AT 'nin Biyolojiyle İlgisi Nedir?

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Biyoloji kategorisinde telrunya tarafından oluşturulan AT 'nin Biyolojiyle İlgisi Nedir? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,412 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Biyoloji
Konu Başlığı AT 'nin Biyolojiyle İlgisi Nedir?
Konbuyu başlatan telrunya
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan telrunya

telrunya

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
18 Kas 2009
Mesajlar
531
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
33
Daha önce de gördüğümüz gibi, akıllı tasarım (AT) teorisinin en temel iddialarından biri, organizmanın tamamen karmaşık ve bilgiye dayalı yapısının üstün akıl sahibi bir güce ya da varlığa işaret ettiği idi.

O halde, canlılar hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, onların tesadüfe dayalı bir dizi doğal süreç sonucu oluştuğu kanısındansa gerçekte birer tasarım ürünü olduklarını o kadar kolay kavrayabiliriz. Tuhaf ama, akıllı tasarım karşıtlarının çoğu ister istemez bu gerçeği kabul etmektedir. Örneğin; Oxford üniversitesi biyologlarından Richard Dawkins biyolojiyi şöyle tanımlamaktadır; “Biyoloji, belli bir amaç üzere tasarlanmış izlenimi veren karmaşık yapıdaki canlıların çalışmasıdır“.

Benzer şekilde, biyoloji dergisinin son basımında, önde gelen biyologlardan Bruce Alberts ve Ulusal Bilim Akademisi başkanı şöyle yazmıştır:
"Hücreyi çoğu zaman ciddiye almadık. … Aslında hücre, bütün olarak ele alındığında ve yakından incelendiğinde, ciddi teknolojik donanıma ve bölümleri arası karmaşık bir iletişim ağına sahip, büyük protein makinelerinden oluşan bir fabrika izlenimi vermektedir. … Peki, neden hücrenin temel işlevsel faaliyetlerini oluşturan protein merkezlerini protein makineleri olarak tanımladık? Çünkü onlar tam anlamıyla birer makine gibidir; sanki insanoğlunun mikroskobik dünyayı keşfetmek için yaptığı, işleyen parçaları arasında kusursuz bir uyum olan, çalışan birer makine! …"

Elbette, Dawkins ve Alberts gibi biyologlar, canlılığı tasarlayan bilinç sahibi bir kaynağın varlığına inanmaktansa, canlıların apaçık tasarımının birer yanılsama olduğuna ve her şeyin tesadüflere dayalı doğal süreçler sonucu ortaya çıktığına inanmayı tercih etmektedirler. Mesela Dawkins, Paley’in ‘saatçi‘ çıkarımını red etmekte ve saatin aslında bir doğal seleksiyon* sonucu ortaya çıktığını iddia etmektedir.

‘Karmaşık özelleşmiş bilgi’ (KÖB) görüşü, bu iddiayı test etmek için bir yol sunmaktadır. Bunun nasıl çalışabileceğini görmek için, gelin insanın görmesiyle ilgili süreçlerden birini kısaca mercek altına bir alalım. Işık, retinada bulunan ve görme hücreleri olan koni hücrelerine çarptığında, bu hücreler algıladıkları ışığı hemen elektrik sinyaline çevirerek ilgili sinir hücrelerine iletirler. Bu sinir hücreleri de aldıkları elektrik sinyalini beynin görme merkezine doğrudan doğruya iletirler. Peki, nasıl olup ta ışık elektrik sinyaline çevrilmektedir?
Işık yokken, koni hücreleri her hangi bir elektrik sinyali üretmez, böylece nötr durumda iken sodyum iyonlarının özgürce hücre içine girmelerine ve hücreden çıkmalarına izin vermektedir. (Bir iyon, bir atomun ya da atomlar gurubunun elektrik yüklü halidir). Koni hücreleri bunu hücre zarında bulunan belli proteinler aracılığıyla başarmaktadır. İyon kanalı olarak adlandırılan proteinler, bir kapı gibi görev yapmakta, böylece sodyum iyonlarının hücre içerisine girişlerini denetlemektedir. Yine, başka bir protein türü de bir pompa gibi çalışmakta ve içeri girmiş sodyum iyonlarını hücreden dışarı çıkarmaktadır.

İyon kanalları, cGMP olarak adlandırılan başka bir biyomoleküle cevaben de açılıp kapanmaktadır. İfadesi kolay olsun diye bu biyomoleküle ‘opener’ diyelim. Opener, iyon kanalının kapısına dayandığında kanal kapısı açılır ve artı yüklü sodyum iyonlarının hücre içine girmesine izin verir. Opener içeri girer girmez kapı hemen kapanır ve böylece diğer iyonların girişini bir süreliğine engeller.

Aslında, iyon kanalı kapısına dayanan daha pek çok opener molekülü vardır. Ancak, bu kapıdan geçecek olan iyonlar özenle seçilerek içeri alınır. Sonuç olarak, kanal sürekli olarak açılıp kapanmakta ve gerekli iyonların girişlerini ve çıkışlarını denetlemektedir.

Ancak, ışık hücreden içeri girdiğinde durum değişmektedir. Işık, bizim tetikleyici (gerçek adı ‘11-cis-retinal’ dir) diye adlandırdığımız bir biyomoleküle çarpar. Bu çarpma ile birlikte tetikleyici, hücrede kademeli bir kimyasal reaksiyon başlatarak biçim değiştirir.

Tüm bu reaksiyonlar sonucu, opener artık engellenir ve hücre içine alınmaz, sodyum iyonları da artık hücreden içeri giremezler. Pompalar da mevcut sodyum iyonlarını hücre dışına çıkarırken bir elektriksel sinyal meydana gelir. Bu sinyal yeterli güce ulaştığında, hücre içinde ani bir elektriksel tepkime patlak verir. Hemen sonra başka bir kademeli reaksiyon, iyon kanallarının işlemesine tekrar müsaade ederek, tetikleyici ve opener moleküllerini asıl hal ve görevlerine geri çevirir.

Şimdi, sizce bu sistem tasarlanmış mıdır, yoksa tamamen doğal süreçler sonucu tesadüfen mi ortaya çıkmıştır?

Darwinistler, bu sistem dâhil diğer bütün biyolojik sistemlerin doğal seleksiyon sonucu aşama aşama ve tesadüfî genetik başkalaşımlar ile oluştuğunu söylerdi. Diğer bir değişle, var olan sistemlerin sadece, kendilerinden önceki sistemlerin zamanla değişikliğe uğrayarak gelişmiş halleri olduklarını ileri sürerlerdi.

Darwinistlerin aksine, tasarım teorisini savunanlar ise sistemin, özelleşmiş karmaşık yapıda olduğunu, bu yüzden doğal seleksiyon sonucu zamanla kendiliğinden ya da tesadüflere dayalı olarak ortaya çıkmış olamayacağını söylerdi.

Peki, hangi taraf haklı? Aslında, her iki taraf ta söz konusu sistemin karmaşık yapıda olduğunu kabul etmektedir. Yani, sistemin belli pek çok parçasının olduğu ve tüm bu parçaların belli bir uyum içinde birlikte çalıştıkları, her iki taraf tarafından da kabul edilmektedir.

O halde, asıl soru şudur: Karmaşıklık bir yana, sitemler nasıl olup ta özelleşmiştir? Özelleşmişlikten kasıt nedir? Sağlıklı bir şekilde işleyen bir sistemin meydana gelebilmesi için ne denli geniş bir donanım gerekmektedir?

Bu soruları cevaplamanın bir yolu, sistemi yakından incelemek ve nasıl çalıştığını görmektir. Bir düşünün, eğer bu sistemden proteinleri ve diğer biyomolekülleri çıkaracak olursanız, sistem ne kadar iyi çalışır? Yahut çıkarmasanız bile, moleküllerin yapısında ve işleyişinde her hangi bir değişiklik yapacak olursanız, sistem orijinal halindeki gibi sağlıklı çalışır mı? Eğer tüm bunlara rağmen sistem hala çalışıyorsa, o halde sanıldığı gibi özelleşmiş değildir ve büyük olasılıkla da, Darwinistlerce iddia edildiği gibi sistem, doğal seleksiyon sonucu, zamanla kendiliğinden oluşmuştur. Ancak, sadece çok küçük değişiklikleri kaldırabiliyorsa, o halde sistem son derece özelleşmiştir ve tesadüf ürünü olması da imkânsızdır.

Bazı sistemler olağanüstü özelleşmiştir, bu yüzden en ufak bir değişikliği ve müdahaleyi bile hiç bir şekilde kabul etmezler. ‘Bakterilerin dış yüzeylerinde bulunan ve hareket etmek için kullandıkları kamçıları’ böyle bir sisteme örnek olarak gösterilebilir. Bu kamçının oluşabilmesi için 50′ye yakın protein gerekmektedir. Eğer bu proteinlerden birini bile çıkaracak olursanız kamçı ya oluşturulamaz ya da katiyen çalışmaz. Bu durumda kamçı sadece özelleşmiş karmaşıklığa sahip değildir, aynı zamanda indirgenemez derecede kompleks, yani karmaşıktır.

Bilim dergisinde yayınlanan bir çalışma bu durumu daha da büyüleyici kılmaktadır. Bir araştırma gurubu, sıradan bir organizmanın yaşamını sürdürebilmesi ve devamlılığını sağlayabilmesi için kaç genin gerekli olduğu sorusuna yanıt aramış ve bu konuyla ilgili ciddi bir araştırma yapmıştır. Bir organizmanın genlerini onun birer parçası olarak düşünürseniz, bilim adamları bu organizmayı, yaşamını sürdürebilmesi ve devamlılığını sağlayabilmesi koşuluyla, ne kadar küçük parçalara ayırabileceklerini öğrenmek istemiştir.

Bilim adamları bunu kısmen de olsa başarmışlardır. Neticede, Mycoplasma genitalyum diye adlandırılan ve bilinen en basit yapıda olan bir organizma ortaya çıkmıştır (her ne kadar yeni keşfedilen Nanoarchaeum equitans bu kategoride yeni bir bölümü teşkil ediyor olsa da). Organizmanın genetik kodu yaklaşık 580,000 harf uzunluğundadır ve tam tamına 480 protein üreten gene artı 37 RNA türüne sahiptir. Çeşitli protein kodlayıcı genleri çıkardıktan sonra bilim adamları, bu bakterinin 265′ten 350′ye kadar olan genlerinin, laboratuar şartlarında olmak koşuluyla, bakterinin yaşayabilmesi ve devamlılığını sağlayabilmesi için temel olduğu sonucuna varmışlardır.

Peki, sizce bu tasarlanmış bir sistem midir? Evet, öyle görünüyor. Ancak, buradaki asıl husus, özelleşmiş karmaşıklığın çalışmalarımızda rehber olmak amacıyla bize, belli bir standart sağlıyor olmasıdır.


* Doğal seleksiyon, en genel anlamıyla, canlı ya da cansız her hangi bir varlığın olumlu yönde değişen en istendik yapısal farklılıklarının zamanla bir araya gelerek karmaşık bir sistem oluşturması, anlamına gelmektedir.


Kaynaklar:
  • Darwin’s Black Box The Biochemical Challenge to Evolution. Michael J. Behe
  • İndirgenemez karmaşıklık: Darwin’in Teorisine Biyokimyavi bir İtiraz. Michael J. Behe
[1] Richard Dawkins, The Blind Watchmaker (New York: W.W. Norton & Company, ), p. 1.
[2] Bruce Alberts, “The Cell as a Collection of Protein Machines: Preparing the Next Generation of Molecular Biologists,” Cell, 92(February 8, 1998): 291.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst