Evrim Teorisi Nedir?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Bilimsel Makaleler kategorisinde fides tarafından oluşturulan Evrim Teorisi Nedir? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,185 kez görüntülenmiş, 14 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Bilimsel Makaleler
Konu Başlığı Evrim Teorisi Nedir?
Konbuyu başlatan fides
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan kCkmkrOp

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
banner.jpg



Evrim Teorisi Nedir?
Evrim düşüncesini değil ama geçerliliğini bugün de sürdüren evrim kuramını Charles Darwin (1809 - 1882)’e borçluyuz. Fizik ve astronomide Galileo ile Newton’un yeri ne ise Darwin’in biyolojideki konumu odur. Kısaca demek gerekirse, Darwin’in evrim kuramı birbirini tamamlayan iki öğe içermektedir: (1) Canlı dünyada değişik biçim ve türlerin ortak bir kökten kaynaklanarak geliştiği; (2) Canlılar arasında “yaşam savaşımı” ve “en uyumlunun ayıklanmaktan kurtulması” diye dile getirilen evrimin gerçekleşme düzeneği. Ayrıntılı açıklamayı ileriki bölümlere bırakarak, şimdi genel bir belirlemeyle yetineceğiz.

Darwin canlıların ortak bir kökten kaynaklandığı savını ilk ortaya atan kişi olmamakla birlikte, bu savı doğrulayan çok sayıda değişik gözlemsel kanıt ortaya koymuştur. Böylece söz konusu sav salt bir tahmin ya da hipotez olmaktan çıkmış, bilimsel bir önerme niteliği kazanmıştır. İkinci noktaya gelince, evrim sürecinin düzeneğini oluşturan “doğal seleksiyon” ilkesi Darwin’in asıl önemli katkısı olarak bilinir. Doğal seleksiyonun anlamı nedir, nasıl işlemektedir?

Tüm gözlemler canlıların (bitkiler ve hayvanlar) doğanın besleyemeyeceği sayı ve hızda çoğaldığını göstermektedir. Öyle ki, her kuşakta bireylerin pek çoğu erginlik çağına ulaşmadan yok olmaktan kurtulamaz. Bir türdeki bireylerden hangilerinin yaşamı sürdüreceği, hangilerinin yok olup gideceği nasıl belirlenmektedir? Canlılar dünyasında bir eleme düzeneği işlemektedir. Bu elemede rastlantı ya da şansın rolü yok değildir. Ama asıl neden bireysel farklar (kalıtsal varyasyonlar) ve bu farkların çevresel koşullara uyum sağlamadaki rolüdür, denebilir. Canlılar aynı türden de olsalar birbirlerinden çeşitli yönlerden farklılıklar gösterir. Hatta aynı ana-babadan olan kardeşler arasında bile gözlenebilir farklar vardır. Belli bir çevrede aynı türden olan ama özelliklerinde az ya da çok farklar gösteren bireyler sınırlı olanaklar için yarışmak, yaşam savaşımı vermek zorundadırlar. Bu savaşımda çevre koşullarına uyum kurma (adaptasyon) bakımından özellikleri daha elverişli olanların üstünlük sağlaması, diğerlerinin yenik düşüp elenmesi kaçınılmazdır. Sözgelimi, görecel olarak daha hızlı koşan tavşan ve geyiklerin düşmandan kurtulma, daha çevik kedilerin avlarını yakalama, aslan ve kaplanlardan daha güçlü olanların çiftleşip döl verme, boynu daha uzun zürafaların beslenme olanakları daha fazladır kuşkusuz. Milyonlarca yıllık süreler düşünüldüğünde yaşam savaşımı veren birey veya toplulukların özelliklerindeki farkların nasıl yeni ya da daha gelişmiş türlere yol açtığı kolayca anlaşılır. Darwin canlıların kalıtsal olan özellikleri arasındaki farkları işleyen doğal seleksiyon düzeneğinin amipten insana uzanan evrim sürecini yeterince açıkladığı inancındaydı. Ne var ki, doğal seleksiyon kimi yönleriyle ne ilk ortaya atıldığında ne de bugün tartışma konusu olmaktan kurtulamamıştır. Teologlar bir yana, kimi biyologların da evrimi açıklamada bu düzeneği yeterince doyurucu bulmadıklarını biliyoruz.

Evrim bir amaca yönelik midir?
Normal olarak evrim uyum sağlayıcı bir süreçtir. Evrimle oluşan organizmaların çevrelerine ve yaşam koşullarına, çoğu kez inanılmaz bir incelik ve beceriyle uyum sağladıklarını biliyoruz. Görünüre bakılırsa, uyum kurma amaçlı bir davranıştır. Ancak modern biyolojinin en parlak başarılarından biri uyum olayında yansıyan erekliliğin yalnızca görünürde kalan bir izlenim olduğunu ortaya koymuş olmasıdır. Hatta buna, antropomorfik bir yanılgı da diyebiliriz. Evrim kuramı uyumun, varyasyonun ve varyasyonun yol açtığı doğal seleksiyonun otomatik bir sonucu olduğu tezini içermektedir. 17. yüzyıla gelinceye dek bilimsel çevrelerde bile göksel cisimlerin Tanrısal bir düzen ve güdüme bağlı olarak devindiklerine inanılmaktaydı. Oysa astronomi ve fizik alanlarındaki ilerlemeler, aynı düzenin mekanik yasalar çerçevesinde açıklanabileceğini göstermiş, doğal olayların doğaüstü güçlere başvurularak açıklanmasının gereksizliğini ortaya koymuştur.

Canlılarla yaşam çevreleri arasındaki uyum da bizi yanıltmamalıdır. İlk bakışta belli bir plan ya da amacı yansıtır görünen uyum aslında uzun süreli doğal bir ayıklanmanın, yaşam savaşımında başarılı bireylerin çoğalmasına olanak veren bir düzeneğin (doğal seleksiyonun) ürünüdür. Doğadaki düzen, doğal süreçlerin oluşturduğu bir dengedir; bilim, doğa dışı nedenler aramaz.

Evrim raslantı varyasyonlarla açıklanabilir mi?
Kuşkusuz evrim kuramının bugün bile çeşitli noktalarda yetersizliği gösterilebilir. Bilindiği gibi, «canlı» dediğimiz organizma değişik işlevli organlarıyla koordine edilmiş bir bütündür. Bir parçasında oluşan bir aksaklık organizmanın tümünün işleyişini etkiler. Örneğin, görme işlevine ilişkin yapılaşmayı alalım. Görmek için çok sayıda düzeneğin işbirliğine ihtiyaç vardır: göz ve gözün iç düzeneklerinin yanı sıra beyindeki özel merkezlerle göz arasındaki bağıntılardan söz edilebilir. Bu karmaşık yapılaşma nasıl oluşmuştur?

Biyologlara göre evrim sürecinde, gözün oluşumunda ilk adım kimi ilkel canlılarda deri üzerinde ışığa duyarlı küçük bir bölümün belirmesiyle atılmıştır. Ancak doğal seleksiyonda bu kadarcık bir oluşumun kendi başına canlıya sağladığı avantaj ne olabilir? Öyle bir oluşumla birlikte beyinde görsel merkez ile ona bağlı sinir ağının da kurulması gerekir. Oldukça karmaşık olan bu birbirine bağlı düzenekler kurulmadıkça «görme» dediğimiz olayın ortaya çıkması beklenemez. Darwin varyasyonların rasgele ortaya çıktığı inanandaydı. Öyle olsaydı, görmenin gerektirdiği o kadar çok sayıda varyasyonun organizmanın değişik yerlerinde aynı zamanda oluşup uyum kurması gizemli bir bilmeceye dönüşmez miydi? Bu güçlüğü Darwinciler iki yoldan açıklamayı denemişlerdir: İlkin organizmadaki bir değişikliğin herhangi bir noktada sınırlı kalmadığı, organizmanın tümünü etkilediği savına başvurulmaktadır. Darwin «korelasyon ilkesi» dediği bu savı kimi örneklerle desteklemeye çalışmıştır. Örneklerden biri mavi gözlü beyaz kedilerin sağır, tüysüz köpeklerin dişlerinin zayıf oluşudur. Ne var ki, kimi eleştiricilerin de belirttiği gibi, bu tür olaylar korelasyon ilkesini değil, olsa olsa birlikte giden değişiklikleri örneklemektedir. Tüyler ile dişlerin gelişimi aynı koşullara bağlıdır; birini aksatan nedenler diğerini de etkiler. Oysa görme için birbirini tamamlayıcı bir dizi değişikliklere ye bunların tam bir uyum ve eşgüdüm içinde çalışmasına ihtiyaç vardır. Bu nedenle görmenin oluşmasını gelişigüzel varyasyonlardan yola çıkan doğal seleksiyonla açıklama yerine, belki de Darwincilerin kolayca içlerine sindiremeyecekleri içten gelen yönlendirici bir ihtiyaç ya da eğilime bağlamak daha yerinde olur. Böylece değişik düzeylerdeki organizmaların (örneğin, omurgalılar ile mollusc’ların) görme düzeneklerindeki raslantı sayılamayacak yakın benzerliği de açıklama olanağı doğmaktadır*. Sıradan bir mollusc olan Pecten’in gözünde bizimkinde olduğu gibi retina, kornea ve selüloz dokulu lens vardır. Şimdi evrim düzeyleri bu denli farklı iki türde bir dizi raslantıyı gerektiren bu yapılaşmayı salt doğal seleksiyonla nasıl açıklayabiliriz?

Bu soruyu soranlardan biri de Yaratıcı Evrim adlı kitabında Darwinciliğin mekanik anlayışına karşı çıkan filozof Henri Bergson’dur:

Nasıl olur da sonsuz denecek kadar çok birtakım küçük varyasyonlar, eğer bu varyasyonlar salt raslantı ise, evrimin birbirinden bağımsız iki kolu üzerinde aynı planı izlesin? Evet, nasıl olur da tek tek alındığında hiçbir işe yaramayan birtakım varyasyonlar iki kolda da doğal seleksiyonla aynı sıra veya düzende korunarak biriktirilmiş olsun?

Darwincilerin bu soruya doyurucu yanıt verip vermedikleri tartışılabilir.

Prof. Dr. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Darwin’in en büyük keşfi: Tasarımcısız tasarım

Charles Darwin, Evrim Teorisi.
Darwin’in bilime en büyük katkısı, doğa yasaları tarafından yönetilen hareket halindeki maddelerin sistemi olarak doğa kavramını biyolojide de devam ettirmek suretiyle Kopernik devrimini tamamlamış olmasıdır. Darwin’in doğal seçilim keşfiyle birlikte, canlıların köken ve uyumları bilime konu oldu. Böylelikle artık canlıların uyumsal özellikleri, tıpkı cansız dünya fenomeni gibi, bir Akıllı Tasarımcı’dan yardım dilenmeden, doğal süreçlerin bir sonucu olarak açıklanabilecekti. Kopernik ve Darwin’in devrimleri, tek bir Bilimsel Devrim’in iki safhası olarak görülebilir. Onlar, modern dünyadaki bilimin başlangıcında şu anlamda birlikte öncü oludular: doğa yasaları aracılığıyla açıklama. Darwin’in doğal seçilim teorisi, doğal seçilimin ilgilendiği kendiliğinden ortaya çıkan varyasyonların( mutasyonların) kademeli birikimi, doğal süreçlerin sonucu ortaya çıkan canlıların ‘tasarım’ını ve olağanüstü çeşitliliğini açıklar. Hangi karakterin seçileceği, belirli bir yer ve belirli bir zamanda mevcut olan varyasyonlara bağlıdır. Bu da, canlının geçmişine olduğu kadar mutasyonun rastgele sürecine de bağlıdır. Mutasyon ve seçilim, mikroskopik canlılardan başlayıp orkideler, kuşlar ve insanları üreten harikulade bir süreci birlikte yürütmüşlerdir. Evrim teorisi, yaşamda birlikte var olan şans ve gereklilik, rastlantısallık ve nedensellik(determinizm)’ı ifade eder. Darwin’in temel keşfi işte buydu: yaratıcı fakat bilinçli olmayan bir süreç.

Fikir tarihinde, Kopernik ve Darwin devrimlerinin arasında paralellik gören bir akım vardır. Bu anlamda, Kopernik Devrimi’nin en önemli tarafı, yeryüzünün evrenin merkezi olarak evvelce kabul edilmiş olan konumunu değiştirmesi ve onu güneşin etrafında dönen gezegenlerden biri daha olması itibariyle ikincil bir konumuna taşımasıdır. Buna uygun bir biçimde Darwin Devrimi de, insanların, insanlığın hizmeti için yaratılmış tüm diğer türlerin içinde yeryüzündeki hayatın merkezi olan yüceltilmiş konumundan edilmesi olarak görüldü. Bu entelektüel tarih akımına uygun olarak Kopernik, güneş sisteminin güneş merkezli (heliocentric) teorisiyle devrimini tamamladı. Darwin’in başarısı da kendisinin organik evrim teorisiyle ortaya çıktı.

Bu iki devrim akımının söylediği de doğrudur fakat yetersizdir, çünkü bu iki entelektüel devrim hakkındaki en önemli şeyi yani modern dünyadaki bilimin başlangıcında öncü olmuş olmalarını atlar. Bu iki devrim, Kopernik ve Darwin’in iki aşamasını oluşturduğu tek bir Bilimsel Devrim olarak görülebilir.

Kopernik Devrimi, 1543’te, Nicolaus Copernicus’un vefat ettiği yıl, De Revolutionibus Orbuium Celestium (Gök Kürelerin Devrimleri Üzerine)’si yayınlandığında başlamış ve 1687’de Isaac Newton’un Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (Doğal Felsefenin Matematiksel Prensipleri)’nin yayınlanması ile birlikte de en iyi dönemini yaşamıştır. Kopernik, Kepler, Galileo, Newton ve diğerlerinin keşifleri 16. ve17. asırlarda, doğa yasaları tarafından yönetilen hareket halindeki maddeler bütünü olan evren anlayışının kademe kademe öncülüğünü yapmışlardır. Yeryüzünün evrenin merkezi değil ama orta büyüklükte bir yıldızın çevresinde dönen küçük bir gezegen olduğu gösterildi; evren uzay ve zamanda uçsuz bucaksızdı ve gezegenlerin güneş etrafındaki hareketleri, gezegenimizdeki fiziksel nesnelerin hareketini açıklayan f = m × a (kuvvet = kütle×ivme) ya da çekim yasasının ters-karesi f = g(m1.m2)/r2 (iki cisim arasındaki çekim kuvveti kütleleriyle doğru, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır.) gibi basit yasalarla açıklanabilirdi.

Bu ve diğer keşifler insanın bilgisini oldukça genişletti. Yaptıkları bu anlayış devrimi daha hala esastı: evren, doğa fenomenini açıklayan, her yerde geçerli kanunlara uyar varsayımı için bir vaatti. Evrenle ilgili çalışmalar bilime konu oldu: doğa yasaları aracılığıyla açıklamalar başladı. Tüm fiziksel fenomenler, sebepleri yeterli derecede bilindiği sürece açıklanabilecekti.

Fizik biliminde Kopernik Devrimi’nin yol açtığı gelişmeler insanlığın evren anlayışını 19. asrın ortalarına dek süren bir çeşit kişilik bölünmesi durumuna sevketti. Doğa yasalarından çıkarılan bilimsel açıklamalar, yeryüzüne olduğu kadar uzaydaki cansız madde dünyasına da hükmetti. Ancak, Yaratıcı’nın akıl sır ermez ameline bağlı olan doğaüstü açıklamalar başlangıcın ve canlı yaratıkların yapılanmasının açıklaması olarak kabul edildi. William Paley gibi yazarlar, canlıların karmaşık tasarımının şans ya da fizik, kimya ve astronominin mekanik yasalarıyla ortaya çıkmış olamayacağını, fakat tıpkı zeki bir saatçi tarafından zamanı göstermesi için tasarlanan bir saatin karmaşıklığı gibi ancak bir Akıllı Tasarımcı tarafından başarılmış olabileceğini öne sürdü.

Bu anlayış şizofrenisini çözecek olan Darwin’in dehasıydı. Darwin, doğaüstü mercilerden yardım dilenmeksizin insan aklının açıklayabileceği, hareket halindeki maddenin yasalara bağlı bir sistemi olarak dağa kavramını biyolojide de devam ettirerek Kopernik Devrimini tamamlamıştır. Darwin’in karşısına çıkarılan bilmece abartılmayabilirdi. Tasarım ile Yaratıcı’nın rolünü kanıtlamak iddiasının gücü teolog ve filozoflar tarafından belirlenmiştir. İşlev ya da tasarımın olduğu yerde, onun kaynağını ararız. Darwin’in en büyük başarısı, canlıların karmaşık yapılanma ve işlevselliğinin, bir Yaratıcı ya da diğer dış mercilere müracaat etmeye gerek duyulmadan, doğal süreçlerin-doğal seçilim- bir sonucu olarak açıklanabileceğini göstermesidir. Olağanüstü çeşitlilik ve bolluktaki canlıların köken ve uyumu böylelikle bilime konu oldu.

Darwin, canlıların belirli amaçlar doğrultusunda “tasarlanmış” olduğunu yani işlevsel olarak yapılandığını kabul etmiştir. Canlılar belirli hayat biçimlerine uyum sağlamışlardır ve vücut kısımları da belirli işlevleri yapmaya uyum sağlamıştır. Balıklar suda yaşamaya uyum sağlamıştır, böbrekler kanın bileşimini düzenlemek için tasarlanmıştır ve insan eli tutmak için yapılmıştır. Fakat Darwin tasarım için doğal bir açıklama bulmak için devam etti. Cansız dünya fenomeninin bilimsel yöntemlerle, doğal süreçlerde açıkça gösterilmiş olan doğa yasalarının bir sonucu olarak açıklanması gibi, görünüşte amaçlı olan canlıların vaziyetleri de artık açıklanabilecekti.

Darwin’in Batı düşüncesinde önemli bir yeri vardır, evrim teorisi için haklı olarak övgü almıştır. 1859’da yayınlanan Türlerin Kökeni’nde (ref.1), canlıların evrimini gösteren kanıtları düzenlemiştir. Darwin, o zamanlar şu anki anlamını taşımayan “evrim” terimini kullanmamıştır, “modifikasyonlu ortak ata” ve benzeri ifadelerle canlıların evrimine atıfta bulunmuştur. Ancak, Darwin entelektüel tarih adına evrimi ispat etmekten daha önemli şeyler başarmıştır. Doğrusu, çeşitlendirilebilen ortak ata için kanıt birikmesi, Darwin’in başyapıtının amacı için oldukça iyi bir yardımcı olabilirdi. Darwin, canlıların tasarımını, karmaşıklığını, çeşitliliğini ve harikulade mekanizmalarını doğal süreçlerin sonucu olarak açıklamanın yollarını arıyordu. Darwin evrimin kanıtının bulunmasına sebep oldu çünkü evrim, onun tasarım teorisinin kaçınılmaz sonucuydu.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Şansın Karşısındaki İddia
Paley, gözün karmışık işlevsel anatomisini ortaya koyarak bu iddiayı özetliyor. Göz ‘ilk olarak, bir seri geçirgen mercekten-en azından genel olarak vücudun geri kalanını oluşturan opak, malzemeleri bile oldukça farklı maddelerden-oluşmuştur.’(ref.2, syf.48). İkinci olarak, gözde, Paley’in de belirttiği gibi vücuttaki tek siyah zar olan, merceklerin arkasında genişleyerek içinden geçirdiği ışık demetinin oluşturduğu görüntüyü alan ve “görüntünün oluşabileceği ışınların toplandığı uzaklıkta, tam olarak kusursuz geometrik uzaklıkta konumlanan retina bulunur.” (ref. 2, syf. 48). Üçüncü olarak da der ki göz, “bu zar (retina) ve beyin ile arasında büyük bir sinir iletişimine sahiptir; bu olmaksızın, zarın üzerindeki ışık hareketi,organ tarafından düzenlenir fakat duyumsama amacını başaramazdı.” (ref.2, syf. 48).

Göz, tasarım ya da önceden tasarlanmış bir amaç olmaksızın, şans eseri ortaya çıkmış olabilir mi? Paley, Doğal Teoloji’nin ilk paragrafında şans karşısındaki iddiasını ortaya koymuştur ( ref.2, syf. 1), benzerliğe dayalı bir belagatle : “ Çorak bir araziden geçerken ayağımı bir taşa çarpsam ve bana taşın oraya nasıl gelmiş olabileceği sorulsa, muhtemelen, eğer karşıt olarak bildiğim bir şey yok ise ezelden beri oradadır diye cevaplardım ya da eğer karşıt olarak bildiğim bir şey var ise bu cevabın saçmalığını göstermek çok kolay olabilirdi. Fakat yerde bir saat bulduğumu düşünün, o saatin nasıl orada olabileceğinin araştırılması gerekir, daha önce verdiğim cevabı yani bildiğim ne olursa olsun saatin her zaman orada olduğu cevabını vermemem gerekir. Neden taş için kolaylıkla verdiğim bu cevabı saat için yeterli bulmamam gerekiyor; neden ikinci durumda da ilk durumda olduğu gibi makul değil bu cevap? Başka bir nedenle değil, sadece bu nedenle, saati incelediğimiz zaman, taşta keşfedemediğimiz şekilde, kimi parçaların tasarlandığını ve hareket üretmek gibi belirli bir amaçla şekillendirilip ayarlandığını, bu hareketin de günün saatlerini göstermek için düzenlendiğini; eğer farklı parçalar olduklarından farklı şekillendirilmiş olsaydı yahut farklı bir tarzda ya da sırada konumlandırılmış olsaydı, ya makine hiç çalışmazdı ya da şimdi bu görevi gören bir makine hiç var olmazdı. Başka bir deyişle, saatin mekanizması o kadar karmaşıktır ki, şans eseri ortaya çıkmış olamaz.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Paley’in İndirgenemez Karmaşıklığı
Paley’e göre, şans karşısındaki iddianın gücü, “bağıntı” diye adlandırdığı, kimi çağdaş yazarların ise “indirgenemez karmaşıklık” diye adlandırdığı bir kavramdan kaynak alır. Paley, indirgenemez karmaşıklık için şöyle bir iddia ifade etmiştir: “birçok parça bir etkiyi yaratmak için katkıda bulunduğu zaman ya da aynı şekilde bir etki farklı araçların birleşmesi suretiyle üretildiği zaman, bu parça yahut araçların üretim sürecinde birbirlerine göre uygunluğuna, bir arada yaptıkları etkiye ben bağıntı diyorum; ve bunun insan ya da doğanın eserlerinde gözlemlendiği her yerde, anlayışın, niyetin, sanatın kesin kanıtı varmış gibi gelir bana.” (ref. 2, syf. 175-176). Şansın ürünleri, parçalar arasında bağıntı sergilemez ya da diyebiliriz ki organize bir karmaşıklık göstermezler. Paley şöyle yazıyor, “bir kist, bir siğil, bir ben, bir sivilce” şans eseri ortaya çıkabilir, fakat bir göz asla; “bir toprak parçası, bir çakıl taşı, bir sıvı damla belki”, ama bir saat yahut teleskop asla.

Paley yalnızca göz, böbrek, mesane gibi organların bileşen parçaları arasında değil, ayrıca farklı parçalar, uzuvlar ve bir hayvanı oluşturan ve kendi özel hayat tarzına ayak uydurmasını sağlayan organlar bütünü arasındaki bağıntıya da dikkat çekiyor:“Kuğuda perdeli ayak, kaşık gaga, uzun boyun, kalın tüy, otçul mide, hepsi birbiriyle bir bağıntı taşır… Köstebeğin ayakları kazmaya; boynu, burnu, gözleri, kulakları ve teni özel olarak yer altı yaşamına uyum sağlamıştır.Ben buna bağıntı diyorum.” (ref. 2, syf. 180,183).

Paley Doğal Teoloji’de baştan sona kapsamlı ve engin bir biyoloji bilgisi sergilemektedir. Balığın hava kesesini, engereğin zehirli dişini, balıkçılın pençesini, devenin midesini, ağaçkakanın dilini, filin hortumunu, yarasanın kanat kancasını, örümceğin ağını, böceklerin bileşik gözünü ve başkalaşımı, ateşböceğini, tek ve çift kapakçıklı yumuşakçaları, tohum dağılımını ve daha pek çok şeyi zamanının en iyi biyologlarının bildiği detay ve doğrulukla tartışmışır. Organize karmaşıklık ve amaçlı işlevler, her vakada bir akıllı tasarımcıyı açığa vurmaktadır ve tasarımların çeşitliliği, bolluğu ve yayılımının gösterdiği tek ve her şeye kadir Yaratıcı da bu Akıllı Tasarımcı olabilir.

Paley, 19. asrın ilk yarısında tasarım iddiasının tek savunucusu değildi. İngiltere’de Doğal Teoloji’nin yayınlanmasından birkaç yıl sonra 8. Bridgewater kontu, “Tanrı’nın Yaratılışte Ortaya Çıkan Gücü, Hikmeti ve Erdemi”ni tanınır hale getiren ilmi eserlerin basımı için gelir sağladı. 1833-1840 arasında sekiz ilmi eser basıldı, birkaçı o zamanın bilimine ustalıkla dahil oldu ve halk ve bilim adamları üzerinde hatırı sayılır bir etki bıraktı. Bu eserlerden biri olan “El, Onun Mekanizmaları ve Tasarımını İspat Yolunda Yapılan Hayati Yardımlar” (1883, ref.7), nörolojik keşifleriyle ünlenmiş, saygıdeğer bir cerrah ve anatomist ve 1836’da Edinburg Üniversitesi’nde cerrahi profesörü olan Sör Charles Bell tarafından yazıldı. Bell, insan elinin harikulade yararlı tasarımını, ayrıca farklı hayvanlarda farklı amaçlar için kullanılan ön üyelerin tasarımının kusursuzluğunu da -her durumda sahibinin özel alışkanlık ve ihtiyaçlarını karşılayarak: insan elinin nesneleri tutmak için, köpek bacağının koşmak için ve kuş kanadının uçmak için - hayli detaylı olarak incelemek suretiyle Paley’in tartışma üslubunu takip etti. “Özgün olarak yaratılmış olan Güç’ten daha az hiçbir şey, koşullarına uyum sağlamaları için gerçekleşen değişimlerin o hayvanlar üzerindeki etkisine denk değildir.”

Paley ve Bell, Kıta’da olduğu kadar İngiltere’de de 19. asrın ilk yarısına hakim olan entelektüel çevrenin tipik temsilcileridirler. Darwin, 1827-1831 yılları arasında Cambridge Üniversitesi’nde lisans öğrencisiyken, Paley’in ölümünden neredeyse yarım asır sonra üniversite ilkesinin bir parçası haline gelen Paley’in Doğal Teolojisini okudu. Darwin, Otobiyografi’sinde Paley okumaktan çok zevk aldığını ve istifade ettiğini yazar: “Edebiyat fakültesi sınavını geçmek için Paley’in Hristiyanlığın Kanıtları’nı ve Ahlak Felsefesi’ni…öğrenmek ayrıca bir gereklilikti…Doğal Teoloji’si bana Öklid kadar keyif verdi…O zamanlar Paley’in dayanak noktalarıyla meşgul olmadım; bunların doğruluğunu benimsemedim, tartışma silsileleriyle büyülendim ve ikna edildim.” (1887; ref.8).

Ancak, kraliyet gemisi Beagle ile dünya etrafında yaptığı 5 yıllık yolculuğundan döndükten sonra Darwin, organizmaların tasarımı için bilimsel bir açıklama keşfedecekti. Böylelikle bilim büyük bir atılım yapmış oldu.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Darwin’in “Benim Teorim”i
Darwin doğal seçilimi, evrimin ispatından ziyade, en önemli keşfi olarak düşündü ve canlıların evriminden bahsederken asla kullanmadığı bir ifade olan ‘benim teorim’ diye isimlendirdi. Doğal seçilimin keşfi, bunun gayet önemli bir keşif olduğunun çünkü Paley’in tasarım iddiasına bilimin cevabı olduğunun farkında olması ve Darwin’in doğal seçilimi “benim teorim” diye isimlendirmesinin izleri, Darwin’in, Beagle’daki 5 yıllık yolculuğundan dönüşünden( 2 Ekim 1836) çok sonra değil Mart 1837’de başladığı ve 1839’un sonlarında tamamladığı ‘B’den E’ye Değişme Defterleri’ ve ‘Kırmızı Defter’lerinde görülebilir. (ref.9)

Canlıların evrimi, 19. asrın ortalarında çoğunlukla doğa bilimciler tarafından kabul gördü. Egzotik türlerin Güney Amerika’da, Galapagos Adaları’nda ve başka yerlerdeki dağılımı ile uzun süre önce yok olmuş hayvanların fosil kalıntılarının keşfi Darwin’in aklındaki evrim gerçeğini kuvvetlendirdi. Burada entelektüel zorluk, farklı canlı türlerin kökenini, yeni türlerin çevrelerine nasıl uyum sağladığını, Darwin’in daha yaşlı bir çağdaşı olan meşhur bilim adamı ve filozof Sör John Herschel (1792-1871) tarafından tanımlanan “gizemlerin gizemi”ni açıklayabilmekti.

1837-1839 arasındaki ilk defterlerinde Darwin, doğal seçilim keşfini kayda geçirmiş ve çoğu kez buna “benim teorim” diye atıfta bulunmuştur. Bundan sonra, 1882’deki ölümüne değin Darwin’in hayatı, doğal secilimi ve temel olarak kalıtsal varyasyonların yaygınlığı ve canlıların-mevcut kaynakları geride bırakan- muazzam doğurganlığının oluşturduğu eşlikçi önermelerini doğrulamaya adandı. Darwin için doğal seçilim, “çalışma gerektiren bir teori” haline geldi. İncelemeleriyle amansızca uğraşmayı sürdürdü ve teoriyi test etmek, muhtemel itirazları çözmek için deneyler yaptı.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Wallace: Tek Bir Farkla Ayrım
Alfred Russel Wallace (1823-1913), Darwin’den bağımsız olarak türlerin evrimini açıklayan süreç olarak doğal seçilimi keşfettiği için övgü aldı. 18 Haziran 1858’de Darwin, Charles Lyell’e, “eğer Wallece (1844’de) yazdığım (müsvedde) taslağa sahip olsaydı, daha iyi bir özet çıkaramazdı.” diyerek Wallace’dan posta yolu ile kısa bir makale aldığını yazmıştır. Darwin ve Wallece, 1855 sonlarında ara sıra yazışmaya başlamışlardı. O sıralarda Wallace, Malezya Takımadaları’nda biyolojik örnek toplamaktaydı. Mektuplarında Darwin, ara sıra şevki kırılan Wallace’a “yorucu girişim”i için anlayış ve teşviklerini bildiriyordu. Wallece 1858’de evrimsel değişimin açıklaması olan doğal seçilim tezine rastladı ve Darwin’in bu hipotez hakkındaki düşüncesini bilmek istedi çünkü Wallace diğer pek çoğu gibi biliyordu ki Darwin, yıllardır bu konu üzerinde çalışıyor, düşüncelerini diğer bilim adamlarıyla paylaşıyor ve onlar tarafından biyolojik evrim ile ilgili konularda seçkin bir uzman olduğu düşünülüyordu.

Darwin, Wallace’ın mektubuyla ilgili olarak nasıl yol tutması gerektiği konusunda kararsızdı. Wallace’ın doğal seçilim keşfine itibar etmek istedi fakat kendine ait, bağımsız erken keşfinden tümüyle vazgeçmek de istemedi. Sonunda Sör Charles Lyell ile Joseph Hokker,Darwin’in de izniyle, Wallace’ın mektubunun ve Darwin’in önceki yazılarından ikisinin Londra Linne Derneği’nin bir toplantısında sunulmasını önerdiler. Bu üç makale,1 Temmuz 1858’de, dernek müsteşarı George Busk tarafından yazılış sırasına göre okundu: Darwin’in 1844 yılına ait 230 sayfalık makalesinin kısaltılmış özeti; Darwin’in 5 Eylül 1857’de Amerikalı botanikçi Asa Gray’e yazdığı bir “özetin özeti”; ve Wallace’ın makalesi “Varyetelerin Özgün Tip’ten Belirsizce Ayrılma Eğilimi Üzerine; Türlerin Kalıcı Farklılığını Göstermesi Beklenen Varyetelerin Kararsızlığı”.(1858; ref. 10).

Toplantıya aralarında Darwin ve Wallace’ın olmadığı 30 kişi katıldı. Makaleler çok az tepki aldı ve neredeyse hiç tartışma yaratmadı, katılımcılar arasındaki önemini yitirdi. Bu, takip eden mayıs ayında yaptığı yıllık konuşmada, “bir bilim dalında tek seferde devrim yaratmamış bu çarpıcı keşiflerin hiç birisi” tarafından geride bırakılan yılın hareketlendirilmediğini ilgisizce belirten Linne Derneği başkanı Thomas Bell tarafından da fark edilmemiştir.

Wallace’ın bağımsız doğal seçilim keşfi dikkate değerdir. Bu keşif için Wallace’a Darwin’den daha az itibar edilmesi gözden kaçmayabilir. Wallece tasarımı açıklamakla ilgili değildi daha ziyade makalesinin başlığında belirtildiği gibi türlerin evrimini açıklamakla ilgiliydi: “Varyetelerin Özgün Tip’ten Belirsizce Ayrılma Eğilimi Üzerine”. Wallace evrimin belirsizce ilerlediğini ve devam ettiğini düşünüyordu. Wallace şöyle yazıyor:’Doğada, özgün tipten giderek daha da uzaklaşan belirli varyete sınıflarının sürekli ilerlemesine doğru-hiçbir kesin sınırın belirlenmesi için gerek olmayan bir ilerleme- bir eğilim olduğuna inanıyoruz. Bu ilerleme, çok ufak adımlarla, çeşitli yönlerde…’(ref.10)

Darwin, tersine, evrimin illa ki gelişme ya da ilerleme göstereceğini kabul etmiyordu, evrimin bir zaman sonra morfolojik değişim ile sonuçlanacağına da inanmıyordu. Daha ziyade milyonlarca yıldır değişmeden kalan canlılar olan “yaşayan fossiler”in var olduğunu biliyordu. Örneğin: “Nautilus, Lingula vs.gibi en eski Silurien hayvanlarından bazıları, yaşayan türlerden çok farklılaşmadı.”(ref.1,syf.306). 1858’de Darwin, çok ciltli bir ilmi eser üzerinde çalışırken ismini “Doğal Seçilim Üzerine” koymaya niyetlendi. Wallace’ın makalesi Darwin’i,bir sonraki yıl yazacağı eserine Köken yazmaya sevketti. Darwin, Köken’in, yazmayı planladığı çok daha uzun bir kitabın kısaltılmış versiyonu olduğunu gördü.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Darwin’in Tasarım Açıklaması
Derwin’in Köken’deki odak noktası tasarımın açıklanmasıydı, evrim destekleyici kanıt rolü oynuyordu. Köken’in giriş kısmı ve 1-7. bölümleri, doğal seçilimin, adaptasyonları ve canlı davranışlarını, onların “tasarım”ını nasıl açıkladığını anlatır. Genişletilmiş tartışma, Darwin’in evcil bitki ve hayvanların başarılı seçilimini ve hayli detaylı olarak egzotik “mutasyonlar”ı arayan güvercin meraklılarının başarısını anlattığı1. bölümde başlar. Bitki ve hayvan üreticilerinin başarısı, canlılarda kendiliğinden gerçekleşen fakat üreticilerin hedeflerine de uygun olan kendiliğinden mutasyonların avantajını kullanan seçilimin başarısını da göstermektedir. İlk olarak bir bireyde ortaya çıkan bir mutasyon, seçmeli üretimle çoğaltılabilir böylece birkaç nesil sonra bu mutasyonlar bir cinste ya da “ırk”ta sabit hale gelir. Bilinen köpek, sığır, tavuk yediğimiz bitki cinsleri, belirli amaçları olan insanlar tarafından denenen bu seçilim süreci sonucu elde edilmiştir.

Köken’in daha sonraki bölümleri (2-7), insanların arzu ettikleri özelliklerin yapay seçiliminden çok organizmaların kendi yararları için doğal seçilimin kalıtım yoluyla çoğalttığı varyasyonları da içine alarak tartışmayı genişletmektedir. Doğal seçilimin doğal bir sonucu olarak canlılar tasarım yani uyumsal organlar ve işlevler ortaya koymaktadırlar. Canlıların doğada var oldukları haldeki tasarımları, ancak “akıllı tasarım” değil, insanlar ya da üstün bir mühendis olarak Tanrı tarafından üzerlerine yüklenmiştir; aksi takdirde, canlıların çevrelerine uyumunu arttıran doğal seçilim sürecinin sonucudur. Doğal seçilim şöyle çalışır:“yararlı varyasyonlara yani hayatta kalma ve üreme ihtimallerini arttıran varyasyonlara sahip bireyler, aynı türün daha az yararlı mutasyona sahip bireylerine göre daha çok döl bırakırlar. Yararlı varyasyonlar, nesiller sonra frekanslarını arttıracaktır; az yararlı ya da zararlı varyasyonlar da türde eleneceklerdir. Sonunda türün tüm bireyleri yararlı özelliklere sahip olacaktır; çok uzun zaman sonra da yeni özellikler ortaya çıkacaktır.”

Canlılar karmaşık tasarımlar ortaya koyarlar fakat bu, günümüz dilindeki “indirgenemez karmaşıklık” değildir, çiçeklenme zamanında bütün halinde ortaya çıkar. Bunun aksine, Darwin’in doğal seçilim teorisine göre tasarım, yavaş yavaş ve birikerek, adım adım,çokluk bakımından daha fazla uyumsal detaya sahip bireylerin üreme başarıları ile ilerleyerek ortaya çıkar.

Darwin’in uyuma ilişkin açıklamasından, evrimin muhakkak farklı yerlerdeki farklı çevrelere ve zamanla sürekli değişen çevre şartlarına uyum sağlar hale gelmesinin, ve kalıtsal varyasyonların belli bir zamanda mevcut bulunarak, o yer ve zamanda, canlıların hayatta kalma ve üreme şanslarını arttırmasının sonucu olarak vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Köken’in biyolojik evrim için sunduğu kanıt, Darwin’in tasarım açıklamasını merkez almaktadır çünkü bu açıklama, Darwin’in bu yüzden kitabın kalanında (ref.1, bölüm 9-13) göstermeye çalıştığı biyolojik evrimin gerçekleştiğini ifade eder.

Köken’in sonu olan 14. bölümde Darwjn, kitabın baskın konusu olan uyum ve tasarıma geri döner. İyi bir dille yazılmış son paragrafta Darwin, bakış açısının “azamet”ini açıklar: “birçok farklı türden birçok bitkiyle kaplı, çalıların üzerinde öten kuşlarıyla, etrafta uçuşan böcekleriyle, ıslak toprakta sürünen solucanlarıyla karmakarışık bir kıyı tasavvur etmek ve birbirinden oldukça farklı ve karmaşık bir biçimde birbirine bağlı, tamamını etrafımızda geçerli olan yasaların ürettiği, detaylı olarak inşa edilmiş bu canlıları düşünmek ilginç….Bunun sonucu olarak doğanın savaşından, kıtlık ve ölümden, düşünebilen en yüce varlık yani yüksek yapılı hayvanlar ortaya çıkmıştır. Bu hayat görüşünde, başka erklerle birlikte, bir ya da birkaç canlıya başlangıçta hayat veren bir azamet var; ve o, bu gezegen sabit yerçekimi yasasına göre dönmeye devam ederken, bu kadar basit bir sonsuz tür başlangıcından en güzel, en harikalarını evrimleştirdi ve evrimleştirmeye devam ediyor.”(ref.1, syf.489-490)

Darwin’in Köken’i, Paley ile aynı konu ile uğraşmaktadır: aşikar biçimde belli işlevleri yerine getirmek için tasarlanmış olan canlıların ve vücut kısımlarının uyumsal yapılanışları nasıl açıklanır? Darwin, kalıtsal uyumsal varyasyonların (“her canlı için herhangi bir şekilde yararlı varyasyonlar”) zaman zaman ortaya çıktığını ve taşıyıcılarının üreme şanslarını arttırmaların muhtemel olduğunu savunmaktadır. Güvercin meraklılarının ve hayvan üreticilerinin başarısı, yararlı kalıtsal varyasyonların zaman zaman ortaya çıktığını açıkça göstermektedir. Darwin’in savı nesillerdir devam etmektedir, uygun mutasyonlar korunacak, çoğaltılacak ve bir araya getirilecek; zararlı olanlarsa eleneceklerdir. Darwin bir yerde şunu iddia etmektedir: “her canlıyı, yavaş ve güzel bir şekilde, en karmaşık hayat ilişkilerine uygun hale getiren bu güç (doğal seçilim) için sınır tanımıyorum.” (ref. 1, syf.469)

Darwin Otobiyografi’sinde şöyle yazıyor: “Paley’in ortaya attığı,önceleri bana oldukça ikna edici görünen, eski doğada tasarım tezi, doğal seçilim kanununun keşfedilmesiyle birlikte çökmüştür. Bundan böyle, örneğin, çift kapakçıklı kabuğun güzel menteşesinin, bir kapı menteşesinin insan tarafından yapılması gibi, akıllı bir varlık tarafından yapılmış olması gerektiğini iddia edemeyiz.” (ref.11)

Doğal seçilim, öncelikle canlı varlıkların uyumsal yapılanmasına ya da tasarımına açıklık getirmek için Darwin tarafından ileri sürüldü; bu, uyumu koruyan ve teşvik eden bir süreçti. Zamanla meydana gelen evrimsel değişim ve evrimsel çeşitlenme (tür sayısındaki artış) çoğu kez, canlıların çevrelerine uyumunu teşvik eden doğal seçilimin yan ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Evrimsel değişim doğal seçilim tarafından doğrudan desteklenmez, bundan dolayı kaçınılmaz sonucu da değildir. Doğrusu, bazı türler Darwin’in işaret ettiği gibi uzun zaman boyunca değişmeden kalabilirler. Nautilus, Lingula ve diğer “yaşayan fosiller”, Darwin’in görünüşte milyonlarca yıl değişmeden kalan canlılara örnekleridir.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Mutasyon ve Doğal Seçilim
Evrim, bir canlının hayatını her yönde etkiler: morfoloji (biçim ve yapı), fizyoloji (işlev), davranış ve ekoloji (çevre ile iletişim). Bu değişimlerin altında kalıtsal maddedeki değişiklikler yatar. Bu yüzden, genetik anlamda evrim, canlının kalıtsal karakterindeki değişikliklerden ibarettir.

Evrim, iki aşamalı bir süreç olarak düşünülebilir. İlki, mutasyonlar yoluyla kalıtsal varyasyonların ortaya çıkması; ikincisi ise, nesiller sonra yararlı varyasyonların frekanslarının artıp az yararlı yahut zararlı olanların da elenmesi yoluyla seçilimin gerçekleşmesidir. ‘Yararlı’ ve ‘zararlı’ terimleri Darwin tarafından, kendisinin doğal seçilim tanımında kullanılmıştır. Burada önemli olan nokta, yararlı varyasyonlara sahip bireylerin, “kendi türlerini üretmek ve hayatta tutmak için en yüksek şansa sahip olmalarıdır.” (ref.1, syf.81). Neticede, nesiller sonra yararlı varyasyonların frekansı, daha az yararlı ya da zararlı olanlar pahasına artacaktır.

Mutasyon süreci, her nesile, önceki nesillerden taşınanlara ek olarak yeni genetik varyasyonlar sağlar. Böylece, yeni çevresel zorluklar baş gösterdiği zaman türlerin bunlara uyum sağlayabileceğini görmek şaşırtıcı değildir. Örneğin, ilaçlamanın yoğun olduğu yerlerde 200den fazla böcek ve kemirgen türü DDT, Warfarin, ve diğer pestisitlere karşı direnç göstermişlerdir. Fakat bu hayvanlar daha önce kesinlikle bu sentetik bileşiklerle karşılaşmamışlardır; mutasyonlar, bu maddelerin varlığında bazı bireylerin hayatta kalmasını sağlamıştır. Bu bireyler üremişler ve böylece direnç sağlayan mutasyonların frekansı nesiller sonra artmıştır, öyle ki sonunda populasyon artık pestisite duyalı değildir. Uyum, mutasyon ve doğal seçilim süreçlerinin birlikte çalışmasıyla ortaya çıkmıştır.

Hastalığa yol açan bakterilerin, antibiyotik ve diğer ilaçlara karşı parazitlerin direnci aynı sürecin bir sonucudur. Bir birey, sadece belli bir bakteriyi, örneğin tüberküloza yol açan bir bakteriyi öldüren bir antibiyotik aldığı zaman bakterilerin çok büyük bir çoğunluğu ölür, fakat birkaç milyonda bir tanesi bu antibiyotiğe karşı direnç sağlayacak bir mutasyona sahip olabilir. Bu dirençli bakteri hayatta kalır, çoğalır ve bireyden bireye yayılır. Sonunda ilaç çoğu insanda ya da hiç kimsede hastalığı iyileştiremez hale gelir çünkü bakteriler artık dirençlidir. Günümüz ilaçlarının bakteriyel hastalıkları antibiyotik karışımlarıyla tedavi etmesinin sebebi budur. Bir antibiyotiğe direnç sağlayan bir mutasyonun ortaya çıkma sıklığı milyonda bir ise, bir bakterinin her biri üç antibiyotikten birine direnç sağlayan üç mutasyonu birden taşıma olasılığı kentilyonda (milyon kere milyon kere milyon) birdir. Bir insanda milyarlarca, trilyonlarca bakteri bulunduğu zaman, enfeksiyonun zirve noktasında, hiçbir enfekte bireyde üç antibiyotiğe birden dirençli hiç bakteri olmaması, tümüyle imkansız olmasa da, pek olası değildir.

Doğal seçilim “saflaştırıcı” bir süreçten daha fazlasıdır, aksi halde olma olasılığı gayet düşük olan genetik kombinasyonların ihtimalini arttırarak yenilik üretebilmektedir. Bu anlamda doğal seçilim ve mutasyon birlikte yaratıcı bir süreç haline gelir. Dahası, milyonlarca yıldır, her biri çok sayıda bireyden oluşan birçok farklı evrimsel soyda ve çok sayıda türde gerçekleşmekte olan bir süreçtir. Mutasyon ve doğal seçilim yoluyla evrim, harikulade uyumlarıyla birlikte canlı dünyadaki muazzam çeşitliliği üretmiştir.

Modern hayvanları Kambrien jeolojik devrindeki (542 milyon yıl önce) ilkel hayvanlardan birkaç yüz milyon nesil ayırır. Milyonlarca hayvan bireyinde ve milyonlarca nesil boyunca sınanabilen ve sonuçta seçilen mutasyon miktarını idrak etmek insan aklı için zordur fakat artık milyonlarca küçük, işlevsel olarak yararlı değişikliğin birikmesinin, göz gibi gözle görülür derecede karmaşık ve uyumsal organı ortaya çıkarmasını kolayca anlayabilmekteyiz. Doğal seçilim birikmeli, zaman boyunca işleyen ve canlıların diğerlerinden daha çok hayatta kalabilmesi ve üreyebilmesi ile sonuçlanan bir süreçtir. Bir türün bireyleri, bir diğerinden herhangi bir zamanda çok ufak farklarla ayrılır; örneğin, laktoz şekerini sentezleyebilen enzime sahip olan ya da olmayan bakteriler arasındaki fark ya da açık veya koyu renkli kanatlara sahip güveler arasındaki fark gibi. Bu farklılıklar tipik olarak bir ya da yalnızca birkaç geni içerir fakat, DDT ya da antibiyotiğe olan direçte olduğu gibi, hayatta kalma ile ölüm arasındaki farkı da yaratabilirler. Farklı bir örneği, Arizona’nın kayalık çıkıntılarında yaşayan bazı fareleri (Chaetodipus intermedius) düşünelim. Açık, kum renkli fareler açık renkli habitatlarda bulunurlarken koyu renkli fareler eskiden bazaltik lav akışıyla oluşmuş koyu renkli kayalarda hakimdirler. Zemin ile kürk rengi arasındaki uygunluk fareleri, daha ziyade görme duyusuyla avlanan kuş ve memeli avcılardan korur. Tek bir gendeki (MC1R denen, melatonin-1-reseptör geni) mutasyonlar, açık ve koyu kürk rengi arasındaki farkı belirler. (ref.12).

Karmaşık yapı, işlev ya da davranışları içeren uyumlar çok sayıda gen de içerirler. Keseliler hariç bilinen pek çok memeli türünün bir plasentası vardır. Keseliler, kanguru ve öncelikle Avustralya ve Güney Afrika yerlisi olan diğer memelileri kapsar. Köpekler, kediler, fareler, eşekler ve primatlar plasentalıdır. Plasenta, gelişen embriyonun anne içinde kalma süresini uzatabilmesi sayesinde yenidoğanı bağımsız yaşamı için daha hazırlıklı hale getirir. Ancak, plasentanın anne ve embriyo arasındaki zararlı bağışıklık ilişkilerini baskı altında tutma, ebriyoya uygun besin ve oksijenin sağlanması ve embriyonik atıkların boşaltımı gibi karmaşık uyumlara gereksinimi vardır. Memeli plasentası 100 milyon yıldan önce evrilmiştir ve plasentalı memelilerin Eski Dünya ve Kuzey Amerika’daki patlamavari çeşitlenmesine de katkıda bulunarak çok başarılı bir uyum göstermiştir.

Plasenta, Poeciliopsis gibi bazı balık gruplarında da evrimleşmiştir. Kimi Poeciliopsis türleri yumurtadan çıkarlar. Dişiler, yumurtadaki (tavukta olduğu gibi) gelişen embriyoya besin sağlayan yumurta sarısını temin ederler. Ancak diğer Poeciliopsis türleri, gelişen embriyoya annenin besin sağladığı plasentayı geliştirmişlerdir. Moleküler biyoloji, Poeliciopsis türlerinin evrimsel tarihinin yeniden yapılandırılmasını olanaklı kılmıştır. Şaşırtıcı olan netice ise, plasentanın bu balık grubunda birbirinden bağımsız olarak üç kez evrimleşmiş olmasıdır. Her bir durumda, gerekli olan karmaşık uyumlar 750.000 yıldan daha az zamanda birikmiştir. (ref.13,14).

Doğal seçilim, ortaya çıkma ihtimali oldukça düşük olan gen kombinasyonlarını üretir çünkü doğal seçilim uzun zamanlar boyunca adım adım ilerler. İnsan ve diğer omurgalılardaki gözün evrimini düşünelim. Işığın algılanması ve sonraki görüş, onların atalarının üreme ve hayatta kalma başarıları için önemliydi çünkü günışığı çevrenin baskın bir özelliğidir. Bundan dolayı doğal seçilim, gözün işlevsel etkinliğini arttıran gen ve gen kombinasyonlarını desteklemiştir. Bu tür mutasyonlar yavaş yavaş birikmiş ve sonunda oldukça karmaşık ve verimli omurgalı gözünü oluşturmuştur.
İnsan gözü gibi karmaşık organların, çok basit bir yapıdan adım adım nasıl oluşabildiği yaşayan yumuşakçalarda gözlemlenebilir.Yumuşakçalar (mürekkep balıkları, deniz tarakları, salyangozlar) çok eski bir canlı grubudur, omurgalılardan daha eskidirler. Deniz canlılarının, yaşam tarzlarına bağlı olarak çeşitli görsel ihtiyaçları vardır. Deniz kozalakları, akla gelebilecek en basit göze sahiptirler, yalnızca sinir tellerinin bağlı olduğu birkaç pigment hücresinden ibaret bir gözdür. Yarık kabuklu yumuşakçalar, kase şeklinde birkaç pigment hücresinden ibaret, bu yumuşakçaların ışığın yönünü algılamasını sağlayan, biraz daha gelişmiş bir organa sahiptirler. Açık okyanus yumuşakçalarından bir grup olan ve milyonlarca yıldır neredeyse değişmeden kalan Nautilus, iğnedelikli fakat merceksiz, genişlemiş ve neredeyse kapalı bir oyuğa sahiptir. Deniz salyangozlarından bir grup olan Murex, kornea olarak işlev gören deri hücrelerinin koruduğu ilkel bir kırıcı merceği olan gözlere sahiptir. Ahtapotlar ve salyangozlar, kornealı, irisli, kırıcı mercekli, retinalı, camsı cisimli, optik sinirli ve kaslı insan gözü kadar karmaşık gözlere sahiptirler.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Tasarımcısız Tasarım
Doğal seçilimin, kendiliğinden ortaya çıkan mutasyonları düzenlemesi yaratıcı bir süreçtir çünkü bu, yararlı mutasyonların bir araya gelmesini ve birikmesini, uzun zaman sonra canlılığın bu büyük çeşitliliğinin ortaya çıkmasını sağlar.Lakin, doğal seçilimin elde ettiği “tasarım” çeşitlerini yani canlıların uyumlarını bir mühendis, bir akıllı tasarımcının ürettiği tasarım çeşitlerinden ayıran önemli özellikler vardır.

Bir mühendisin, tasarımın yapması beklenenler hakkında önceden bir fikri vardır ve uygun malzemeleri seçecek ve onları önceden düşündüğü şekilde düzenleyecektir ki amaçlanan işlevi yerine getirebilsin. Buna karşılık, doğal seçilim önceden takdir edilmiş bir plana göre işlemez. Fizikokimyasal ve biyolojik varlık özelliklerinin etkileşiminin yol açtığı tamamiyle doğal bir süreçtir. Doğal seçilim basitçe, canlı varlıkların hayatta kalma ve üreme farklılıklarının bir sonucudur. Bu bir parça amaçlılık taşır çünkü çevreye göre değişir: canlıların daha etkin olarak üremeleri ve hayatta kalmaları, yaşadıkları yer ve zamanda sahip oldukları faydalı ve olumlu varyasyonlara bağlıdır.

Doğal seçilimin öngörüsü yoktur; geleceğin yaşam alanlarını sezinlemez. Şiddetli çevresel değişiklikler, canlılara, önceden başarılı oldukları fakat artık aşılması güç engeller çıkarabilir. Aslında, türlerin yok olması evrimsel sürecin doğal bir sonucudur. Günümüzde var olan türler, yeni türlerin kökeni ile onların nihai yok oluşu arasındaki dengeyi göstermektedir. Mevcut envantere göre yaşayan 2 milyon tür vardır ancak en az 10 milyon tür olabileceği hesaplanmıştır. Fakat biliyoruz ki yeryüzünde yaşamış türlerin %99’u yok olmuştur.

Artan karmaşıklık, doğal seçilimin zorunlu bir sonucu değildir; fakat karmaşıklığı arttırmayan pek çok mutasyondan sonra, karmaşıklığı arttıran mutasyonlar desteklendiği zamanlarda ara sıra ortaya çıkar. Karmaşıklığı arttıran mutasyonların zamanla birikmesinin zorunlu olmadığı pek çok evrimsel soyda aşikardır. Örneğin, yeryüzünde en uzun süredir yaşayan canlılar mikroskobik bakterilerdir ki ara vermeksizin ~3.5 milyar yıldır gezegenimizdeldirler. Ancak, modern bakteri türleri daha büyük bir karmaşıklık sergilemiyorlar. Daha karmaşık canlılar, benzer akrabaları elenmeksizin, çok daha sonra ortaya çıkmışlardır. Bununla beraber, yeryüzündeki karmaşık yapılı canlıların sayısı uzun zaman boyunca giderek artmıştır. Bazı karmaşık yapılı canlı grupları çok yakın zamanda ortaya çıkmıştır (evrimsel ölçekte). Primatlar sadece 50 milyon yıl önce, türümüz Homo sapiens ise 200,000 yıldan daha kısa zaman önce yeryüzünde ortaya çıkmıştır.

Evrimde, uyumsal kombinasyonları seçen bir kişi ya da varlık yoktur. Bu kombinasyonlar kendilerini seçerler çünkü onlara sahip canlılar, daha az uyumsal varyasyona sahip olanlara göre daha etkin şekilde ürerler. Bundan dolayı, doğal seçilim önceden belirlenmiş canlı türleri üretmekle uğraşmaz, yalnızca mevcut çevresine uyum sağlamış canlılarla uğraşır. Daha önce de belirtildiği gibi, hangi özelliklerin seçileceği, o yer ve zamanda mevcut olan varyasyonlara bağlıdır. Bu, aynı zamanda, canlıların önceki tarihlerine (yani geçmiş evrimlerinin neticesi olan genetik karakterlerine) olduğu kadar, rastgele mutasyon sürecine de bağlıdır. Doğal seçilim fırsatçı bir süreçtir. Doğal seçilimin ilerleyeceği yönü belirleyen değişkenler çevre, canlıların önceden var olan yapıları ve rastgele ortaya çıkan mutasyonlardır.

Bu nedenle, bir habitata uyum sağlamak çeşitli şekillerde olabilir. Örneğin, pek çok bitki çöl iklimine uyum sağlamıştır. Temel uyumları, susuzluktan ölme tehlikesini taşıyan kuraklığa karşıdır. Yılın büyük bölümünde ve sıralı değişim sırasında yıllar boyunca hiç yağmur yağmaz. Bitkiler, su kıtlığına çeşitli yollarla uyum sağlamışlardır. Kaktüs, yapraklarını dikene dönüştürmüş ve böylece yapraklarda meydana gelen buharlaşmadan korunmuştur; fotosentez gövde yüzeyinde gerçekleşir. Ayrıca, gövdeleri fıçı benzeri yapılara evrimleşmiştir ki su depolarlar. Çöl bitkilerindeki ikinci bir uyum da kurak dönemde hiç yaprakları olmaması, fakat yağmur yağdıktan sonra yaprak ve çiçek patlaması yaşayıp çabucak tohum üretmeleridir. Üçüncü uyum ise, yağmur suyu mevcutken birkaç hafta içinde tohumdan filizlenip büyüyen, çiçeklenen ve tohum üreten efemeral bitkilerin tohumlarının diğer zamanlarda toprakta durgun kalmasıdır.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

Şans ve Gereklilik: Yaratıcı Bir Süreç Olarak Doğal Seçilim
Fosil kayıtları gösteriyor ki yaşam gelişigüzel bir şekilde evrimleşmiştir. Bazı canlı gruplarının yayılmaları, diğer grupların sayısal ve bölgesel büyümeleri, bazı türlerin diğerleriyle yer değiştirmeleri, artan ebat ve diğer değişimlere karşı ara sıra fakat düzensizce ortaya çıkan eğilimler ve her zaman gerçekleşen yok oluşlar en iyi şekilde kalıtsal mutasyonların, çevresel zorlukların ve geçmişin kontrol edilemez değişimlerine maruz kalan canlıların doğal seçilimiyle açıklanabilir.Bu olayların bilimsel açıklaması, her şeyi bilen ve her şeye kadir bir Tasarımcının ard arda ve başlangıç müdahalelerinden etkilenmiş olsa bile, önceden takdir edilmiş bir plandan yardım dilenmeyi gerektirmez. Biyolojik evrim, önceden düşünülmüş bir tasarım ürünü olmaması dolayısıyla bir tablodan ya da insan eliyle yapılmış bir üründen ayrılır. Canlıların tasarımı akıllı değil, fakat kusurlu ve bazen de bütünüyle işlevsizdir.

Doğal seçilim canlıların “tasarım”ını açıklar çünkü uyumsal varyasyonlar, daha az uyumsal ya da yararsız varyasyonlar pahasına taşıyıcılarının üreme ve hayatta kalma ihtimallerini arttırma eğilimindedirler. Mutasyon gibi şansa dayalı olayların imkansızlığını ifade eden akıllı tasarım savunucularının, canlıların uyumlarını açıklama iddiaları yersizdir çünkü evrim tesadüfi mutasyonlar tarafından yönetilmez. Aksine, tesadüfi olmayan oysa yönlü ve düzenleyebilen ya da “yaratabilen” doğal bir süreç (doğal seçilim) vardır. Canlıların evrimsel tarihlerinde elde ettikleri özellikler tasadüfi değildir, tersine, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için canlılara sundukları işlevsel yararlar bakımından belirlenmişlerdir.

Yine de, şans evrimsel sürecin ayrılmaz bir parçasıdır. Evrimin kullandığı kalıtsal varyasyonları üreten mutasyonlar tesadüfi olarak ortaya çıkar. Mutasyonlar tesadüfi ya da şansa bağlıdır çünkü (i) DNA eşlenme sürecinin katılığı içinde nadir istisnalardır ve (ii) hangi genin hangi hücre veya bireyde mutasyona uğrayacağını bilmenin bir yolu yoktur. Ancak, evrimsel süreci anlamak için oldukça önemli olan “tesadüfi”nin anlamı (iii) uyuma göre yönsüzdür; canlılara yararlı ya da zararlı olmalarından bağımsız olarak meydana gelirler. Bazıları yararlıdır, çoğu değildir ve yalnızca yararlı olanlar doğal seçilim yoluyla canlılarda bir araya gelecektir.

Mutasyon sürecinin uyumsal tesadüfiliğine, (hayat sahnesinde rol alan diğer süreçlerin kontrol edilemez değişimleri gibi) yararlıyı koruyup zararlıyı eleyen doğal seçilim tarafından karşı konulur. Kalıtsal mutasyonlar olmadan evrim gerçekleşemezdi çünkü bir nesilden diğerine farlılıklarla aktarılabilen varyasyonlar olmazlardı. Fakat doğal seçilim olmadan da mutasyon süreci düzensizlik ve yok oluşla sonuçlanırdı çünkü mutasyonların çoğu zararlıdır. Mutasyon ve seçilim, mikroskobik canlılardan başlayıp orkideler, kuşlar ve insanları oluşturan bu harikulade süreci birlikte yürütmüşlerdir.

Evrim teorisi, yaşamda birlikte var olan şans ve gerekliliği; evrende bildiğimiz en karmaşık, en çeşitli, en güzel varlıkları- düşünen ve seven, özgür iradeye ve yaratıcı güçlere sahip, kendilerini var eden evrim sürecini çözümleyebilen insanların da dahil olduğu canlıları- üreten doğal bir süreç içinde kenetlenmiş olan rastlantısallık ve nedenselliği ifade eder. Darwin’in temel keşfi budur: bilinçli olmayan fakat yaratıcı bir sürecin varlığı. Ve bu, yaşayan varlıkların tasarımlarının, doğa yasalarıyla yönetilen doğal süreçlerin sonucu olarak açıklanabilmesi fikri Darwin’in tamamladığı kavramsal bir devrimdir. Eğer insanlığın kendini ve evrendeki yerini algılayışıyla ilgili temel bakış açısı sonsuza dek değişmez ise, bu hiçbir şeydir.

Prof. Francisco J. Ayala
Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Bölümü, Kaliforniya Üniversitesi
15 Mayıs 2007, PNAS, ABD Ulusal Bilimler Akademisi


Referanslar:

1. Darwin C (1859) Doğal Seçilim Aracılığıyla Türlerin Kökeni Üzerine (John Murray, Londra).
2. Paley W (1802) Doğal Teoloji (American Tract Society, New York)
3. Paley W (1785) Ahlak Felsefenin İlkeleri, William Paley’in Çalışmaları (Cambridge Univ. Pres, Cambridge, İngiltere) 1.basım1825,2. basım 1830
4. Paley W (1794) Hristiyanlığın Kanıtlarına Bakış, William Paley’in Çalışmaları (Cambridge Univ. Pres, Cambridge, İngiltere) 1.basım1825,2. basım 1830
5. Ray J (1691) Tanrı’nın Yaratılışta Gösterilen Hikmeti (Garland, New York), 1979 basımı
6. Behe M (1996) Darwin’in Kara Kutusu: Evrime Biyokimyasal Meydan Okuma (Free Press, New York).
7. Bell C (1833) El: Onun Mekanizmaları ve Tasarımını İspat Yolunda Yapılan Hayati Yardımlar (William Pickering, Londra).
8. Darwin F (1887) Charles Darwin’in Otobiyografisi (Basic Boks,New York), 1959 basımı, syf. 34-35.
9. Eldredge N (2005) Darwin (Norton, New York), syf. 71-138.
10. Wallace AR (1858) J Proc Linn Soc London (Zool.) 3:53-62.
11. Barlow N (1958) Charles Darwin’in Otobiyografisi (Collins, Londra).
12. Nachman MW, Hoekstra HE, D’Agostino SL (2003) Proe Nail Acad Sci USA 100:5268-5273.
13. Reznick DN, Mateos M. Springer MS. (2002) Science 298:1018-1020.
14. Avise JC (2006) Doğadaki Evrimsel Yollar: Filogenetik Bir Yaklaşım (Cambridge Univ. Pres, Cambridge, İngiltere).


[Bu yazı Francisco J. Ayala 'nın 15.05.2007 tarihinde PNAS 'da (Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America) yayımlanan "Darwin's greatest discovery: Design without designer " başlıklı makalesinin çevirisidir.]

Makalede geçen bazı terimlerin açıklamaları:
Nedensellik (determinizm): Belli nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren felsefe terimi. Evrende bütün olup bitenlerin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini öne süren görüş.

Güneş merkezli teori (heliocentric theory): Dünyanın ve diğer gezegenlerin güneş etrafında döndükleri kuralını açıklayan teoridir. Bugün Kopernik teorisi olarak da adlandırılır.

Dioptri: Merceğin gücünü belitmek için kullanılan standart ölçü birimi.(-)olduğunda miyopiyi, (+) olduğunda ise hipermetropiyi ifade eder.

Varyasyon: Bazı karakterler bakımından farklı olma, esas tür tipine göre belirli karakterlerde görülen ayrılıklar.

Varyete: Ait olduğu belirli bir grup organizmadan görev ve yapı karakterleri bakımından çok ufak farklarla ayrılan bir organizma.

Egzotik Tür: başka bir yerden getirilen, yerli olmayan, bir yerde doğal olarak yaşamayan tür.

Pestisit: Zaralı böcek ya da hayvanların gelişimini önlemek, bu zararlıları yok etmek, geri püskürtmek veya azaltmak için tasarlanmış bir madde ya da karışımdır.

Sıralı değişim: Bir bölgede yaşayan çeşitli türlerin belirli bir zaman içinde birbirlerini izleyerek ortaya çıkmaları.

Efemeral bitki: Genellikle bir sene yaşayan, kuraklık durumlarında tohum halinde uykuda kalarak susuzluktan kurtulan , yağmurdan sonra çok çabuk bir şekilde tohumlarını açıp yeşillenen, fidelenen, çiçeklenen ve tohumdan tohum üretme aşamasına sadece birkaç hafta içinde geçebilen bitkilerdir.

Kaynak :
 

esra_1994

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Ocak 2009
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Evrim

Sizce canlılar arasında milyonlarca yıldır süregelmiş bir evrim var mı,yoksa evrim teorisinin çooktan çöktüğüne mi inanıyorsunuz?Görüşlerimizi oy vererek belirtelim
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Evrim

Evrim forumumuzda bilimsel olarak da ele alınmıştır.

Ayrıca yaratılışçı savlar da konu alınmış başka bir başlık altında incelenmiştir.

http://www.felsefe.net/index.php?topic=1121.msg1617#msg1617

Bu tartışmanın bilimsel verilerden yola çıkarak daha faydalı şekilde tartışılmasından yanayım.Ön bilgiler verilmiştir.

Not: Anket esra_1994 e aittir.
 

esra_1994

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
21 Ocak 2009
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

[ftp][/ftp]NEANDERTHALLER

Bundan elli-altmış bin yıl kadar evvel,Dördüncü Buz Çağı henüz en had devresine ermeden önce, yeryüzünde yaşayan bir yaratık o kadar insana benziyordu ki;zamanımızda bulunmuş olan kalıntıları daha bundan birkaç yıl önceye kadar insan kalıntıları addediliyordu.Elimizde bu yaratığa ait kafataslarından ve kemiklerinden başka ,yapıp kullandığı bir sürü büyük çapta alet vardır.Bu yaratık ateş yakardı,soğuktan korunmak için mağaralarda otururdu,belik hayvan derilerini kaba saba terbiye edip giyerdi ve insan gibi sağ eliyle iş görürdü.


Neandertarhal yaşam biçimleri
Avcılık-Yemek-Yaşam

Fakat şimdi ırk bilginleri bu yaratıkların hakiki insan olmadıklarını ileri sürüyorlar.Bu mahluklar aynı cinsin başka bir nevine aittirler.Bu yaratıkların ileriye doğdu çıkık iri çene kemikleri vardı,çok dar alınları ve gözlerinin üzerinde iri kaş çıkıntıları vardı.Ellerinin baş parmakları arasında insanların aksine olarak öteki parmakların karşısına gelemezdi;boyunları o şekildeydi ki başlarını arkaya çevirmezler ve gökyüzüne bakamazlardı.Belki,başları öne ve ileriye doğru eğik olarak ,sallapati bir yürüyüşleri vardı.Bu yaratıkların çenesiz çene kemikleri Heidelberg'de bulunan çene kemiğine benzer ve insan çene kemiğinden bariz şekilde farklıdır.


Neanderthallerin Gırtlak yapısı
ve
Modern İnsanlarla Karşılaştırılması

Dişleri de insan dişlerinden oldukça farklıdır.Azı dişleri yapılışları bakımından bizimkilerden daha karışıktı.Bu yarı insanlarda hakiki insanlardaki bariz köpek dişleri yoktu.Kafa taslarının hacmi tamamen insanınki gibiydi,fakat beyin arka tarafta daha iri,ön tarafta daha alçaktı.Akli melekeleri insanlardan farklıydı.Bu yaratıklar insanların kökeni değildi.Onlar gerek akıl gerek beden bakımından insan neslinden başka bir nesle mensuptular.


Diş Yapısı

Nesli tükenmiş bulunan bu neslin kafa tasları ve kemikleri Neanderthal'de bulunmuş olduğu içi bu garip ilk insanlara Neanderthal Adamı denilmiştir.Bu adamlar yüzlerce ve belki binlerce yıl Avrupa'da yaşamışlardır.

O zamanlar dünyanın iklimi ve coğrafyası bugünkünden çok farklıydı.Mesela Avrupa Thames nehri bölgesine ,merkezi Almanya’da kadar güneye inen buzlarla kaplıydı.; Britanya'yı Fransa'dan ayıran Kanla yoktu;Akdeniz ile Kızıldeniz ,en derin kısımlarında bir sıra göl bulunan derin vadilerden ibaretti ve büyük bir iç denizin bugünkü Karadeniz'den başlayarak güney Rusya'yı da içine almak suretiyle orta Asya'ya kadar yayılıyordu.Bilfiil buz altında bulunmayan İspanya ile Avrupa'nın büyük bir kısmı Labrador ikliminden sert iklimi olan soğuk ve kasvetli yüksek araziden ibaretti; mutedil bir iklime kavuşmak için ta kuzey Afrika'ya kadar inmek icap ediyordu.Güney Avrupa'nın seyrek kutup bitkileri serpili soğuk steplerinde postlu mamut ve postlu rhinokeros gibi dayanıklı hayvanlar, iri öküzler ve ren geyikleri,şüphesiz yiyecek bitki peşinde ,ilkbaharda kuzeye sonbaharda güneye doğru sürüp gidiyorlardı.


Neanderthallerin Yaşamsal Alanları

Neanderthal adamının küçük av hayvanları ,böğürtlen ve kök gibi yiyecek tedarik edebilmek üzere dolaşıp durduğu sahne işte böyleydi.Bu yaratığın küçük dal uçları ve kökler çiğneyen bir otobur olmuş olması mümkündür.Yassı ve mükemmel dişleri onun daha ziyade bitki yediğini gösterir.Fakat oturduğu mağaralarda,büyük hayvanlarda, büyük hayvanlara ait ve iliği çıkarılmak üzere çatlatılmış kemikler de buluyoruz.


Geyik Avlama Törenleri-Aile Yaşamı

Kullandığı silahlar büyük hayvanlarla yaptığı açık savaşlarda pek işine yaramamış olsa gerektir; onlara her halde nehirleri geçtikleri güç durumlarında hücum etmiş,hatta onları yakalamak için tuzak çukurları kazmıştır.Belki sürülerin ardından gidiyor ve döğüşmelerde ölen hayvanlardan nasipleniyor,belki kendi zamanında hala mevcut olan kılıç dişli kaplana çakallık ediyordu. İhtimal,bu yaratık uzun çağlar boyunca otobur olarak yaşadıktan sonra Buz Çağı'nın çetin zorlukları içinde hayvanlara hücum etmeye başlamıştır.


Av Törenleri-Av Tuzakları

Bu neanderthal adamının neye benzediği tahmin edemiyoruz.Belki çok tüylü idi ve tamamiyle insanınkine aykırı bir görünüşü vardı.İki ayağı üzerinde dik durduğu bile şüpheliydi.Ayakta durabilmek için ayaklarını olduğu kadar ellerinin tersini de kullanmış olabilir.İhtimal yalnız başına veya küçük aile grupları halinde gezinirdi.Çene kemiğinin yapısına bakılacak olursa bizim anladığımız manada konuşmasına imkan yoktu.


İsrail de bulunan Neanderthallerin
Çene ve Kafatası Yapıları

Binlerce yıl boyunca bu Neanderthal adamları Avrupa sahasında yaşayan en ileri hayvanlar olmuşlardır;ve sonra ,bundan otuz kırk bin yıl önce iklimin sıcaklaşmasıyla birlikte daha zeki daha çok şey bilen,konuşan ve aralarında işbirliği yapan,aynı aileye mensup yaratıklardan meydana gelmiş bir ırk güneyden gelerek Neanderthal adamlarını mağaralarından ve oturdukları yerlerden sürüp attı;aynı avların peşinden koştu; ihtimal bu insanlar korkunç selefleriyle savaşarak onları yok ettiler.Güneyden veya doğudan(çünkü Kökenlerinin neresi olduğu henüz bilinmiyor)gelerek Neanderthal adamlarının kökünü kurutan bu yeni misafirler bizimle aynı kandan olan ilk hakiki insanlardı.Kafa tasları baş parmakları,boyunları ve dişleri anatomi bakımından bizimkilerin aynı idi.Coro-Magnon'daki bir mağarada ve Grimaldi'deki bir diğerinde,şimdiye kadar bilinen en eski hakiki insan bakiyeleri olan birçok iskelet bulunmuştur.


İskelet Karşılaştırması ve Bulunan İskelet Örneği

Neanderthalller günümü insanlarından daha güçlü anatomik yapıya sahip olduğu bir gerçektir.Bulunan erkek iskeletlerinden en uzunu 180 cm, ağırlığının da 80 kg civarında olduğu varsayılıyor.Neanderthaller iskelet açısından günümüz insanından birkaç noktada ayrılıyorlar.En önemli farklar kafatasında.Kafatasları şekilleri modern insanla uyuşmasa bile, beyin hacimlerinin ortalamaları normal modern insanlarınkine çok yakın.Hatta bazı bireylerin beyin hacmi günümüz ortalamasını(1350 santimetreküp) 400 santimetreküp kadar geçiyor. Beyin alçak ve geriye doğru uzanan bir beyit kutusunun içinde yer alıyor.

Yüzde ise,kaş kemerlerinin çıkıntısı hemen göze çarpıyor.Burunları geniş ve öne doğru fırlak,elmacık kemiklerinin uçları ise geriye çekilmiş durumdadır.Alt çene kemiklerinde günümüz insanında rastlanan çıkıntı ve öne doğru eğim yer almıyor.Neanderthallerin leğen kemiklerinin üst ön kısmında bizden çok farklı bir yapı dikkati çekiyor.Bu bölge uzun,ince ve modern insanlara göre düz. Bu fark kadınların doğum kanalı hacmini %20 arttırmış. Bu noktada üretilen teori ise kadınların daha büyük ve olgun bebekler dünyaya getirmiş olmasıdır.Bebeklerin daha büyük ve olgun olmasının ise; zorlu çevre koşullarına daha iyi uyum sağlamış olmayı beraberinde getirmesi beklenebilir.

Neanderthal bebeklerinin gelişmesi ise bizlerden çok daha uzun süren olgunlaşma süresi.Bu yöntemi ölçmek için ise ağaçlara uygulanan yöntem kullanılıyor.Bu duruma modifiye ettiğimizde ise insanın ön diş minesindeki çizgilerde ,olgunlaşma sırasına oluşan bir artış bulunmakta.

Diş minesindeki çizgilerde artış ,ağaçlardaki yıllık kontrolün aksine haftalık olmaktadır.Dişin taç kısmına ek olarak bir de kök gelişmişse kökün gelişim süresi de tahmin edilip değere ekleniyor. Çocukların beyinlerinin bulunduğu tas hacmi 1400 santimetreküp idi..Bu ise günümüz yetişkinlerine yaklaşık bir değer.Azı dişlerindeki yapı da bizlerden çok farklı.Bu bilgiler doğrultusunda Neanderthal bebekleri günümüz çocuklarından daha hızlı bir büyümeleri söz konusu.

Bildiğiniz gibi insanların genetik şifrelerini tutan DNA'nın bir çok hali mevcuttur.Bunlardan biri olan mtDNA 'nın günümüzdeki önemi ise insan evriminin sonucu açısından analiz edilme ve kişisel bilgileri bulundurması. mtDNA'ların vücudumuzdaki diğer kalıtsal maddelerden ayrı olarak ,ebeveynden geçen çekirdeklerinin kromozomlar vasıtasıyla aktarılamaması.mtDNA'nın özelliği ise nerdeyse tümünün anne tarafından yumurtaya aktarılması.Buradan çıkarabileceğimiz sonuç ise mtDNA kökenlerimizin geçmişteki annelerle genetik açıdan bağlantı kurmamızın olanaklı olması. Geçmişteki annelerimiz ise "Mitokondriyal Havva" olarak adlandırılıyor.

Mitokondriyal Havvalar ise köken olarak Afrika'dan geliyor.Evrimsel süzgeçten geçirilen mtDNA'lar modern insanın atalarının 200.000 bin yıl öncelere dayandığını gösterdiği iddia ediliyor.Ancak buna itiraz edenlerde yok değil.

Neanderthaller 'in yok oluşuna ilişkin iki değişik kuram mevcut.Birincisi Nuh tufanı sonucu ortaya çıkan Homo Sapiens'lerin ,Neanderthallerin daha gelişmiş olarak yerlerini almaları. Bu kuram sonu Afrika kökenli Homo Sapienslerin, Neanderthallerin yerleşim birimlerine el atması ve onları dağlara kaçırması. Bunun sonucu olarak dağlardaki olumsuz şartların etkisinde soylarının tükenmesi ilk kuram olarak beliriyor.

Bir diğer kuram ise modern insanları bağışıklık sahibi oldukları bir hastalık türünün Neanderthallerin sonunu hazırladığı.

Sonuçta genel bir bakış açısıyla baktığımızda ise bizlerin kesinlikle neanderthallerden farklı özelliklerimizin olması ve bu farkın bilincinde araştırmaların yapıldığı.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Evrim Teorisi Nedir?

"türlerin kökeni"ni araştırmak neden tehlikeliydi?! bir zamanlar Batlamyus dünyayı merkeze koyarak tüm gök cisimlerini onun etrafında döndürmüştü; gün gelmiş Galileo hayır demişti buna...karanlıktı-ortasında-çağ...Galileo mahkum edilmişti...gel-zaman git zaman Batlamyus unutulmuş ve Galile bilmin merceğine konulmuştu...Darwin insan türünün maymundan geldiğini hiç söylemdi...evreni tek vücut sayan düşüncenin itirazı anlaşılır gibi değil...
 

kCkmkrOp

Üye
Yeni Üye
Katılım
1 Nis 2015
Mesajlar
151
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Çok beğenerek okudum tebrikler [MENTION=5]fides[/MENTION]
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst