Çıkarın Kağıtları Muziplik Yapıcaz

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Düzyazı kategorisinde kalliope tarafından oluşturulan Çıkarın Kağıtları Muziplik Yapıcaz başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,515 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Düzyazı
Konu Başlığı Çıkarın Kağıtları Muziplik Yapıcaz
Konbuyu başlatan kalliope
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan kalliope

kalliope

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
727
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
131472_2.jpg


Mizahtan uzaklaşanların gerçeklerden de uzaklaştıklarını fark ettiniz mi? Onlarda incelik, zariflik ve en önemlisi dikkat etmek, düşünmek uzak bir iklim gibidir. Şakası yoktur onların. Acaba en son ne zaman gülmüşlerdir? Sevinmek nasıl bir duygudur onlar için? Daha çok kahkaha yerine gözyaşıyla ifade ettikleri bir duygu mu?
Mizah aslında her durumda nefes almanın bir yolu. Size hayatınızı devam ettirme enerjisini verir. En başta gülümser, gülümsetir. Bu yüzden de korkuyu küçültür, düşünmeyi büyültür. Dikkat edin mizah duygusuyla ders yapan öğretmenlerin sınıflarında başarısızlık pek görülmez. Bugün 2009-2010 eğitim-öğretim yılı başladı. Eğitim-öğretim yılını gülümseten ve düşünmeyle eş giden bir kapıyı açarak selamlamaya ne dersiniz? O zaman Cihan Demirci’nin “Çıkarın kağıtları muziplik yapıcaz” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Okul hayatları boyunca yeterince muziplik yapamamış, kötü bir eğitim sisteminin kurbanı olmuş öğrencilere adanan kitabın ilk bölümü şu soru ile başlıyor: “Sahi, okula başladığınız o ilk günü hatırlıyor musunuz?” Evet kimler o ilk günü hatırlar? Okuldan yana mı öğretmenden yana mı şanslı olanlar? Ya da sınıf arkadaşlarından? Anne ve babasından? Şanssız bir başlangıç yapanlar…
“Yanlış bir eğitim sonuçta insanın hayatını azgın bir çağlayan gibi alıp götürüyor ve en önemli, en güzel yıllarının uçup gitmesine neden oluyor… Demek ki bizim eğitim sistemiz parlak zekâya düşman!.. Bu sistemin ne yazık ki bir parçası haline getirilmiş öğretmenlerimiz ve anne-babalarımız da pek çok yanlış yapıyorlar… Sonuçta bizler bırakın devlet okullarını, en iyi okullara bile gitsek finalde ‘yetişememiş’ insanlar olarak hayatın içine bırakılıyoruz, ondan sonra da bırakın bir hayat problemini çözmeyi, her şeyi daha da çözülmez bir hale getirip, sorun yumakları, sorun dağları oluşturuyoruz sürekli…”
Yazar, okul hayatını vahşi bir ormana benzetiyor. “Tıpkı her türlü tehlikenin cirit attığı, tropikal bir ormanda yaşamak gibidir okul yaşamı!.. Her an yolumuzu kesen ağaç kütükleri, bitmek bilmez çalılar, dikkat etmezsek gözümüze girecek dallar, yabani otlar, her an karşınıza çıkabilecek vahşi hayvanlar, aniden derinleşen dereler, timsahların oynaştığı göller, durmak bilmez çağlayanlar, her an içine düşebileceğiniz bataklıklar, insanı tedirgin eden yaprak hışırtıları, ürkütücü kuş sesleri arasında nereye gittiğinizi pek bilmezsiniz!..” Haksız mı? Kendi okul hayatıma bakarak cevap vereyim; haklı. Ve kitapta, bu vahşi ormana bırakıldıktan sonra araziye uyum sağlayıp kendini umulmadık bir şekilde geliştiren öğrenciler de sevgiyle anılmış.
Kitapta bu vahşi ormandan sağ çıkabilmenin önerisi sunuluyor; zekâ. Ve bu zekanın en önemli maddesinin de “muziplik” olduğu. Zeka, bu vahşi eğitim ormanında öğrenciye soluk aldırıp onu ayakta tutacak en önemli güç.
Öğretmenler… Hele de ilki kişiliğimizin oluşumunda ve hayattaki konumumuzda ne kadar etkilidirler… Onlar bize yol gösteren kılavuzlar. Ama nasıl yollar ve nasıl bir kılavuzdurlar? Farklı farklı insanlar var. Ve her ne kadar aynı müfredatı uygulasalar da öğretmenler de böyle. Kitapta yirmiyi aşkın öğretmen tiplemesine yer verilmiş. Okurken gülümseyip sorguladığınız bu tiplemelerin birçoğunda öğretmenlerinizi anacaksınız. Lisedeki işletme öğretmenim kitapta yer alan “Baba” öğretmen tipine tıpatıp uyuyordu ama tek farkla o bir kadındı (!) Yıllar geçti ama onu hâlâ hatırlarım çünkü öğrencilerine o kadar güzel bir beden dili ve samimiyetle, sevgiyle yaklaşırdı ki, sınavlarından yüksek notlar alıp ‘işletme’nin argo anlamını aklımıza bile getirmezdik. Zaten o çeşitli muziplikleriyle de bizi gülümsetirdi. “Nesli tükenen öğretmen tiplerindendir!.. En son geçen yıl Bergama’da yapılan Roma dönemi kazılarında izine rastlanmıştır!..”
Öğrencilik yıllarımda İzmir’de yanlış hatırlamıyorsam iki ya da üç dershane olması nedeniyle çarpık eğitim sisteminin yarattığı “Dershane” tipi öğretmen maalesef bu kadar yaygın değildi. “Bu tip öğretmen, sınıfta dersleri tam olarak anlatmaz, işlediği konuları hep eksik, hep yarım bırakır… Acaba neden?.. Çünkü kendisi hafta sonları bir dershanede öğretmenlik yapar ve hafta içinde sınıfta eksik anlattığı dersleri hafta sonunda bu dershanede tamamlar!.. Yani ondan bir şeyleri eksiksiz ve tam olarak öğrenebilmek için hafta içi okula, hafta sonu da dershaneye gitmek gerekir…” Yazarın bu öğretmenlerimizin eline düşmüş öğrenciler için bir daveti var, haydi katılalım bu davete: “Şimdi sizi bugüne dek onun eline düşmüş zavallı öğrenciler için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum!..”
Formüllere matematik terminolojisinden değil de mecaz olarak bakmak bana daha sempatik gelir; yol, yöntem önemlidir ne de olsa hayatımızda. Ama o formülleri sular seller gibi çözen kişilere hayranlık da duyarım ne yalan söyleyim. Üniversitede matematik bölümünü kazanan yeğenime nasıl dersler gördüğünü sorduğumda: “Halacım, gördüğümüz matematik dersleri lisede gördüklerimizden farklı” diyerek isteğim üzerine başladı anlatmaya. Anlattıkları tek kelimesini anlamadığım yabancı bir dil gibi geldi bana. Lise yıllarında nedense genelde matematik, fizik, kimya, fen gibi derslerde karşımıza çıkan “Ders Manyağı” öğretmen tipine dair kitaptan kısa bir alıntı yapalım: “Mesleğinin 360 derecelik bir açısı vardır!.. Hayatı dik açılarla kesişir!.. Bütün yaşamı prizmalar, grafikler, kesirler, kesitler, düzlemler, üçgenler ve problemler üzerine kurulmuştur!.. Yazlık gömleği bile kareli, dikdörtgenli hatta küplüdür!.. Yazları havuzda değil havuz problemlerinin içinde geçirir!.. Problem sormayı çok, ama çok sever!.. Mizah anlayışı diye bir şey yoktur!.. Çünkü o mizahı maddenin sıvı hali zannetmektedir!.. Sürekli olarak formül çözer, formül yaratır, kısacası her şeyi formülüne uydurur!..”
Bir de yaratıcı öğretmen tipi var ki buna örnek olarak fakülte arkadaşımı gösterebilirim. Kendisi heykel bölümünü yarım bırakıp resim bölümünden mezun oldu. Formasyon kursu aldıktan sonra öğretmen olarak atanmak üzere başvuruda bulundu. Ancak kendisini, yeterli kadro olmaması ve sınıf öğretmeni açığı olması nedeniyle sınıf öğretmenliğine atadılar. O da ileride resim öğretmeni olma sevdasıyla sınıf öğretmenliğine başladı. Çizim yeteneği ve eğitimi de olan bir kişi olduğundan en zor dersleri resim çizerek, öyküleştirerek anlatıyordu. Bu okulda tepkilere yol açtı, bir de çocukları dövdükten sonra ellerini yıkayan bir öğretmeni uyarmasıyla iyice şimşekleri üzerine çekti ancak müfettiş gelip de kendisini övüp tebrik ettiğinde okuldakilerin tavrı değişti. Çünkü sınıfı okulun en başarılı sınıfıydı. “Onun yanında can sıkıntısına yer yoktur… Ders konularını daha önce denenmemiş ve verilmemiş biçimlerle verir… Öyle ki sınıfın en ebleh, en paspal öğrencilerini bile şaşkınlığa düşürüp, onların bile bir şeyler öğrenmesini sağlar!.. En sıkıcı konuları en keyifli şekilde anlatır… Öğrenciler böyle bir öğretmen tipine pek alışkın olmadıkları için sürekli şüphe ve kuşku içinde onu izlerler, böyle bir öğretmenleri olduğuna bir türlü inanamazlar, bu yüzden de sık sık kendilerine çimdik attırırlar!..”
Kitaptaki öğretmen tiplemeleri yazıda da belirttiğim gibi bu kadar değil. Ve tabi ki öğrencilerde de bu tiplemeler yapılmış. Yirmiyi geçkin öğrenci tipi çoğaltılmak üzere belirlenmiş. Her ne olursa olsun muziplik konusunda öğretmenler öğrencilerle pek yarışamazlar. Mesela günümüzde çokça yer alan “Trendy Çocuk” ve “Küçük Ağa” öğrenci tipi. “Onun için sadece ve sadece; ‘trend’ler önemlidir!.. O yükselen trendlerin çocuğudur!.. Düşen trendler onun defterinde yazılı değildir… Yükselen trendlere bakarak saçına, başına, kılığına, kıyafetine şekil verir… Değişen moda akımları onun için felsefi akımlardan çok daha önemlidir!.. Sahi felsefe ne ki, akımı ne olsun?.. O trend neyse onu bilir…” Akşamları televizyonda çok fazla mafyalı, kanlı, bol ağalı, entrikalarla dolu dizileri izleyen “Küçük Ağa” öğrenci tiplerine dair de kitaptan kısa bir alıntı yapalım: “Aklı fikri o dizilerdeki gibi karanlık birer mafya babası ya da aşiret ağası olmak, sonrasında da geleni vurdurup, yok etmektir!.. Bu tipler sabah okula geldiklerinde akşam bu dizilerden öğrendiklerini anında uygulamaya kalkışıp, okulda hemen bir çete kurarak işe başlar!..” Yazarın bu devirde olur şey değil dediği “Efendi Çocuk” öğrenci tipine de pek tabi yer verilmiş: “Her zaman temiz ve şık giyinir… Olgun ve mağrurdur… Yaşından daha büyük gösterir… Fakat tüm bunlara rağmen son derece gösterişsizdir… Davranışlarına çok iyi hâkim olur… (zaten bundan başka bir şeye de hâkim değildir!.. Örneğin; ayağına hâkim olmadığı için çok iyi top sektiremez!..)” Her ne kadar öğretmenlere kafayı taksalar da ne de olsa öğrenciler de aynaya bakmaktan hoşlanır. Hele de o yaşlarda. Bu yüzden kitabın okuyucusu daha çok gençler olacağı için ben sizlere ele alınan tüm öğrenci tiplerinin adlarını sıralayım: “Sütaş” öğrenci tipi; “Dalkavuk” öğrenci tipi; “Kaytarmacı” öğrenci tipi; “Zekâ Fazlası” öğrenci tipi; “Kalıtsal Embesil” öğrenci tipi; “İş Bitirici” öğrenci tipi; “Lolita” öğrenci tipi; “Fırlama” öğrenci tipi; “Arka Sıradaki Ceset” tip; “Düşük Çene” öğrenci tipi; “Bezgin” öğrenci tipi; “Şamaroğlanı” öğrenci tipi; “Mızmız” öğrenci tipi; “Rocker” öğrenci tipi; “Artiz” öğrenci tipi; “Yuppi” öğrenci tipi; “Hanım Kız” öğrenci tipi; “Kafayı Sıyırmış” öğrenci tipi… Nasıl ama hepsi de yetişkinler cephesinin bir yansıması değil mi? Bir ülkenin gençlerinin profilini çıkarırken yetişkinlerinin profiline bakmanız da yeterli olabilmekte.
 

kalliope

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
727
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Çıkarın Kağıtları Muziplik Yapıcaz (Yazının Devamı)

Kitapta da belirtildiği üzere ülkemizde çoğunlukla neden okullar en çok teneffüslerde sevilen bir kurum olurlar? Bence burada kelimenin ilk anlamına da bakılmalı; solunum. Yani nefes almadan hayatımızın da noktalanacağını düşünürsek… Tabi burada yazarın da vurguladığı teneffüs; temiz hava alıp dinlenme zamanını ifade etmekte. Ağaçları, yeşili yok etmeye çalışarak, özellikle şehirde beton yığınlarının çevrelediği okullarda ne kadar temiz hava alındığı tartışılır. Teneffüs’ün dinlenme tarafına bakarsak da, bazen verilen zamanın azlığı nedeniyle öğrencilerin pek dinlediği değil koşturduğu söylenebilir. Hele de sınıfınız beşinci, altıncı kattaysa ve okul bahçesine inmek istiyorsanız. Ama okulda çalışmış bir kişi olarak size tavsiyem sakın zilin çalacağı anda bir sınıfın önünde yer almayın ya da yer alacaksanız önceden ambulans çağırın. Çünkü zilin çalmasıyla birlikte sanki sınıf bir savaş topuna ve öğrenciler gülleye dönüşüyor. Neden acaba (!)
Kitabın dördüncü bölümünde genelde en azından benzerleri denenmiş birçok muzipliğe yer verilmiş. Okuduğunuzda göreceksiniz ancak muziplik konusunda öğrencilerden geri kalmayan öğretmenler olduğu da unutulmamalı. Kitaptan cep telefonu kullanarak kopya çekmekle ilgili bir örnek: “Yazılıda bu tür kopya çeken öğrencisini fark eden öğretmen bir ara kopya çekenin yanında oturan arkadaşını yanına çağırmış ve onun kulağına fısıldamış: ‘Bana arkadaşın Hamdi’nin cep numarasını ver bakiiim!..’ Öğrenci durumu çakmış ve vermek istememiş ama bakmış ki pabuç pahalı, öğretmen ısrarcı, numarayı verip yerine oturmuş… Bizim öğretmen az sonra cep telefonundan kopya çeken öğrencisi Hamdi’ye acı bir mesaj geçmiş: ‘Hamdiiii merhabaaa!.. ben öğretmenin Cevahir, şu anda kapsama alanımdasın, bana burdan da sıfır verme zevkini yaşattığın için sağol, şimdi ayağa kalkıp o sıfır almış kâğıdı bana getir!..” Kopya çekmekten bahsetmişken, malum çağımızın önemli buluşlarından kopyalama üzerine kitabın altıncı bölümündeki “Öğretmen-Öğrenci-Okul ve Eğitim İçin Söylenmiş Özlü-Tozlu Sözler”den de bir alıntı yapalım. Bu söz Kimya öğretmeni Şahap’a ait: “İnsan kopyalamaya mutlaka bir sınır getirilmeli, en azından tüm sınıflarını kopya çekerek geçen bir öğrencinin kendini kopyalatma isteği anında reddedilebilmeli!..” Bir de Cihonfüçyüs’un sözüne bakalım: “Okuldayken çok kopya çekmiştim, şimdi herkesin kopya olduğu bir hayatı çekiyorum!..” Bu bölümde özellikle öğrencilerin ilgisini çekecek kırka yakın özlü ama bölümde belirtildiği gibi tozlu değil maalesef üzeri tozlanmamış kırka yakın söz var.
Problemler… Okul hayatınız bittiğinde problemlerden de uzaklaştığınızı hiç sanmayın çünkü esas mezun olduktan sonra karşınıza problemler çıkıyor. Ve sanırım problem çözmediğinizi fark ettiğinizde hayatınızın da bittiğini fark edeceksiniz çünkü kişisel kanaatim de, hangi konumda olursanız olun hayat problem çözmek üzerine kurulu. Problemlerden kaçtığınız doğrultuda hayat da sizden kaçıyor. O yüzden siz siz olun problemlerle iletişim kurmaya ama en önemlisi çözmek için uğraşmaya bakın. Ve çözerken fazla çözülmemeye dikkat etmenizi öneririm, toparlanması zor olabilir. Problem olur da muziplik olmaz mı? Kitabın yedinci bölümü ‘Problemler ve Ders Konularıyla İlgili Akla Hayale Gelmedik Muziplikler” üzerine. Yazıyı uzatmayıp kitaptaki bir hız problemine yer vermeyi uygun buldum (!) “SORU:Hızı saatte 60 km olan bir kamyon Ankara’dan Erzurum yönüne hareket ediyor… Bundan tam 2 saat sonra da hızı saatte 90 km olan bir otomobil aynı yerden aynı yere doğru hareket ediyor… O otomobil o kamyona kaç saat sonra yetişir?.. CEVAP: Bir kere hızı saatte 60 km olarak Ankara’dan yola çıkan kamyon kısa bir süre sonra hızını önce 90 kilometreye, daha sonra da 120 kilometreye çıkarır… Otomobilse hız yapmaya 90’la başlayıp 160’la filan devam eder… Bu iki araç birbirlerine en kısa sürede yetişmekle yetinmeyip, Erzurum’a kalmadan zincirleme bir kazada buluşurlar!..”
Cihan Demirci pek tabi ki kitabın beşinci bölümünde kendi okul anılarına da yer vermiş. Tahmin edeceğiniz gibi kendisi daha ilkokul yıllarından elle mizah dergisi hazırlamaya başlamış. Lise 2’de ise “DESTUR” adlı Lise 3’ün sonlarına kadar 12 sayıya çıkartmayı başardığı bir dergi yapmış. Evet sınıfında ve yan sınıfta elden ele dolaşan her sayı için bir adet dergi yapmış. Bu dergide nelerin ele alındığını, daha doğrusu derginin konusunu kimlerin oluşturduğunu da pek tabi tahmin edersiniz. Zaten kendisi bu sıralarda Hababam Sınıfı’nı aratmayacak bir sınıfta okumuş. İşte tüm bu anılar ve diğer başka bölümler kitapta.
Ben bu kitap vesilesiyle değerli tüm öğretmen ve öğrenci arkadaşlarımı sevgi ve saygıyla anıyorum. Diğerleri mi? Beynim onları öyle bir silmiş ki hatırlayamıyorum. Ne de olsa ben silginin birçok çeşidinin var olduğu bir dönemde öğrenim gördüm (!)


Neslihan Perşembe
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst