Cezmi Ersöz

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde A'dan Ç'ye kategorisinde kalliope tarafından oluşturulan Cezmi Ersöz başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,907 kez görüntülenmiş, 6 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı A'dan Ç'ye
Konu Başlığı Cezmi Ersöz
Konbuyu başlatan kalliope
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan şehrin yabancısı

kalliope

Ordinaryus
Yeni Üye
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
727
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
l13375955210_2669.jpg


ACIYLA ERİR YÜZÜNE AŞIK ÇOCUK

Ne zaman yüzüne baksam
yalnızlığın o mutlu gerilimi

O öksüz göl hızla derinleşir
biliyorum, acılarım hiç bitmeyecek,
bu öyle bir yeşil

Ne zaman gözlerinin içine baksam,biliyorum
ikimizi de aşar,o kapının ardındaki masal
bense yüreğimin bu hallerinden korkar,kalırım
bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi
geçip giden yüzlerine bakar kalırım

Ömrün kısalığı çarpar camlara
ateş hızla yayılır içerilere

Akşam olur,evler dolar boşalır
acıyla erir,yüzüne aşık çocuk

Ne zaman gözlerinin içine baksam,biliyorum
İkimizi de aşar,o kapının ardındaki masal…


AŞK OLSA GEREK

Öyle tutkuluydun ki hayata başlarken...
Şimdiyse küçücük bir çiçek teselli ediyor seni...
Aradaki o büyük boşluğun adı,
aşk olsa gerek...


sevgi1zr9.jpg



BU KADAR SEVMEDİM Kİ

Dönemem terk ettiğim hiç bir yere
Dolaşıp duruyorum sokaklarda
Dilimde o son duam
Ben hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki
Sonsuzluk gibi çıkıyordu
Bu söz içimden
Umutsuz bir yakarış gibi
Hiç bitmeyecek bir hasret gibi
Ben hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki...

KALP AĞRISI

İşte yine başbaşayız içimin acısı
yine birlikteyiz
ver elini
sus ve ne olur incitme beni

Ey kalbimin ağrısı
ver elini
çıkalım seninle soluksuz kalmadan sessizce
bu karanlık ve uğultulu ormandan

İçimin acısı, kalbimin ağrısı aşkım
işte yine başbaşayız
ver elini
sus ve ne olur incitme beni...



YÜZÜN..

Benim kaderim bu,
öylece karşına oturup seyrediyorum
yüzünden geçen zamanları...

Küçük bir çocuk olan yüzün
annesinin kalbinin kapılarında kalmış...
Kırgın düşlerinde sakladığın...
İlk gençlik oluyor sonra yüzün
öyle eksik, öyle yarım kalmış büyümelerden durgun...

Sevdayla ışıyan,
çaresiz aşkların şiirlerinde mısra mısra yaşlanan yüzün...

Benim kaderim bu
öylece karşına oturup
seyrediyorum zamanın içinden geçen yüzlerini...

Bana sevdalı bir yüzün vardı eskiden
o şimdi yalnız içimde saklı...


YOLUNU ŞAŞIRMIŞ KELEBEK

Masum ojeli
fakir kız bebeklerine
benzeyen ellerinle
yolunu şaşırmış bir kelebeğin önlüğünde
nasılsa herşey aşka varır der gibisin

Parçalanmış çiçeklerin
sevinç çığlıklarındaki mutluluğu
görüp görüp yitirir gibisin

Güllere ayrılık taşır gibisin.


kelebek.jpg
 

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
BENİ HEP GÖRDÜKLERİ GİBİ SANDILAR
Hem herkes gitti. Evde yapayalnızım şimdi.
Artık iyi anladım, kimselere benzemiyorum. Bu beni ürpertiyor, ama yalnızlığımla iyiyim yine de...
Günlerdir öyle çok kaçmışım ki kendimden, içimle konuşmayı unutmuşum. Unutmak değil aslında bu, bir yorgunluk; bir tür bitkin düşme. Yaşamaktan, herkesten biri gibi olmaya çalışmaktan bitkin düşme bu... Mutlu gözükmeye uğraşmaktan... Her şey yolundaymış gibi yapmaktan bitkin düşme...
Evim doldu boşaldı bu yaz. Ama sonunda herkes gitti. Ve gidenlerin çoğu beni gördükleri kadar sandılar. Onların bunda bir suçu yok aslında, öylesine yorgunum ki, kimseyi suçlayamam artık. Hem ben böyle olmasını istedim. Çünkü yorulmuştum kendimden. Yorulmuştum kimselere benzemezliğimden... Hem kime neyi kanıtlayacaktım ki. Birbirimiz için kısa, keyifli, ama önemsiz birer molaydık artık... Gece konuştuklarımızın gündüzleri hiç hükmü yoktu. Para ve zorunluluklar bizi gündüzleri tanınmaz hale getiriyordu. Bıçak gibi kesiliyordu geceyle gündüz. Ekonominin güçlü ve değişmez yasaları o azıcık kalmış, o zavallı özgürlük düşlerimizi durmaksızın aşağılıyordu... Bugün tanıdığımızı sandığımız biri, yarın hiç tanınmaz hale geliyordu... Ama hiç...
Üstelik ne kadar istese de kimse kimseyi gerçekten tanıyamazdı artık. Oysa herkes içiçeydi yine de... Dipdibeydi. Gürültü, bağırış çağırış içinde. Ama yine de birbirinden çok uzaktaydı herkes. Tek bile değil, yalnız bile değil. Hiçkimse bile değil. Korkak, bencil, zavallı, hesapçı tetikte... Ve uzaktaydılar. Uzaktan, onca yitiriş içinde yine de onu nasıl biliyorsa, işte o kayıp sevgiyi, işte o neyse ve ne için, peki öyle diyelim, kırmayalım kimseyi, sevgilerini diyelim, işte onu veremiyorlardı... Ama öylesine uzaktaydılar ki, artık bir sevgileri olup olmadığını bilemeyecek kadar. Belki de olup olmadığını bilemedikleri sevgilerini vermemek için kendilerinden uzağa atmışlardı kendilerini... Bu yüzden sevmedikleri ve sevilmedikleri için ölmekten delice korkuyorlardı... Ama en çok sevemedikleri için... Böyle söyleyelim, kırmayalım kimseyi, sevgiyi kırsak bile!..
Ama kendini yitirmek pahasına ve ondan daha çok, amansızca kazanmak istiyordu herkes. Ve kazandıklarından emin olduktan sonra sevgilerini vermeyi hesaplıyorlardı. Evet, dünya ve insan buydu. Sevgiyi vermek bile bir hesap kitap işiydi artık... Kazandıktan sonra konuşulacak bir zamanlama işi. Herşey bir yasaya bağlanıyordu. Sevgi de, özgürlük de hep bir yasaya bağlanıyordu; sevginin ve özgürlüğün aşılmaz sınırları vardı.
Her sabah insanlar uyanır uyanmaz ilk iş bunu öğreniyorlardı. Bugün sevgiye ne kadar özgürlük tanınmış, bugün özgürlüğe ne kadar sevgi tanınmış... Sınırlarını zihnine kazıyor, bu yasaları ezberliyor ve ona göre hareket ediyorlardı...
Sahi neyi arıyorum, bekliyorum bu insanların arasında. Onlara benzeyip, aralarında kaybolup gitmeyi mi. Sahi ne bekliyorum? Yaşamın katı kurallarını kabul edip, susmayı ve oynamayı mı tercih etmeliyim yoksa...
Sahi neden herkesten biri gibi olmayı oynuyorum ben... Sevilmek için mi? Hiç olmayacak bir şey için, sevilmek için; evet, belki de.
Ama beni kimse gerçekten tanımıyor ki.. Tanımadıkları birini nasıl gerçekten sevecekler. Beni tanıyıp sevmeleri mümkün mü?
Kimin buna zamanı var... Hem herşey bunca planlıyken... Gündüzlerin o değişmez, o korkunç yasaları geceleri kurduğumuz o küçük özgürlük düşlerimizle bile alay ederken...
Peki, beni gerçekten tanıyan birinin beni sevmesi mümkün mü, herşeyimle?.. İmkansız değil, ama olsaydı, kesin lanetlenirdik birlikte. Bizi kimseler arasın almazdı. Toplum dışı olurduk. Ama müthiş bir aşk olur. Ve bizi en çok ölüm severdi. En çok ölüm kollardı. Güzel olurdu ve en çok ölüm okşardı saçlarımızı...
Ama yok, olmadı böyle bir şey. Çünkü önce varolabilmem gerekli, varolabilmem için lanetlenmem; ama bunun için hep birini beklediğimi biliyorum. Varolabilmek için bile birine ihtiyaç duyuyorum çünkü. Bu benim en büyük trajedim, derin eksikliğim... Evet varolmak, bu yüzden kaçınılmaz olarak lanetlenmek istiyorum, ama bunun için mutlaka birisine ihtiyaç duyuyorum. Bir yoldaşa, bir sevgiliye, bir yoldaş sevgiliye...
Oysa varoluş yolculuğuna tek başıma çıkmam gerekir. Çıldırmayı, yok edilmeyi, ya da kendimi yok etmeyi göze almam... Hem de yanımda hiç kimseler yokken...
İşte belki ancak bundan sonra, benim gibi varoluş yolculuğuna çıkmış, çıldırmayı, lanetlenmeyi, yok edilmeyi, ya da kendini yok etmeyi göze almış biriyle yoldaş sevgili olabilirim...
Oysa gizlice görüyorum kendimi. Gizlice ve acıtarak izliyorum yaptığım herşeyi. Korkuyorum oysa, deliler gibi korkuyorum lanetlenmekten. Dışlanmaktan... Ne kadar karşı çıksam da toplumda saygın bir yerim olsun istiyorum. Saygınlık için uğraşanlardan ne kadar nefret etsem de bu böyle. Hep yalnız kalacağım, bunu iyi biliyorum; ama az da olsa biraz gücüm olsun, beni yok edemedikleri bir yerde olayım, işte o zaman, bütün mazlumlar ve ezilenler, üzüldüğüm ve ezilen kendim gibiler için savaşırım diyorum. Ancak o zaman, ama şimdi, beni farkedip, yoketmesinler istiyorum. Onlarla hesaplaşmaya hazır olduğum güne kadar bana izin versinler... Bunu beni yoketmek isteyenlerden diliyorum. İşte kendimi böyle aldatıyorum. Ve bu ana kadar, onlarla hesaplaşacak gücü elde edene kadar, razıyım kendimden uzak olmaya, kendimi sayıklamaya, razıyım varolmamaya, yeter ki beni yok etmesinler, dışlamasınlar, razıyım sanki herkesten biri gibi görünmeye... Razıyım sanki kendimi sayıklamaya... Sayıklar gibi yaşamaya... İşte kendimi böyle aldatıyorum.
Mevsimler hızla geçiyor oysa. Geçsin, aslında istiyorum bunu. Kendim olmadan geçen bütün mevsimler geçsin istiyorum. Dün yazı özlüyordum. Öğrenilmiş bir çaresizlikle şimdi kış gelsin istiyorum. Acılar ve yoksulluk biraz daha artacak, biliyorum...
Belki bizim buralarda evsiz, kimsesiz birkaç şarapçı daha ölecek çok soğuk havalarda. Ve ben çadırlarda yaşamak zorunda kalan insanları utanarak düşüneceğim başımı pencereme dayayıp... Ama sonunda hiçbir şey değişmeyecek... sonuçta yine yaşlı bir kurt gibi yalnızlıktan ve kimsesizlikten parlayacak yollarda gözlerim. Yine sonsuz bir açlık ve merakla bakacağım yanımdan gelip geçen insanlara... Yine yollarda yürürken, insanlarla gözgöze gelirken garip bir suçluluk duygusu, yapışkan bir kibir, iyileşmesi mümkün olmayan bir çekingenlik duyacağım.
Yine sırf konuşuyor olmak için, içimden hiç gelmeyen, aslında hiç merak etmediğim şeyler soracağım karşılaştığım insanlara. Yine onlar bana cevabını çok önceden bildiğim şeyler söyleyecekler. Yine ben sırf konuşmak için konuştuğum, cevabını bildiğim şeyler sorduğum için küçümseyeceğim kendimi... Bu hep böyle olacak...
Çünkü biliyorum, varolamadığım için zayıfım. Belki de beni benden kopartanlar kadar güçsüzüm, korkağım ve muhtacım beni benden kopartan insanlara bile...
Ne yazık ki muhtacım kendimi hiç olmadığım, hiç hissetmediğim gibi göstermeye...
Oysa çoktan anladım, dilsizim ben. Bu yüzden çok konuşuyor ve durmaksızın yazıyorum. Dilsizliğim anlaşılmasın diye her soruyu daha sorulmadan cevaplıyorum...
Ve kendim gibi bir dilsizi özlüyorum çaresizce. Mükemmeli oynayan. Herkes gibi biri olmaya çalışan. Onu kendisinden kopartanlara bile saygıda kusur etmeyen bir dilsizi.
Kimse kendisini incitip, küçümsemesin diye kendisini sayıklayan bir dilsizi...
Herşeyi bilip de hiçbir şey yapamayan, en fazla evine kapanıp, bir süre kimseleri aramayan, ama, yine de onu kendisinden kopartanlara muhtaç olup, aramak zorunda kalan birini...
Aradığım insan bana benziyorsa, benim gibiyse eğer, yorulmuşsa kendisini sayıklamaktan, o da benim gibi muhtaçsa varolmak için kendi gibi birini bulmaya, o zaman bağışlamasın istiyorum hiçbir yalanımı, bütün dengelerimi birer birer bozsun, kınasın, yerin dibine batırsın beni, küçümsesin, yüzüme vursun istiyorum bütün zaaflarımı.
Ben de, ben de aynı şeyi yapmalıyım ona.
Birbirimizi bulmuşken yitirmek pahasına hem de. Tek başımıza varolamayışımızın acısını birbirimizden çıkarmak pahasına... Ama biliyorum onun elinden gelmez kimseyi kırmak. Hele kendisine benzeyen birini hiç... Çünkü bilir benim gibi o da, en büyük acıyı ve kırgınlığı o yıllardır aradığı, ona en çok benzeyen insanın yaşatacağını... Bilir bunu, ama yine de engel olamaz kendisine... Öylesine bıkmış, öylesine tükenmiştir ki onu kendisinden kopartanlardan; ama madem o da benim gibi bir başına varolamıyor, en büyük yıkımın kendi gibi birinden gelmesini ister. Tek başına varolmayan, kendisini özlemekten bıkmış birinden gelsin ister... tıpkı benim gibi... Yalnızlığı gibi sever, ürperişi gibi sever onu. Saçını gerçek bir sevgiyle okşayan ölümü gibi... Korkup da veremediği sevgisinin hayaleti gibi...
Bilmek istemez, uğruna ölümü bile göze aldığı bu insandan bile aslında ayrı ve farklı bir insan olduğunu bilmek istemez...
Bu hayatta insana en büyük yıkımın, en güvendiği ve herkesten çok inandığını sandığı insandan geldiğini bilse bile, bilmezden gelir... Çünkü içinde yıllardır taşıdığı o karanlık gizi, o da taşır... Ve herkesten çok onlar iyi bilir bu karanlık gizi taşıdıklarını...
Hem o da benim gibidir, bilirim; kimi en çok kaybetmekten korksa, onu o anda yitirmeye başladığını anlamıştır hep...
Herkes gitti... Yaz da bitti. Evde yapayalnızım şimdi... anladım kimselere benzemiyorum ben. Ve ezilmiş, küçümsenmiş sevgimle başbaşa kaldım yine. Tıpkı onun gibi.
17.haziran.2005 Cezmi Ersöz
 

Epilogue

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
279
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Bana Beni Anlat - Cezmi Ersöz

Tam kapıdan çıkacakken durdum bir an. Yasadığımız onca şey kalbimden geçti. Kalbimden sen geçtin. Kalbime saplanıp çıkan bir kurşun gibi… içim dondu bir an. sonrA açtım gözlerimi ve yoluma devam ettim . her gün binlercesini yaşadığım böylesi anlardan biriydi sadece.. zamanın dışına çıkıp sonra yeniden hayat girdiğim.. önce hücrelerime dağılıp sonra yeniden aynı bedende buluştuğum o krizlerden biriydi.ölüp yeniden dirilmek gibiydi

Küçük detaylar… anlar uçup giden.. hangi defterimi açsam sana yazdığım bir cümle bir şiir var.. hayatım seninle mi geçti? Ben senin için mi doğdum?bir başka adama aşıkken seni nasıl sevebilirim? Gerçek aşk bu mu?

Oysa nasılda yabancıyız birbirimizin acılarına,nasılda umutsuzuz birbirimize.. seni anlayabilseydim .. seni basit kıskançlıklardan arınıp sevebilseydim. Zaman daralıyor … yaşlanıyorsun. Yaşlanıyorum geçen zaman hayatımızdan çalıyor. Nasıl da buluşur yollar… sonra ansızın bir sapağa döner birisi… diğeri bırakıldığı yerde bir ömür boyu donakalır arkasından…! Bana hayatı anlat…. Bana aşkı anlat! Bütün ezberim bozuldu.

Kapılarında kalırdım… o kapıdan içeri hiç girmedim mi ben? Hala orada bekliyor muyum ?

biliyorum bir başkasıyla birleştirdin hayatını,neden şaşırıyorum detaylara,anılarınız çoğalıyor,yolculuklar,kırgınlıklar,yeniden kavuşmalar,sevişmeler
bu kadar uzağımdayken mi yakınsın bana,bu kadar uzağındayken mi içindeyim

Sevgi başka bir şey mi ne olur anlat bana? N’ olur ,anlat, bana!...

Neyim var ki sığınacak? Başka savunmam yok.” Beni arama görüşmeyelim” demekten başka… Terk edilmiş birinin, beni arama demesinden daha zavallıca ne olabilir ki…
Bana hayatı anlat! Çöz beni! Bütün acılarımı silip beni baştan yarat! Sonra nereye gidersen git! Beni parçalarıma böldün. Beni hücrelerime dağıttın ,. Şimdi biçim ver ki nefes alabileyim yeniden! Bana bir kılıf yarat, yeniden! Yaralarımla çok çirkinim. Kırıcıyım. Çirkinim….

nasılda acımasız şu zaman,son sürat bir delilikte sürükleniyor hayat,o kapının önünde öylece donmuş bakıyorum yıllardır..

Neye yarar sözcükler kalpleri kırmaktan başka …. Beni sevdiğini söylemen, neye yarar! Neye yarar beni bir daha arasan ya da hiç aramasan… neye yarar acı çeksen… acı çeksem…?

Kaybettik birbirimizi…Kirlendik hayat gibi.
Bana beni anlat…Bana hayatı anlat…!inançlarımı geri ver bana,yıllar önce seni kusursuzca sevebilen o gencecik adamın heyecanını,hayata bağlılığını,aşka inancını geri ver,bana beni geri ver artık!bana seni ver!
Ne olur aç artık o kapıyı!
Gece, soğuk… İstanbul,damla damla yağıyor aşkımızın üzerine… Bu ev, senin soluğun olmadan ısınmıyor… kim bilir, nerdesin? Hangi gözlerin içinde kaybettin kanayan yüreğimi ?

“bir kente, aşkın için gelmek ne güzel ama aşkın için bir kenti terk etme!” demişti birisi…İstanbul bunu haketmiyor sen haketmiyorsun demişti...Oysa,bilinmezliğin yolculuğuna biletimi çoktan kestirdim ben… Gidiyorum…Kaçıyorum….Yorgunum…..
 

Epilogue

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
279
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Şizofren Aşka Mektup

Gittin...


Dudagima, çocuksu susuzlugumla asla doyamadigim öpücüklerinden birini kondurup gittin. "N'olur öyle bakma bana" dedin en son... Daha birkaç dakika önce, gözlerimde varliginla alevlenen yasam sevincinin yerine, boyun egmis, donuk ve daha simdiden hasretinle kavrulmus bir karanligi birakip gittin...


Dolmustu zamanin...


Yüregimdeki kum saatini, o göz açip kapayincaya kadar geçen "sen"den, sanki asirlarca tükenmek bilmeyen "sensizlige" tersyüz ederek gittin.


Içimde, günlerdir yoklugunla zayiflamis, kalbi kupkuru kalmis ask çocugunu sevginle emzirme sarhosluguyla delirdigim su "üç saatin" içindeki yüzlerce "an"i "ani"ya dönüstürerek...


Önce gözlerim öksüz kaldi yoklugunda. Sonra, nefesinin o bugulu sicakligindan mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarlari...


Gittin...


Iki askin arasinda saskin, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, baska bir eve gittin uyumaya. Artik senin degildi evin,. "sizin"di. Benim özledigim o eski evin degildi gittigin...


O eski ev... Oturup, zamanin o yagmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, günesin bütün gün sadece yalayip geçtigi los pencerelerinde dalginligimizi biriktirdigimiz o ev...


Susardik bazen... Ansizin, hesapsizca, belki de yorgun düserek... Akildisi bir hizla devinen imgelerin ortasinda, bir çig gibi ömrümüze yigilan anilardan birini seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ritüel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafimizda, umurumuzda olmadan...


Elin çaya uzanirdi...


Tenim dudaklarini özlerdi...


Bir sözüm siirin olurdu... Demlenirdik.


Gömüldükçe düslerin o büyülü uykusuna, askimin kalbimdeki ilahi melodisi çalinirdi kulaklarina birden. Nasil da ürkerdin. Karanliktan korkan bir çocugun teselli isligi gibi bölerdi sesin suskunlugumuzu...


Ruhlarimizin biryerlerde bulustuguna, düslerimizin biryerde kesistigine inanmak istedigim bu hayattan çalinti anlari, beni bunun aksine inandirmaya çalisan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.


Iste böyle anlarda yüzü daha da netlesirdi dünyaya gözlerinden bakan o yarali çocuklugunun...


Iste ben en çok seni içimden dogru sevdigim böyle anlari severdim...


Hayatin içinde seni barindirdigi her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o siradan ayrintilarini alabildigince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanin içinde, varligina yillardir asina oldugun bir esya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve basinin üzerinden sonsuzluga akip giden düs bulutlarinda sekillenen her sözü, yüregimde senin için büyüttügüm siire misra yapip eklemekti seni sevmek...


Sevmek hayatina taniklik etmekti benim için...


Sabahlari evden çikmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere bogarken "gitme" diye sayiklayan sesine kiyamayip, patrona binbir yalanlar uydurarak *** *** ise gitmemekti seni sevmek...


Sana kahvalti hazirlamakti. Özenle hazirlidigim sofraya istahla oturup, "Sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben... Senden daha iyisini mi bulacagim" diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmakti... Ince ince kiyilmis, tabaga motif gibi islenerek dizilmis ve hep sevdigin gibi üzerinde zeytinyagi ve limon gezdirilmis domateslere, yaptigim mezelere duydugun minnete sasirmakti...


Hayatina eklemekten çilginca zevk aldigim o sefkatli inceliklere duydugun minnete...


Seni sevmek, bundan yillar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranligimin yavas yavas aska dönüsünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldigim mektuplarima, ayni incelikle, ayni özlemle, ayni hayranlikla verdigin cevaplarina inanmamakti... Tüm israrlarina ragmen, bu essiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamakti. Sonra ansizin yollara düsüp, çocuklugumda kalbimde filizlenen sevdasi senin askinla yeseren bu kentin sokaklarinda izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceligin ve bu derin anlayisin yüzünü", yani o merak ettigin yüzümü, gözlerine tasimakti... Bulustugumuz cafede, aylarin günlerin telasi ve susuzluguyla, anlattigin seylerin hiçbirini algilamadan, sadece hayranlikla seni, o hepimiz gibiligini seyrederken, masanin altindan bir türlü çikartamadigin o telasli, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanina inanamamakti...


Seni sevmek, o gece raki içtigimiz köhne meyhaneden çikip yürüdügümüz sokaklarda, Nisan ayinda bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanri'nin bu ask için gönderdigi bir isaret olduguna inanmakti...


Seni sevmek kadinligimi, bedenimi ve hazzi ilk defa seninle kesfetmekti. 17 yildir sanki sadece senin için sakladigim bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoslukla sana sunmakti... Her dokunusunda kutsal bir ayinin o sicak ve tatli sarabini yudum yudum içer gibi...


Seni sevmek, askin ugruna, ama senden izinsiz, baska bir kentteki hayatimi sifirlayip, yasadigin kente, yasadigin gögün altina, islandigin yagmurlarin altina gelip yerlesmekti. Senden baska, bu koca kentte bir basinalik ve kimsesizlikti seni sevmek... Sokaklarda tek bir tanidik simaya rastlamamaya alismakti güçlükle... Hücrelerimle beraber çogalan askini özgürce ve sinirsizca yasamak için ailemin sefkatli ve anlayisli kollarindan siyrilip kanatlanmak, yillanmis can dostlarin sevgisini çok uzaklarda birakmakti...


Seni sevmek, yalnizligin soguk kollarindan biraz olsun siyrilip, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek basima Beyoglu'nun karanlik sokaklarinda kalabaligin soluguyla isinmaya çalismakti. Hiç tanimadigim insanlarin yüzünde senin yüzünü aramak, onlarin kaybetmis, umutsuz hayatlarinda yarali geçmisinin ve çocuksu düslerinin izlerini sürmekti...


Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk isiklari ruhumu isirirken, ayni gecenin yildizlari altinda seni deliler gibi özlemekti... O geceyi de kollarinda geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolasip, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüsünü beklemekti... Bazen bu bekleyislerin sonu, yorgun düsmüs bedenimi sürükledigim evimde, o gece bir baska kadinin yaninda uyumana aglamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir sizofren gibi, hiçbir sey olmamis gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum...sasirirdin.


Çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olani acimasizca yokeden bu kentin hoyratligina ve senin için artik inanmaktan çoktan vazgeçtigin, yasadigin hayalkirikliklariyla çok uzun zamandir kaybettigin o ask duygusunun gerçekliginin canli ispati olmaya direnmekti... Kalbine inançla ask tohumlari ekmekti seni sevmek... Sevmek o yitirdigin ask sarkisi adina sana umut vermekti...


Seni sevmek, ait oldugun gökyüzünde seni özgür birakmakti... Koparmamakti kanatlarini... Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynagindan, baska sevgilerin siirine ekledigi misralardan kiskançlikla seni mahrum etmeye yeltenmemekti...


Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razi olmakti... Çocuksu bir saflikla tek vazgeçemeyeceginin ben olduguma kendimi inandirarak, hayatina boyun egmekti...


Seni sevmek, bir babayi, bir canyoldasini hayatinin sonuna kadar yaninda oldugunu bildigin güvenilir bir dostu, ilgiye ve sefkate doymayan çaresiz bir küçük çocugu, ama en çok da tutkulu, kiskanç ve yüregi sonsuz maviliklere akan bir deli asigi sevmek gibiydi... Birgün ansizin, telefonda duydugun bir sese, ya da yeni tanistigin bir kadina asik oldugunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasil kiskandigimi görmek isteyen abartili bir heyecanla söylediginde, telasa kapilmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduguna ve asla benden vazgeçemeyecegine inanmakti... Yine de içimdeki o kaçinilmaz endise ister istemez sarardi yüzümü... Sesim solugum kesilirdi birden... Iste, öyle anlarda beni simsiki sarip, tutkulu bir sevismenin ilk öpücüklerini dudagima kondururken, "Sen küçücük bir kizsin, biliyor musun" diyen sefkatli sesini severdim en çok... Ve aslinda ben dahil, hiç kimseye asik olamayacagini düsünür, hüzünlenirdim...


Rüyalarimin gül kokusu...


Sonra birgün aska açildi yüreginin sürgüleri...


Sonra birgün siirlerin baska bir askin kokusuna büründü...


Yikildi tabularin... Kirildi zincirlerin... Uzagima düstün..


Bu defa farkliydi, hissetmistim. Yalniz bedenini degil, ruhunu da paylasmaya baslamistin bir baska kadinla...


Sonra sevmek yavas yavas kayisini izlemek oldu avuçlarimdan... Seni sevmek, sen sabaha karsi uyudugumu sanarak yanimdan kalkip bir baska yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan firtinalari susturmaya çalismak oldu sessizce...


Habersizce kapini çaldigim o gün, kapinda kalip, içeri girememek oldu...


O güne kadar hiç olmazsa bana karsi dürüst olmanla, yasadiklarini benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... Ama bir baskasini incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizledigini, yalanlarla da olsa onu korudugunu farkedince bu avuntu da terketti beni... Yalanlarini bile kiskanir oldum.


Neden dürüst olmak için beni seçmistin sanki... Gerçegin acimasiz zindanlarinda neden beni kilitli birakmistin...


Ne çok düsündüm bu sorularin cevaplarini... Ne çok sorguladim kendimi, nerde hata yaptigimi, neyi eksik biraktigimi...


Kadinca oyunlardan haberim olmadi hiçbir zaman. Seçtigin yasam biçiminden koparmak, seni soluksuz birakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istedigin bu muydu? Seni yanlis mi tanimistim?.. Bana hep, ne kadar asil bir yüregim oldugunu söyler dururdun... Isyanim, kalbimin ezilmis parçalarinin üstünü örtüp, sessizce çekip kapini çikmak olurdu en fazla...


Yalniz kalmak istedigini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çikip giderdim... Özür diler gibi bir sesle, onun gelecegini söylediginde, sessizce çikip giderdim... Karsinda ben otururken, onunla saatlerce telefonda konustugunda çikip giderdim... Hep giderdim...


Bu onurlu tavrimdi belki de ezen yüregini... Vazgeçemedigin tek yanim buydu belki...


Sonra, sevmek yarali kadinligimi baska yüreklerle avutma yanilgisina kapilmak oldu... Buna hakkim oldugunu söyleyip dursan da, biliyorum, aslinda içten içe hiç affetmedin beni... Sen çoktan parçalanmistin zaten... Benim de yüregimi böldügümü düsünmek sana bile agir geldi... Oysa ben, seni degil, kendimi cezalandiriyordum baska bedenlerde... Ruhumu kemiren bu deli aski cezalandiriyordum... Bunu anlamadin mi sevgili?


Sevmek seni degil çocuklugumu, düslerimi, kendimi aldatmak olmustu artik... Bana baglanan masum asklari seninle aldatmak olmustu... Kimseye veremedim yüregimi. Ne zaman baksalar içime, yüregimin kirik aynasinda kendilerinin degil, senin yüzünün aksini gördüler hep. Sessizce çekip gittiler. Farketmedim bile gittiklerini...


Gittin...


Seni sevmek, bensiz akip giden hayatina bir yabanci gibi uzaktan bakmak oldu çoktandir... O çocuk ellerinin, bir baskasinin saçlarinda gezindigini, aniden özlemle sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina "gitme" diye sayikladigini düsünmek oldu, seni sevmek... Geceleri, kokuna hasret yatagimda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemedigi bir bencillikle, kalbindeki tek askin benimki olmasi için gözyaslari içinde Tanri'ya yalvarmak oldu..


Seni yasak bir ask gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasinda yasamak oldu, sevmek... Beni hayatindan disladigin için öfke nöbetlerine kapilip, bana bile yabanci gelen, hiç tanimadigim bir sesle sana bagirmak, haykirmak, aglamak, sonra pismanlikla affedip tutkuyla sana tekrar sarilmak oldu...


Yabani bir ot gibi ruhumu sarip sarmalayan öfke ve kiskançlik duygulariyla benligimden uzaklasmayi kendime yakistirmamak, sikisip kaldigim bu karanlik dehlizde, kendi kalbimde, yalnizligimda, sensizligimde, kendi askimla delirmek oldu artik seni sevmek...


Simdi, bu aciya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga birakip gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artik... "Ayazda Iki Yürek" gibiyiz...


Sen benim sizofren askimsin... Bense senin kanayan vicdaninim...


Affet beni sevgilim... Verdigim sözleri tutamadim...

Cezmi ERSÖZ
 

Epilogue

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
279
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Ayazda İki Yürek


Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim.



Günlerdir doğru dürüst birşey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...


Kalktığımda mutfakta notunu gördüm: Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu...


Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum. Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...


Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü bir sürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu...


Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...


- Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.


- Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı.


- Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..


- Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.


- İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte...


- Şu an ne iş yapıyorsunuz?


- Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum. Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl?


- Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...


- Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?


- İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz...


- Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka bireyler yapmalıyım.


- Şu an neredesiniz?


- Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?


- Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor.


- Yalnız mısınız?


- Evet, yalnızım.


- Birlikte olduğunuz kimse yok mu?


- Neden sordunuz?


- Hiç işte, öylesine sordum.


- Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil.


- Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı


- Evet, var...


- Ne iş yapıyor?


- Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.


- Nerede yazıyor?


- Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?


- Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...


- Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.


- Hayatında başka biri olabilir mi?


- Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar.


- Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?


- Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.


- Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?


- Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...


- Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...


- Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?..


- Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi...


- Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...


- Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim.


- Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler...


- Aşk çok güzel bir şeydir, ama kısa ömürlüdür.


- Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var.


- O bunları biliyor mu?


- Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi...


- Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı. Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş... Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz...


- Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var...


- Nasıl bir şey?


- Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz.


- Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim..


- En çok nereye mesela?..


- Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi...


- İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüz yüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki...


- Farkında mısınız, sabah oluyor?..


- Evet, vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüz yüze görüşmek istiyor musunuz?


- İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl'e yola çıkmak istiyorum..


- Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz?


- Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o...


- Hazırım... Ben biraz deliyimdir. Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha...


- Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz...


- İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle...


- Peki sevgiliniz?..


- Nasıldı o dizeler: Can çekişen aşkları vurmalı, Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtuluş'un dizeleri yanılmıyorsam..


- Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...


- Nerede ve kaçta buluşuyoruz?


- Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00?de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?


- Onu arar, her şeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşça kalın...


Ve birkaç dakika sonra telefonum artarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi:


Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla.


Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama bir türlü çıkamadığımız o uzun yola...

Cezmi Ersöz
 

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
Cezmi Ersöz'ün kitaplarına zaman ayıranların gerçekten zamanına yazık. Berbat bir üslubu var.Orijinal bir tad yok. Acayip arabesk.Sohbeti kitaplarından daha katlanılır olsa da bana hitap etmiyor.
 

şehrin yabancısı

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2009
Mesajlar
426
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
[FONT=&quot]Aşkta Yarın Yoktur Sevgili

Aşk Bu Dünyanın Ölçüleriyle Açıklanamaz Sevgili
O İlkel Bir Acıdır, Yaban Bir Ağrıdır.
Gelir ve İçimizdeki O Çok Eski Bir Şeye Dokunur.
Sonra Bir Perde Açılır ve Yolculuk Başlar
Bu Yolculukta Artık Para, Tarifeler
Beklentiler, Randevular, Taksitler, İş,
Anneler ve Korkular Yoktur
Aşkın Kendi Gerçekliği Vardır Sevgili.
İnsan Başka Bir Işığa Teslim Olur,
Daha Derinden Anlamaya Başlar, Bilgeleşir
Hiç Bilmediği Sezgileriyle Buluşur
Yükü Çok Ağırdır, Kendiyle Buluşmuştur
Hem Dışındadır Dünyanın, Hem de Tam Ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin Yakılan
Yoksun Adamın Hissettikleri de Onunladır,
Yitirdikleri de...
New York'ta, Bir Sokakta,
Kartondan Kulübesinde Yaşayan Kadının
Çıplak Yalnızlığı da
Her Şey Onunladır, Ona Emanettir Sanki,
Ama O, Çıldırtıcı Bir Yalnızlık İçindedir Yine de...
Aşkın Kültürlü Olmakla, Bilgili Olmakla da İlgisi Yoktur Sevgili,
Kanımıza Karışan İlkel Acı, O Yaban Ağrıyla
Hiçbir Kitabın Yazamadığı Hakikatlere Daha Yakınızdır,
İnan...
Kim Demiştir Hatırlamıyorum,
Aşk Varlığın Değil, Yokluğun Acısıdır Diye.
Belki de Bu Yüzden İlk Gençliğimde,
O Yoğun Aşık Olduğum Yıllarda,
Gözüme Uyku Girmez, Dudağımda Bir Islıkla
Bütün Gece Şehri, O Karanlık, O Hüzünlü Sokakları Dolaşır,
İnsanları Uykularından Uyandırmak İsterdim.
Uyanıp, İçimde Derin Bir Sızıyla Uyanan
O Derin Sancının Acısına Ortak Olsunlar Diye...
Aşk Çok Eski Bir Şeydir Sevgili
Onun İçinden O Çileli Çocukluğumuz Geçer
Sevdiğimiz İnsanların Çocuklukları da...
Oradan Üvey Anneler, Eksik Babalar, Parasız Yatılılar Geçer
Ve Sonra Aşk Bütün Bunları Alır, Daha da Eskilere Gider,
Hep O İlkel Acıya, O Yaban Ağrıya...
İnsan Bazen Nedensiz Yere Umutsuzluğa Kapılır
Kimselere Veremez Sevgisini,
Kimselere Derdini Anlatamaz, Evlere Kapanır...
Bazen Denizler Kıyılar Çeker İnsanı.
İnsan Bu Kapılmayı Anlayamaz,
Oysa
Çok Eski Bir Yerde Yaşanmasından Korkulup
Vazgeçilmez Aşkların Sızısıdır Bu.
Bu Sızı, Bu Yenilgi Mevsimlerle Yıllarla Devrilir Başka İnsanlara...
Bir İnsanın Yaptığı Bir Hatanın
Tüm İnsanlara Yayılması Gibi...
İşte Şimdi Biz de Sevgili,
Ya Olmadık Zamanlarda Umutsuzluğa Kapılıp,
Soluğu Evlerde Alacağız,
Ya da Denizler, Kıyılar Çekecek Bizi.
Nasıl Biz Başkalarının Korkularını Taşıyorsak,
Başkaları da Bizim Korkularımızı Taşıyacak,
Yenilgimizi, Umutsuzluğumuzu...
Birazdan Sabah Olacak...
Para, Tarifeler, Beklentiler, Randevular, Taksitler,
İş, Anneler ve Korkular Başlayacak...
Bunlar Varsa Bizim İçin Geçerliyse
Aşk Yoktur ve Hiç Olmamıştır Sevgili.
Birbirimizi Kandırmayalım...
Hadi Güne Hazırlan,
Yaşadıklarımızı Unutmaya Çalış
Aşk Bize Güvenip Verdiği Büyüsünü,
Sırlarını, Cesaretini, Bilgeliğini ve O İlkel,
O Yaban Ağrısını Geri Alacak
Bunlar Olurken İçimiz Bir an Üşüyecek,
Sonra Geçecek...
Hadi, Oyalanma Birazdan Yarın Olacak...
AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ

Cezmi Ersöz
[/FONT]
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst