Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Platon’un Düalizmi: Doğa ve İnsan Ayrı Kutuplarda Val Plumwood’a (1993) göre — filozof ve ekofeminist — insanın doğadan ontolojik olarak ayrılması Yunan felsefesine ve özellikle Platon’a kadar uzanır. Plumwood, Platon’un (ve daha sonra Descartes’ın) Batı düşüncesine — aklı- vücuttan, erkeği kadından,, efendiyi köleden, zihni vücuttan, aklı duygulardan, kültürü doğadan, evrenseli özelden ayıran düalist düşünceyi nasıl kattığını gösterdi. (Plumwood, 1993: 43). Hiyerarşik akıl yürütme, yani birinidiğerlerinden daha üstün kılan düalistik düşünceyi destekleyen bu düşünme biçmi, cinsiyetçilik, ırkçılık ve türcülük gibi olguların meşrulaştırılmasında önemli bir rol oynamıştır. (Singer, 2002). (Byrne, 2014)
Dualist Düşünce Plumwood’un ‘’temellendirme’’ (‘’Backgrounding’’) ve inkar (denial) olarak adlandırdığı; dominant ve baskıcı olanın astlarına olan baskısını temellendiren ve bu baskıyı üstün olana hak gören- ‘’master view ‘’- kavramlardan kaynaklanmaktadır. Mesela Platon, insanların hakkettiği yer olarak “ilahi” varlıkların olduğu yeri görüyordu, ancak militarizm, kadın düşmanlığı ve seçkincilik gibi düşünüşler Platon’un bu konseptinde kendine alan buldu hem Platonun bu düşünüşünü destekledi, kadınları ilkel, kaotik, duygusal, yetersiz, hayvan benzeri varlıklar olarak görüyordu. (Plumwood, 1993: 77). Çarpıcı bir şekilde Plato, hayvanların tuhaf bir evrimsel inversiyonda insanlardan geldiğini düşündü: hayvanların ‘akılsız’ olması bedenlerini deforme etti ve onları yukarıdaki ilahi varlıkların yerinden alıp onları toprağa mahkum etti. (Platonun kuşların evrimini nasıl açıkladığı hakkında hayrete kapılmıyor değiliz . Gerçekten de, Platon’a ait yazmaların çoğunda belirgin olan şey : doğadan mahrum olma; yaşam yerine ölüme değer veren; doğal dünyaya bağımlılığı reddeden ve kast seviyesine varacak sınıflandırma anlayışı onun ideal’ist ontolojisinden kaynaklanmaktadır. (Byrne, 2014)
Bu birini diğerine üstün kılan ikili anlayış (her ne kadar Platon tarafından doğaya egemen olmak bir amaç olarak görülmese de) ileri de insanın doğaya hükmetmesi gerektiğini öne süren geleneğin oluşmasına katkı sunduğu öne sürülebilir. Platon, gerçek hayvanlar ve bitkilerin, doğaüstü bir dünyada yaşayan ideal formların basit birer kopyası olduğunu ve türlerin esasının bu ideal örneğe göre betimlenmesi gerektiğini ileri sürer. Platon’un, ideaların ve nesnelerin dünyalarını ayıran bu iddiası, birbirlerine karşıt iki ayrı evren algısını, duyularla algılanan nesneler evreni ve akılla kavranan idealar evrenini beraberinde getirmektedir. 2 Materyal dünyada yaşayan canlılar arasındaki hiçbir değişim, doğaüstü örneği idealar evrenini etkileyemez.
Platon’un yaptığı ayrım insanı adeta doğadan ayrıştırmıştır. İnsanın nesneler dolayısıyla doğa ile ayrı ayrı evrenlere gönderilmesi insanı yaşadığı evrene yabancı kılmıştır. Bu ayrımda yerini bulan insanın başlıca görevi ise, bütün türlerin içinde yer aldığı üstün yaşam türüne, ‘İyi Formunun tefekkürü’ne giden yolda, aşağı bir alem kabul ettiği doğanın ötesine geçmektir. Zira, Platon, doğal dünyayı, önemsenmeyecek aşağı bir alan olarak kavramıştır.4 Ne var ki, Platon, gerçek insan kimliğini, bu biçimde, doğanın dışında görmesine rağmen, insanlara, dıştaki doğayı kontrol etme görevini atfetmez. O, asıl olarak aklın, iç doğa üzerindeki önceliği varsayımına yaslanarak, bedenin, duyguların ve duyuların tahakküm altına alınıp disipline sokulmasıyla ilgilenir. Bu noktada, Platon’un, doğa-insan ilişkisine dair görüşlerini, önemli nüanslarla ayrıntılandıran Aristoteles’in bu konudaki görüşlerine değinmek, insana atfedilen görevi kavramak açısından zihin açıcı olacaktır. (Yardımcı, 2016) ARİSTOTELES
Aristoteles de Platon’un insana atfettiği görev konusunda benzer görüşlere sahiptir. Aristoteles, “insan(ın) yaşamın zorunlu gereksinimlerinin köleliğinden ancak ve ancak ereği kendisine içkin olan aktivitelere yönelerek kendisini kurtarabileceğini”5 (Erkızan, 1999) ileri sürer. Onun bu iddiasına temel hazırlayanın, canlı varlıkları sınıflandırırken kullandığı temel ilke olan, ruh kavramsallaştırması olduğunu ileri sürmek mümkündür. Aristoteles, ruhu, “içinde potansiyel hayat taşıyan doğal cismin ilk gerçeklik derecesi” (Ronan, 2005, s. 111) olarak tanımlar. Tüm canlılar, beslenmeyi sağlayan bir ruha sahiplerdir. Hayvanlarda, ayrıca hissetmeyi sağlayan bir ruh mevcuttur. İnsan ise, tüm bunlara ek olarak akıl veren bir ruha sahiptir. Aristoteles, bu sınıflandırması ile bir “Doğa Ölçeği” tasarlamış olmaktadır. Aslında bu ölçek, ruhların basitten karmaşığa doğru giden bir sıralamasıdır. “En altta yer alan hareketsiz maddeden, çıkarak bitkilere, süngerlere, denizanası ve yumuşakçalara kadar yükselmekte ve en üstte memeliler ve insan ile son bulmakta(dır.)” (Ronan, 2005) İşte Platon’un ilhamının sezildiği bu sınıflandırma, Orta çağda ve özellikle İslam Dünyasında oldukça ilgi görmesinin yanında, 18. yüzyıl sonlarında yapılacak bilim sınıflandırmalarına da örnek teşkil etmiştir. Aristoteles’in yukarıda kısaca bahsedilen görüşlerinin, Orta çağ’da hakim olan ve evrenin organik kuruluşuna ilişkin olan “Varlık Zinciri” düşünümüne ilham verdiğini ileri sürmek mümkündür. Aristoteles’e göre, “…evren en aşağısından en önemsizinden en yükseğine aslında yaratılmamış fakat yine de bütün yaradılışın kendisine yöneldiği en mükemmel varlığa kadar, yaratıkların hiyerarşik bir biçimde ve derece derece birbirine bağlanmış bir dizisidir.” (Ünder, Çevre Felsefesi Etik ve Metafizik Görüşler, 1996)
Bu dizide yer alanlar arasında bir uyum ilişkisi söz konusudur. Zincirdeki ardışık halkalar, birbirlerinden mümkün olan en az farkla ayrılmışlardır. “Öyle ki, bu düzen zincirinin en uyumlu ve barışçıl bir bütünlük içinde birbirine bağlamadığı ne yerde sürünen bir kurtçuk, ne yükseklerde uçan bir kuş, ne de denizlerde yüzen bir balık vardır.” (Ünder, Çevre Felsefesi Etik ve Metafizik Görüşler, 1996, s. 80)
Aristo, Platon’un düşüncelerini az olsa da yumuşatmıştır. O, Platon’un katı geçişken olmayan varlık kategorileri yerine aslında bir ölçüde birbirine eklemlenebilen varlıklar zincirini öngörmüş olduğu söylenebilir. Aynı zamanda o, madde ve ruh konseptlerini birleştirerek Platon’un insanı doğadan ayrıştıran söylemini de aşmıştır. Böylece insanın da doğayı incelemesi araştırması gerektiği düşüncesinin çıktığı söylenebilir. “Doğa böylece iki anlama, form ve madde anlamına geldiğinden onu basık burunluluğun özüyle aynı şekilde incelememiz gerekir. Yani bu tür şeyler ne maddeden bağımsızdırlar ne de sadece maddi olarak tanımlanabilirler” Aristoteles (aktaran: (Bilal, 2018))