'Aydınlanma nedir? Aydınlatmak (Betül Çotuksöken )

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Felsefe Makaleleri kategorisinde faust tarafından oluşturulan 'Aydınlanma nedir? Aydınlatmak (Betül Çotuksöken ) başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,795 kez görüntülenmiş, 6 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Felsefe Makaleleri
Konu Başlığı 'Aydınlanma nedir? Aydınlatmak (Betül Çotuksöken )
Konbuyu başlatan faust
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan glsezinrs
F

faust

Ziyaretçi
1784 yılında yazılmış olan "Aydınlanma Nedir?" başlıklı ünlü iki yazı güncelliğini hâlâ koruyor. Biri Moses Mendelssohn'a ait, diğeri Immanuel Kant'a. Her iki yazının da ortak paydası, insanın diğer insanlarla ve toplumla/kamuyla olan ilişkisine yönelik olması ve her bireyin toplum üzerinden, toplumsal/kamusal ilişkiler üzerinden kendini anlamasının yolunu göstermeye çalışmasıdır.


Yaklaşık iki yüz elli yıldır düşünürler, filozoflar, "aydınlar", "Aydınlanma"nın ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. 1784 yılında yazılmış olan "Aydınlanma Nedir?" başlıklı ünlü iki yazı ise güncelliğini hâlâ koruyor. Üstelik yazılardan daha sonra yazılanı, Kant'a ait olanı (1), çok büyük bir ün kazanmış durumda. Adı çokça anılmayan ya da Kant'ın yazısı kadar ünlü olmayan öteki yazı ise Moses Mendelssohn'a ait (2). Her iki yazının da ortak paydası, insanın diğer insanlarla ve toplumla/kamuyla olan ilişkisine yönelik olması ve her bireyin toplum üzerinden, toplumsal/kamusal ilişkiler üzerinden kendini anlamasının yolunu göstermeye çalışmasıdır.

Mendelssohn: Aydınlanma ve kültürün aynı adımlarla yol alması
Mendelssohn'un yazısında aydınlanma, kültür ve eğitim kavramlarıyla birlikte anılmaktadır. Eğitim dikkate alındığında, eğitim; dil aracılığıyla, kültür ve aydınlanma olarak somutlaşmakta; insan, birey ve yurttaş, toplum da kamu ve ulus haline gelmektedir. Öyleyse bu bağlamda dil-kültür-aydınlanma ilişkisi üzerinde özellikle durmak gerekmektedir; çünkü "Bir dil, bilimler aracılığıyla aydınlanır; toplumsal ilişkiler, edebiyat ve sohbetler aracılığıyla kültüre ulaşır." (3) Bu, kısacık ancak son derece ufuk açıcı metinde Mendelssohn, kavramların sayısını çoğaltır ve "bilgi"yi de öne çıkarır; böylece, dil, kültür, eğitim, aydınlanma, bilgi, bilim, edebiyat kavramlarının birbirini bütünleyen, birbirini gerekseyen kavramlar olduklarını fark ederiz. Ayrıca burada sıralanan kavramlarca imlenen söz konusu oluşumlar insan-insan, insan-toplum/kamu/ulus ilişkileri dolayımında ortaya çıkarlar.
Bireyin, insanın, toplumun ve ulusun aydınlanmasını belli bir düzen içinde mercek altına alan Mendelssohn bu uzgörüsüyle :) vizyon, özgörüş) metnine "tarihüstü" olma niteliğini kazandırır. Ona göre: "(…) bir ulusun aydınlanması şunlarla ilişkilidir: 1) bilgi oranıyla, 2) bilgilerin önemiyle, yani bu bilgilerin a- insan olarak insanın ve b- yurttaş olarak insanın yapısıyla olan ilişkileriyle, 3) onların bütün toplum sınıflarına yaydırılmasıyla, 4) mesleklere göre olmasıyla ilişkilidir. Böylece bir ulusun aydınlanma derecesi, en az bu dörtlü ilişkiye göre belirlenmelidir; tek tek bu ilişkiler ise yine daha basit ilişki öğelerinin bir araya gelmesiyle oluşur." (4)
Gerek aydınlanma, gerek kültür, kendinde, kendi başına yansız terimlerdir; her ikisi de niyete, amaca göre olumluyu ya da olumsuzu imleyebilirler; başka bir deyişle zehir de panzehir de olabilirler. Mendelssohn bu durumu şu etkili sözlerle ortaya koyuyor: "Kültür ve aydınlanma yeşerdiğinde ne kadar asil ise, çürümede ve yozlaşmasında da o kadar çok iğrençtir. Aydınlanmanın kötüye kullanılışı ahlak duygusunu zayıflatır; katılığa, bencilliğe, inançsızlığa ve anarşiye götürür. Kültürün kötüye kullanılışı ise, lüksü, şatafatı, zayıflığı, batıl inancı ve köleliği yaratır. Aydınlanma ve kültürün aynı adımlarla yol aldığı yerde, bunlar yozlaşmaya karşı en iyi koruma ilacıdırlar." (5) Günümüzde, iletişim devriminin sınırları zorlayan sözde olanakları içinde bunların hepsine tanık olmaktayız.

Kant: Aydınlanma, insanın araç kılınmasını engelleyecek
Kant, "'Aydınlanma Nedir?' Sorusuna Yanıt" başlıklı yazısında, tek kişi için erginleşmenin, olgunlaşmanın; insanın kendisini, bios'a gömülmekten ve onun da üstündeymiş gibi görünmesine karşın, salt psikolojik yüklü inanca, hurafeye bel bağlamaktan kurtarmada ne denli önemli olduğunu vurgular. İnsan ergin olamamanın, olgun olamamanın öznesi ve hatta nesnesi durumundadır. Ergin olmama durumuna insan; bile, isteye düşmüştür; isterse kendini bu durumdan, özgürlük aracılığıyla kurtarabilir.
Kant'ın aydınlanmaya ilişkin bu yazısında en çok dikkati çeken noktalardan biri, itaat kültürüyle birlikte giden "aklın özel kullanımı" ve özgürlükle, ifade özgürlüğüyle birlikte giden "aklın kamusal kullanımı"dır. Kant her iki kullanımı şöyle belirtir: "Kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık (...)
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
"Aydınlanmanın kötüye kullanılışı ahlak duygusunu zayıflatır;..." denilmektedir..."aydınlanma", "kötüye kullanma" ve "etik/ahlak" paradoks gibi durmaktadırlar. Engizisyon karanlığına karşı pozitivistlerin "aydınlanma" olarak tanımladıkları "pratik aklın" kendisi değil midir ki, düşünceden ürkülmektedir. ve devamla "...katılığa, bencilliğe, inançsızlığa ve anarşiye götürür" tanımlaması yapılarak düşünceye bir set çekilmek istemektedir. O zaman "aydınlanma" yeni bir karanlıklaştırma olabilir mi?
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
"Aydınlanmanın kötüye kullanılışı ahlak duygusunu zayıflatır;..." denilmektedir..."aydınlanma", "kötüye kullanma" ve "etik/ahlak" paradoks gibi durmaktadırlar. Engizisyon karanlığına karşı pozitivistlerin "aydınlanma" olarak tanımladıkları "pratik aklın" kendisi değil midir ki, düşünceden ürkülmektedir. ve devamla "...katılığa, bencilliğe, inançsızlığa ve anarşiye götürür" tanımlaması yapılarak düşünceye bir set çekilmek istemektedir. O zaman "aydınlanma" yeni bir karanlıklaştırma olabilir mi?

Burada aydınlanmanın kötüye kullanılması doğru bir ifade değil..Kastedilmek istenen şu olabilir;Aydınlanma öncesi korku ve bilinmezliğin doğurduğu baskıyla ahlaklı kılınan (şartlandır-ıl-an) insan, korkularının kaynağı ortadan kaldırıldıktan (dışsal aydınlanmadan)sonra erdem/ahlak vb. konularında yozlaşabilir, eğer içsel bir aydınlanma evresi geçirmedi ise..Aydınlanma, her yeni bilgi ışığında etik değerlerin de sorgulanmasını, yıkılanların yerine daha gelişmişini, doğrusunu getirmeyi gerektirir.Eğer bu alan ihmal edilir ise, aydınlanma tümelliğini yitirir ve kaosların, çelişkilerin alanı haline gelir.(içsel/dışsal kavramlarını hem nesnel, hem öznel aydınlanma yerine kullandım.)
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Korkunun temelleri aydınlanmadan önce var olduğu gibi aydınlanmadan sonra da vardır. Bu olgu hep ola-gelmiştir. Metropollerde/büyük-büyük-şehirlerde sokaklara çıkılamıyor; neden mi? Çünkü insanlar korkuyorlar....kimden?...Aydınlanma retoriği yeni bir paradigma olarak ortaya çıkmak durumundaydı. Çıkış kaynağı ve yerine dikkat edilirse bunun avrupa-merkezli olduğu rahatlıkla görülmektedir. Ne sakıncası var denilebilir? Öyle ya...aydınlanmak var işin içinde! İnsanın her şeyin temel direği olduğu yönündeki felsefe türler arasında bir yabancılaşmadan öte değildi. Düşünen insan, kendini ayrıcalıklı kılmayı da bilmiştir. Bu ayrıcalık ona ne kazandırmış ya da ondan ne götürmüştür? Her olgu şüphe ile karşılanıp “akıl” süzgecinden geçirilirken insan yeryüzüne efendi olurken, sefillerini de yaratmaktan geri kalmamıştır.

Uygarlık denilen devasa akış, neye göre aydınlanmıştır?
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Korkunun temelleri aydınlanmadan önce var olduğu gibi aydınlanmadan sonra da vardır.

Korku/ etik meselesini biraz ayrıntılandırayım:Sözettiğim aydınlanma öncesi korkular, olayların nedenlerinin teolojik/metafizik söylemlerle açıklandığı dönemlerdir ki bilimlerin gelişmesiyle olayların nedenleri, yine nedenlere dayandırılarak açıklanmaya başlanmıştır(neden-sonuç ilişkisi/determinizm)Basitçe örneklemek gerekirse, depremlerin nedeni ve periyodik tekrarlanma olasılıkları artık tamamen yerkabuğu hareketleri ile açıklanmakta, bunun günahkarlara tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza olmadığı bilinmekte.Bu bilgilendirme(aydınlanma) insanı daha sorumlu kılar.Çünkü yapılaşma sürecinde bu işle ilgili her türlü kurumun ve kişinin depreme dayanıklı binalar yapması, etik bir zorunluluk haline gelmiştir artık.Aydınlanma, başa gelenleri yaratırıcıya havale eden kaderciliğin vurdumduymazlığını bağışlamaz.Ama insanlar, ya da toplumumuz, bu sorumluluğu olması gerektiği gibi idrak edip etik bir örgüye dönüştürememişlerdir.Pek çok kişinin teknoloji öncesi daha basit ama mutlu günlerden özlemle sözettiğini duymuşuzdur.burada dile getirilen, aydınlanmanın insana daha çok sorumluluk yüklemesinden (ve bunu yerine getirememesinden/getirmek istememesinden) duyulan sıkıntıdır bence..Bilimin ve teknolojinin üreticileri olan gelişmiş ülkeler, bu tür "değer üretme" alanlarında daha duyarlılar- elbette sadece kendi vatandaşları için-Metropolde yaşayanların korkuları da aynı bağlamda ele alınabilir.İnsan, kendi türünden , kendinden korkmaya başlamıştır.İletişimin bu denli hızlı ve yaygın olması, potansiyel şiddetin ve suç eğilimlerinin internet tv. vb kanallarla evlerin içine dek sızmasına yol açmıştır.Bilişim suçlarının temelinde, etik değerlerin teknoloji kadar hızlı kendini üretememesi yatar.Hele bizim gibi teknoloji ve bilim ithal eden ülkelerdeki insanların, geleneksel/dinsel ahlaki altyapıları teknolojinin dünyasal açılımlarıyla sağlıklı bir payda oluşturmakta çok yetersiz kalmış, ve bocalamalara, yozlaşmalara neden olmuştur.Siyaset alanında da arka arkaya patlayan kaset skandallarının temelinde, özel yaşama dair güncel bir etik oluşturamama sıkıntısı vardır.Aydınlanmanın bir bedeli vardır:Daha çok sorumluluk almak, daha duyarlı, erdemli ve ahlaklı olmak..Eğer bu konuda topal kalırsa insan türü, aydınlanmanın kurbanı olabilir...Fikrimce, uygar insan teknolojinin üreticisi ve kullanıcısıdır, insanlığının tüketicisi değil.
 

Nejdet Evren

Kahin
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
3,589
Tepkime puanı
179
Puanları
63
Yaş
60
Aydınlandık; hem öyle aydınlandık ki, gözlerimiz kamaştı ve kör olduk!

Evvelin-zaman içinde neolitik dönem olarak tanımlanan yer/zamanda insan, kültür bitkilerini, tohumlarını geliştirmiş toprağın verimi ile bayram yapmaya başlamışlardı. Bayramlar artık-ürün sonucunda ortaya çıkan sosyal yapı-taşlarından biridir. Taneli bitkilerin tohumlarını bir yıl sonrasına ayırmasını ve yeni ürün elde edilmesini de neolitik kültür insanı keşfetmişti...”kara toprak” mı denir, “toprak ana” mı denir ne denirse densin toprak, insanın üzerindeki giysilerinden tutun da iğneye kadar tüm kültürel birikimi sağlayan materyalin öz-kaynağıdır. İnsan bu materyali işleyerek, şekillendirerek insanlaşmıştır. Bu gün kullanılan matematiğin temelinde tuğlaların, gök-cisimlerinin devinimi olduğu bilinmektedir. Ne göklerin, ne toprağın ne de okyanusların etiği yoktur; o, insan türünün geliştirdiği sosyal/tarihsel bir ilişki kalıbıdır. Uygarlaşma tarihini çeşitli zaman dilimlerine bölmek olanaklıdır; kullanılan ölçüye göre de sonuçlar hep değişik olacaktır. Çağların ortasına bir karanlık çağ eklediler ki sanırsın o çağda tüm düşünceler durmuş, insan bitkisel yaşama girmiş ve birden güneş doğar gibi “aydınlanma” çağı adı altında düşünce kış uykusundan uyanarak topraktan demeyelim de insan beyninden fışkırmıştır; tutabilene aşk olsun...Uygarlaşma tarihi hiçbir coğrafya ile ve hiçbir keskin çizgili çağlar ile bölünemez bir bütündür. Ortaçağ paradigması son iki-yüz-elli yıllık zaman diliminin farklı anlaşılmasını sağlamaya yönelik bir düşünceden ibarettir. On-bin-yıl önce tohumu gelecek yıla saklayan ve üretimini sürekli kılan insan son iki-yüz-elli yılda kat ettiği bilim-teknik sayesinde bu sürekliliğini yitirmiştir. Gdo su biçimlendirilen, bozulan tohumlar kör ve karanlıktır ve üretimi sınırlandırılmıştır; yeniden doğuramazlar. Bilimin etiği, bilim insanının etiği olmalı!....Aydınlanmıştık; toprağın bilim-teknik ile kısırlaştırılmasına, gdo su ile oynanan tohumun yeşermesi için zorunlu olarak kullanılması gereken kimyasalların/zehirlerin toprağa şırınga edilmelerine, toprağın karanlıklaştırılmasına bilim-tekniğin geliştirdiği ve etiğini zorladığı, sorumluluk yüklediği anlamlarını vererek kutsamayı da aydınlanma saymalıydık; öğreti böyle idi...Toprağa bunu yapanlar bilim ve teknoloji üretiminde hem gelişmiş ve hem de duyarlı olarak görüleceklerdi...yer-yüzünün tüm kaynaklarının yer-yüzünde yaşayan tüm canlıların ortak mirası olduğu nasıl da unutulmuş....ise, sanatçı ve bilim insanının “aklın eleştirisi” ni yaparken duyarlılığı da unutulmuştu...Leonardo Da Vinci’nin söylendiğine göre bir takım keşiflerini insanların zararına kullanılmasını önlemek için açıklamadığı dillendirilmektedir. Doğru mudur, değil midir bilinmez ve fakat sanat ve bilim insanının tarihsel diyalektiğine, duyarlılığına ve sorumluluğuna yapılan gönderme açısından ister ona ister başkasına ister farazi birine ilişkin olsun ediminin ayrı bir değere sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Teknoloji insanı yaratmaz, insan onu yaratır ve kullanır. Teknolojinin hızı önemsenecek bir olgu değildir; eğer o insanı kendine koşuyor ise neolitik dönemin öküzü ile insan son duruşmada yer değiştirmiş demektir ki bu, ne aydınlanma! Ne de ilerleme!...değildir
 

glsezinrs

Kahin
Yeni Üye
Katılım
12 Ara 2010
Mesajlar
1,358
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
[FONT=VerdanaAydınlanmıştık; toprağın bilim-teknik ile kısırlaştırılmasına, gdo su ile oynanan tohumun yeşermesi için zorunlu olarak kullanılması gereken kimyasalların/zehirlerin toprağa şırınga edilmelerine, toprağın karanlıklaştırılmasına bilim-tekniğin geliştirdiği ve etiğini zorladığı, sorumluluk yüklediği anlamlarını vererek kutsamayı da aydınlanma saymalıydık; öğreti böyle idi...

Öğreti hiçbir zaman böyle değildi, hala da değil.Akıl ve vicdan sahipleri için tabii...
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst