- Konbuyu başlatan
- #1
P
Pyramos
Ziyaretçi
Bilinçaltı” kavramını işitmeyen, bilmeyen var mıdır? Sanmam.
Hemen herkes bu kavram hakkında az çok bir fikir sahibidir. Hatta gündelik konuşmalarda bile mutlaka laf döner dolaşır “bilinçaltı” na gelir.
Üstelik güçlü bir kavramdır.
Bazen her kapıyı açacak anahtar gibi kullanılır bazen karşımızdakini boş yere kurcalamaya yarar, bazen gerçeklerden saklanma bahanesi olur!
Ama...
Gerçek şu ki, “bilinçaltı” kavramı bunca şöhretine karşın geçen yüzyılda patlak vermiş bir yanlış anlamanın, yanlış bir çevirinin ürünü.
Freud’la hep yan yana getirilir bu kavram.
Ondan ilk söz edenin de, onu teorileştirenin de Freud olduğuna inanılır.
Yanlış! Hem de çok yanlış!
Freud hiç “bilincin altında bir yerler” den söz etmemiştir.
***
Daha önce de birkaç kez değindiğim bu konuya niye geri döndüm?
Şundan..
Dün Sabah Gazetesi’nin iç sayfalarında kocaman bir başlık vardı: “Freud’un psikanaliz yöntemine sınırlama.”
İngiltere’deki bir psikanaliz derneğinin açıklaması haber yapılmıştı ve altbaşlıkta şöyle deniyordu: “Uzmanlar karara tepkili: Bilinçaltına inmeden, hastayı nasıl tedavi edeceğiz?”
Oysa adım gibi eminim ki, Sabah dış haberler servisinin çevirdiği metinde “unconscious” kavramı vardı. Yani İngilizce’de hem “bilinçsiz” anlamına gelen hem de psikanalitik anlamda “bilinçdışı” nın karşılığı olan sözcük.
Çünkü bu kavramı insanlık tarihine hediye eden adam olarak görebileceğimiz Freud’un özgün tercihi de böyle: “Unbewusste.”
Yani sokaktaki adam için öyle olsa bile uzmanlar için “altına inilecek” bir bilinç yoktur.
Yani “bilinçaltı” diye bir şey de yok!
Ne var?
Bilincin dışında kalan bir alan var. Bilincin egemen olmadığı bir alan...
Freud’a göre sadece rüyalarımız, sürçmelerimiz, şakalarımızla varlığını belli eden bir alan...
Yarı karanlık, koskoca bir uzay!..
***
Ama garip şey! Biz Türkler (ve bir ölçüde de Amerikan popüler kültürü) “bilinçaltı” kavramını çok seviyoruz.
Bir türlü “bilinçdışı” kavramına içimiz ısınmadı gitti.
Tamam! Osmanlı’nın son günlerinde yapılmış bir Freud çevirisinde “unbewusste” her nasılsa “Laşuur” yerine “tahtelşuur” diye çevrilmiş ve bunun etkisi pek kuvvetli olmuş!
E, iyi de bunca yıl yanlış bir çeviri de ısrar etmek niye?
Bilinci bir halı gibi düşünmeyi ve birçok şeyi altına süpürmeyi yani “bilinçaltı” kavramını kullanmayı neden bu kadar seviyoruz? Nasıl oluyor da her kesimden insan bu kadar doğru ve kendine yakın buluyor bu kavramlaştırmayı?
Üzerinde durulması gereken asıl nokta bence bu!
Yeni Yüzyıl zamanından beri bu konuda ara ara yazıyorum. Ama hâlâ beni tam tatmin eden bir cevap bulabilmiş değilim.
Bazen biz Türklerin aslında bilincimize “saman altından su yürüten” bir şey olarak baktığımızı, o yüzden bir de “bilinçaltı” kavramına ihtiyaç duyduğumuzu düşünmüyor değilim. (Sartre’ın varoluşçu psikanaliz mirasının kulağını çınlatmak isterim tam bu noktada!)
Ya da “bilinç” denilen şey bizim kültürümüzde kafayla bel arasındaki bölgeye tekabül ediyor da, geri kalanı bir tür “belaltı” çağrışımlar alanı!
Bilmiyorum artık!
Biraz daha düşünelim bu konuda!
Haşmet Babaoğlu.. Gazetevatan
Hemen herkes bu kavram hakkında az çok bir fikir sahibidir. Hatta gündelik konuşmalarda bile mutlaka laf döner dolaşır “bilinçaltı” na gelir.
Üstelik güçlü bir kavramdır.
Bazen her kapıyı açacak anahtar gibi kullanılır bazen karşımızdakini boş yere kurcalamaya yarar, bazen gerçeklerden saklanma bahanesi olur!
Ama...
Gerçek şu ki, “bilinçaltı” kavramı bunca şöhretine karşın geçen yüzyılda patlak vermiş bir yanlış anlamanın, yanlış bir çevirinin ürünü.
Freud’la hep yan yana getirilir bu kavram.
Ondan ilk söz edenin de, onu teorileştirenin de Freud olduğuna inanılır.
Yanlış! Hem de çok yanlış!
Freud hiç “bilincin altında bir yerler” den söz etmemiştir.
***
Daha önce de birkaç kez değindiğim bu konuya niye geri döndüm?
Şundan..
Dün Sabah Gazetesi’nin iç sayfalarında kocaman bir başlık vardı: “Freud’un psikanaliz yöntemine sınırlama.”
İngiltere’deki bir psikanaliz derneğinin açıklaması haber yapılmıştı ve altbaşlıkta şöyle deniyordu: “Uzmanlar karara tepkili: Bilinçaltına inmeden, hastayı nasıl tedavi edeceğiz?”
Oysa adım gibi eminim ki, Sabah dış haberler servisinin çevirdiği metinde “unconscious” kavramı vardı. Yani İngilizce’de hem “bilinçsiz” anlamına gelen hem de psikanalitik anlamda “bilinçdışı” nın karşılığı olan sözcük.
Çünkü bu kavramı insanlık tarihine hediye eden adam olarak görebileceğimiz Freud’un özgün tercihi de böyle: “Unbewusste.”
Yani sokaktaki adam için öyle olsa bile uzmanlar için “altına inilecek” bir bilinç yoktur.
Yani “bilinçaltı” diye bir şey de yok!
Ne var?
Bilincin dışında kalan bir alan var. Bilincin egemen olmadığı bir alan...
Freud’a göre sadece rüyalarımız, sürçmelerimiz, şakalarımızla varlığını belli eden bir alan...
Yarı karanlık, koskoca bir uzay!..
***
Ama garip şey! Biz Türkler (ve bir ölçüde de Amerikan popüler kültürü) “bilinçaltı” kavramını çok seviyoruz.
Bir türlü “bilinçdışı” kavramına içimiz ısınmadı gitti.
Tamam! Osmanlı’nın son günlerinde yapılmış bir Freud çevirisinde “unbewusste” her nasılsa “Laşuur” yerine “tahtelşuur” diye çevrilmiş ve bunun etkisi pek kuvvetli olmuş!
E, iyi de bunca yıl yanlış bir çeviri de ısrar etmek niye?
Bilinci bir halı gibi düşünmeyi ve birçok şeyi altına süpürmeyi yani “bilinçaltı” kavramını kullanmayı neden bu kadar seviyoruz? Nasıl oluyor da her kesimden insan bu kadar doğru ve kendine yakın buluyor bu kavramlaştırmayı?
Üzerinde durulması gereken asıl nokta bence bu!
Yeni Yüzyıl zamanından beri bu konuda ara ara yazıyorum. Ama hâlâ beni tam tatmin eden bir cevap bulabilmiş değilim.
Bazen biz Türklerin aslında bilincimize “saman altından su yürüten” bir şey olarak baktığımızı, o yüzden bir de “bilinçaltı” kavramına ihtiyaç duyduğumuzu düşünmüyor değilim. (Sartre’ın varoluşçu psikanaliz mirasının kulağını çınlatmak isterim tam bu noktada!)
Ya da “bilinç” denilen şey bizim kültürümüzde kafayla bel arasındaki bölgeye tekabül ediyor da, geri kalanı bir tür “belaltı” çağrışımlar alanı!
Bilmiyorum artık!
Biraz daha düşünelim bu konuda!
Haşmet Babaoğlu.. Gazetevatan