- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 19 Ağu 2008
- Mesajlar
- 3,589
- Tepkime puanı
- 179
- Puanları
- 63
- Yaş
- 60
ANLAM –ANLAMA- ANLAMAK
İçsel ve dışsal olguların devinim türlerine göre kendilerine bir değer yüklenir. Bu değer olgu ve maddeyi tanımlamaktan farklıdır. Olguların var-oluş biçimlerini gözlemleyerek ne olduklarını tanımlamak, onun aynı zamanda ne olmadığını tanımlamak ve anlamaktır. Bu yönü ile eğer madde-düşünce diyalektiğini esas alıyor isek şunu hemen söyleyebiliriz ki “anlamak” şeklindeki düşünce zinciri “anlama” ve “anlam”dan önceki bir halkayı oluşturur.
Öyle ise tartışmaya “anlamak” ile başlamak gerekir düşüncesindeyim
Öz kendinden var olandır ve biçimle sonsuzlaşır. Sonsuzluğun ne olduğunu bilmek, öz-ü anlamak ile başlar. Anlamak, dış evrendeki tüm öz-lerin ve biçim-lerin nasıl var olduklarını, devinimsel yapılarını, neden ve sonuçlarını bilmektir. Bilgi, anlamanın temelini ve alt-yapısını oluşturur. Doğrulanabilir, denetlenebilir ve gözlem ve deney ile yinelenebilir olan bilgi, dayandığı olgunun anlaşılmasını sağlar. Anlamak bir öteki yönü ile özneldir. Evrenin sonsuz olduğunu söylediğimizde bunu nesnel ve öznel olarak ifade etmiş oluruz. Öznel anlamının nesnele yakınlaşması öznelin anlama sınırları ile ilgilidir. Anlamak bu yönü ile gerçeğin ta kendisi olmaktan ötededir. Anlamak ile anlama arasında ince bir çizgi vardır.
Anlama, anlam verebilmeyi, irdelemeyi, düşünceyi başat koşar. Anlama bir yeti değil düşünce halkasının anlamak için kullanılan bir çabasını anlatır. Anlamak nasıl bir şeyi tam olarak bilmek ise anlama da o nu bilme çabası olarak değerlendirilebilir. Öyle ise anlama bir yönü ile kişisel ve öznel çaba olmaktadır. Anlamak ise bu çabanın sonunda doğru ya da yanlış varılan bir sonuç ve değerlendirme olmaktadır.
“Anlam”, hem “anlama” ve hem de “anlamak”tan farklı bir noktaya düşer. Anlam, bir olguya kılıf biçmektir. Olguya bir değer ve bir şekil vermektir. Bu yönü ile anlam, düşüncenin olgu karşısında farklılaşması ve değerlendirmesi ile olguya yönelimi olarak karşımıza çıkar. Zamanı sabite aldığımızda yer çekimine farklı bir anlam, ışığı sabite aldığımızda ise kütle çekimine farklı bir anlam yükleriz. İvmenin kütle çekimi ile eş-değerde olduğunu belirleyen Albert Einstein’in genel ve özel görelilik kuramları bu açıdan Isaac Newton yasalarından ayrılır, zıtlaşırlar. Anlam bir yönü ile bir değeri,değişebilirliği ifade ediyor ise de diğer yandan gerçeğin öznel karşısındaki duruşuna ve var olmasına öznelin yakınlaşması ile anlamak ile aynı noktaya düşmektedir. Bu şu demektir; anlam yüklediğimiz süreçler bizim öznel yaklaşım ve algılarımız ve anlama ve anlam yüklemelerimizden bağımsız olarak vardırlar. Anlam yüklemek ve anlama çabalarımız ise gerçeği anlamak ile örtüştüğünde bir şey ifade edecektir.
“Anlam”, yüklenen olgunun çeşitliliğine göre farklı içreklerde algılanabilir, anlaşılıp değerlendirilebilir. Örneğin “konut” dediğimizde bunun içreğini,kapsamını, ölçülerini, nicel ve nitel yapısını farklı anlamak mümkün olacaktır. “baraka” dediğimizde ise sığınılan derme çatma bir yerleşke anlaşılacaktır ve çok farklı anlamlar yüklenmeyecektir. Bu açıdan “anlam”ın temsil ettiği olgudan bağımsız olmadığını, sübjektif ve –yargı- içermesi nedeniyle de yer ve zamana göre farklılaştığını söylemek mümkündür. Hemen şunu da belirtmek gerekir ki bir olguya anlam yüklenmemiş olması o olgunun anlamsız olduğunu göstermez; ve anlamsız olarak tanımlanmış olması da onun anlamsız olduğunu göstermez. Bu değerler yalnızca o yer ve zamandaki sosyal ilişkilerin genel geçer tanımlamalarıdırlar. Bu yönüyle de “anlam” ve içinde barındırdığı “anlamsız” tanımlamaları sosyal ve tarihsel bir içeriğe sahiptirler. Olgu ile “anlam” bu açıdan bir-birlerinden göreceli olarak bağsızdırlar.
Olgu gözlem ve deney ile anlama çabası içerisinde önce anlaşılır duruma getirildikten sonra anlamlandırılır ki bu halkalar yek-diğerinden koparılmadan gerçekleşir. Olgunun karmaşıklığının onu anlama ve anlamlandırmamızı zorlaştırması bundandır.
Yaratıcı aklın yarattığı soyut kavram ve anlaşılabilir olan “ anlam” sal değerler de temelinde somut olandan yoğrularak soyutlaşan kavram ve değerler olup anlaşılabilir, yorumlanıp değerlendirilebilir olgulardır. Totemden soyut tanrı kavramına geçiş böyledir.
Ekim 2008
Küçküsu
İçsel ve dışsal olguların devinim türlerine göre kendilerine bir değer yüklenir. Bu değer olgu ve maddeyi tanımlamaktan farklıdır. Olguların var-oluş biçimlerini gözlemleyerek ne olduklarını tanımlamak, onun aynı zamanda ne olmadığını tanımlamak ve anlamaktır. Bu yönü ile eğer madde-düşünce diyalektiğini esas alıyor isek şunu hemen söyleyebiliriz ki “anlamak” şeklindeki düşünce zinciri “anlama” ve “anlam”dan önceki bir halkayı oluşturur.
Öyle ise tartışmaya “anlamak” ile başlamak gerekir düşüncesindeyim
Öz kendinden var olandır ve biçimle sonsuzlaşır. Sonsuzluğun ne olduğunu bilmek, öz-ü anlamak ile başlar. Anlamak, dış evrendeki tüm öz-lerin ve biçim-lerin nasıl var olduklarını, devinimsel yapılarını, neden ve sonuçlarını bilmektir. Bilgi, anlamanın temelini ve alt-yapısını oluşturur. Doğrulanabilir, denetlenebilir ve gözlem ve deney ile yinelenebilir olan bilgi, dayandığı olgunun anlaşılmasını sağlar. Anlamak bir öteki yönü ile özneldir. Evrenin sonsuz olduğunu söylediğimizde bunu nesnel ve öznel olarak ifade etmiş oluruz. Öznel anlamının nesnele yakınlaşması öznelin anlama sınırları ile ilgilidir. Anlamak bu yönü ile gerçeğin ta kendisi olmaktan ötededir. Anlamak ile anlama arasında ince bir çizgi vardır.
Anlama, anlam verebilmeyi, irdelemeyi, düşünceyi başat koşar. Anlama bir yeti değil düşünce halkasının anlamak için kullanılan bir çabasını anlatır. Anlamak nasıl bir şeyi tam olarak bilmek ise anlama da o nu bilme çabası olarak değerlendirilebilir. Öyle ise anlama bir yönü ile kişisel ve öznel çaba olmaktadır. Anlamak ise bu çabanın sonunda doğru ya da yanlış varılan bir sonuç ve değerlendirme olmaktadır.
“Anlam”, hem “anlama” ve hem de “anlamak”tan farklı bir noktaya düşer. Anlam, bir olguya kılıf biçmektir. Olguya bir değer ve bir şekil vermektir. Bu yönü ile anlam, düşüncenin olgu karşısında farklılaşması ve değerlendirmesi ile olguya yönelimi olarak karşımıza çıkar. Zamanı sabite aldığımızda yer çekimine farklı bir anlam, ışığı sabite aldığımızda ise kütle çekimine farklı bir anlam yükleriz. İvmenin kütle çekimi ile eş-değerde olduğunu belirleyen Albert Einstein’in genel ve özel görelilik kuramları bu açıdan Isaac Newton yasalarından ayrılır, zıtlaşırlar. Anlam bir yönü ile bir değeri,değişebilirliği ifade ediyor ise de diğer yandan gerçeğin öznel karşısındaki duruşuna ve var olmasına öznelin yakınlaşması ile anlamak ile aynı noktaya düşmektedir. Bu şu demektir; anlam yüklediğimiz süreçler bizim öznel yaklaşım ve algılarımız ve anlama ve anlam yüklemelerimizden bağımsız olarak vardırlar. Anlam yüklemek ve anlama çabalarımız ise gerçeği anlamak ile örtüştüğünde bir şey ifade edecektir.
“Anlam”, yüklenen olgunun çeşitliliğine göre farklı içreklerde algılanabilir, anlaşılıp değerlendirilebilir. Örneğin “konut” dediğimizde bunun içreğini,kapsamını, ölçülerini, nicel ve nitel yapısını farklı anlamak mümkün olacaktır. “baraka” dediğimizde ise sığınılan derme çatma bir yerleşke anlaşılacaktır ve çok farklı anlamlar yüklenmeyecektir. Bu açıdan “anlam”ın temsil ettiği olgudan bağımsız olmadığını, sübjektif ve –yargı- içermesi nedeniyle de yer ve zamana göre farklılaştığını söylemek mümkündür. Hemen şunu da belirtmek gerekir ki bir olguya anlam yüklenmemiş olması o olgunun anlamsız olduğunu göstermez; ve anlamsız olarak tanımlanmış olması da onun anlamsız olduğunu göstermez. Bu değerler yalnızca o yer ve zamandaki sosyal ilişkilerin genel geçer tanımlamalarıdırlar. Bu yönüyle de “anlam” ve içinde barındırdığı “anlamsız” tanımlamaları sosyal ve tarihsel bir içeriğe sahiptirler. Olgu ile “anlam” bu açıdan bir-birlerinden göreceli olarak bağsızdırlar.
Olgu gözlem ve deney ile anlama çabası içerisinde önce anlaşılır duruma getirildikten sonra anlamlandırılır ki bu halkalar yek-diğerinden koparılmadan gerçekleşir. Olgunun karmaşıklığının onu anlama ve anlamlandırmamızı zorlaştırması bundandır.
Yaratıcı aklın yarattığı soyut kavram ve anlaşılabilir olan “ anlam” sal değerler de temelinde somut olandan yoğrularak soyutlaşan kavram ve değerler olup anlaşılabilir, yorumlanıp değerlendirilebilir olgulardır. Totemden soyut tanrı kavramına geçiş böyledir.
Ekim 2008
Küçküsu