Demokrasi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe kategorisinde efe tarafından oluşturulan Demokrasi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 7,162 kez görüntülenmiş, 17 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe
Konu Başlığı Demokrasi
Konbuyu başlatan efe
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan kuzeys

efe

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
10 Ağu 2008
Mesajlar
9
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Yunanca "halk" kelimesinin karşılığı olan "demos" ile "idare" manasına gelen "kratos" kelimelerinden meydana gelen bir terimdir. Kökü eski Yunan kültürüne kadar uzanan demokrasi kavramı, o çağlardan günümüze çeşitli mana ve muhteva değişikliklerine uğrayarak gelmiştir.

Kelimenin Yunanca menşeine iner, bunu en azından eski Yunan tarihçisi Thucydid'e atfedersek, ilk olarak, Perikles'in Atinalılar'a verdiği bir nutukta kullanıldığını görürüz. Perikles, aristokratik rejimi yenen demokrasinin iyilik ve faziletlerini şu ifadelerle dile getirmektedir: "Bizde devlet, bir azınlığın değil, çoğunluğun yararına göre idare edildiği için, bu idare şekli demokrasi adını almıştır. Özel farklılıklara gelince; eşitlik kanunlar tarafından herkese temin edilmiştir. Fakat umumi hayata katılmaya gelince, kendi değerine göre her fert saygı görür ve ait olduğu sınıf, şahsî değerinden daha az önemlidir. Nihayet hiç kimse, fakirlik ve sosyal durumun karanlığıyla engellenmez; eğer siteye hizmet edebilirse.."

Eski Yunanistan'da "tek adam" idaresi olan diktatörlük ve tiranlığa karşı, halkın. kendi işlerine yön verebileceği bir idare şekli olarak demokrasi düşünülmüştür. Fakat Yunan şehirlerinde farklı şekillerde demokrasi uygulamaları görülmüştür. Aristo'nun ifadesiyle, demokrasi kısa zamanda "demagoji"ye dönüşmüştür. Ona göre demagoji, bir toplumun duygularını çelerek kendi çıkarlarını yürütme yolu idi. Bu dönemdeki "demokrasi"lerin ortak karakterleri, halkın şu veya bu şekilde, yapılacak idari işlere katılması sadece fikrî plânda kalması şeklinde olmuştur.

Demokrasinin ilk uygulayıcıları Atina ve Isparta'daki şehir devletleri ile Grekler olmuştur. O dönemlerde bu iki şehirde birer devlet vardı. Her iki şehirde de halkın bütün erkekleri, şehrin yönetimine katılıyordu. "Genel bir toplantı" şeklinde bir araya geliyor, yönetim ile ilgili her hususta birbirleriyle görüşüyor, daha sonra aralarından bir yönetici seçip, kanunlar çıkararak bu kanunların uygulanmasını denetliyor; onlara muhalefet edenlere de cezalar koyuyorlardı. Böylelikle "halk yönetimi" (demokrasi), her iki şehirde de dolaysız şekilde uygulanmaktaydı. Bu yönetim şekline o zaman bu ismin verilmesi tam anlamıyla uygundu.

Demokrasi veya bir diğer adıyla "halk idaresi"nin gerçekleşmesi, azınlığın çoğunluğa hâkim olduğu ve insanlar arasında eşitsizliğin geçerli bulunduğu Yunan toplumu için büyük bir ilerleme ve gelişmeydi. Böylece vatandaşlar arasında eşitlik ve hürriyet gerçekleşmiş olacaktı.

Eski Yunan kültüründen sonra demokrasi uzun yıllar unutulmuş, yerini "krallık" tarzındaki idarelere bırakmıştır. Bu uzun unutuluş döneminden sonra demokrasinin tekrar canlanışını, Rodos adalarında 1641 yılında yazılan ilk siyâsî anayasada (esas teşkilât kanunu) görmek mümkündür. Çünkü bu anayasa ilk defa, kanunları hazırlayacak bir meclisten ve bu kanunları uygulayacak bir "hükümet heyeti"nden bahsetmiştir. Bu tarihten sonra kavram devamlı olarak siyasî gündeme girmiş ve yavaş yavaş bugünkü muhtevasını kazanıp yaygın bir idare tarzı sayılmaya başlamıştır. (İhsan Sezal, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Ankara 1981, 43-44).

Demokrasinin anlaşılması konusunda Batı'da farklı yaklaşımlar görülmüştür. Abraham Lincoln, "halkın halk tarafından, halk için idaresi" olarak tarif ettiği demokrasi: Churchill'e göre "en iyi idare şekli değil, ama kötü tarafları en az olan bir idare şekli" olarak kabul edilmiştir.

Demokrasi, liberal Batı toplumunun simgesi haline gelirken, Marksist görüşler de demokrasiye sahip çıkmaya başlamış ve liberalistlerin demokrasiyi yozlaştırdıklarını iddia etmişlerdir. Onlara göre: "Sınıflı toplumlarda demokrasi hakim sınıf tarafından yürütülen bir diktatörlük şeklidir. Formel olarak ilân edilen siyasî haklar için herhangi bir garanti sağlamamıştır. Parlamento, yani yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden ayrılması, burjuva demokrasisinin tipik bir özelliğini meydana getirir. Sosyalist demokrasi, en yüksek demokrasi şeklidir. Sosyalist demokrasi, ekonomik bakımdan üretim araçlarının sosyal mülkiyeti temeline dayanır. Sosyalist demokrasinin daha da geliştirilmesi, halk devletinin ortaya çıkmasına varır". (Aclan Sayılgan, Ansiklopedik Marksist Sözlük, "Demokrasi ", İstanbul 1976, 56)

Bu arada başkalarınca anti-demokratik olarak ifade edilen düşünce akımları ve ideolojiler de kendi sistemlerini demokratik olarak ifade etmekten uzak durmamışlardır. Hitler, Nazizmi; bu günün sosyalist ülkeleri gibi "gerçek demokrasi" olarak isimlendirmiş; Mussolini de Faşizmi "organize, merkezi ve otoriter demokrasi" şeklinde tarif etmiştir.

Bütün bu farklı görüşlerin demokrasi mefhumunu kendi fikir ve ideolojilerinin ifadesi olarak göstermesinde belirli menfaat hesaplarının yattığını anlamak zor değildir. Fakat bu arada demokrasi denilen kavramın, nasıl farklı yön ve zihniyetlere çekilebilecek elâstikiyete sahip olduğunu da farketmek mümkündür.

Avrupa'da yeni çağın başlangıcına kadar sistemler, nüfuzlu insanların, derebeyi ve toprak sahipleriyle kilisenin kontrolü altındaydı. Toplum grupları farklı yer ve zamanlarda bu "yüksek sınıflar"dan birinin hakimiyeti ve zorbalığı altında tabii hak ve menfaatlerini, hürriyetlerini korumaktan aciz bir durumda yaşıyordu.

Sanayi inkılâbından sonra Avrupa'da Senyör ve derebeylerinin yerini sanayiciler almıştı. Bu kapitalist sınıf, bir süre önceki senyör ve dere beylerinkine benzer zulmünü sürdürdü. Fakat mazlum kitleler, sosyal, siyasî ve ekonomik haklarını elde etmek için canlarını ortaya koymuş ve sonuca yaklaşmışlardı. Bunun neticesinde halk, bazı hakları zorla almaya başlamıştı. İlk hak, parlamenter sistem ile halkın siyasî hayata aktif olarak girmesiydi. Parlamentolara ilk zamanlarda pek kolay girilemedi. Çünkü bu meclisler fakirlerden ziyade zenginleri temsil ediyor veya çoğu zaman fakirlerin temsil edilme oranı düşük oluyordu. Aday olma şartları öyle tespit edilmişti ki, bunları ancak servet sahipleri aşabiliyor, fakirler ise seçime bile giremiyorlardı. Bu yüzden demokratik kazançlar, parça parça gelmekteydi. Bu parça parça kazançlar ise, yönetimi ellerinde bulunduran ve ondan kolay kolay vazgeçmek istemeyen kimselerin uzun süren direnişlerine karşı, halkın boykot, grev, isyan ve tepkilerinden sonra elde edilebiliyordu.

Eskiden toplum üzerinde tek tek yetki sahibi olan kişi ve kurumlar, demokratik sisteme geçildikten sonra, güçlerini aynı parti veya ekonomik birlik altında birleştirip, menfaatlerini ortak bir biçimde sürdürme yolunu seçmekteydiler. Toplumda iktisadî güç sahipleri, maddi imkânları ile daha kuvvetli olmakta ve isteklerini daha kolay yapabilmekteydiler. Diğerleri ise zayıf ve güçsüzlükleri oranında daha az etkili olmaktaydılar. Sonuçta ülke idaresine yansıyan görüş, iktisadî imkânları ve sermayeyi ellerinde bulunduranlarınki oluyordu. Özellikle sanayi tröstleri, ellerindeki imkânlar ve iletişim kurumları vasıtasıyla sadece kitleleri iktisaden kendilerine bağlı hale getirmekle kalmıyorlar; aynı zamanda siyasî düzenin oluşması konusunda da büyük ağırlık koyuyorlardı. İktisadî hayatta reklâm konusunda olduğu gibi; siyasette de propaganda faaliyetleriyle kitlelerin düşünce ve duygularını etkileme yolları aşılabiliyordu. Bu durumda, günlük geçim derdi ve sıkıntıları içerisinde bulunan sıradan insanın kendisine ulaşan haberleri ne ölçüde tahkik edebileceği bellidir. Böylece kanaatlar ve tercihlerin belirli etki odakları ile yönlendirildiği görülmüştür.

Bir ikinci husus, demokratik seçimlerin sonucunda halkın, temsilcileri vasıtasıyla yönetime katılması hadisesi olmaktadır. Demokrasinin bu konuda da tam olarak gerçekleşemediği farkedilmektedir. Özellikle halkın siyasî partiler kanalıyla seçtiği milletvekillerini denetlemesinin mümkün olamaması bir yana; onunla normal şartlar altında bile görüşmesi zordur. Ve böyle bir temsil, şeklî bir temsilden öteye geçememektedir.

Demokraside düşünülmesi gerekli bir konu da, ferde tanınan aşırı hürriyettir. Birçok araştırmacılar Batı demokrasisinin fert ve toplumu, dejenere olabilecek ölçüde bir hürriyet serbestliğine ulaştırmış olduğu kanaatindedirler. Bu noktada topluma zarar veren görüş, davranış ve çalışmalar; ferdi hürriyete engel olunur iddiasıyla serbest bırakılacaktır. İşte demokrasi anlayışının sınır tanımayan veya sınır koysa bile, ferdî hürriyeti ihlâl edebildiği iddiası ile ortadan kalkabilecek tarzdaki varlığı, toplumdaki insanların dejenere olmasına yol aşıp bozulmayı hızlandıran bir boşluğa sahiptir.

Halkın temel hak ve hürriyetlerinin korunmasını; halk kitlesinin görüş ve kanaatlerinin ülke yönetimi ve işleyişi üzerinde etkili olması gerektiğini öne süren demokrasi, bu "güzel rüya"sını bir türlü gerçekleştirme imkânını bulamamıştır. Amerika ve Avrupa'da demokratik haklar konusunda fazla bir problem yok gibi görünmesine rağmen, halen yönetim kesimi ve sanayiciler ile halk kesimi arasında gelir seviyesinden siyasî hakların kullanılması ve etkinliğine kadar önemli ayrıcalıklar görülmektedir. Dolayısıyla demokratik haklar teorik olarak kitleleri memnun ederken, bu haklardan en büyük payı yine iktisadî nüfuz sahipleri almakta ve halkın hürriyet ve hakları kısıtlanmaktadır. Demokratik rejimden beklenildiği halde bir türlü gerçekleşmeyen temel hak ve hürriyetlerin ne olması gerektiği konusunda bir müslüman bilim adamı şöyle demektedir:

Bence demokrasiden de önemli olan, hukuk devleti kavramıdır. Hukuk devletinin gerçekleştiği söylenemez. O halde demokrasi ile hukuk devleti arasındaki ayırımı tespit etmemiz gerekiyor. Asgarî insan hakları konusu, hukuk devleti bakımından çok önemlidir. Bir ülkede halk çoğunluğunun oyuyla iktidarın belirlenmesini demokrasi olarak belirlersek, rejim demokratik bir rejim olabilir ama, orada insan hakları korunma altında değilse hukuk devletinden bahsedilemez. Şu halde temel olan demokrasi değildir, hukuk devletidir. Öyle bir rejim olabilir ki, orada insan hakları gerçek bir saygınlığa kavuşmuştur. Ama sistem batı demokrasileri diye nitelendirilmeyecek bir sistem olabilir. Şu halde bizim önem vereceğimiz kavram, demokrasiden önce "hukuk devleti" olmalıdır. (Hüseyin Hatemi, Mektep Dergisi, 24; "Demokrasi Soruşturması"na verdiği cevaptan)

Demokrasi ve İslâm arasında zaman zaman ilişkiler kurulduğu görülmektedir. İlk defa Meşrutiyet döneminde, Mithat Paşa'nın başkanlığında Namık Kemal ve diğer Yeni Osmanlılar grubu: parlamenter ve anayasalı bir sisteme geçmek üzere kendi fikirlerine bir gerekçe ararken, İslâm'ın demokratik prensipler taşıdığını söylemişlerdi. Böylece, Padişahın nüfuzunu sarsıp, demokratik bir yönetime doğru yönelmiş olacaklardı. Bu konuda Prof. Muhammed Kutub'un İslâm ile demokrasi arasındaki farklılığı açıklayan ve Batı toplumundaki demokrasinin temel felsefesini belirten görüşlerine yer vermek gerekir:

Demokrasi dediğimiz zaman, gerçekte baskı altında bulunan malum sınıfın, haklarını elde etmek için giriştiği mücadeleyi kastediyoruz. Demokrasinin, isteyen herkese kendiliğinden, cömertçe haklarını verdiğini kastetmiyoruz. Çünkü parlamenter düzen, yapısı itibariyle fakirlerin haklarını ancak baskı ve zor altında kaldığı için tanımak durumunda olmuştur. Eğer günümüzde bu haklar, demokrasinin belirgin özelliklerinden sayılıyorsa bu, demokrasinin kendiliğinden bu şekilde doğmuş olmasından veya herhangi bir ülkede doğrudan doğruya bu şekilde ortaya çıkacağından değildir. Onun bu niteliğe sahip olması meydana gelen keskin sınıfsal mücadelelerden kaynaklanmaktadır.

Ekonomik yanıyla kapitalizm, siyasî yanıyla liberal demokrasi, sosyal yanıyla da toplumun çözülüşü şeklindeki sapma, her şeyden önce Allah'ın hayatı düzeltmek ve adaletle ayakta tutmak üzere indirmiş olduğu İslâm hukukundan bir sapmadır. Diğer taraftan "Bırak istediğini yapsın, bırak istediği yerden geçsin" deyip, her şeyi yapmak isteyen, ele-avuca sığmayan ferdiyetçiliğin sapmasıdır. Bu ferdiyetçilik, ekonomi alanında kapitalizm, sosyal alanda ahlâkî bağları çözülmüş laik toplum şeklini almaktadır.

Liberal demokraside iktidar ise, hem servetin sahibi, hem hükmedici ve hem de hükmüne hiç kimsenin itiraz edemeyeceği kurum olan kapitalizmdir. Teoride "teşrî hakkı" halka ait olmakla ve yine teorik planda halkın itiraz etme yetkisi bulunmakla birlikte, gerçek böyle değildir. Liberal demokraside ortaksız ve tek başına mâbut Allah mıdır, yoksa öte tarafta Allah ile birlikte veya yalnızca kendilerine ibadet edilen uydurma ilâhlar var mıdır? "Bu her iki ibadet şekli arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü Allah ile beraber başkalarına da ibadet edilirse, "şirk" olur. Allah'a ibadet edilmeyip, sadece uydurma ilâhlara ibadet edilirse bu da küfür olur." (Prof Muhammed Kutub, Demokrasi, İstanbul 1988, s. 356-365).

Demokrasi, hâlâ çoğu kimselerce belirsiz ve fakat saygıya lâyık bir sistem kabul edilirken; toplumları yönlendiren bir sistem olmak yerine, insanların temel hak ve hürriyetlerini teminat altına alan ve halkın saygıdeğerliğini sembolleştiren "teorik bir doktrin" olarak varlığını sürdürmektedir. Halkın temel hak ve hürriyetleri adil ve insan fıtratını temel alan İslâm dininden başka bir doktrinde gerçekleşmemiştir. Çünkü İslâm geldiğinde yöneticiler mecazî manada değil, gerçek manada bir kutsallığa sahip idiler. Kimisine Kayser, kimisine Kisra denmekteydi. İslâm, Allah nezdinde insanların birbirine üstün olmadıkları gerçeğini bir âbide gibi tarih içerisinde gerçekleştirerek, Batı demokrasisinin hayalini kendi sistemi ve metodu içerisinde gerçekleştirdi.
 

laberesa

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
25 Ocak 2009
Mesajlar
43
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Ynt: Demokrasi

Demokrasi devletin gelişmemiş biçimidir.

Friedrich Nietszche
 

ahsenIra

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
27 Ocak 2009
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
2023
Ynt: Demokrasi

Filozofimiz,en sevdigimiz yemege kavusmuslugumuz gibi kurban edilmemeli.acliga ne kadar dayanabilecigimizin bilimsel olarak farkindayiz, zira cok ac birakildik,hatta yeterince kimsesiz vede kimliksiz, Bide ardina soruldu COK YERSIZ: Siz kimsiniz ???
Hadi bakalim soruya bakin
BIZ KIMIZ
Biz bide 2500 yil evvelinden referanslara dayanarak soruyoruz yada o kaynaklara siginarak yanitliyoruz, Ben bu acikli halimizi gördükten sonra , biz kimiz nerden geliyoruz sorusunu sorma geregini bile duymuyorum , maymundan oldugumuz acikta ,insana bu eziyet niye, neden israrla bize dayatilanlara BILGI diyoruz neden ayiklamayi ögretmiyoruz bu nacizane vede aptallasmis beynimize, neden tanriya tapanlari ödüllendiriyoruz,ikibinyilinin dokuzunda, bi o kadar öncesi fikirleri konusuyorsunuz , siz ce ne kadar insan , ne kadar peygamber, ne kadar tanrisiniz??????????
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Demokrasi

demokrasi bir yönetilme biçimi değil; her şeyden önce bir karar verme hakkı/yetkisidir.
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Ynt: Demokrasi

Peki demokrasi iyi bir şey midir?
Dünyadaki diktatörlükler demokrasi ile mi geldi?
Demokrasi, herkese her koşulda verilmeli mi yoksa belirli sınırlamalar gerekli mi?
Kişi ehliyeti(akli dengesinin yerinde olması) ve 18 yaş sınırlaması bunun için yeterli mi?
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Demokrasi

karar verme hakkı/yetkisi neden kötü bir şey olsun? tanım ne olursa olsun önemli mi?
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Ynt: Demokrasi

Demokrasi Nedir? sorusuna yanıt ararken bu alanda açılmış bir forum olduğunu fark ettim; teknik bir olumsuzluğu düzeltirken aktarımımın burada olması gerektiğini düşündüm. katılımcılara teşekkür ediyorum.

--------------------------------------------------------------------------------
1789 mu?
ya da "şehir Devleti" mi?
seçme , seçilme nedir?
ya da çoğunluğun söz ve karar yetkisi midir?
hoş-görü,
hor-görü,
ötekileştirmek,
yabancılaşmak,
söz-hakkı,
birey,
ve demokrasi ilişkisi nedir?

--------------------------------------------------------------------------------
kadınlarını erkeğe muhtaç bir şeklilde yaşamaya zorlayan bir toplum, kökünden acizdir.


şehrin yabancısı
--------------------------------------------------------------------------------
Demokrasinin ne olduğundan daha önemli olan,her ülkede farklı şekilde uygulandığıdır.Tek kelimede çok kapsamlı bir soru dile getirmişsiniz.Herkes kendine göre cevaplar verebilir,her ülkede algılanma farklılığı gösterdiği gibi ülkemizde de farklı algılanır.Topluma bireye indirgediğimizde daha da farklılaşır.Ülkemizde fikirlerin ön plana çıkıp bilginin okunup kullanılmadığını düşünürsek,buna verilecek en iyi cevabı en çok kullananlara sormak lazım.Toplumun bütün katmanları yetiştirildiği çevre ve koşullar sonuncu,algılamanın anlatım ile ilişkisi ve çelişkisi de farklı oluyor.
Ama açık söyleyeyim benim demokrasi ile bir ilişkim yok.



nejdet

--------------------------------------------------------------------------------
paradigma nedir?
ezber nedir?
salt insan olmak, hak sahibi olmak için yeterli midir?
yoksa başka kriterler/ölçüler gerekiyor mu?
kültür insan türünün bir var-oluş biçimi ise bireyin var-olması bunun dışında mıdır?

--------------------------------------------------------------------------------
kadınlarını erkeğe muhtaç bir şeklilde yaşamaya zorlayan bir toplum, kökünden acizdir.


nejdet

--------------------------------------------------------------------------------
Yönetmek bir ayrıcalık mıdır? Yönetime katılmak için ne gibi özelliklere sahip olunması gerekir? Neden yönetilmek gereksinimi doğmuştur? Yönetim bir görev midir? bir yetki midir? Demokrasinin aile içindeki görünümü nedir? Aile içi demokrasi var mıdır? Kadın, erkek eşitliği olmadan demokrasi olabilir mi?
--------------------------------------------------------------------------------
kadınlarını erkeğe muhtaç bir şeklilde yaşamaya zorlayan bir toplum, kökünden acizdir.


Laetna

Akılın kavradığı ve inandığı her şey başarılabilir

--------------------------------------------------------------------------------
Demokrasi anlatıldığı ve hala anlatılmakta olduğu üzere,
Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. ...
Burada anlamadığım; eşit haklara sahip olan kim? Bu eşit haklar seçilenler içinmi yoksa seçenler için mi?
Burada bahsettiğimiz hak sadece oy hakkımı? Bu demokrasi seçimlerinde, yapılan propağanda maliyetlerinin bir birini tutmaması, eşitlik ilkesine sığıyor mu? eğer eşitlik bu ise eşitsizlik nedir?

Ve bir çok konuda
Eğitim de fırsat eşitliği
örneği; Maddi durumu iyi olupta özel okula giden bir kişi ile devlet okulunda 60 kişilik sınıflarda ders gören bir öğrenci eşitmidir?Bir özel okulda dilediği gibi saç uzatan bir öğrence ile devlet okulunda sabah sırasında saçları biraz uzun olduğu için sırada herkesin içinde azar işitip özgüveni sarsılan bir çocuk eşitmidir.
Birisinin bu eşitliklerin eşitiszliklerini haykırması gerekmiyor mu?
Birileri bunları görmezlikten gelerek hala eşitlikten mi bahsediyor?

--------------------------------------------------------------------------------
"İnsan yenilince tükenmez,pes edince tükenir"
Nixon


nejdet
--------------------------------------------------------------------------------
demokrasi bir yönetilme biçimi değil; her şeyden önce bir karar verme hakkı/yetkisidir.

--------------------------------------------------------------------------------
kadınlarını erkeğe muhtaç bir şeklilde yaşamaya zorlayan bir toplum, kökünden acizdir.


Laetna

Akılın kavradığı ve inandığı her şey başarılabilir

--------------------------------------------------------------------------------
Alıntı sahibi: nejdet üzerinde 17 Nisan 2009, 21:57:32
demokrasi bir yönetilme biçimi değil; her şeyden önce bir karar verme hakkı/yetkisidir.


"Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir."

Cümle bana ait değil ve bende bunun bu şekilde öğretilmesine rağmen, neden bu şekilde olmadığını anlatmaya çalışıyorum.Hala demokrasi ve insan hakları dersinde bunları işlediğimiz ve gerçekte bunlarla bir alakası olmadığını belirtmekteyim.
--------------------------------------------------------------------------------
"İnsan yenilince tükenmez,pes edince tükenir"
Nixon


nejdet

--------------------------------------------------------------------------------
tüm öğretilerin doğruluk yanları bir yana öğretiler ile sınırlı düşünmemek gerektiği kanısındayım. Bir Başka Dünya mümkünsa hala, tüm dogmatik düşünceleri sorgulayıp canlı-doğa ve bir parçası olan insan için doğru olanı bulmamız gerekiyor.


--------------------------------------------------------------------------------
kadınlarını erkeğe muhtaç bir şeklilde yaşamaya zorlayan bir toplum, kökünden acizdir.
 

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
karar verme hakkı/yetkisi neden kötü bir şey olsun? tanım ne olursa olsun önemli mi?

Erdem iyi bir şeydir değil mi? Peki bir cümle söylesem; "kendinde iyi tek erdem adalettir" desem bu tamamen yanlıştır denebilir mi?

İyi ve kötü mutlak değildir. Bir şey hakkında, hiçbir koşul aramadan "bu iyidir/kötüdür" demek, yani kendinde iyidir/kötüdür demek o kadar kolay değildir. Karar verme hakkı ve yetisi için ise bu kolay olmanın da ötesinde, yanlıştır. Kimin neye karar verme yetisi ya da hakkından bahsediyoruz? Evet, tanım ne olursa olsun önemlidir, tanımın ne olduğu, bu sorunun cevabını da belirler.

Örnek mi? Güncelinden hem de; domuz gribi aşısı yaptırıp yaptırmama konusunda hiçbir tıp eğitimi almamış, hastalıktan ve aşıdan bihaber birine karar verme hakkı verir misiniz? Hadi tıp bir bilim olduğu için bilgi olmazsa olmazdır diyelim. Peki dışarıdaysanız ve ne yemek yiyeceğinzde kararsızsanız herhangi birine mi danışırsınız, yoksa zevkine güvendiğiniz birine mi? Örnekler sayısızdır, o halde uzatmadan;

Demokrasi herkesin, yalnızca insan olduğu için eşit haklarla doğduğu ve bu nedenle bu hakların kimse tarafından engellenemeyeceği fikrine olduğu kadar, tek tek kişilerin yanılmasının ya da başkaları için zararlı olabilecek çıkarları gütmesinin, çoğunluğun yanılmasından ve başkalarına zararlı olacak bireysel çıkarlarını izlemesinden çok daha kolay olduğu tezine de dayanır. Aksi taktirde başka konularda her ne kadar eşit haklara sahip olduklarını düşünse de - yukarıdaki örneklerde olduğu gibi - bir konuda güvenemeyeceği birileri hakkında, o kişiler çoğunlukta dahi olsalar, o konuda karar verme yetisine ve hakkına sahip olmadıklarını söylemekten kaçınacak biri olacağını sanmıyorum.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
önce bilimleri ayrıştırıp uzmanlık dalları geliştirdiler. her bilginin insanlığın ortak bilincinin ürünü olduğunu gizlediler. daha sonra da bilgiyi yine ortak paydaş dünya insanlarına pazarladılar. kişi/lerin öz-yaşamlarını ilgilendiren olayalarda onlar adına başkalarının karar vermesi gerekti/öyle ya uzman değilsen sen kendin hakkında karar da veremeyeceksin demektir; sürüleşme...

karar vermek hakkı demokrasi tanımını aşacaktır. sayın Macavity, verdiğiniz örnekler bir önceki paragrafta yanıtlanan örnekler olup, karar vermek hakkı yanılmayı da kendi adına içinde barındırmaktadır. dünya insanları kendi kendilerini yönetmek adına karar alabilecek tarihsel bellek ile doğarlar; tarihsel belleğin köreltilerek insanın edilgenleştirilmesi daha kolay yönetilmesini sağlar; aşılması gerken de bu olsa gerek; tanım önemli değil derken gerçekten bu olguya demokrasi ya da başka bir ad vermenin doğuracağı sonuçları açısından faklı olmadığını belirtmek için kullanmış bulunuyorum. önemli olan tanım değil içeriğinin doldurulması ve pratikte doğrulanmasıdır.

saygı ile
 

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Elbette karar verme hakkı demokrasi tanımını aşar. Bu nedenle de demokrasinin iyi olup olmaması, karar verme hakkının iyi olup olmamasıyla açıklanamaz (fides'in sorduğu "demokrasi iyi midir?" sorusuna "karar verme hakkı neden kötü olsun?"diye evap vermişsin). Zaten benim de onları yazmamın ve o sözünü alıntılamamın nedeni buydu.

Karar verme hakkı yanılmayı da içinde barındırır ama bu karar toplumla ilgili bir kararsa, toplumdaki herkes başkasının ynılgılarını denetleme hakkına da sahiptir. Çünkü bu durumda yanılma sadece kişinin kendisini değil, bütün toplumu etkiler. Bu nedenle, sadece bu nedenle, akıl sağlığı yerinde olmayanlara, belli bir yaşın altındakilere... oy kullandırılmaz mesela. Şimdi buradan hareketle 17 yaşındaki birinin de karar verme hakkı vardır, yanılmak da bu hakkın içindedir, o halde o da oy kullansın demiyorsak, demokrasi söz konusu olduğunda mesele farklı demektir. Demokrasi iyi midir sorusunu daha farklı bir yoldan yanıtlamak gerekir.

Ayrıca ben toplumdan ya da içinde yaşanılan çağdan bağımsız, doğuştan bir tarihsel belleğin varlığına da inanmıyorum. Varsa da aynı tarihsel bellek köleliğe de izin vermişti, şu anda da hala daha savaşlara, soykırımlara, teröre... izin veriyor. Yani pek de güvenilir bir şey olmasa gerek. Bu nedenle aynı mantıkla başkası da çıkıp insan doğuştan saldırgandır, tarih boyunca görülen budur, tarihsel belleğimizde bu vardır, o yüzden kimse kimseyi boğazlamasın diye her şeye egemen olan tek ve çok güçlü bir merkezi otorite olmalıdır diyebilir (demiştir de) ve aynı derecede haklı olur. Bu nedenle de doğuştan tarihsel bellek gibi her şeye açık olan bir kavram yerine, uzlaşı, anlayış gibi şu andan, karşılıklı diyalogdan (dia-logos, yani - basitçe - karşılıklı akıllardan) hareket etmek daha doğru geliyor bana.

Bilimlerin ayrışması konusundaysa şunu diyebilirim; günümüzde bilimleri ayrıştırmazsak hiç kimse bütün hayatı boyunca okusa bile hiçbir konuda birkaç kelimeden fazlasını bilemez. O kadar çok bilimsel bilgi var ki, bütün bunları tek bir kişinin öğrenmesi mümkün değil. Uzmanlaşmak mecburi. Aksi nasıl mümkün olabilir? Bunun sürüleşmeyle ilgisi nerede? Hangi uzman benim herhangi bir kararımı ben istemediğim sürece değiştirebilir? Eğer bununla kastettiğin önce anaokuluna, sonra okula gitmek, ardından bir işe girmek... gibi zorunluluklarsa, bunun bilimdeki uzmanlaşmayla ilgisi nedir?
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
tarihsel bellekten kastım idealist bir tanım değildir. İnsan nesneden kopamaz ve fizik-ötesini ancak zorlayabilir; fizik-dışını yaratamaz. tarihsel bellek birikimin varlığına işarettir. şöyle ki insanlaşma aşamasındaki austrolopitecus africanus bebeği ile günümüz bebeğini yan yana getirelim ve alfabeyi çözmelerini isteyeleim;ilkinde süreç daha uzun iken diğerinde daha kısa olacaktır. önemli olan o belleğin kullanılmasının öznel/nesnel koşullarının varlığıdır. onu da şöyle açıklayabilirim; bu gün doğan bir bebeği vahşi ortama bırakalım, tarihsel belleği olduğu halde hayvanlaşacak konuşamayacaktır. demek ki tarihsel bellek diyalektik süreçten ve nesneden kopuk değildir.

bilginin uzmanlık çerçevesinde tekelleştirilmesi sonuçta bilgi ve bilmin körelmesine neden olmuştur. bu da slında üretim ilişkilerinden bağımsız değildir. bunun en güzel örneği orta-çağda yaşanmıştır.

karar vermek hakkının toplumsal uzlaşı ile biçimlendirilmesi elbette gereklidir ki edilgenliğin karşısında yer alır. demokrasi tanımını nereden alıyor dersiniz?
 

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Ben tarihsel bellek kavramının idealistliğinden çok doğuştanlığına değinmek istedim. Kısaca şöyle düşünüyorum; bütün insanlarda ortak olacak bir şey aradığımızda bulacağımız şey sadece görmek istediğimiz şey olur. Bu nedenle tarihsel belleğin ideayla ilgili bir kavram olmaması, nesnel koşullara da bağlı olması benim açımdan meseleyi çözmüyor. O belleğin içine verdiğim örnekteki gibi saldırganlık da dahil her şey koyulabilir hala. O yüzden ben doğuştan, verili olan yerine, şu anda ortaklaşa kurulanı tercih ediyorum. Bu da hiçbir zaman mutak iyi, mutlak doğru olamayacak bir şeydir.

Evet bu bakış açısı demokrasinin de dayanak noktalarından biridir ama ondan ötedir de. Bazen en iyi olan sınırlamadır, uzlaşı buna da karar verebilir. Aynı zamanda her şeyi sadece uzlaşıya bırakmak çoğunluğun tiranlığına da dönüşebilir ya da bir demogog çıkıp herkesi uçurumdan aşağı da sürükleyebilir. Bu nedenle demokrasinin yanına başka araçlar, kuvvetler de eklenmiştir. Tabi gerçekte ne olursa olsun yeterli olamaz, her zaman kötüye açık bir kapı olacaktır. İdeal yönetim ancak ideal insanlarla mümkün olabilir, ama insanlar ideal olduğunda zaten yönetim şekli ne olursa olsun yönetim ideal olacaktır. Benim uzlaşı derken kastettiğim şey bunun en iyisi olduğu değil. Uzlaşmanın sonucu en kötüsü de olabilir, o zaman da toplumlar hakettikleri şekilde yönetilirler demekten başka çare kalmıyor. Benim buna tek düşünebildiğim çözüm diyalog ve anlayış. Bu olmadığı sürece toplumsal bellek ya da başka herhangi bir özcü kavramın bir yere varabileceğini düşünmüyorum.

Bilim konusunda da, adına ister üretim biçimleri diyelim, ister sistem, otorite, egemen, devlet vs. farketmez, bunların bilimi körelttiği, araç haline getirdiği ve kendi amacının güdülmesine koştuğu görüşüne katılırım. Ama bu da günümüzde bilimleri bölmekten, uzmanlaşmaktan başka çare olmaması gerçeğini değiştirmiyor, hatta bundan tamamen bağımsız. Uzmanlaşma birilerinin zoruyla değil, artık günümüzde bilimin ürettiği bilgilerin tümünün uzmanlaşma olmadan bilinemeyeceği zorunluluğla ilgilidir. Bu da, uzmanlık alanlarının nasıl çalışacağından, daha açıkçası hangi araştırmaların ödenek alıp desteklenerek sürdürülmesinin sağlanacağından ayrı bir konudur.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
haklar ve yükümlülükler ne ithal edilir ne de ihraç edilirler; onlar toplumların/toplulukların yaşadıkları zaman/mekanlarında doğal/toplumsal olaylar ve olgulara verdikleri tepkimler ile somutlaşırlar. bu sürecin farkında olmak ona katılarak değişim sağlar. ve bir açıdan hızlandırıcı etki yapar. insanların/toplumların/toplulukların "yanılma hakkı" olmalıdır; bu hakkı kısıtlayanın yanılmadığını söylemek peşin-apriori bir kabule dayanır ve bir tabu olmaktan öteye geçemez.
 

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Ben de doğuştan, verili olan yerine, şu anda ortaklaşa kurulanı tercih ederim ve bu da hiçbir zaman mutak iyi, mutlak doğru olamayacak bir şeydir; bu da uzlaşı ve diyalogla olur; uzlaşı yanılsa bile toplumun hakettiği budur demekten başka çare yoktur; diyalog olmadığı sürece hiçbir özcü kavram bir yere varamaz... demekle bu dediklerin aynı şeyler. Bana cevap olarak yazıp yazmadığını belirtmediğin için alıntılayıp yazmıyorum ben de. Kısaca, katılıyorum, zaten ben de bunları dedim diyorum.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
toplum ve kültrler arasında hem-zaman ve geçmişten gelen ve hiç bir şekilde engellenemeyen bir diyalog vardır. ortak noktaların yakalanması ve uzlaşı konusunda söylediklerinize katılıyorum. bu uzlaşının kırılmaması için bir süre geçene kadar en-az/asgari ölçeklerde bir uzlaşı, başlangıç için kaçınılmazdır. antik Yunan tarihine kadar demokrasi / kentsel halkın kendisini yönetebilmesi önceki zamanlardan günümüze gelen bir fenomen olmuştur şu demokrasi denilen olgu. hep yönetim biçimi olarak düşünüldüğünden söz hakkı unutulmuş/göz-ardı edilmiştir. yönetmenin toplumsal bir yüklenim/görev olduğu unutulmamalıdır. "toplumlar hak ettikleri şekilde yönetilirler" sözü sanırsam haklarını kullanmak istemeyen/farkında olmayan toplumlar için söylenmiş olmalı derim.

teşekkürler sayın Macavity...
 

Macavity

Üye
Yeni Üye
Katılım
23 Eyl 2009
Mesajlar
138
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Hak etmek gerçekten ilginç bir söz. Şu nedenle ki, söylendiği bağlama göre birbirine tamamen zıt iki anlamda da anlaşılıyor. Mesela "ben bunu haketmedim" diyen biri için ilk düşüneceğimiz şey, hak etmediği kadar kötü bir duruma düşmüş olduğu oluyor genelde. Ama "bunu hakettim" dendiğinde, ilk akla gelen şey bunu diyen kişinin hakkı olan iyi bir durumda olduğu oluyor. Aslında sözün özel bir seçimi yok, her zaman iki anlamı var. Sadece, insanlar genelde kötü bir durumla karşılaştıklarında bunun kendi hatalarından olabileceğini düşünmezler, ama iyi bir şey olduğunda bunun kendi başarıları olduğunu düşünmeye daha yatkındırlar (tabi ben de öyleyimdir). Bu nedenle de "toplumlar hakettikleri şekilde yönetilirler" sözü, eğer haklarını kullanamıyorlarsa, onların bilincinde değillerse kötü bir yönetimi; ama bunun tersine, haklarını bilip sonuna kadar savunuyorlarsa iyi bir yönetimi hakederler demektir. Yani yönetim toplumun aynasıdır demektir bu söz. Elbette kimi zaman farklı olsa da, bence de genel olarak böyledir.

Ben teşekkür ederim nejdet...
 

Turgut Saka

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
13 Eki 2009
Mesajlar
498
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Yaş
41
yönetim halkın yansımasıdır, demek zaten demokrasi ile mümkün olan bir durumdur. ki bu yansıma %51 lik bir yansıma olur, kalan %49 luk kısmın yansıması ayna küçük kaldığı için sonsuzluğa uçar gider.
fotoğraf makinesi ile toplum arasındaki mesafe toplumun kadraja tam yansıması bakımından önemli bir ölçüdür. yani f.makinesi mantıklı bir uzaklığa çekilirse toplum kadraja tam oturur :) gülümseyince de al sana devlet.
f.makinesinin halka yakın tutulması demek, sağ-sol-orta yol, gibi bir kısmı seçmek demektir.
doğal olarak sağcı veya solcu bir yönetimin oluşması halkın refahını bozar gibi geliyor bana. yani aslında halkta bir sorun yoktur, fotoğrafçıda bir sorun vardır...
düşündüğüm aslında demokrasinin saçmalıktan başka bir şey olmamasıdır. demokrasi devlet ile milleti yakınlaştırır yani devleti bir kılıfa sokar, ete-kemiğe büründürür, bir şeylere benzetir. tanımına kanmamak lazım derim, hala mantıklı görülen sağcı veya solcu yönetimler mevcut dünyada...
yani bu tanım bizi taraf tutmaktan başka bir yere götürmedi, götürmez...
 
K

kuzeys

Ziyaretçi
demokrasi bir sınıfın diğer sınıf üzerine kurmuş olduğu baskı aracından ve toplumsal uzlaşma noktasından başka bir şey değildir. Ben hiç bir sistemin tam demokrasiyi içerisine alamayacağına inandığım gibi demokrasinin bireyin bireysel çıkarlarıyla uzlamaşdığını ancak sosyal çıkarları noktasında toplumsal işbirliğine varan bir yaklaşım biçimi olarak görüyorum.

demokrasi halkın devlet üzerinde kullanmış olduğu bir araçtan daha çok devletin halk üzerinde kurmuş aygıt olarak işlediği için kapitalist devletlerin yönetim biçimi olmuştur. Kapitalist toplumlarda devletler liberal olduklarını iddea ettikleri için özgür ve demokrat bakış açısına sahip olduklarına inanıp topluma bunu deklare ederler. Bana göre demokrasi konusunda en dürüst tanım marksis-lenistlere ait olup demokrasinin devlet'çi yapısından kaynaklı diktatörlüğe hizmet eden bir yapılanış içerisinde olduğunu kabul edip kendi kuracak oldukları devletin ünvanına proleterya diktatörlüğü sıfatını ekleyip sosyal demokrasi dışında hiç bir programın sınıfsız topluma dek geçerli olmadığını beyan etmeleridir.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst