Beyaz tenli insanlar daha mı zeki? Ten Renginin zeka ile ilişkisi var mı?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe kategorisinde tersinim tarafından oluşturulan Beyaz tenli insanlar daha mı zeki? Ten Renginin zeka ile ilişkisi var mı? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,448 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe
Konu Başlığı Beyaz tenli insanlar daha mı zeki? Ten Renginin zeka ile ilişkisi var mı?
Konbuyu başlatan tersinim
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan tersinim

tersinim

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
25 Mar 2011
Mesajlar
87
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
77
IRK VE ZEKA KONUSU

Zeka insanların en belirgin ve en önemli özelliğidir.

Eğer insanlar arasında evrimsel gelişkinlik farkı varsa bu farkın zekada belirgin şekilde gözlenmesi gerekecektir.

Evrimci öjenistler bu konuda pek çok çalışmalar yapmış, yöntemler geliştirmişlerdir.

Zekâ seviyesinin tespiti konusunda bazı ölçülerin konulması uygulamaya geçilmesi anlamına geliyordu. Bu uygulama önce Amerika başlamıştır diyebiliriz.

1907’de Indiana eyaletinde kabul edilen bir kanunla zekâ özürlü, sağır ya da körler zorla kısırlaştırılmaya başlanmıştır.

Benzer bir yasayı 1909'da Washington ve Kaliforniya eyaletleri kabul etmiştir.

1927’de Virginia eyaletinde zekâ özürlüler kısırlaştırılmışlardır.

Yasa, Amerika’nın pek çok eyaletinde 1960'lara kadar yürürlükte kalmıştır.

Yeterli zekâ seviyesine sahip olmadıkları gerekçesiyle sadece Kaliforniya’da zorla kısırlaştırılan insan sayısı atmış dört bindir.

Fakat evrimcilerin her zaman yaptıkları gibi zeka ölçümü konusunda geliştirilen yöntemler bilimsel olmadan çok, belirli bir ideolojinin (evrimci, ırkçı ve öjenist olma ideolojisinin) paralelinde olduğundan ulaşılan sonuçlarda gerçekleri göstermez.

Ulaşılan sonuçlar çok büyük ve vahim hatalar içerir.

Örneğin bu yöntemlerle yapılan araştırmalar sonucu zekâ özürlü kabul edilen insanların ezici çoğunluğu beyaz olmayanlar yani zencilerdir.

Siyah tenlilik zekayı etkiler mi?

Bir genelleme yapılırsa siyah tenliler geri zekalı mıdır?

Siyah tenlilik geri zekalı olmanın belirtisi midir?

Bilimin bu sorulara verdiği cevap kocaman bir hayırdır.

Diğer ifade ile ulaşılan sonuçlar gerçekleri göstermemektedir.

Bilim bunu şiddetle ret etse bile bir ırkçı için bu sonuç (zencilerin zeka yönünden özürlü olduğu sonucu) son derece doğal ve bilimseldir.

Bu mantık öjenizm ile ırkçılığı aynı düzleme getirmiştir.

= = =

20. yüzyılın başlarında çok sayıda taraftar toplayan evrim ve öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla insan ırkının ıslah edilmesini savunuyordu.

Öjeni teorisine göre, nasıl sağlıklı hayvanlar birbirleriyle çiftleştirilerek iyi hayvan cinsleri oluşturuluyorsa insan ırkı da ıslah edilebilir, bu yolla evrim kontrollü olarak hızlandırılabilirdi.

Öjenizmin ve ırkçılığın yoğun bir şekilde uygulanması dünyanın en gelişkin ve uygar ülkesi zannedilen Amerika’da başlaması rastlantı değildir.

Bunun en önemli nedenlerinden biride bu ülkede çok sayıda siyah tenli insanların bulunması olduğu açıktır.

O dönem Amerikalıları siyah tenlileri toplumların selameti ve geleceği için bir önce soyutlanıp kurtulmaları gereken parazitler olarak görüyorlardı.

Bu anlayış nedeniyle öjenizm ve ırkçılık aynı anda ve paralelde yürütülmüştür.

Bu mantığa uygun olarak Amerika’da insanlık adına yüz kızartıcı olaylar olmuş, sadece siyah tenli oldukları için pek çok insanlara zulümler, işkenceler yapılmıştır.

= = =

Öjenizmin ve ırkçılığın yoğun ve şiddetli bir şekilde uygulandığı ikinci yer olarak Almanya'yı görmekteyiz.

Adolf Hitler en baştan itibaren öjenizmi yakından ve dikkatle takip etmekteydi.

Öjenizmi savunup başlatan Dr. Harry Haiselden'e yazdığı mektupta takdir ve beğenilerini bildirmekteydi.

Dr. Harry Haiselden ile Hitler arasındaki övgü dolu bu yakın ilişki devam edip gitmiştir.

Dr. Harry Haiselden’in Hitlerin yazdığı Kavgam kitabını çok beğenmiş, dernek aracılığıyla Hitleri ödüllendirip çalışmalarına teşvik etmiş, dernek vasıtasıyla her türlü yardım ve desteklerde bulunmuştur.

Hitler daha sonra iktidara ele geçirdiğinde öjenizmi ve ırkçılığı şiddetli ve insafsız bir şekilde uygulamış genç, yaşlı, çocuk demeden milyonlarca insanın kanına girmiştir.

= = =

İtalyan diktatör Benito Mussolini’nde de öjenist ve darwinist kavram ve iddialardan faydalanmaya çalıştığı gözlemlenir.

Mussolini 1935 yılında Etiyopya'yı işgal ederek 1941 yılına kadar 15 bin insanı katlettirdi.

Etiyopya işgalini ve katliamları ırkçı görüşlerle destekleyerek kendini haklı ve makul göstermekten de geri kalmadı.

Mussolini'ye göre Etiyopyalılar siyah ırktan oldukları için aşağıydılar ve İtalyanlar gibi üstün bir ırk tarafından yönetilmek onlar için bir şeref olmalıydı.

Diğer ifade ile siyah tenli Etiyopyalılar doğal seleksiyon yoluyla elemine edilmesi gereken gelişememiş insancıklardı.

Yaşam gerçeği! Mussolini’yi haklı göstermekteydi. (Geniş bilgi için ırkçılık bölümüne bakınız)




Sosyal darwinizm ve öjenizm: Sosyal darwinizm ile öjenizm arasında önemli bir farklılık söz konusudur.

Birinci grupta olan sosyal darwinizm taraftarları doğalcı ve ılımlıdır. Doğal seyrinde devam eden seçici süreçlerin engellenmemesi yeterlidir. Doğa her zaman olduğu gibi iyiyi bulacak ve ortaya çıkaracaktır.

Öjenizm ise doğal seleksiyonla yetinmez. Doğal seleksiyonu mevcut bilim ve teknoloji ile yardım edilmeli ve evrim hızlandırılmalıdır.

Burada ana hedef, milletin ihtiyaç duyduğu iyi fertleri ve iyi genleri bilimsel olarak üretebilecek otoriter bir sistem oluşturup yerleştirmektir.

Bu nedenle öjenizm teknokratik ve polisiye karakterdedir.

Öjenizm fikri evrim teori taraftarları arasında hayli ilgi çekmiş, bu konuda bazı formüller, yol ve yöntemler geliştirmişlerdir.

Bu yol ve yöntemler sınıf öjenizmi ve ırk öjenizmi olarak ikiye ayrılabilir.

Gerçekte her iki yol ve yöntemde ciddi farklılıklar yoktur.

Sonuçta Yahudiler siyah tenliler ve işsiz güçsüz takımı benzeri hor ve hakir görülen insanlar kısırlaştırma gibi yöntemlerle elemine edilmeye çalışılmıştır.

Kimi öjenistler işi daha da ileri götürüp çığırından çıkararak sosyal ve politik problemlerin çözümünde genetik müdahalelerin gerekliliğini dahi savunmuşlardır.

Bu kişilere göre her insan için genetik kimlikler hazırlanmalı; evlilikler bu kimliklere göre düzenlenmeli, akıl ve ruh hastalarının, asosyallerin, ahmakların nesillerinin devamı engellenmeli ve bu iş çok sıkı bir şekilde takip edilmeliydi.

Bilim ve teknolojinin gelişmesi genetik kimlikler hazırlanma formülünün daha da genişletilmesine, genetik ayıklama yönteminin ilavesine neden olmuştur.

Örneğin amnion sıvısından örnek almanın ve sonuç çıkarmanın öncülerinden Dr. C.B. Jacobson anne karnındaki bebekte, kırk-elli yaşına doğru kanser oluşabileceğine konusunda işaretlerin tespit edildiği her durumda kürtaj yapılmasını, bu tür bebeklerin yaşatılmamasını savunuyordu.

Anne karnındaki bir bebeğin kırk elli yaşlarına geldiğinde kansere yakalanacağı konusunda kesin deliller olabilir mi?

Kırk elli sene gibi hayli uzun bir süreç içinde kanser hastalığının kesin tedavisinin bulunmayacağını nereden bileceğiz?

İnsanların ortaya koyduğu eserlerin ömür uzunluğuyla doğru orantılı olmadığını biliyoruz.

Nice kısa ömürlü insanlar vardır ki ortaya bir eser koyma yönünden nice uzun ömürlü insanlardan çok daha verimlidir.

Kanser olma ihtimali yüksek gibi görünen ve öldürülmesi istenilen o bebeğin bir deha olmadığını nereden ve nasıl bileceğiz?

Anomali ve risk neye göre, ne miktarda ve nasıl tarif edilecektir?

İşin ilginç yanı ise (şimdilik) yüzlerce genetik hastalığın bilinmesidir.

Sağlıklı zannedilenlerde dahil hemen hemen her insanda tersinim olayı gereği az ya da çok bir genetik rahatsızlık vardır. Hiç bir zaman ilk yaratılışımızdaki mükemmellikte değiliz.

Sadece ABD’de, on milyonlarca insan genetik hastalık taşıyıcısıdır. Bunların bir kısmı da ancak belli çevre şartlarında veya diğer genlerle etkileşerek patolojiye yol açabilir.

O hâlde bunlar hangi ölçülere göre elenecektir?

Yoksa mesele baştan sıkı tutulup, yeni-doğanlara mı müdahale yapılacak?

Bütün bu olumsuzluklara, cevap verilemeyen sorulara rağmen kimi ülkelerde yeni doğan bebekler genetik testlere tabi tutulmaktadır.

DNA molekülünün yapısını ortaya koyarak Biyoloji Nobel’i alan, meşhur ateist Francis Crick’in şu ifadesi ise oldukça düşündürücüdür:

-Hiçbir yeni-doğan çocuk, genetik donanımı üzerinde yapılacak belli testleri geçmeden İNSAN kabul edilemez. (...) Bu testlerde başarılı olamazsa hayat hakkını kaybeder.

Nobel Kimya ve Barış Ödülleri sahibi Linus Pauling de, her çocuğun alnına, genotipini gösteren bir sembol kazınmasını istemişti.
= = =

Nobel Fizik Ödüllü W. Shockley 1970’lerde, IQ’su zayıf fertlerin kısırlaştırılmasını, neslini sürdürmek isteyenlerin bir genetik testten geçmesini ve bir çeşit çoğalma ehliyeti almasını savunmuştu.

Ona göre genetik defolu vatandaşların çoğalması yasaklanmalıydı.

Dnaların keşfi materyalistlere bitip tükenmek bilmez bir materyal kaynağı olmuştur. Öyle ki kimi materyalistler insanın hemen bütün faaliyetlerini genlerle açıklamaya çalışmışlardır.

E.O. Wilson’a göre bazı sosyal davranışlar genetik temelliydi, genler saldırganlık ve fedakârlığı kontrol ediyordu.

Ünlü materyalist bilim dergilerinden Nature, saldırgan davranış, zihin geriliği, asosyallik ve sapkınlık ile anormal erkek kromozomu (XYY) arasında ilgi kuruyor, Science ise amniyo sıvısından yapılan teşhise bağlı kürtajlarla, XYY tipi sapıklardan kurtulacaklarını belirtiyordu.

1973 yılında anne karnındaki ceninin XYY taşıyıcısı olduğunu öğrenen bir anne kürtajı tercih ediyor, henüz yeni yeni şekillenmiş bebeğini öldürmenin yollarını arıyordu.

Fakat bir çok uzmana göre, genetik bir veri ile patolojik bir sosyal davranış arasında sebep-netice münasebeti olduğunu ileri sürmek, kamuoyunu yanıltmak demekti.

Bir XYY taşıyıcısının suçluya dönüştüğünü gösteren delil yoktu.

Burada cevaplanması gereken soru gen bilgileriyle oluşturulan bedensel eksikliğin ya da arızaların ruhsal meziyetlere etkisinin ne olduğudur.

Bedensel olarak son derece sağlıklı ve eksiksiz görünen pek çok insanın onulmaz ruh hastaları olabileceği ya da bedensel eksiklik ya da arızalı kimi insanların ise deha denebilecek kadar güçlü ve yüksek bir takım ruhi meziyetlere sahip olabileceğini bilim doğruluyor.

Nitekim bunu yazımızda bazı örneklerle gösterdik.

Bu örneklerini sayılamayacak kadar çok olduğunu bir kez daha hatırlatalım.

Bu gerçeklerden çıkardığımız sonuç ruh ile bedenin ayrı ayrı olduğu; ruhsal sağlık ile bedensel sağlığın doğrudan ilintili olmayabileceğidir.

Bedensel ve ruhsal sağlık beden ve ruhun sağlıklı iletişim kurmalarına yardım eder. Bunlardan birinde olabilecek eksiklik ya da arıza diğerine doğrudan etkilemez ancak iletişimin sağlıklı olmasını engeller.

Gen tedavisi ise sadece ruhun bedenle sağlıklı ilişki kurmasına engel olan bedenî arızaların ortadan kalkmasına vesile olabilir.

Nitekim kişiliğin oluşup olgunlaşmasında bedensel terbiye ve eğitim kadar ruhsal terbiye ve eğitim şarttır.

Nitekim xyy kromozomlarına sahip olduklarından saldırgan olarak nitelenen pek çok kişi ruhsal terbiye ve eğitim sonucunda örnek insanlar olmuşlardır.

Bu gün canlı genleriyle oynama bilimsel deneylerden çok bir endüstri kolu haline almıştır.

Hayvanlardan bitkilere kadar genleri oynanarak canlılar çeşitlendiriliyor.

Fakat bu çeşitlenmelerde canlıların kimi özellikleri ya kayboluyor ya da zayıflıyor.

Hiç bir zaman doğal güzelliğin seviyesine ulaşılamıyor. Bunun nedeni de güzel olmanın değişmez koşulunun sağlıklı olma olmalıdır.

Bilimsellik yaftalarıyla allanıp pullanan, türlü propagandalarla şişirilerek, olduklarından daha güzel daha iyi gösterilerek takdim edilen genetiği oynanmış ürünlerin (GDO) foyası çabucak ortaya çıkmış, boyaları dökülmüş, insanlar vebadan kaçar gibi GDO’lu ürünlerden fersah fersah kaçmakta, doğal ürünlere dönmektedirler.

Sonuçta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

En güzel olan en doğal olandır.

Genlerle oynanarak ölümsüzlüğe ulaşılabilir mi? Dyson, tıptaki ilerlemelerle, ölüm tedavi edilir hâle gelecek. Yaşlanmış ölümsüzler gezegen üzerinde çoğalacak demekteydi.

Şüphesiz ki Dyson’u bu kanıya ulaştıran bilinçli genetik müdahalelerdir. Bilinçsiz yapılan genetik müdahalelerin bu tür sonuçlara yol açacağı düşünülemez. Bu gerçekte evrim teorisini yıkan bir başka gerçek olur.

Bilinçli yapılmış müdahalelerin bazı genetik rahatsızlıkları tedavi edebileceği açıktır.

Fakat insan vücudunu yıpranan parçaları değiştirilerek sürekli yenilenen bir makine gibi düşünmek son derece hatalıdır.

Bu sonuç insan denen varlığın madde ile ruh denen madde ve metafizik değerlerin bir bileşkesi olduğunun açık inkarıdır.

Sorun şu soruda düğümlenir.

Bedeni yenilerken ruhu da yenileyebilir miyiz?

Ruhu, bedeni meydana getiren maddeler arası etkileşimin sonuçları olarak yorumlayıp tarif etmek hatalıdır.

Bu tarif ve yorum canlılığı ifade edebilir ama ruhu ifade edemez.

Ruh kağıt ve mürekkeple ifade bulan bir kitaptaki anlam bütünlüğü gibidir.

Bu anlam bütünlüğü kağıt ve mürekkeple ifade bulur ama hiçbir zaman salt kağıt ve mürekkep değildir.

Madde ile ifade edilen fakat madde olmayan, madde üzeri bir değerdir.


Türkiyede öjenizm: Kendini biyolojik faşist olarak tanımlamaktan çekinmeyen evrim teorisi savunucusu tanınmış bir bilim insanımız bir bilim dergisindeki yazısında öjenist öngörüleri tekrarlamış; hastaların, fakirlerin, ihtiyaç sahibi insanların korunmalarının ve bakılmalarının doğal dengelere aykırı olduğunu, doğal dengeleri bozduğunu, evrimin en önemli mekanizmalarından olan doğal seleksiyonu engel olduğunu, bu nedenle insanların evrimleşmesini yavaşlattığını öne sürmektedir.

Bu bilim insanımız öylesine ileri gitmektedir ki insanların tıbbi olanaklardan yaralanmalarını ve hatta ilaç kullanmalarını karşı çıkmakta, bu tür müdahalelerin evim mekanizmalarının yeterince işlemesine engel gibi göstermektedir.

Bu bilim insanımıza göre acımak, merhamet etmek, bir başka canlıya yardım etmek, zayıf ve güçsüzleri korumak, açları doyurmak… doğal seleksiyona engel olan birer zafiyettir.

Bu bilim İnsanımız bu konuda şunları yazmaktadır:

-Darwin'in ayrıca bir söylediği de şuydu, 'Fakir toplumlar istedikleri kadar çok çocuk yapsınlar, bunun çok büyük zararı olmaz; çünkü burada zaten ölüm oranı çok yüksek olacaktır ve ayıklanma fazladır.

Bence Darwin doğru da söylemiştir.

Nasıl olsa sonuçta ölecek olduktan sonra çok çocuk yapmanın ne faydası olabilir?


Ama Darwin antibiyotiğin ve diğer ilaçların bulunacağını bilemezdi.

Yani, bu kadar ilacın ve tıbbi gelişmenin, insan soyuna yapılacak müdahalelerin geleceğini bilemezdi.

Dolayısıyla bugün çok çocuk yapan ailelerin çocukları da yaşamış oluyor.

Böylece denge bozulmuş ve doğal ayıklanma önlenmiş oluyor.

Tabi bir sürü hastalıklı, rahatsız ve zayıf olan birey, kalıtsal materyallerini gen havuzuna sokmuş oluyor.


Bilim insanımızın doğal dengeleri bozan dolaysıyla insanın evrimin engel olan bu sorunun çözümünü şöyle belirtmektedir:

-…eğer insanlar gerçekten doğal yaşamak istiyorlarsa, en azından ilaç kullanmamaları gerekiyor.

Örneğin hastalıklarda ilaç kullanmak, doğaya doğrudan doğruya bir müdahaledir.

Çünkü doğanın kendisinde olmayan bir nesneyi sisteme sokmuş oluyorsunuz.


Bu bilim insanımız düşündüklerini ve yazdıklarını gerçekten inanmakta mıdır?

Bu konuda çok derin ve güçlü şüpheler içindeyiz.

Çünkü en koyu evrim taraftarları bile gerçekte evrim mekanizmalarını artık içtenlikle inanmamaktadırlar.

Onların evrim mekanizmalarına savunuyor görünmeleri böyle görünmeyi çıkarlarına uygun bulmalarındandır.

= = =

Öjenizmin sosyal etkileri

Öjenik uygarlık denilen sapık öngörünün bir an uygulandığı varsayılsa ne olurdu?

Zayıf, hasta, bakıma muhtaç, fakir insanların bakılmadığı, kısırlaştırıldığı, yok olmaya mahkûm edildiği, hastalara ilaç verilmediği, yardım elinin uzatılmadığı, kaçınılmaz sona doğru adım, adım yaklaştığını bilen ve bunun korkusuyla titreşen insanların bulunduğu bir toplumda rahat ve huzur olabilir miydi?

Öjenizm taraftarlarının sıranın bir gün kendilerine de gelebileceğini düşünmeden hastalara ilaç vermeyin, böylece hastalıklı olanları yaşatıp doğanın dengesini bozmayın, zayıfları yaşatmayın derken, kendi yakınları, sevdikleri hastalandığında, ilaca ve korunmaya muhtaç bir duruma geldiğinde nasıl davranacağını düşünmüşler midir?


Doğanın dengesini korumak, Darwin'in doğal ayıklanma yasasına sadık kalmak için, yakınlarını, sevdiklerini ve sırası geldiğinde kendilerini bakımsızlığa, çaresizliğe ve ardından ölüme terk edebilecek midir?

Daha da önemlisi evrim adına bunu kabul edebilecekler midir?

Yoksa bu öneride kendileri ve yakınları ayrıcalıklı mıdır?

Görünen o ki evrimi ve öjenizmi savunanlar konunun bu boyutunu hiç düşünmemişlerdir.


Hümanist Öjenizm: Hümanist öjenizm her insan gibi ırkçılığı ve öjenizm adına yapılan insanlık dışı uygulamaları karşı çıkar.

Onlara göre sorunlar oluşmadan, sorunların oluşma nedenlerini ortadan kaldıracak tedbirlerle insan türünün evrimleşmesi hızlandırılabilir.

Özellikle genetik bilimi bu konuda çok büyük ümitler vaat etmektedir.

Hümanist Öjenizme göre yakın bir gelecek insan türünün evrimleşmesini engelleyen hastalıklar gibi tüm engeller bir bir ortadan kalkacak, bilinçli yapılan genetik iyileştirmeler insanın evrimini hızlandıracaktır.

Genetik hastalıkları genetik bozuklukların yol açtığını biliyoruz.

Bu rahatsızlıkların ilgili genlerin düzeltilip normal hale getirilerek giderilmesi mümkün olabilir.

Fakat bu sonuçta bir düzeltme, bozulanın eski haline getirilme işlemidir.

Gerekli değişlikler ve eklemeler yapılıp genetik zenginlik sağlanarak insanların evrimleşmesi mümkün olabilir mi?

Bu soru ister istemez bizleri genetiği değiştirilmiş ürünleri (GDO’lu ürünleri) ve bu ürünlerden vebadan kaçar gibi nasıl kaçmaya çalıştığımızı anımsatıyor.

Her şeyin en baştan ve en mükemmel şekilde var edildiğini, daha mükemmelinin olmadığını, yapay müdahalelerin bu yapıları bozduğunu ne zaman öğreneceğiz?

Var edilişlerdeki mükemmel yapıları korumaya çalışma en doğru, en akılcı ve en bilimsel yol olmayacak mıdır?

Bu soruları iyice irdeledikten sonra cevaplamakta büyük yararlar vardır.

Geliştiriyorum diye mevcutları bozma yerine tersinim sonucu bozulmuşları düzeltmeye çalışmak çok daha akıllıca bir iş olacaktır.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst