- Konbuyu başlatan
- #1
Mizahtan uzaklaşanların gerçeklerden de uzaklaştıklarını fark ettiniz mi? Onlarda incelik, zariflik ve en önemlisi dikkat etmek, düşünmek uzak bir iklim gibidir. Şakası yoktur onların. Acaba en son ne zaman gülmüşlerdir? Sevinmek nasıl bir duygudur onlar için? Daha çok kahkaha yerine gözyaşıyla ifade ettikleri bir duygu mu?
Mizah aslında her durumda nefes almanın bir yolu. Size hayatınızı devam ettirme enerjisini verir. En başta gülümser, gülümsetir. Bu yüzden de korkuyu küçültür, düşünmeyi büyültür. Dikkat edin mizah duygusuyla ders yapan öğretmenlerin sınıflarında başarısızlık pek görülmez. Bugün 2009-2010 eğitim-öğretim yılı başladı. Eğitim-öğretim yılını gülümseten ve düşünmeyle eş giden bir kapıyı açarak selamlamaya ne dersiniz? O zaman Cihan Demirci’nin “Çıkarın kağıtları muziplik yapıcaz” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Okul hayatları boyunca yeterince muziplik yapamamış, kötü bir eğitim sisteminin kurbanı olmuş öğrencilere adanan kitabın ilk bölümü şu soru ile başlıyor: “Sahi, okula başladığınız o ilk günü hatırlıyor musunuz?” Evet kimler o ilk günü hatırlar? Okuldan yana mı öğretmenden yana mı şanslı olanlar? Ya da sınıf arkadaşlarından? Anne ve babasından? Şanssız bir başlangıç yapanlar…
“Yanlış bir eğitim sonuçta insanın hayatını azgın bir çağlayan gibi alıp götürüyor ve en önemli, en güzel yıllarının uçup gitmesine neden oluyor… Demek ki bizim eğitim sistemiz parlak zekâya düşman!.. Bu sistemin ne yazık ki bir parçası haline getirilmiş öğretmenlerimiz ve anne-babalarımız da pek çok yanlış yapıyorlar… Sonuçta bizler bırakın devlet okullarını, en iyi okullara bile gitsek finalde ‘yetişememiş’ insanlar olarak hayatın içine bırakılıyoruz, ondan sonra da bırakın bir hayat problemini çözmeyi, her şeyi daha da çözülmez bir hale getirip, sorun yumakları, sorun dağları oluşturuyoruz sürekli…”
Yazar, okul hayatını vahşi bir ormana benzetiyor. “Tıpkı her türlü tehlikenin cirit attığı, tropikal bir ormanda yaşamak gibidir okul yaşamı!.. Her an yolumuzu kesen ağaç kütükleri, bitmek bilmez çalılar, dikkat etmezsek gözümüze girecek dallar, yabani otlar, her an karşınıza çıkabilecek vahşi hayvanlar, aniden derinleşen dereler, timsahların oynaştığı göller, durmak bilmez çağlayanlar, her an içine düşebileceğiniz bataklıklar, insanı tedirgin eden yaprak hışırtıları, ürkütücü kuş sesleri arasında nereye gittiğinizi pek bilmezsiniz!..” Haksız mı? Kendi okul hayatıma bakarak cevap vereyim; haklı. Ve kitapta, bu vahşi ormana bırakıldıktan sonra araziye uyum sağlayıp kendini umulmadık bir şekilde geliştiren öğrenciler de sevgiyle anılmış.
Kitapta bu vahşi ormandan sağ çıkabilmenin önerisi sunuluyor; zekâ. Ve bu zekanın en önemli maddesinin de “muziplik” olduğu. Zeka, bu vahşi eğitim ormanında öğrenciye soluk aldırıp onu ayakta tutacak en önemli güç.
Öğretmenler… Hele de ilki kişiliğimizin oluşumunda ve hayattaki konumumuzda ne kadar etkilidirler… Onlar bize yol gösteren kılavuzlar. Ama nasıl yollar ve nasıl bir kılavuzdurlar? Farklı farklı insanlar var. Ve her ne kadar aynı müfredatı uygulasalar da öğretmenler de böyle. Kitapta yirmiyi aşkın öğretmen tiplemesine yer verilmiş. Okurken gülümseyip sorguladığınız bu tiplemelerin birçoğunda öğretmenlerinizi anacaksınız. Lisedeki işletme öğretmenim kitapta yer alan “Baba” öğretmen tipine tıpatıp uyuyordu ama tek farkla o bir kadındı (!) Yıllar geçti ama onu hâlâ hatırlarım çünkü öğrencilerine o kadar güzel bir beden dili ve samimiyetle, sevgiyle yaklaşırdı ki, sınavlarından yüksek notlar alıp ‘işletme’nin argo anlamını aklımıza bile getirmezdik. Zaten o çeşitli muziplikleriyle de bizi gülümsetirdi. “Nesli tükenen öğretmen tiplerindendir!.. En son geçen yıl Bergama’da yapılan Roma dönemi kazılarında izine rastlanmıştır!..”
Öğrencilik yıllarımda İzmir’de yanlış hatırlamıyorsam iki ya da üç dershane olması nedeniyle çarpık eğitim sisteminin yarattığı “Dershane” tipi öğretmen maalesef bu kadar yaygın değildi. “Bu tip öğretmen, sınıfta dersleri tam olarak anlatmaz, işlediği konuları hep eksik, hep yarım bırakır… Acaba neden?.. Çünkü kendisi hafta sonları bir dershanede öğretmenlik yapar ve hafta içinde sınıfta eksik anlattığı dersleri hafta sonunda bu dershanede tamamlar!.. Yani ondan bir şeyleri eksiksiz ve tam olarak öğrenebilmek için hafta içi okula, hafta sonu da dershaneye gitmek gerekir…” Yazarın bu öğretmenlerimizin eline düşmüş öğrenciler için bir daveti var, haydi katılalım bu davete: “Şimdi sizi bugüne dek onun eline düşmüş zavallı öğrenciler için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum!..”
Formüllere matematik terminolojisinden değil de mecaz olarak bakmak bana daha sempatik gelir; yol, yöntem önemlidir ne de olsa hayatımızda. Ama o formülleri sular seller gibi çözen kişilere hayranlık da duyarım ne yalan söyleyim. Üniversitede matematik bölümünü kazanan yeğenime nasıl dersler gördüğünü sorduğumda: “Halacım, gördüğümüz matematik dersleri lisede gördüklerimizden farklı” diyerek isteğim üzerine başladı anlatmaya. Anlattıkları tek kelimesini anlamadığım yabancı bir dil gibi geldi bana. Lise yıllarında nedense genelde matematik, fizik, kimya, fen gibi derslerde karşımıza çıkan “Ders Manyağı” öğretmen tipine dair kitaptan kısa bir alıntı yapalım: “Mesleğinin 360 derecelik bir açısı vardır!.. Hayatı dik açılarla kesişir!.. Bütün yaşamı prizmalar, grafikler, kesirler, kesitler, düzlemler, üçgenler ve problemler üzerine kurulmuştur!.. Yazlık gömleği bile kareli, dikdörtgenli hatta küplüdür!.. Yazları havuzda değil havuz problemlerinin içinde geçirir!.. Problem sormayı çok, ama çok sever!.. Mizah anlayışı diye bir şey yoktur!.. Çünkü o mizahı maddenin sıvı hali zannetmektedir!.. Sürekli olarak formül çözer, formül yaratır, kısacası her şeyi formülüne uydurur!..”
Bir de yaratıcı öğretmen tipi var ki buna örnek olarak fakülte arkadaşımı gösterebilirim. Kendisi heykel bölümünü yarım bırakıp resim bölümünden mezun oldu. Formasyon kursu aldıktan sonra öğretmen olarak atanmak üzere başvuruda bulundu. Ancak kendisini, yeterli kadro olmaması ve sınıf öğretmeni açığı olması nedeniyle sınıf öğretmenliğine atadılar. O da ileride resim öğretmeni olma sevdasıyla sınıf öğretmenliğine başladı. Çizim yeteneği ve eğitimi de olan bir kişi olduğundan en zor dersleri resim çizerek, öyküleştirerek anlatıyordu. Bu okulda tepkilere yol açtı, bir de çocukları dövdükten sonra ellerini yıkayan bir öğretmeni uyarmasıyla iyice şimşekleri üzerine çekti ancak müfettiş gelip de kendisini övüp tebrik ettiğinde okuldakilerin tavrı değişti. Çünkü sınıfı okulun en başarılı sınıfıydı. “Onun yanında can sıkıntısına yer yoktur… Ders konularını daha önce denenmemiş ve verilmemiş biçimlerle verir… Öyle ki sınıfın en ebleh, en paspal öğrencilerini bile şaşkınlığa düşürüp, onların bile bir şeyler öğrenmesini sağlar!.. En sıkıcı konuları en keyifli şekilde anlatır… Öğrenciler böyle bir öğretmen tipine pek alışkın olmadıkları için sürekli şüphe ve kuşku içinde onu izlerler, böyle bir öğretmenleri olduğuna bir türlü inanamazlar, bu yüzden de sık sık kendilerine çimdik attırırlar!..”
Kitaptaki öğretmen tiplemeleri yazıda da belirttiğim gibi bu kadar değil. Ve tabi ki öğrencilerde de bu tiplemeler yapılmış. Yirmiyi geçkin öğrenci tipi çoğaltılmak üzere belirlenmiş. Her ne olursa olsun muziplik konusunda öğretmenler öğrencilerle pek yarışamazlar. Mesela günümüzde çokça yer alan “Trendy Çocuk” ve “Küçük Ağa” öğrenci tipi. “Onun için sadece ve sadece; ‘trend’ler önemlidir!.. O yükselen trendlerin çocuğudur!.. Düşen trendler onun defterinde yazılı değildir… Yükselen trendlere bakarak saçına, başına, kılığına, kıyafetine şekil verir… Değişen moda akımları onun için felsefi akımlardan çok daha önemlidir!.. Sahi felsefe ne ki, akımı ne olsun?.. O trend neyse onu bilir…” Akşamları televizyonda çok fazla mafyalı, kanlı, bol ağalı, entrikalarla dolu dizileri izleyen “Küçük Ağa” öğrenci tiplerine dair de kitaptan kısa bir alıntı yapalım: “Aklı fikri o dizilerdeki gibi karanlık birer mafya babası ya da aşiret ağası olmak, sonrasında da geleni vurdurup, yok etmektir!.. Bu tipler sabah okula geldiklerinde akşam bu dizilerden öğrendiklerini anında uygulamaya kalkışıp, okulda hemen bir çete kurarak işe başlar!..” Yazarın bu devirde olur şey değil dediği “Efendi Çocuk” öğrenci tipine de pek tabi yer verilmiş: “Her zaman temiz ve şık giyinir… Olgun ve mağrurdur… Yaşından daha büyük gösterir… Fakat tüm bunlara rağmen son derece gösterişsizdir… Davranışlarına çok iyi hâkim olur… (zaten bundan başka bir şeye de hâkim değildir!.. Örneğin; ayağına hâkim olmadığı için çok iyi top sektiremez!..)” Her ne kadar öğretmenlere kafayı taksalar da ne de olsa öğrenciler de aynaya bakmaktan hoşlanır. Hele de o yaşlarda. Bu yüzden kitabın okuyucusu daha çok gençler olacağı için ben sizlere ele alınan tüm öğrenci tiplerinin adlarını sıralayım: “Sütaş” öğrenci tipi; “Dalkavuk” öğrenci tipi; “Kaytarmacı” öğrenci tipi; “Zekâ Fazlası” öğrenci tipi; “Kalıtsal Embesil” öğrenci tipi; “İş Bitirici” öğrenci tipi; “Lolita” öğrenci tipi; “Fırlama” öğrenci tipi; “Arka Sıradaki Ceset” tip; “Düşük Çene” öğrenci tipi; “Bezgin” öğrenci tipi; “Şamaroğlanı” öğrenci tipi; “Mızmız” öğrenci tipi; “Rocker” öğrenci tipi; “Artiz” öğrenci tipi; “Yuppi” öğrenci tipi; “Hanım Kız” öğrenci tipi; “Kafayı Sıyırmış” öğrenci tipi… Nasıl ama hepsi de yetişkinler cephesinin bir yansıması değil mi? Bir ülkenin gençlerinin profilini çıkarırken yetişkinlerinin profiline bakmanız da yeterli olabilmekte.