz. Gerçek dost isteriz yanımızda, hasta olduğumuzda gerçek doktor isteriz, mahkemede gerçek hakim isteriz, bizi yönetenlerin gerçek yönetici olmasını isteriz. Konfüçyüs, toplumda huzurun olması için isim ve gerçekliğin uyumlu olmasının gerekli olduğunu söylemiştir. Baba, baba gibi olmalı, yönetici, yönetici gibi olmalı. Eğer yönetici yöneticiliğin gerçekliğine uygun vasıflara sahip değilse adı yönetici de olsa o gerçek bir yönetici değildir. İnsanın gerçeklikle bağı fiziksel ve düşünsel ihtiyaçlar noktasında ortaya çıkar. Gerçeğin karşıtı ise yalan olan, doğru olmayan, aslına uygun olmayan, sahici olmayan şeylerdir. Yoksul bir insanın yoksulluğu bir gerçekliktir. Bu insana sen yoksul değilsin demek gerçeklikle, yaşanılanla örtüşmediğinden bir yalandır. İnsanlar iki zıt kavram arasındaki farkı net görebilecek bilince sahiptirler. Siyahın siyah beyazın beyaz olduğunun farkına varmak zorlayıcı bir hüküm gerektirmez. Aslına uygun olmayan hiçbir şey gerçek değildir. Gerçeklik bu kadar net karşımızda duruyorken nasıl oluyor da biz gerçekliği göremez olduk.
Kamufle etmek, gizlemek eskimiş bir eşyayı değiştirerek yeniymiş gibi göstermek. Boyası eskiyen bir aracı boyayarak yenileştirmeye çalışmak. Gerçekte, gerçek olarak gösterilen aslında gerçekliği ve geçerliliği olmayan ancak gerçekmiş gibi algılandırılan ihtiyaçlarla, sorunlarla, ideallerle kamufle edilmektedir. Eskiden ( bu zaman dilimi toplumdan topluma değişir kiminin eskisi yakın bir tarihtir, diğer bir toplumun eskisinin üzerinden çok yıllar geçmiştir) tüketim kendiliğinden gerçekleşmekteydi oysa bugün hem tüketiciyi hem de talebi üretmek gerekir. Tüketimin kendiliğinden gerçekleştiği dönemde, temel ihtiyaçlar (beslenmek, barınmak…) ve sosyal ihtiyaçlar (ilim, sanat, zanaat) toplumun ve bireyin gerçek ihtiyaçlarıydı. Toplum ve birey bu ihtiyaçları kendi gerçekliğinde hissederek ihtiyaçlarını karşılamaya girişirlerdi. Başta ihtiyaç hissedilir, hissedilen ihtiyaçları gidermek için ise eylemde bulunulurdu. Günümüzdeyse ihtiyaçlarımızın çoğu, toplumun ya da bireylerin hissettiği gerçek ihtiyaçlar değillerdir. Oluşturulmuş ihtiyaçlardır. Bu oluşturulan ihtiyaçları topluma, kişilere hissettirmek için önce anlam üretilmektedir. Üretilen anlamlar topluma enjekte edilerek bu anlamların doğuracağı ihtiyaçlar oluşturulmaktadır. Yeni bir güzellik algısı, anlamı yaratılarak bu anlamı takip eden ihtiyaçlar zinciri oluşturulmaktadır. Her coğrafyanın, kültürün kendine ait bir güzellik anlayışı vardı bu anlayış o toplum içersinde kendi doğal gelişiminde oluşmuştu. Şimdi ise bir güzellik anlamı yaratılarak bu anlamın doğuracağı ihtiyaçlar tepkimesiyle insanlar sürekli bir tüketime tabii tutulmaktadır.
Toplum kendi ihtiyaçlarını, kendi ideallerini, kendisi yaratamıyorsa, toplumun yaşayan öznesel bir varlıktan çıkıp donuklaştığını, edilgenleştiğini söyleyebiliriz. Yaşam tepki gerektirir, gerçek duygu gerektirir. Toplum nesneleşmiştir. Toplumdaki canlılığın, ruhun ortadan kaldırılmasıyla oluşan yeni yapıya, biz kitle demekteyiz. Toplumu canlı bir çiçeğe, kitleyi yapma bir çiçeğe benzetebiliriz. Toplum; düşünen, yaşayan, etkin olan, hareket eden, gelişen ve doğal olan bir gerçekliktir. Kitle; düşünemeyen ama düşündüğünü sanan, seçemeyen ama seçtiğini sanan, esinlenme ve büyülenmeyle etki altına alınan, donuk, mekanik, niceliksel kalabalıklar yığınıdır. Kitlenin gerçek duyguları olmadığı için onun neyi doğru söylediğini, neyi istediğini gerçek olarak bilmek imkansızdır. Çünkü kitle, kendisinin farkında olmayan kendisidir. Gerçeklikte kitleyle birlikte ortadan kalkmıştır. Kitle simüle edilmiş bir hayat yaşar. Duyguları gerçek değildir. Aç olan komsusuna acımazken televizyonda izlediği filmdeki drama acır. İzlediği programdaki bütün karakterleri bilirken yan komşusunu tanımaz. Sokakta karşılaştığı sakat, muhtaç bir çocuğa acımazken baktığı resimde çizilmiş sakat çocuğa şefkat duyar. Toplumun gerçek sorunları, ihtiyaçları dururken o, dizilerdeki, yarışmalardaki karakterlerin sorunlarıyla uğraşır. Kitle yalancı bir sadakat, yalancı bir bağlılıkla yaşar. Kitlenin bir anlamı ve söyleyecek sözü yoktur. Kitle risk almaz, sorgulamaz. Kitle için mevcut durum en iyi durumdur. Kitlenin idealleri yoktur. Kitle, empatik değil sempatiktir. Olayları, yaşananları hissetmeden izler samimi olmayan duygusal tepkimeler verir. Televizyonda izlediği bir ölüm olayına üzülmüş gibi davranır ama kendisi de bu duygusunun farkında değildir gerçekten üzüldüğünü sanır. Aradan fazla bir zaman geçmeden dışarıda eğlenmeye çıkar o hissettiği üzüntü duygusundan ruhunda bir emare kalmamıştır. Çünkü hissettiği üzüntü gerçek değildir. Empati kuran kişi ise o olayı derinlemesine kendi yaşamış gibi hisseder o olayın nedenlerini niçinler ini anlamaya ve çözmeye çalışır ve kendince bu olayların olmaması için tavır geliştirir. Olaydan etkilenenlerin duygularını anlar ve hisseder. Hissettiği duygular gerçektir. Çevremizde arkadaşlarımız dostlarımız çok ama bu çokluklar içerisinde gerçekten seni anlayan dostun, sana empati kuran kişidir. İşte bu kişi gerçek dosttur. Gerçek dost anlar, dokunur, paylaşır, yanında olur. Seni anlamayan, anlamış gibi olan arkadaşların gerçek dost değillerdir. Senin için bu arkadaşların sempatik tavırlarıyla (yapmacık) hiçbir zaman gerçek olarak yanında hissedemediğin arkadaşlarındır.
Kitle içersinde yer alan Aydınlar! Entelektüeller! Âlimler! Gerçek sorunlarla, ihtiyaçlarla mücadele ederek toplumu aydınlatacaklarına, toplumun gerçek sorunları ve ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen sahte sorunlar ve ihtiyaçlarla uğraşırlar. Çünkü onların da isimlerinin önündeki sıfat gerçek değildir.
Kitle denilen kabuğu kırıp toplum olamadıkça ölü canlar olmaya devam edeceğiz. Tarihin en büyük kişisel ve toplumsal devrimi ‘’OKU’’ ile başlamıştır. Okumak; aydınlanmak, öğrenmek, bilinçlenmek, farkına varmak ve gerçekleri seçebilmektir. Hayvan güdüsel, melek saf itaattir. İnsandır seçebilen. Farkın, özelliğin ve üstünlüğün seçimindir.
Yaradan, hilkat kalemini insana vermiştir yaratsın diye. Peki, İnsan nasıl yaratacak? İnsan olmayı seçerek. İnsan ne? Yaratan, düşünen, sorgulayan, görüntüye aldanmayan, kendi nedeni üzerinde neden oluşturabilen ve kendisine üflenen ruhun hakkını veren yolcudur. Bu evrenin hayret verici ve inanılmaz mucizesidir.
Gerçekliğe dönmek kendini tanımayla başlar. Ey yolcu kendini tanı...
Gerçeklik; yalan olmayan, doğru olan, aslına uygun olan, sahici olan her şey anlamında kullanılır. Gerçeği isterken bizi aldatmamasını, kandırmamasını isteriz. Gerçek dost isteriz yanımızda, hasta olduğumuzda gerçek doktor isteriz, mahkemede gerçek hakim isteriz, bizi yönetenlerin gerçek yönetici olmasını isteriz. Konfüçyüs, toplumda huzurun olması için isim ve gerçekliğin uyumlu olmasının gerekli olduğunu söylemiştir. Baba, baba gibi olmalı, yönetici, yönetici gibi olmalı. Eğer yönetici yöneticiliğin gerçekliğine uygun vasıflara sahip değilse adı yönetici de olsa o gerçek bir yönetici değildir. İnsanın gerçeklikle bağı fiziksel ve düşünsel ihtiyaçlar noktasında ortaya çıkar. Gerçeğin karşıtı ise yalan olan, doğru olmayan, aslına uygun olmayan, sahici olmayan şeylerdir. Yoksul bir insanın yoksulluğu bir gerçekliktir. Bu insana sen yoksul değilsin demek gerçeklikle, yaşanılanla örtüşmediğinden bir yalandır. İnsanlar iki zıt kavram arasındaki farkı net görebilecek bilince sahiptirler. Siyahın siyah beyazın beyaz olduğunun farkına varmak zorlayıcı bir hüküm gerektirmez. Aslına uygun olmayan hiçbir şey gerçek değildir. Gerçeklik bu kadar net karşımızda duruyorken nasıl oluyor da biz gerçekliği göremez olduk.
Kamufle etmek, gizlemek eskimiş bir eşyayı değiştirerek yeniymiş gibi göstermek. Boyası eskiyen bir aracı boyayarak yenileştirmeye çalışmak. Gerçekte, gerçek olarak gösterilen aslında gerçekliği ve geçerliliği olmayan ancak gerçekmiş gibi algılandırılan ihtiyaçlarla, sorunlarla, ideallerle kamufle edilmektedir. Eskiden ( bu zaman dilimi toplumdan topluma değişir kiminin eskisi yakın bir tarihtir, diğer bir toplumun eskisinin üzerinden çok yıllar geçmiştir) tüketim kendiliğinden gerçekleşmekteydi oysa bugün hem tüketiciyi hem de talebi üretmek gerekir. Tüketimin kendiliğinden gerçekleştiği dönemde, temel ihtiyaçlar (beslenmek, barınmak…) ve sosyal ihtiyaçlar (ilim, sanat, zanaat) toplumun ve bireyin gerçek ihtiyaçlarıydı. Toplum ve birey bu ihtiyaçları kendi gerçekliğinde hissederek ihtiyaçlarını karşılamaya girişirlerdi. Başta ihtiyaç hissedilir, hissedilen ihtiyaçları gidermek için ise eylemde bulunulurdu. Günümüzdeyse ihtiyaçlarımızın çoğu, toplumun ya da bireylerin hissettiği gerçek ihtiyaçlar değillerdir. Oluşturulmuş ihtiyaçlardır. Bu oluşturulan ihtiyaçları topluma, kişilere hissettirmek için önce anlam üretilmektedir. Üretilen anlamlar topluma enjekte edilerek bu anlamların doğuracağı ihtiyaçlar oluşturulmaktadır. Yeni bir güzellik algısı, anlamı yaratılarak bu anlamı takip eden ihtiyaçlar zinciri oluşturulmaktadır. Her coğrafyanın, kültürün kendine ait bir güzellik anlayışı vardı bu anlayış o toplum içersinde kendi doğal gelişiminde oluşmuştu. Şimdi ise bir güzellik anlamı yaratılarak bu anlamın doğuracağı ihtiyaçlar tepkimesiyle insanlar sürekli bir tüketime tabii tutulmaktadır.
Toplum kendi ihtiyaçlarını, kendi ideallerini, kendisi yaratamıyorsa, toplumun yaşayan öznesel bir varlıktan çıkıp donuklaştığını, edilgenleştiğini söyleyebiliriz. Yaşam tepki gerektirir, gerçek duygu gerektirir. Toplum nesneleşmiştir. Toplumdaki canlılığın, ruhun ortadan kaldırılmasıyla oluşan yeni yapıya, biz kitle demekteyiz. Toplumu canlı bir çiçeğe, kitleyi yapma bir çiçeğe benzetebiliriz. Toplum; düşünen, yaşayan, etkin olan, hareket eden, gelişen ve doğal olan bir gerçekliktir. Kitle; düşünemeyen ama düşündüğünü sanan, seçemeyen ama seçtiğini sanan, esinlenme ve büyülenmeyle etki altına alınan, donuk, mekanik, niceliksel kalabalıklar yığınıdır. Kitlenin gerçek duyguları olmadığı için onun neyi doğru söylediğini, neyi istediğini gerçek olarak bilmek imkansızdır. Çünkü kitle, kendisinin farkında olmayan kendisidir. Gerçeklikte kitleyle birlikte ortadan kalkmıştır. Kitle simüle edilmiş bir hayat yaşar. Duyguları gerçek değildir. Aç olan komsusuna acımazken televizyonda izlediği filmdeki drama acır. İzlediği programdaki bütün karakterleri bilirken yan komşusunu tanımaz. Sokakta karşılaştığı sakat, muhtaç bir çocuğa acımazken baktığı resimde çizilmiş sakat çocuğa şefkat duyar. Toplumun gerçek sorunları, ihtiyaçları dururken o, dizilerdeki, yarışmalardaki karakterlerin sorunlarıyla uğraşır. Kitle yalancı bir sadakat, yalancı bir bağlılıkla yaşar. Kitlenin bir anlamı ve söyleyecek sözü yoktur. Kitle risk almaz, sorgulamaz. Kitle için mevcut durum en iyi durumdur. Kitlenin idealleri yoktur. Kitle, empatik değil sempatiktir. Olayları, yaşananları hissetmeden izler samimi olmayan duygusal tepkimeler verir. Televizyonda izlediği bir ölüm olayına üzülmüş gibi davranır ama kendisi de bu duygusunun farkında değildir gerçekten üzüldüğünü sanır. Aradan fazla bir zaman geçmeden dışarıda eğlenmeye çıkar o hissettiği üzüntü duygusundan ruhunda bir emare kalmamıştır. Çünkü hissettiği üzüntü gerçek değildir. Empati kuran kişi ise o olayı derinlemesine kendi yaşamış gibi hisseder o olayın nedenlerini niçinler ini anlamaya ve çözmeye çalışır ve kendince bu olayların olmaması için tavır geliştirir. Olaydan etkilenenlerin duygularını anlar ve hisseder. Hissettiği duygular gerçektir. Çevremizde arkadaşlarımız dostlarımız çok ama bu çokluklar içerisinde gerçekten seni anlayan dostun, sana empati kuran kişidir. İşte bu kişi gerçek dosttur. Gerçek dost anlar, dokunur, paylaşır, yanında olur. Seni anlamayan, anlamış gibi olan arkadaşların gerçek dost değillerdir. Senin için bu arkadaşların sempatik tavırlarıyla (yapmacık) hiçbir zaman gerçek olarak yanında hissedemediğin arkadaşlarındır.
Kitle içersinde yer alan Aydınlar! Entelektüeller! Âlimler! Gerçek sorunlarla, ihtiyaçlarla mücadele ederek toplumu aydınlatacaklarına, toplumun gerçek sorunları ve ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen sahte sorunlar ve ihtiyaçlarla uğraşırlar. Çünkü onların da isimlerinin önündeki sıfat gerçek değildir.
Kitle denilen kabuğu kırıp toplum olamadıkça ölü canlar olmaya devam edeceğiz. Tarihin en büyük kişisel ve toplumsal devrimi ‘’OKU’’ ile başlamıştır. Okumak; aydınlanmak, öğrenmek, bilinçlenmek, farkına varmak ve gerçekleri seçebilmektir. Hayvan güdüsel, melek saf itaattir. İnsandır seçebilen. Farkın, özelliğin ve üstünlüğün seçimindir.
Yaradan, hilkat kalemini insana vermiştir yaratsın diye. Peki, İnsan nasıl yaratacak? İnsan olmayı seçerek. İnsan ne? Yaratan, düşünen, sorgulayan, görüntüye aldanmayan, kendi nedeni üzerinde neden oluşturabilen ve kendisine üflenen ruhun hakkını veren yolcudur. Bu evrenin hayret verici ve inanılmaz mucizesidir.
Gerçekliğe dönmek kendini tanımayla başlar. Ey yolcu kendini tanı...