- 19 Ağu 2008
- 3,589
- 179
- 63
- 61
BİLİNÇ/ALTINDAN SIYRILMAK/TARİHSEL BELLEK
Bilinç, insan türünü diğer türlerden ayıran düşünsel bir olgudur. O, doğanın zor koşullarına uyum sağlamayı değil doğayı kendisine uyarlamayı hedefleyen bir birikimdir. Taşı yontarak kesici alet yaptığında insan bunun sırrını sonraki kuşağa aktarırken kıskanç davranmış ve gözlem/deneylerinin sonucunu başkalarından gizlemiştir. Derken bakırın eridiğini, kalay ile karıştığında daha yetkin olan tunç alaşımını keşfettiğinde ateşin gizemiyle yarattığı imgeleri bir sığınak ve tanrısal bir güce dönüştürmüştür.
Bilinç, insan türünün tüm yaratılarını ve içindeki kendisini yeniden yorumlayarak yaşamına bir anlam yüklemesinin, bir dayanak aramasının bilge-sevgisi dediği felsefesinin yoğrulduğu ortak çamurdur. Bu çamur bilinen hiçbir çamura, toprağı hiçbir toprağa benzemez; çünkü bu, doğada saf olarak bulunmayan bir çamur şeklidir ki, insan yaratısıdır.
İnsan, doğa karşısında kazanmış olduğu bu başarıdan dolayı öykünmekte haklı ve gururludur. Bu kazanımı hoyratça kullanmak eğilimini taşırken her şeyi kendi etrafında döndürme eğilimi taşır. Tüm canlı türlerinin hiyerarşik sıralamasında en üste kendisini koyar. Canlıları insanlar, hayvanlar ve bitkiler diye kategorize eder.
Bilgi, en kutsal hazine olarak kuşaklar-arası aktarılırken tarihsel bir doku örülmekteydi; tarihsel bellek. Tarihsel bellek, tüm insan türünün dünya gezegenindeki tüm kazanımlarının, birikimsel ve imgesel bilgilerinin kuşaklar-arasında aktarımı ile varlığını sürdürmesidir. Kendi olgusunun farkına varmak ancak bilinçsel bir sürecin yaşanması ile olanaklıdır.
Varlığın farkına varmak için bilinçli/bilgi donanımlı olmak gerekli değildir. Tüm canlılar varlığı fark edip etki/tepkilerini geliştirirler. Kimileri bunu refleks olarak kimileri de iç-güdüsel yapar. Ancak, olgular hiç de öyle değildir. Olguları yaratan ve var-eden/algılayan/fark eden bilinçtir. Bilinç bu yönü ile kolektif bir emeğin ürünü olarak tarihsel/sosyolojik/kültürel bir aktarımdır ki, insan türüne gökten zembille bahşedilmiş bir algılama değildir. Kolektif bilinci, insanlaşma sürecindeki kültürel evrimini sürdüren ve on-binlerce yıl çabalayarak yaratan insanın kendisidir. Her bir bireydeki doğru algılama/değerlendirme/sonuç çıkarma ve karar vermeyi sağlayan bireysel bilgi donanımı/bilinç bu kolektif bilincin bir sonucu ve ona dönerek bu bilince kişisel çabalar ile bir eklemlenme ile ortaya çıkar. Tüm bireyler tarihsel bellek ile dünyaya gelir ve o yetişmekte olan bir çiçek gibidir; onu besleyip büyütecek ortam ise içerisinde yaşadığı toplumsal dokudur. Onun kendisini gerçekleştirmesi için toplumsal dokunun ona yer açmak dışında başka bir işlevi olamaz.
Tarihsel bellek kavramı içerik olarak her doğan insan türüne ilişkin kişinin "tabula rasa"/boş levha olarak dünyaya gelmediğine dairdir. Bugünkü belleğimiz kalıtımsal olarak bilgi yüklüdür. Bu nedenle ilkel türlerden daha gelişkin bir düşünsel kapasitesi vardır. ilkel insan ile bu günün insanını aynı kefeye koymak bu açıdan haksızlık olacaktır. Beynin hacimsel olarak da farklı olduğu antropolojik çalışmalar ve fosiller ile ölçümlenmiş bulunmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayıdır ki, çağcıl insan, güdülerini denetlemek konusunda çok gelişkin bir yapıdadır. Fiziğin zorlanması insan düşüncesi ile olasıdır. Düşüncenin nesneden, ruhun bedenden ayrıştırılıp birine öncelik tanıyarak olguları açıklamak aynı sonuca ulaşacaktır; teolojik ve pozitivist yaklaşımlar determinist kavşakta buluşmak durumundadırlar. Açılım ayrıştırmada değil birleştirmede olmalı.
Bilinç, insan türünü diğer türlerden ayıran düşünsel bir olgudur. O, doğanın zor koşullarına uyum sağlamayı değil doğayı kendisine uyarlamayı hedefleyen bir birikimdir. Taşı yontarak kesici alet yaptığında insan bunun sırrını sonraki kuşağa aktarırken kıskanç davranmış ve gözlem/deneylerinin sonucunu başkalarından gizlemiştir. Derken bakırın eridiğini, kalay ile karıştığında daha yetkin olan tunç alaşımını keşfettiğinde ateşin gizemiyle yarattığı imgeleri bir sığınak ve tanrısal bir güce dönüştürmüştür.
Bilinç, insan türünün tüm yaratılarını ve içindeki kendisini yeniden yorumlayarak yaşamına bir anlam yüklemesinin, bir dayanak aramasının bilge-sevgisi dediği felsefesinin yoğrulduğu ortak çamurdur. Bu çamur bilinen hiçbir çamura, toprağı hiçbir toprağa benzemez; çünkü bu, doğada saf olarak bulunmayan bir çamur şeklidir ki, insan yaratısıdır.
İnsan, doğa karşısında kazanmış olduğu bu başarıdan dolayı öykünmekte haklı ve gururludur. Bu kazanımı hoyratça kullanmak eğilimini taşırken her şeyi kendi etrafında döndürme eğilimi taşır. Tüm canlı türlerinin hiyerarşik sıralamasında en üste kendisini koyar. Canlıları insanlar, hayvanlar ve bitkiler diye kategorize eder.
Bilgi, en kutsal hazine olarak kuşaklar-arası aktarılırken tarihsel bir doku örülmekteydi; tarihsel bellek. Tarihsel bellek, tüm insan türünün dünya gezegenindeki tüm kazanımlarının, birikimsel ve imgesel bilgilerinin kuşaklar-arasında aktarımı ile varlığını sürdürmesidir. Kendi olgusunun farkına varmak ancak bilinçsel bir sürecin yaşanması ile olanaklıdır.
Varlığın farkına varmak için bilinçli/bilgi donanımlı olmak gerekli değildir. Tüm canlılar varlığı fark edip etki/tepkilerini geliştirirler. Kimileri bunu refleks olarak kimileri de iç-güdüsel yapar. Ancak, olgular hiç de öyle değildir. Olguları yaratan ve var-eden/algılayan/fark eden bilinçtir. Bilinç bu yönü ile kolektif bir emeğin ürünü olarak tarihsel/sosyolojik/kültürel bir aktarımdır ki, insan türüne gökten zembille bahşedilmiş bir algılama değildir. Kolektif bilinci, insanlaşma sürecindeki kültürel evrimini sürdüren ve on-binlerce yıl çabalayarak yaratan insanın kendisidir. Her bir bireydeki doğru algılama/değerlendirme/sonuç çıkarma ve karar vermeyi sağlayan bireysel bilgi donanımı/bilinç bu kolektif bilincin bir sonucu ve ona dönerek bu bilince kişisel çabalar ile bir eklemlenme ile ortaya çıkar. Tüm bireyler tarihsel bellek ile dünyaya gelir ve o yetişmekte olan bir çiçek gibidir; onu besleyip büyütecek ortam ise içerisinde yaşadığı toplumsal dokudur. Onun kendisini gerçekleştirmesi için toplumsal dokunun ona yer açmak dışında başka bir işlevi olamaz.
Tarihsel bellek kavramı içerik olarak her doğan insan türüne ilişkin kişinin "tabula rasa"/boş levha olarak dünyaya gelmediğine dairdir. Bugünkü belleğimiz kalıtımsal olarak bilgi yüklüdür. Bu nedenle ilkel türlerden daha gelişkin bir düşünsel kapasitesi vardır. ilkel insan ile bu günün insanını aynı kefeye koymak bu açıdan haksızlık olacaktır. Beynin hacimsel olarak da farklı olduğu antropolojik çalışmalar ve fosiller ile ölçümlenmiş bulunmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayıdır ki, çağcıl insan, güdülerini denetlemek konusunda çok gelişkin bir yapıdadır. Fiziğin zorlanması insan düşüncesi ile olasıdır. Düşüncenin nesneden, ruhun bedenden ayrıştırılıp birine öncelik tanıyarak olguları açıklamak aynı sonuca ulaşacaktır; teolojik ve pozitivist yaklaşımlar determinist kavşakta buluşmak durumundadırlar. Açılım ayrıştırmada değil birleştirmede olmalı.