Akraba Seçilimi,Hepimiz Akrabayız,Akraba Evl.ri, Ensest ve Evrimi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Bilimsel Makaleler kategorisinde faust tarafından oluşturulan Akraba Seçilimi,Hepimiz Akrabayız,Akraba Evl.ri, Ensest ve Evrimi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,836 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Bilimsel Makaleler
Konu Başlığı Akraba Seçilimi,Hepimiz Akrabayız,Akraba Evl.ri, Ensest ve Evrimi
Konbuyu başlatan faust
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan faust
F

faust

Ziyaretçi
Akraba Seçilimi

Bu yazımızı tüm Evrim Mekanizmaları'nı bitirdikten sonra yazıyoruz, çünkü değeri sonradan anlaşılan ve üzerinde yeni yeni kapsamlı araştırmaların yapılmaya başlandığı, daha da ötesi, tıpkı Cinsel Seçilim gibi çok uzun zamanlar Doğal Seçilim'in bir alt başlığı olarak kabul edilmiş, ancak sonradan değerinin anlaşılmasıyla ayrı bir seçilim mekanizması olduğu anlaşılan Akraba Seçilimi'nden ve bu seçilim tipine bağlı olarak ortaya çıkan fedakarlık (atruizm) ve benzeri davranışlardan bahsedeceğiz. Böylece Evrim'in "Seçilim Mekanizmaları"nın sayısı 4'e çıkmış oluyor. Lafı uzatmadan hemen konumuza girelim:

Akraba Seçilimi, temel olarak birçok hayvan türünde görülmekte olan ve bireylerin özellikle kendilerine yakın akrabalığı bulunan bireylere ayrıcalık tanımaları sonucu oluşan seçilim tipidir. Bu konuda ilginç olan ve bir süre kafaları karıştırmış olan durum, kimi zaman türlerin kendi hayatları ya da uyum başarıları (fitness) pahasına, akrabalarını korumaları veya onlara destek olmalarıyla ilgilidir. Bu durum, günümüzde halen Evrim Karşıtları tarafından cahilce kullanılmakta ve sanki Evrimsel Biyoloji ile açıklanamıyormuş gibi bir izlenim uyandırmaktadır.

Akraba Seçilimi sayesinde bir türün sadece en güçlüleri, daha doğrusu ortama en adapte olanları değil, aynı zamanda akrabalarını en iyi koruyan ve kollayanları seçilmektedir. Çünkü eğer bir birey bir ortamda başarılı olacaksa, kendisini başarılı kılan bu genlerin bulunma ihtimalinin en yüksek olduğu bireyler, yakın akrabalarıdır (akrabalarda genetik yapı birbirine oldukça benzerdir). Dolayısıyla türün devamlılığı için, sadece bir bireyin değil, benzer genleri taşıyan tüm akrabalarının korunması gerekmektedir.

Akraba Seçilimi ile doğrudan ilişkili olarak doğan kavram, kuşkusuz ki fedakarlık (altruism) davranışıdır. Fedakarlık, ortak çalışma sonucunda doğar ve kimi zaman "aşırı"ya kaçarak türün kendi hayatı pahasına karşı tarafı koruması/kollamasıdır. Tanımından da görülebileceği gibi, Akraba Seçilimi ile doğrudan ilişkilidir.

Şimdi bu iki kavram üzerine yoğunlaşarak, yeni Seçilim Mekanizma'mızı daha yakından tanıyalım:

Akraba Seçilimi'nin kökenleri, büyük doğa bilgini ve Evrim Kuramı'nın Babası olarak anılan Charles Robert Darwin'e kadar gitmektedir. Darwin, Türlerin Kökeni'nde konuyu şöyle ele almaktadır:

"Aşılamaz gibi görülen bu zorluk [akrabaların ve türlerin birbirlerine fedakarlıkta bulunması], seçilimin akrabalara ve bireylere uyarlanabileceğini düşündüğümüzde ve bu sayede istenen sonuca ulaşılabildiği düşünüldüğünde yok olmaktadır."

Akraba Seçilimi, günümüzde Evrimsel Biyoloji'nin istatistik ve matematik ile harmanlandığı Popülasyon Genetiği dalının vazgeçilmez unsurlarından biridir. 1930 yılında R.A. Fisher tarafından, akraba seçilimi ile ilgili ilk matematiksel modeller geliştirilmiştir. Daha sonra 1932 ve 1955 yıllarında J.B.S. Haldane daha kapsamlı modellerle akraba seçiliminin daha iyi tanınmasını sağlamıştır. 1963 ve 1964 yılları boyunca yaptığı çalışmalarla W.D. Hamilton ise Akraba Seçilimi'nin Babası olarak anılmaya başlanmış ve Hamilton yaptığı matematiksel çalışmalarla, tüm Dünya'daki bilim insanlarınca, Doğal Seçilim'den bağımsız bir seçilim türü olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır. George Price ise modelleri daha da derinleştirerek, Hamilton'dan aldığı bilgileri zenginleştirmiştir. Ancak "akraba seçilimi" kalıbı ilk olarak 1964 senesinde John Maynard Smith tarafından ortaya atılmıştır.

Dolayısıyla Smith'in ağzından bu yeni seçilim tipini dinlememiz en doğrusu olacaktır:

"Bu süreçlere [türler içerisinde ve türler arasında meydana gelen seçilim süreçlerine] ben sırasıyla akraba seçilimi ve grup seçilimi diyorum. Akraba Seçilimi zaten Haldane ve Hamilton tarafından tartışılmıştır. (...) Akraba Seçilimi diyerek bahsettiğim, söz konusu bir bireyin yakın akrabalarını da etkileyen ve popülasyonun yetişme biçiminde herhangi bir kesintiye sebep olmayacak karakterlerin evrimidir."

Bunu biraz daha açacak olursak büyük Evrimsel Biyolog John Maynard Smith, akraba seçilimi kalıbını bir bireyin yakın akrabalarını da etkileyen karakterleri (özellikler) Evrimsel Süreç'te kazanması (ya da kaybetmesi) olarak kullanmaktadır.

Evrimsel Sosyoloji ve Popülasyon Genetiği açısından bakıldığında akraba seçilimi, bireyler arasındaki gen frekanslarının akrabalık ilişkilerine bağlı olarak değişimi olarak tanımlanmaktadır. Biyoloji açısından baktığımızda, bir canlının iki temel amacı vardır: hayatta kalmak ve üremek. Canlı, bu ikisini gerçekleştirmek zorundadır ve gerçekleştiremezse, soyu tükenir. Bu sebeple tüm canlılığı motive eden bu iki kavram çok büyük önem taşımaktadır. Ancak Akraba Seçilimi, temel olarak Doğal Seçilim (hayatta kalmak) ve Cinsel Seçilim (üremek) olarak kategorize edebileceğimiz bu iki doğa yasasına karşı bir konumda yer almaktadır ve onları dengelemektedir.

Akraba Seçilimi, diğer seçilim mekanizmalarından şu özelliği ile ayrılır: temel olarak bir doğa yasası değildir ve her canlı için geçerli olmak zorunda değildir (diğer seçilim ve çeşitlilik mekanizmaları istisnasız her canlı için az ya da çok geçerli olmak durumundadır). Aslında Akraba Seçilimi de her canlıda mutlaka bir miktar bulunmaktadır; ancak bu düzey kimi zaman diğer mekanizmalar tarafından baskılanır ve dışarıdan gözlenemez. İşte bu sebeple Akraba Seçilimi hem bir doğa yasası, hem de bir Evrim ürünüdür.

Temel olarak Akraba Seçilimi arkasında yatan mantık, günümüzde Richard Dawkins'in başını çektiği "Bencil Gen Kuramı"na dayanmaktadır ve bu kuram için önemli bir mihenk taşı görevi görmektedir. Bu kurama göre (bir diğer yazımızda açıkladığımız gibi) genler, bedenleri kullanan virüsler gibidir. Tek amaçları hayatta kalmak ve kendilerini çoğaltmaktır. Her gen (ya da genel olarak genom) arasında rekabet vardır ve dolayısıyla günümüzde gördüğümüz yaşam mücadelesi doğada bulunmaktadır. Ancak genler, kendilerine benzeyen gen yapılarını korumak isterler, buna meyillidirler. Dolayısıyla, yakın akrabalardaki benzerlikler, genlerin birbirlerini kollamasına sebep olmaktadır. Bu anlatımda genleri "düşünen mekanizmalar" gibi tanımlamaktayız; ancak bu elbette bir metafordur. Anlatılmak istenen, genlerdeki yapıların evrimsel süreçte birbirlerini kollayanların daha başarılı olabildiği şekilde evrimleştiğidir.

Bu konu, halen tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte, akrabalar arasında ayrı bir seçilim olduğu tartışılmaz bir gerçektir ve az sonra değineceğimiz ve çok daha fazlalaştırılabilecek olan örneklerle sergilenmektedir. Ancak bu örneklere geçmeden önce, Akraba Seçilimi'nin nasıl işlediğini ele almamız gerekir.

Akraba Seçilimi ile ilgili anlaşılması gereken ilk şey, Akraba Seçilimi'nin bir fedakarlık türü olduğudur ve her Akraba Seçilimi'nde mutlaka fedakarlık bulunması gerektiğidir (ancak her fedakarlıkta Akraba Seçilimi bulunmak zorunda değildir). Dolayısıyla, Akraba Seçilimi'nin işleyebilmesi için şu iki koşul gereklidir:

- Akrabanın Tanınması: Doğal olarak, tahmin edileceği üzere, Akraba Seçilimi'nin ilk adımı, bir diğer bireyin akrabalık miktarını algılamaktan geçmektedir. Yani sadece bir diğer bireyin sizin akrabanız olup olmadığını anlamak yetmez, aynı zamanda bu akrabalığın derecesini de bilmek gerekmektedir. Bunun için canlılar birçok mekanizma geliştirmişlerdir. Bu doğrudan beyin ile ilgilidir, çünkü beyin büyüdükçe duyu organlarından gelen bilgiler daha ayrıntılı analiz edilebilir ve bu sayede en ufak farklılıklar bile ayırt edilebilir. Bildiğimiz kadarıyla, protozoalar gibi daha ilkin canlı grupları da dahil olmak üzere hemen her canlıda akrabaları tanıyacak mekanizmalar evrimleşmiştir. Bunlar gerek hücrelerin üzerinde bulunan glikoproteinler gibi ayırt edici kimyasallar aracılığıyla, gerekse de duyu organlarına hitap eden sesler, kokular, görüntüler ve benzerleri ile olmaktadır.

- Akışkan Popülasyonlar: Popülasyonların "akışkanlığı", yani bir ortama ne kadar yayıldıkları ve ne kadar geniş alanlarda bulundukları, akraba seçilimini etkilemektedir. Örneğin sosyal hayvanlar, birbirlerine bütünleşik yapılarda bulunurlar ve akraba grupları sürekli bir aradadır. İşte bu durumlarda Akraba Seçilimi çok daha yoğun olarak işleyebilir. Ancak kimi bazı diğer canlılarda bu yayılım çok daha yaygındır, dolayısıyla akraba seçilimi, diğer seçilim ve çeşitlilik mekanizmalarınca baskılanır ve daha seyrek görülür, hatta kimi durumda hiç ayırt edilemez. Dolayısıyla sosyal yapıya sahip türler, kendi soylarının devamlılığı için akrabalarına küçük gruplar içerisinde ayrıcalıklar tanırlar ve onları kollarlar.

Tüm bu anlattıklarımız, en başta de belirttiğimiz gibi çok kapsamlı matematiksel modellere oturtulmuştur ve artık net bir şekilde doğada analiz edilebilmektedir. Bunlara burada girerek sizleri zorlamak istemiyoruz, ancak örnekler üzerinden giderek gerek genel olarak fedakarlık, gerekse de Akraba Seçilimi'nin daha iyi anlaşılmasını hedefleyeceğiz.


Akraba Seçilimi ve Benzer Fedakarlık Örnekleri

1) Güneş Kuyruklu Maymunlar'da Anneler Arası Dayanışma

Güneş Kuyruklu Maymunlar (Cercopithecus solatus), sosyal olarak yaşayan bir primat türüdür. Bu maymunlar, sürüler halinde yaşarlar. Gabon ülkesinin nemli ve yeşil ormanlarında yaşarlar. Yarı-karasal bir yaşam tipine sahiptirler, yani yaşamlarının yarısını ağaçlar üzerinde, yarısını ise yerde yaşarlar. Bu türü akraba seçilimi açısından ilginç kılan özellik, anne maymunlarda görülmektedir. Bir tehlike ya da risk karşısında, anne olan (yavrulara sahip olan) bireyler arasında sıkı bir dayanışma görülürken, anne olmayan bireyler dışlanır veya en azından aynı şekilde karşılanmaz. Üstelik bu önyargı tüm anneler arasında eşit değildir. Daha yakın akraba olanlara gidildikçe, dayanışmanın ve karşılıklı ayrıcalıkların arttığı görülmektedir. Daha uzak akrabalara doğru gidildikçe ise bu önyargı hızla azalır; ancak asla anne olmayanlara karşı olan düzeylere inmez. Bu, akraba seçiliminin ilginç bir örneğidir.

2) Sosyal Böceklerde Kısırlık

Akraba Seçilimi'nin en net olarak görüldüğü canlı grupları şüphesiz sosyal böceklerdir. Sosyal böcekleri incelemek hemen her açıdan ilginç olsa da Zar Kanatlılar'daki bir durum, Akraba Seçilimi'nin önemini vurgulamaktadır. Bu böcek grubundaki işçi böceklerin bir kısmı doğuştan kısırdır. Normalde, Doğal ve Cinsel Seçilimler buna asla izin vermezdi. Ancak böcekler, kısır olmayanların kendi genlerinin de devamlılığını sağlayacağına "güvenerek", Evrimsel Süreç'te üreme yetilerini yitirmişlerdir. Böylece kendileri toplayıcılığa ve yuva bakımına yönelik özelliklerine (güç, enerji, dayanıklılık, esneklik, vb.) çok daha fazla önem verebilmektedirler. Bu sayede hem bir grup aynı türe ait birey üremeyle ilgilenirken, bir diğer grup yuvanın ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu, büyüleyici bir Akraba Seçilimi örneğidir.

3) Sincaplardaki Alarm Çağrıları

Pekçok tür gibi sincaplar da birbirlerini avcılara karşı uyarmak için yüksek sesli alarm çağrıları yaparlar. Bu "cırlak" sesler, diğer bireyleri uyararak kaçmalarını sağlar. Ancak öte yandan çıkarılan bu yüksek ses, avcıların daha fazla dikkatini çekerek, alarm çağrısı yapan bireyin yerinin daha kolay tespit edilmesine sebep olur. Dolayısıyla bu, bireylerin kendileri pahasına gruplarının, türlerinin ve hatta civardaki diğer türlerin hayatını korumaya yönelik sergilenen ilginç bir davranıştır. Cornell Üniversitesi'nden Paul Sherman'ın bu hayvanlar üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre, bir birey, eğer etrafında daha fazla akrabası varsa, daha yüksek sesle uyarı vermektedir. Ancak etraftaki veya yakınlardaki akrabaların sayısı azaldıkça, bu alarm çağrılarının şiddeti azalmaktadır. Aynı davranış birçok kuş grubunda da görülmektedir.

4) Vahşi Hindilerde Cinselliğe Hazırlık

Bu örnek de oldukça ilginç bir Akraba Seçilimi örneğidir. Vahşi hindilerde erkekler dişilere kendilerini beğendirmek durumundadırlar. Bu yüzden oldukça parlak ve göz alıcı, devasa bir kuyruğa sahiptirler. Bu kuyruğun Cinsel Seçilim ve Doğal Seçilim açısından incelemesini diğer bir yazımızda yapmıştık. Ancak aynı hindilerde, bir diğer ilginç durum ise bu dişiyi etkileme davranışlarına hazırlanma aşamasında görülmektedir. Hindiler, ancak belirli bir yaşa geldikten sonra üremeye başlarlar. Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nden Alan Krakauer'in yaptığı bir araştırma, henüz üreme yaşına gelmemiş, genç hindilerin, üreme yaşına gelmiş erkeklerin dişileri etkileme hazırlıklarına yardım ettiklerini ortaya çıkarmıştır. Bu tıpkı mezuniyet balosuna hazırlanan bir insanın kardeşinin kendisine yardım etmesine benzemektedir.

5) Bitkilerdeki Akraba Seçilimi

Daha önce de belirttiğimiz gibi Akraba Seçilimi en ilkin canlılarda bile görülmektedir. Günümüzde oldukça gelişmiş yapılara ulaşabilen bitkilerde de akraba seçilimi görmek mümkündür. Kanada'daki McMaster Üniversitesi'nden Susan Dudley, yaptığı bir araştırma sonucunda Cakile cinsi deniz roketleri bitkilerinin akrabalarıyla olan ilişkilerini ortaya koymuştur. Araştırmaya göre, aynı toprakta yetiştirilen, akraba olmayan bitkiler daha fazla toprak için birbirleriyle sürekli ve vahşi bir rekabet içerisindeyken akraba olanlar aynı toprağa yerleştirildiğinde bu rekabeti neredeyse hiç göstermemişlerdir.

6) İnsan Spermindeki Akraba Seçilimi

Birçok canlı türünde olduğu gibi insan türünde de spermler mayoz bölünmeyle üretilmektedir ve eşeyli üreme mekanizmalarından ötürü her bir sperm birbirinden oldukça farklı bilgiler taşıyabilmektedirler. Yapılan bir araştırma, yumurtaya ulaşmak için birbiriyle yarışan spermlerin bazılarının, kendilerine genom açısından %50'den fazla benzeyen bireylere yakınlarsa, yumurta içerisine girebilmek amacıyla harcanan akrozom yapılarını çok daha hızlı harcayarak kendilerini feda ederler ve genetik benzerliği yüksek olan spermlerin daha kolay yumurta içerisine girebilmesini sağlarlar.

İnsanlarda da kendi akrabalarına karşı gösterilen, kimi zaman özellikle ülkemizdeki aşırı fedakarlık örnekleri, sıradan bir hayvan türü olan insanda da tüm doğa yasalarının aynen işlediğini bize hatırlatmaktadır. Yapılan psikolojik ve sosyolojik araştırmalar, bütün ülkelerdeki insanların kendi akrabalarına her zaman daha fazla önem verdiklerini ve onlar için daha fazla fedakarlık yapacaklarını göstermektedir.

Umuyoruz ki bu yazımız sizlere faydalı olabilmiştir.

En içten saygılarımızla.
ÇMB (Evrim Ağacı)
 
F

faust

Ziyaretçi
Cevap: Akraba Seçilimi,Hepimiz Akrabayız,Akraba Evl.ri, Ensest ve

İnsanlar ve Yakın Akrabalarının Taksonomik Sınıflandırılması Üzerine...

Merhaba arkadaşlar,

İnternette, Türkçe kaynaklar son derece sınırlığı olduğundan, ne yazık ki bazı önemli bilgilere ulaşmak mümkün değil. Biz de Evrim Ağacı olarak bu eksikliğin üzerine giderek, internette başka yerde kolay kolay bulunamayacak veya yeterli derinlikte anlatılmamış konuları zenginleştirmeyi ve yaratmayı hedefliyoruz. Bu sebeple, halk arasından "insan" olarak adlandırılan, bilimsel adı Homo sapiens olan hayvan türünün ve taksonomik sınıflandırma birimlerinden Takım'a kadar olan akrabalarının birbirleriyle olan ilişkilerini izah etmek üzere bu yazıyı hazırlıyoruz.

Yazımıza başlamadan önce, ilk olarak şu notu okumanızı ve anlayana kadar irdelemenizi tavsiye ediyoruz, yoksa aşağıdaki bazı kavramları anlamakta güçlük çekebilirsiniz:



Ayrıca bu yazının, "İnsan maymundan mı gelmiştir?" sorusuna da en bilimsel cevap olacağını düşünüyoruz. Ancak yine de, öncelikle şu notumuzu okuyarak, konu hakkında ön bilgiye sahip olabilirsiniz:



Bu ön bilgileri edindikten sonra, yazımıza başlayabiliriz:

İnsan, bildiğiniz üzere zekası bugüne kadar en çok evrimleşmiş hayvan türüdür. İnsanı insan yapan özellik, apaçık bir şekilde, zekasıdır. Bu zekanın yan ürünü olarak gelen veya diğer hayvanlardan fazla gelişen algı, düşünme, merak vb. kavramlar sonucunda insan, kendi özünü merak etmiş ve arayışa yönelmiştir. Bu arayışta, pek çok iddia ortaya atılmakla birlikte, biri hariç tamamı günümüzde bilimsel geçerliliğini yitirmiştir. Günümüzde, açık bir şekilde ortadadır ki, insan Hayvanlar Alemi'ne ait bir hayvan türüdür ve ortaya çıkışı, kendisinden önceki bazı hayvan türlerinin evrimleşmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Bilimsel olarak artık bunu sorgulamaya dahi gerek yoktur ve bilimsel bir gerçek olarak literatürdeki yerini almıştır. Zaten insanın, hayvanlarla olan trilyonlarca benzerliğine rağmen, tek bir zeka evriminden ötürü farklı olduğunu düşünmek, açık bir biçimde, insan zekasının kibrini, kendini övme ve yüceltme arzusunu ve dolayısıyla insanın zeki olsa bile akıllı bir hayvan olamadığını bizlere göstermektedir. Bu konulara başka yazılarda zaten değinmiştik, tekrar girmeyeceğiz; ancak merak edenler, aşağıdaki bağlantıya göz atabilirler:



Peki, insan, tüm canlıların yerleştirildiği Evrim Ağacı'nda veya daha bilimsel adıyla Filogenetik Sınııflandırma Ağacı'nda nerededir? Evrimsel Biyoloji sayesinde biliyoruz ki, insan da, tüm diğer canlılar gibi, kendisi haricindeki tüm canlılarla belirli bir uzaklıkta akrabadır. Ama en yakın akrabalarıyla ilişkileri nelerdir? İnsanı oluşturacak canlı grupları ne zaman diğer canlılardan ayrılıp kendi evrim yollarına girmiştir? Şimdi bunları ele alacağız. Belki biraz uzun bir yazı olacak; ancak meraklısı için bulunmaz bir kaynak olacaktır diye düşünüyoruz.

Bu konuda yazılmış tahminimizce en kapsamlı kaynak, Richard Dawkins'in "Ataların Hikayesi" isimli kitabıdır. Bu kitapta, insana gidecek olan kollar, tersten, en son ürün olan insandan başlayarak ele alınır ve ilk canlıya kadar takip edilir. Böylece taksonomik sınıflandırma dahilinde Alem (Kingdom) ve hatta Alan (Domain) düzeyine kadar çıkılır. Biz bu yazıda, o kadar geriye gitmeyeceğiz, çünkü bir yerden sonra oldukça karmaşıklaşmakta ve insan ile artık o kadar da bariz bir alakası kalmayan hayvan türlerine girilmekte. En nihayetinde insan ve insanı atalarımız, 7 milyon yıldır var olan türler; tüm maymunların ortak atası ise 47 milyon yıl yaşında. Evrim Tarihi'nin yaklaşık 4.000 milyon yıl (4 milyar yıl) olduğu düşünülürse, 4.000 sayısının yanındaki 47 sayısının ne kadar önemsiz olduğu görülebilir, hele ki 7 sayısı ele alındığında bu önemsizlikdaha da belirginleşir. Modern insan dediğimiz Homo sapiens'in ise sadece 200.000 yıldır (0.2 milyon yıl) olduğunu göz önüne alacak olduğumuzda ise, bu önemsizlik akıl almaz boyutta artacaktır. Dolayısıyla biz, o kadar geriye gitmeyeceğiz ve insanın sadece yakın akrabalarını ele almaya çalışacağız.

Öncelikle, insanın taksonomik sınıflandırmasına bir göz atalım:

Tip: Canlılık (Biota)
Süper Alan (Superdomain): Arkeler ve Ökaryotlar (Neomura)
Alan: Ökarya (Eukarya)
Klad: Amipler, Hayvanlar, Mantarlar (Unikonta)
Klad: Arkadan Kamçılılar, Hayvanlar ve Mantarlar (Opisthokonta)
Klad: Hayvanlar ve Tek Hücreli Yakın Akrabaları (Holozoa)
Alem: Hayvanlar (Animalia)
Alt Alem: Gerçek Dokulular (Eumetazoa)
Klad: Çift Yanlı Simetrikler (Bilateria)
Üst Şube: İkincil Ağızlılar (Deuterostomia)
Şube/Filum: Kordalılar (Chordata)
Alt Şube: Omurgalılar (Vertebrata)
İnfra Şube (Infraphylum): Gerçekçeneliler (Gnathostomata)
Üst Sınıf: Dört Üyeliler (Tetrapoda)
Sınıf: Memeliler (Mammalia)
Alt Sınıf: Doğuran Memeliler (Theriiformes)
İnfra Sınıf (Infraclass): Plasentalı Memeliler / Eteneliler (Eutheria / Placentalia)
Üst Takım (Superorder): Kemiriciler, Tavşanımsılar, Sivri Sincapçıkgiller, Primatlar, Abalı Memeliler (Euarchontoglires)
Takım: Primatlar / İri Beyinli Yüksek Memeliler (Primata)
Alt Takım: Kuru Burunlu Primatlar (Haplorrhini)
İnfra Takım (Infraorder): Maymunlar (Simiiformes / Simians)
Geçiş Takımı (Parvorder): Eski Dünya Maymunları ve İnsaymunlar (Catarrhini)
Üst Familya: İnsaymunlar / İnsansılar (Hominoidea / Apes)
Aile/Familya: Büyük İnsaymunlar (Hominidae / Great Apes)
Alt Familya: İnsanlar, Şempanzeler, Goriller ve Ataları (Homininae)
Oymak/Tribü: İnsanlar, Şempanzeler ve Ataları (Hominini)
Alt Oymak: İnsanlar ve Ataları (Hominina)
Cins: İnsan (Homo)
Tür: Anatomik Olarak Modern İnsanlar / Düşünen İnsanlar (Homo sapiens)
Alt Tür: Modern Düşünen İnsan (Homo sapiens sapiens / Wise Human)

Bu kapsamlı sınıflandırma, sadece insan için değil, tüm canlılar (ve hatta cansızlar) için yapılabilmektedir. Yukarıda verdiğimiz Taksonomi ile ilgili temel bilgileri içeren bağlantımızda verdiğimiz birkaç örnekte daha kısa sınıflandırma vermemizin sebebi, kafa karışıklığına engel olmaktı. Ancak oradaki canlılar da, bu şekilde ayrıntılı sınıflandırılabilmektedir.

Yukarıdaki her bir basamağın, aşağıya inildikçe daha da spesifik bir grup (klad) haline geldiğini unutmayınız. Zaten bir göz atacak olursanız, her bir basamakta canlıların nasıl sınırlandığını ve belirginleştiğini görebilirsiniz. Yerden kazanmak adına, yukarıdaki basamakların Takım'dan üstünü izah etmeyeceğiz. Ancak ilerde, gerekli görürsek bunlarla ilgili açıklamalar yapacağımız yazılar yayınlayabiliriz.

Görebileceğiniz gibi, kavramların Türkçe karşılıklarının olmaması veya en azından tek kelimelik, basit karşılıklarının olmaması sıkıntı yaratabilmektedir. Bu sebeple, biz de Latince kavramlar üzerinden gideceğiz. Dolayısıyla, yukarıdaki parantezler içerisindeki Latinceleri gözden geçirmenizde fayda görüyoruz.

Burada önemli bir soru sormak gerekir:

"Maymun" nedir?

Maymun, parafiletik (ortak bir ataya ait tüm torun türleri içerisine almayan taksonomik grup) bir gruptur. Maymun, Biyolojik olarak Eski Dünya Maymunları (Cercopithecoidea) ile Yeni Dünya Maymunları'na (Platyrrhini) hep birlikte verilen isimdir. Bu duruma göre İnsansılar/İnsansı Maymunlar/İnsaymunlar (Ape) olarak bilinen Hominoidea; yani insanlar, insansı ataları ve yakın akrabaları (şempanzeler, bonobolar, goriller, orangutanlar) birer maymun değildir! Biz her ne kadar bir şempanzeye düşünmeden "maymun" diyor olsak da, yaygın olarak kabul edilen bilimsel terminoloji açısından şempanze de, tıpkı insan, orangutan ya da goril gibi bir maymun değildir.

Öte yandan Yeni Dünya Maymunları arasında bulunan marmosetler, tamarinler, kapuçin maymunları, sincap maymunları, baykuş maymunları, titiler, saki maymunları, uakariler, örümcek maymunları, bağıran maymunlar; Eski Dünya Maymunları arasında bulunan babunlar, makaklar, vervetler, kolobus maymunları, lutunglar, surililer, langurlar, doklar, proboskisler, domuz-kuyruklu maymunlar isimlerinden de anlaşılabileceği üzere birer maymundur. Bunlardan başka onlarca maymun türü bulunmaktadır, biz sadece bazı örnekler verdik.

Ne var ki, bu kullanım kafaları karıştırabilmektedir. Çünkü insanların dahil olduğu İnsaymunlar (İnsansı Maymunlar), Eski Dünya Maymunları ile yakın, Yeni Dünya Maymunları ile uzak akrabadır. Dolayısıyla, Eski Dünya Maymunları ve Yeni Dünya Maymunları içine alan "maymun" sözcüğü, insanları ve yakın akrabaları olan insaymunları dışlamaktadır (her ne kadar "insansı maymun" derken "maymun" sözcüğünü kullansak da).

Ancak modern taksonomide sınıflandırmalar en küçük gruptan başlayarak, en yakın akrabaları içine alarak genişleyerek yapılmaktadır; buna rağmen "maymun" sözcüğü bu genel yaklaşıma ters bir isimlendirme olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bunun sebebi, ne yazık ki bilim insanlarının günümüzden on yıllar önce şahsi görüşlerinin yanılgılarına düşmeleridir. Tıpkı bilim düşmanı olan kitlelerin kendi düşüncelerinden yola çıkarak doğayı kafalarına göre yorumlayıp isimlendirme merakları gibi, bu şekilde çok çok nadir de olsa bilimin içerisinden gelen insanlar da, düşünceleri, ahlaki yaklaşımları, şahsi inançları ve kimi zaman da insanları korkutup galeyana getirmeme meraklarından ötürü bilimsel tarafsızlıklarını yitirmektedirler. İnsanları, "maymun" olarak saymamak ve isimlendirmemek adına, maymun sözcüğü insanları içine alan bir grup olarak kullanılmamış ve tamamen anlamsız ve kafa karıştırıcı bir şekilde sadece Eski Dünya Maymunları ile Yeni Dünya Maymunları'nı kapsamıştır. Bunun kültürel sebepleri oldukça anlaşılırdır; ancak bilimsel bakıldığında bu tam bir saçmalıktır.

Ancak neyse ki bilim hatalarından ders almayı bilen ve kendini geliştirmekten çekinmeyen bir bilgi türü olduğu için günümüzde, modern ve gerçekçi bilim insanları, bu kavramı değiştirmeye başlamışlardır. Evrim Ağacı olarak biz de, bu korkusuz, gerçekçi ve modern bilim insanları arasında, onlara destek olmaktayız. Yazılarımızda insanın bir "maymun türü" olduğunu açıkça belirtmekteyiz, çünkü bu sadece bir isimlendirmedir ve "maymun" kelimesi sanılanın ve düşünülenin aksine bir hakaret değil, bilimsel bir terimdir.

Maymun kelimesi günümüzde giderek, her ne kadar parafiletik bir grubu kastetse de, filogenetik olarak anlamlı olabilmesi için "Simiyen" (Simiiformes = Simiyen) infratakımı ile eşanlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yukarıdaki fotoğrafta Simiiformes'in kapsadıklarını görebilirsiniz. Bu sayede "maymun" sözcüğü, Eski Dünya Maymunları, Yeni Dünya Maymunları ve İnsansı Maymunlar (İnsaymunlar) gruplarını kapsayacak hale gelecektir. Evrim Ağacı olarak bizler, bu bilimsel duruşun Türkiye'de yayılmasını sağlayacak kaynak olmak üzere çalışıyoruz.

İnsan türü olarak, kendimizi diğer hayvanlardan ve maymunlardan dışlamaya çalışmanın anlamı yok. İnsan türü, yeni gelişen ve benimsenen bilimsel terminolojiye göre bir primattır, bir "maymun" türüdür ve daha spesifik olarak bir İnsansı Maymun'dur. Bunda alınacak, darılacak, bozulacak bir taraf bulunmamaktadır ve bulunmamalıdır da. Böylece insanın maymunlardan gelmediği, diğer maymunlarla ortak atası bulunduğu ve kendisinin de zaten bir maymun türü olduğu daha net anlaşılabilecektir.


Devam edelim... Yol haritamıza bakacak olursak:

Ekli dosyayı görüntüle 1053

Primatların Soy Ağacı

Dediğimiz gibi, biz bunları Takım'dan itibaren ele alacağız. Öyleyse başlayalım:

Primatlar, insanın en yakın akrabalarını içine alan, en geniş gruptur. Primat, kelime anlamı olarak Latinceden gelir ve "birincil", "birinci kademe" gibi anlamlar taşır.

Primatlar içerisinde Ön Maymunlar (Prosimians, Prosimiyenler: lemurlar, lorisler, galagolar, ayaylar ve tarsiyerler) ve Maymunlar (Simians: Eski Dünya Maymunları ve İnsaymunlar) bulunur. Primatlar bunun haricinde, Nemli Burunlu Maymunlar (Strepsirrhini) ve Kuru Burunlu Maymunlar (Haplorrhini) şeklinde iki büyük Alt Takım'a da ayrılabilirler.

Nemli Burunlu Maymunlar (Strepsirrhini): İçerisinde 32 tür cüce lemur ve fare lemuru, 1 tür ayayı, 22 tür lemuru, 26 tür sportif lemuru, 19 tür yünlü lemuru, 9 tür loris, potos ve türevlerini, 19 tür ise galagoyu barındıran gruptur. Temel olarak tarsiyerler hariç büyün Ön Maymunlar'a Nemli Burunlu Maymunlar denir.
Ön Maymunlar (prosimiyenler); sadece Madagaskar Adası'nda ve Güney Doğu Asya'da bulunurlar. Bir grubu, Afrika'da da yaşamaktadır. Lemurlar, lorisler, galagolar, ayaylar ve tarsiyerler bu gruba girerler. Yukarıda açıkladığımız Nemli Burunlu Maymunlara, tersiyerleri eklediğimizde elde ettiğimiz grup Ön Maymunlar'dır.
Kuru Burunlu Maymunlar (Haplorhini): Temel olarak tarsiyerleri, maymunları (simiyenler) ve insaymunları (apes) barındıran gruptur. İçerisinde barınan türler ve miktarlarına aşağıda değineceğiz.
Tarsiyerler (Tarsiidae): İçerisinde 9 tür tarsiyeri barındıran familyadır. Tüm bireyleri Güney Doğu Asya'da bulunur. Devasa gözlere sahiptirler; hatta gözlerinin her biri, beyinleriyle aynı büyüklüktedir. İsimlerini uzun tarsus kemiklerinden alırlar. Gececil (nokturnal) hayvanlardır.

Maymunlar (simiyenler); Yeni Dünya Maymunları'nı, Eski Dünya Maymunları'nı ve İnsaymunları kapsar. Maymunlar, genel olarak Ön Maymunlar'dan daha iridirler.
Yeni Dünya Maymunları (Platyrrhini ailesi geçiş takımı veya Arthropoidea infra takımı); marmosetlerin ve tamarinlerin 42 türünü, kapuçinler ve sincap maymunlarının 17 türünü, baykuş maymunlarının 10 türünü, titiler, sakisler ve ukarislerin 42 türünü ve örümcek maymunlarının 28 türünü barındırır. Bu maymunlara "Yeni Dünya Maymunu" denmesinin sebebi, Güney Amerika'da keşfedilmiş ve yaşıyor olmalarıdır. Temel olarak ortalama büyüklüktedirler. Bilimsel isimlerini veren Platyrrhini, "basık burun" demektir. Yeni Dünya Maymunları'nı ayırt etmenin en kolay yolu, burunlarının basık olup olmadığına bakmaktır. Burun delikleri, iki yana dönük gibidir. Yeni Dünya Maymunları'nın bir diğer ayırt edici özellikleri, "kavrayıcı kuyruk" yapısına sahip olmalarıdır. Yeni Dünya Maymunları, 3 renkli (trikromatik) görüşe sahip değildirler. Yeni Dünya Maymunları'nı, diş yapılarına bakarak da ayırt edebiliriz. Bu tip maymunların 12 adet premolar dişi (kesici ile çiğneyici dişler arasındaki geçiş dişleri) bulunur. Bu maymunların 40 milyon yıl önce insana gidecek Evrim Ağacı kolundan ayrıldığı düşünülmektedir.
Eski Dünya Maymunları (Cercopithecidae ailesi veya Catarrhini geçiş takımı) (babunlar ve makaklar); 135 tür maymunu kapsamaktadır. Çok geniş bir alanda yaşarlar ve temel olarak Afrika ve Asya'da bulunurlar. Bunlar, genellikle irilik açısından ortalama bir büyüklüğe sahiptirler. Kimi ağaçlar üzerinde yaşarken (arboreal), tamamen karada yaşayan (terrestial) türler de bulunmaktadır. Ağaçlar üzerinde yaşayan türlerin baş parmakları, ağaçlara asılı kalmaya elverişli bir biçimde evrimleşmiştir. Eski Dünya Maymunları'nın burunları basık değildir ve dardır. Ayrıca Yeni Dünya Maymunları'ndan farklı olarak kavrayıcı bir kuyruğa değil, kısa ve güçsüz bir kuyruğa sahiptirler. Bu tip maymunlarda 3 renkli (trikromatik) görüş bulunmaktadır. Eski Dünya Maymunları'nın 8 adet premolar dişi bulunmaktadır. Eski Dünya Maymunları'nın çoğu hem etçil hem otçuldur (omnivor) ancak genel olarak yeşillik ile beslenmeyi tercih ederler. Aralarında vejetaryen olaran türler de bulunur.
İnsaymunlar (Apes / Hominoidea); 135 tür gibonu barındıran Gibongiller (Hylobatidae: "küçük insansı maymunlar" veya "düşük insaymunlar") familyasını ve 4 tür yüksek maymunu barındıran İnsangiller (Hominidae: büyük insansı maymunlar) familyasını kapsar. Bu İnsangiller ise şempanzeleri, gorilleri, insanları ve orangutanları barındırmaktadır. Goriller ve insanlar hariç tüm gerçek insaymunlar ağaçlara tırmanmakta ustadırlar. Hemen hemen hepsi hem etçil hem otçuldur (omnivor). İnsan türü Dünya'nın her yerine yayılmış olsa da, geri kalan İnsaymunların çoğu Afrika ve Asya'da yaşamaktadır. İnsanlar dışındaki insaymunların çoğu yok olma tehlikesi altındadırlar veya seyrek bulunurlar.

Okumanın zorlaşmaması adına, burada alt başlıklara bir son vererek yeni bir dallanmaya başlamak istiyoruz. Ancak öncesinde, bazı toparlayıcı açıklamalar yapmakta fayda görüyoruz: Buraya kadar anlamış olabileceğiniz gibi, hayvanların sınıflandırılması oldukça karışık ve zorlu bir iştir. Gerçekten Biyoloji konusunda uzman olmak gerekmektedir ve her biyologun da ustalıkla altından kalkabileceği bir iş değildir. Tek bir türün filogenetik sınıflandırılmasını incelemek bile çok uzun yıllar alabilmektedir. Bu sebepledir ki, birileri (binlerce bilim insanı) bütün ömürlerini tek bir türü ve ailesini anlamaya harcarken, 3-5 cahil veya bilgisiz insanın sırf para kaynaklarını kullanarak televizyon, gazete ve diğer yayın organları aracılığıyla, güvenilmez ve şahsi inançlarının kendilerine verdiği sözde yetkilere dayanarak, bu narin emeği hiçe sayarak bilime saldırmaları; sadece bilim düşmanlığından değil, emek hırsızlığı, korkaklık, üşengeçlik ve adilikten de kaynaklanmaktadır. Bu sebepledir ki Evrim Ağacı katiyetle bilim-dışı kaynaklara itibar etmez, edenlerin de bu manipülasyona alet olmasına izin vermez.

Bu önemli gördüğümüz açıklamayla birlikte, bilime dönecek olursak: Burada ilk gözümüze çarpan nokta şu olmalıdır: İnsanlar, maymunlardan gelmezler! İnsanlar, zaten maymundurlar! Bunu defalarca söylemiş olsak da, yukarıdaki taksonomi, bunu açıkça ortaya koymaktadır. Yine de, yukarıda kalın harflerle yazdığımız yazının manipüle edilip yanlış anlaşılabileceğini düşünerek izah edelim: İnsanlar, maymunlar (simiyenler) infra takımının bir üst familyasıdır. Yani insanlar, bilimsel olarak zaten maymundurlar. Evrimsel Biyoloji açısından ve dolayısıyla yine bilimsel olarak ise, "insan" dediğimiz tür, "maymun" dediğimiz infra takımdan "gelemezler" ve "evrimleşemezler". Çünkü bu infra takımın günümüzdeki üyeleri zaten modern hayvanlardır ve bir modern hayvanın atası, çağdaşı bir diğer modern hayvan olamaz! Bu sebepledir ki, insanlar ile diğer maymunların ortak atası, bir diğer maymun olamaz. Bu canlıya "maymunsu" gibi yeni bir isim vermemiz gerekmektedir. Bu ortak ata, bundan yaklaşık 47 milyon yıl önce Eosen Dönemi'nde yaşamış olan Darwinius masillae isimli (popüler adı: Ida) bir türdür. Bu tür, Ön Maymunlar (Prosimiyenler) ile Maymunlar (Simiyenler) arası "geçiş türü"dür ya da "kayıp halka"dır ve yapbozu muhteşem bir şekilde tamamlar.
Şimdi, vakit kaybetmeden daha alt kısımlara da inebiliriz:

İnsaymunlar (Hominoidea): Zaten genel hatlarıyla yukarıda açıkladığımız bu grup bir üst familyadır. Dediğimiz gibi 135 tür Gibongil'i ve 4 tür yüksek maymunu barındırır. Şimdi bunları inceleyelim:
Gibongiller (Hylobatidae): Bunlara, aynı zamanda "düşük insaymunlar" ya da "küçük insansı maymunlar" da denmektedir. Kromozom sayılarına göre 4 cinse ayrılırlar: Hilobatlar (Hylobates), Hulok Gibonları (Hoolocks), Sarı Yanaklı Şebekler (Nomascus) ve Siyamang (Symphalangus). Gibonlar genellikle tropikal veya alt tropikal iklimde yaşarlar ve dolayısıyla Hindistan ve Endonezya'daki yağmur ormanlarında, Kuzey ve Güney Çin'de, özellikle de Sumatra, Borneo ve Java'da yaşarlar. Kendilerine "düşük insaymunlar" denmesinin sebebi, "yüksek insaymunlar"a göre küçük olmalarından, daha az cinsel çift-biçimli (sexual dimorphism) olmalarından, yuvalarının olmamasından ve bazı anatomik farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Gibonlar, gerçek bir hareket ustasıdırlar ve çok hızlı bir şekilde ağaçtan ağaca ilerleyebilirler. Bunu, yerden 15 metre yükseklikte, saatte 56 kilometre hızla yapabilirler. Ayrıca 8 metreye kadar sıçrayabilirler. Üstelik gerekirse, yerde iki ayakları üzerinde yürüyebilirler (bipedalism). Açık ara farkla, uçamayan memeliler arasındaki en hızlı hayvandırlar. Aralarından en irisi Siyamang'dır. Gibonların en önemli özelliği, bilek eklemlerinin "yuvalı topuzlu eklem" (ball in socket) şeklinde olmasından dolayı bileklerini iki yönde de hareket ettirebilmeleridir. Gibonlar, son derece sosyal hayvanlardır ve alanlarına çok ciddi bir biçimde bağlıdırlar. Alanları ihlal edildiğinde, vahşi bir biçimde saldırabilir veya çığlıklarla saldırganı uzaklaştırabilirler. Sesleri, 1 kilometre uzaktan bile duyulabilmektedir. Ses çıkarma konusunda uzman bir hayvan olan Gibonlar için, çiftleşme sırasında da karşıt cinslerin yaptıkları düetler önem arz etmektedir. Çiftleşme sırasında genellikle erkekler şarkı söyleyerek dişileri etkilerler; ancak kimi zaman, beraber söyleyerek gibonlara göre en uyumluların seçildiği de görülmektedir. Gibonlar, insaymun soyağacında dış grup (outgroup) olarak yer alırlar. Bu, ortak atadan ayrılan ilk aile olmalarından kaynaklanmaktadır. Gibonlar, diğer maymunlardan yaklaşık 15-20 milyon yıl önce ayrılmışlardır.
Yüksek İnsaymunlar (Hominidae): Bu aile 4 cinsi taşır: şempanzeler, goriller, insanlar ve orangutanlar. Ortak ataları bundan 14 milyon yıl kadar önce yaşamıştır ve orangutanlarla geri kalan aileler, bu türden evrimleşmiştir. Henüz bu türe ait fosil kaydı bulunmamaktadır; ancak çalışmalar sürdürülmektedir. Hominidae ailesinin kendi içerisindeki ilişkileri, bilimin ilerlemesiyle birlikte birkaç defa değiştirilmiştir. Temelde çok köklü değişimler olmasa bile, cinslerin birbirleriyle olan akrabalıkları gözden geçirilmiştir. Günümüzde, bütün yüksek insaymunlara hominid denmektedir. Bu noktada, konuyla ilgili bazı terimleri vermekte fayda görüyoruz: Hominoid kelimesi, insaymun kelimesi ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Kısaca, Hominoidea üst familyasının tamamına işaret eder. Hominine kelimesi, Homininae alt familyası demektir; yani goriller, şempanzeler ve insanlardan bahsederken kullanılmaktadır. Hominin kelimesi Hominini oymağı için kullanılır ve bonobolar, şempanzeler ve insanları kasteder. Hominan kelimesi Hominina alt oymağına işaret eder ve sadece insansıları kapsar. Human (İngilizce) kelimesi ise Homo cinsine ait bir birey için kullanılır. Hominidae, büyük ve kuyruksuz maymunlardan oluşmaktadır. En küçüğü, 30-40 kg. ağırlığındaki Bonobo maymunlarıdır. En büyükleri ise erkekleri 140-180 kg. ağırlığına ulaşabilen gorillerdir. Zaten genelde hominidlerin erkekleri dişilerinden daha iri olmaya meyillidir. Pek çoğu, yarı-zorunlu dört ayaklılardır (predominant quadraped); gerektiği zaman (alet yaparken, yiyecek toplarken, vs.) iki ayak üzerinde yürüyebilseler de çoğunlukla ellerini de yürümek için kullanırlar. Çoğu hem etçil hem otçuldur (omnivor) ancak insanlar hariç çoğu daha çok meyve yemeyi tercih eder. Yiyecek miktarı az olduğunda, bambu yaprakları ve gövdelerini de yiyebilirler. İnsanlar, Neolitik Devrimi'nden beri (avcı-toplayıcı düzenden tarımsal düzene geçiş) tahıl ve nişastalı besinleri ve özellikle de eti tercih etmektedirler. Beslenmedeki bu önemli değişim, zekanın evriminde çok önemli role sahiptir. Hominidlerin dişleri temel olarak Eski Dünya Maymunları'na benzerken, insanların dişleri ve çeneleri diğer insaymunlara göre oldukça daha küçüktür. Bunun sebebi de, atalarımızın ve bizim bir milyon yıl kadar bir süredir pişirilmiş et yememizdir. İnsaymunların çoğunda gebelik 8-9 ay arası sürmektedir. Goriller ve şempanzeler, 5-10 kişilik aileler halinde yaşarlar. Kimi zaman bu sayılar artabilmektedir. Bu hayvanlarda erkek egemen bir düzen hakimdir. Ancak dişiler, besin stokları azaldığı zaman farklı yönlere giderek besin arayabilirler ve erkekler onları kontrol edemez hale gelirler. Dişiler, bu arayışları sırasında başka erkeklerle çiftleşebilirler. Böylece gen akışı meydana gelmiş olur. Gorillerde, şempanzelere göre daha fazla cinsel çift-biçimlilik bulunmaktadır (sexual dimorphism). Ayrıca tüm Yüksek İnsaymunlar'da gelişmiş zeka ve ses çıkarma becerisi bulunmaktadır. Bu konulardaki araştırmalar halen sürdürülmekle birlikte önemli bir örnek olarak Kanzi isimli bir bonobo maymunu, insan dilini %93'lük bir başarıyla anlamakta, kelimeleri ve cümleleri analiz edip algılayabilmektedir. Bunlara, başka bir yazımızda tekrar değinebiliriz. Hominidae de kendi içerisinde ikiye ayrılır: Homininae (İnsanlar, Goriller ve Şempanzeler) ve Ponginae (Orangutanlar).
Bundan sonraki alt başlıklardan da, yine okuma kolaylığı açısından bu şekilde maddeler halinde değil ama tek tek bahsetmek istiyoruz. Böylece çok daha güçlü bir algılama düzeyine ulaşabileceğinize inanıyoruz.

Ponginae (Orangutanlar): Bu alt aile, Hominidae ailesi içerisinde ayrılan ilk gruptur. 7 farklı cinsi barındırmakla birlikte, ne yazık ki bunların 6 tanesinin soyu tükenmiştir. Geriye kalan tek cins, Pongo cinsidir ve orangutan anlamına gelmektedir. Geriye kalan Gigantopithecus, Sivapithecus, Lufengpithecus, Ankarapithecus, Ouranopithecus ve Griphopithecus cinslerinin soyu tükenmiştir. Bunlardan bizim açımızdan ilginç olanı, Ankarapithecus isimli cinstir. Bu cins, Geç Miyosen Dönem'de (bundan 5 ila 10 milyon yıl önce) yaşamış olan, 25 kilogram ağırlığındaki bir türdür ve 1950'lerde Ankara'da keşfedilmiştir.
Orangutanlardan geriye kalan son cins olan Pongo'ya bakacak olursak: Bu cins, Asya'da (sadece Endonezya ve Malezya'da) ağaçlar üzerinde (arboreal) olarak yaşamaktadır. Diğer insaymunlara göre daha uzun kollara sahiptirler. En zeki insaymun cinsleri arasında yer alırlar ve dalları kullanarak kendilerine yatak, çatal, silah, vb. aletler üretebilmektedirler. Genellikle kızıl-kahverengi renktediler. Orangutan kelimesi, Malezya dilinde "orman insanı" anlamına gelmektedir. Günümüzde bu cinse ait iki tür yaşamaktadır: Pongo pygmaeus (Borneo Orangutanı) ve Pongo abelii (Sumatra Orangutanı).
Orangutanlar, genel olarak 1.2-1.5 metre boyunda, 30-80 kilogram arasındadır. Orangutanların elleri, insanların ellerine oldukça benzemektedir ve parmak yapıları benzerdir. Ancak ayaklarında, insanlardan farklı olarak, hareketli bir başparmağa sahiptirler, bu sayede ağaçlar üzerinde avantaj sağlayabilirler.

Tek bir popülasyon hariç, orangutanlar yüzemezler. İnsaymunlar arasında en çok ağaçlar üzerinde kalan alt familyadır ve hemen hemen tüm zamanları ağaçlarda geçer. Günün çoğunu beslenerek ve avlanarak geçirirler. Diyetlerinin %65-90 arası meyvelerden oluşur. Genellikle yalnız başlarına yaşarlar; ancak anne ile yavru arasında sıkı bağlar gözlenebilir. Popülasyonları genelde sabit ve değişken bireylerden oluşabilir; kimi sürekli aynı popülasyonda kalırken, kimi popülasyondan popülasyona yer değiştirebilir. Bu sebeple bilim insanları onları "yalnız ama sosyal" hayvanlar olarak tanımlarlar.
Orangutanlar kendilerine alet yaparak böcekleri yuvalarında avlayabilirler. Bu konuda onlarca araştırma yapılmıştır ve her biri, "orangutan zekası" denen kavramı ortaya koymaktadır. Hatta kimi orangutanlar, yapraklara şekil vererek onları hoparlör şeklinde kullanabilmekte ve bu sayede seslerini daha uzaklara duyurabilmektedirler. Benzer şekilde yaptıkları aletlerle, düşmanlarına göz dağı verebilecek kadar çok ses çıkarabilirler.
Homininae (İnsanlar, Goriller ve Şempanzeler): Bu alt aile, temel olarak Hominini (İnsanlar ve Şempanzeler) oymağı ile Gorillini (Goriller) cinsini barındırır. Şimdi burada, bizden 7 milyon yıl önce ayrılan gorilleri görelim:

Gorillini (Goriller): Goriller, Orta Afrika'da yaşayan güçlü yapılı insaymunlardır. 2 türe ve 4-5 alt türe ayrılırlar: Gorilla gorilla ve Gorilla beringei.

Gorillerin genleri, insanlardan sadece ortalama %1.6'lık bir kısımla farklıdır. Goriller, genel olarak el parmaklarını boğum yaparak ve onlardan destek alarak, dört ayak üzerinde yürürler. Kısa mesafelerde iki ayak üzerinde yürüdükleri de tespit edilmiştir. Genelde erkekler, 1.70 metre civarındadırlar ve 140-200 kg. arasında olabilirler. Dişilerse, genelde erkeklerin yarısı kadardırlar. Renkleri değişebilse de, çoğunlukla koyu renklerde veya siyahtırlar. Hemen hemen bütün gorillerin kan grubu aynıdır ve B tipidir. İnsanlar gibi kendilerie has parmak izleri vardır.
Goriller, gruplar halinde yaşarlar. Her grubun erkek bir lideri bulunur ve tüm kararları o alır, anlaşmazlıkları çözer, ekibi yönlendirir ve korur. Dişiler, erkeklere bağımlı olarak yaşarlar. Erkekler ve dişiler arasında genelde sert bir ilişki vardır; ancak erkekler çok nadir vakalar hariç asla dişileri yaralamazlar. Gorillerin kimi gruplarında birden fazla erkek lider bulunabilir. Hatta kimi grupta sadece erkekler vardır. Gorillerde, sadece bonobolar ve insanlara özgü olduğu düşünülen yüzyüze cinsel birleşme görülmüştür. Genelde hamilelik 8.5 ay kadar sürer. Yılda 1 defa çiftleşirler. Gorillerde, dişiler erkekleri cinsel birleşme için etkilemeye çalışırlar ve dikkatlerini çekmek için sesler çıkarır, tepinir ve vururlar.
Gorillerde de gelişmiş bir ses yapısı vardır. Her bir durum için ayrı ses çıkarırlar ve bu sesleri ayırt etmek kolaydır. Bilim insanları , 25 farklı ses tipi tanımlayabilmişlerdir.
Gorillerde zeka da oldukça gelişmiştir. Koko isimli bir goril, Amerikan İşaret Dili'ne ait 1000'den fazla işareti anlayıp bu dilde cevap verebilmektedir. Aynı zamanda 2000 civarı İngilizce kelimeyi tanımaktadır. Ayrıca goriller, insan hariç diğer insaymunlardan farklı olarak gülerler ve acı çekerler. Çok güçlü duygusal bağlara sahip olabilirler ve ailelerine bağlıdırlar. Çok önemli ve ilginç bir şekilde, geçmiş ve gelecek ayrımının (zamanın) farkındadırlar. Hatta bazı gorillerin dini inançları olduğu düşünülmektedir. Goriller de oldukça gelişmiş bir şekilde alet yapıp kullanabilmektedirler. Bazı goriller, taşları keskinleştirerek sert kabuklu meyvelerin kabuklarını kırmayı keşfetmişlredir; bu da insanların ilk zamanlardaki yaptıkları aletlerin evrimine benzemektedir.
Hominini (İnsanlar ve Şempanzeler): Hominini oymağı, goriller ayrıldıktan sonra geriye kalan İnsanlar (Homo) cinsi ile Pan (Şempanzeler ve Bonobolar) cinsini barındırmaktadır. Hominina alt oymağı insanlara giden kolu oluşturmuştur. Pan cinsi, insanlardan, bundan 6 milyon yıl önce ayrılmıştır. Şimdi, bu ayrımdaki Pan cinsini görelim:
Pan (Şempanzeler ve Bonobolar): Bu cins, Kongo Nehri'nin iki yakasında yaşayan, coğrafi olarak izole olmuş iki ayrı türü barındırmaktadır: Pan troglodytes (Şempanze) ve Pan paniscus (Bonobo). Bu iki tür, birbirinden yaklaşık 1 milyon yıl önce, coğrafi izolasyon sonucu meydana gelen türleşme sonunda ayrılmıştır.
Bu iki tür, insana en yakın olan hayvanlardır. Türler arasında %94-99 arası benzerlik bulunmaktadır. İlginç bir şekilde uzun bir süre şempanzelere ait fosilleri bulmak mümkün olmamıştır. 2005 yılından itibaren ise şempanze fosilleri bulunmaya başlamıştır ve Dünya'nın farklı yerlerinden fosil bulgularına ulaşılabilmiştir. Kenya'da bulunan fosiller sayesinde, 1.5 milyon yıl kadar önce, Orta Pliyosen Dönemi'nde Pan cinsi ile insanların birlikte yaşadığını biliyoruz.

Şempanzeler, yaklaşık 1.7 metre boyundadırlar ve 70 kilograma kadar ağırlığa sahip olabilirler. Dişileri biraz daha küçük olabilmektedir. Şempanzelerin de kolları bacaklarından uzundur. Bonoboların daha kısa kolları ve daha uzun bacakları vardır. Karada, şempanzeler gorillerle aynı şekilde yürürler. Şempanzelerin ayak yapısı, iki ayak üzerinde yürümeye -insanlar hariç- en uygun olan insaymundur. Bonobolar ise, bu konuda şempanzelerden bile iyidir ve çoğu zaman iki ayak üzerinde yürürler. Şempanzeler de kuyruksuzdur ve genellikle koyu renktedirler. Yüzleri, elleri ve ayakları kılsızdır. Derileri pembeden koyu renklere kadar değişebilmektedir.
Bonobolar ile Şempanzeler arasındaki farklar henüz aşırı olmamakla birlikte (türleşme meydana gelmiş olsa da ıraksama tamamlanmamıştır) iki türü ayırt etmek kolaydır. Özellikle cinsel ve davranışsal olarak çok temel farklara sahiptirler. Şempanzeler birincil erkeğin (alpha male) liderlik ettiği ikincil erkeklerden (beta males) oluşan bir ekiple avlanırlar ve omnivordurlar. Ayrıca şempanzeler oldukça saldırgan bir yapıda olabilirler. Bonobolar ise daha çok meyvelerle beslenirler ve cinsiyetler arası eşitlikçi, saldırgan olmayan ve anaç yapıdadırlar. Bonobolar çok sık cinsel ilişkiye girerler ve eşcinsellik bonobolarda oldukça yaygındır. Bonobolar, popülasyon içi sorunlarını cinsel ilişki aracılığıyla çözerler. İki tür de oldukça başarılı bir şekilde alet üretebilirler; ancak tercihleri farklı olabilmektedir.

Şempanzeler, yiyecek toplamak ve duygularını ifade etmek için aletler üretirler. Sembollerle iletişimi öğrenebilir, birbirlerine öğretebilir ve kullanabilirler. İnsanların dilini anlayabilir ve tepki verebilirler. Üstelik çok önemli bir şekilde, gelecek hakkında planlar yapabilirler. Şempanzeler, yaptıkları aletlerle termitleri yuvalarında avlarlar. Şempanzelerin son 4.300 yıldır alet kullanabildiği bilinmektedir. Bu da, şempanze beyninin de evrimleştiğini göstermektedir. Bazı şempanzeler, mızraklar yapıp fırlatabilirler. Bu şekilde Galagoları (Nemli Burunlu Maymunlar'dan) avlarlar.
Şempanzelerde güçlü bir empati yetisi bulunur. Şefkat, en gelişmiş duygulardan biridir. İlginç bir şekilde, şefkat konusunda bencildirler ve sadece kendi gruplarındaki bireylere şefkat duyarlar, başka gruptakileri önemsemezler. Kimi durumda, erkek şempanzelerin terk edilmiş yavru şempanzeleri korumaları altına aldıkları gözlenmiştir. Şempanzelerin gelişmiş duyguları arasında aşkın bulunduğu da düşünülmektedir. Ayrıca bu tür, gün batımı gibi estetik kavramlara da tepki vermektedirler. İlginç bir şekilde "yağmur dansı" yapan şempanze grupları gözlenmiştir. Ayrıca şempanzeler, etraftaki cisimleri kullanarak kendi aralarında oyunlar üretip oynayabilirler ve bunu, oyunu bilmeyenlere öğretebilirler.
Şempanzeler, kelimeleri kullanmadan, özelleşmiş seslerle iletişim kurabilirler. Ayrıca çok güçlü bir şekilde jest ve mimiklerini de kullanırlar. Evolve dergisinde çıkan bir araştırma sonucuna göre, şempanzeler iletişim kurarken, insanlarda da sözlü iletişiminden sorumlu olan Broca Bölgesi'nin bulunduğu beynin ortası aktif olur. Washoe isimli bir şempanze, Amerikan İşaret Dili'ndeki 800 simgeyi öğrenmiş ve araştırıcıların müdahalesi olmadan diğer şempanzelere öğretebilmiştir. Ayrıca şempanzeler 1'den 9'a kadar olan sayıları ve aralarındaki ilişkileri öğrenip, yıllarca unutmadan kullanabilmektedirler. Ayrıca bazı araştırmalar, şempanzelerde fotoğrafik hafıza olduğunu ortaya çıkarmıştır. Şempanzeler, gördükleri bir şeyi unutmazlar ve yıllarca hatırlayabilirler.
Şempanzeler kahkaha atabilmektedirler ve aynada kendilerini ve fotoğraflarda tanıdıklarını ayırt edebilirler. Üstelik gıdıklanmaya insanlarda olduğu gibi gülerek tepki göstermektedirler. Bonobolar da bunu yaparlar ve Bonoboların gülüşü, insanlarınkine çok daha yakındır.
Homo (İnsan): Şempanzeler ve bonoboların ortak atasıyla olan ortak atasından 6 milyon yıl önce ayrılan insan kolu, günümüze kadar gelmektedir. Homo cinsine, bundan 2.5 milyon yıldan daha öncesinde rastlanmamaktadır. 6 milyon yıl arası ile 2.5 milyon yıl arasında aşağıdaki bağlantımızda görebileceğiniz cinsler görülmektedir. Homo cinsine ait ilk türün Homo habilis olduğu düşünülmektedir.
Bu konuyla ilgili oldukça ayrıntılı bir yazımız olduğu için, daha fazla bu yazıyı uzatmayarak, oraya bağlantı vermek istiyoruz:



Görebileceğiniz gibi, her canlının akrabalarıyla oldukça karmaşık ve bir o kadar da muhteşem bir ilişkisi vardır. Evrimsel Biyoloji, sadece tek bir açıdan değil, yüzlerce ve hatta binlerce açıdan olaya bakarak, bir dedektif edasıyla canlılar arasındaki tüm ilişkileri ortaya çıkarır ve Taksonomi'yi kullanarak bu bağları gösteren şemalar hazırlar, sınıflandırmalar yapar. Bu bilgiler, moleküler biyoloji, antropoloji, arkeoloji, karşılaştırmalı anatomi gibi diğer bilim dallarınca kontrol edilir ve desteklenir. Bu sebeple, Evrimsel Biyoloji çok güçlü bir bilim aracıdır ve bizlere kim olduğumuzu söyleyebilecek apaçık tek bilgi türüdür.

Oldukça uzun olsa bile, içimize sinen bir yazı oldu. Tahmin ediyoruz ki Türkçede bu kadar kapsamlı ve sistematik bir anlatımı daha bulunmamakta, bulunsa bile erişimi bu kadar kolay olmamaktadır. Bu sebeple, umuyoruz ki gelecek araştırmalarınızda önemli bir taban ve kaynak olabilecek bir yazı olmuştur.

En içten saygılarımızla.

ÇMB (Evrim Ağacı)
 
F

faust

Ziyaretçi
Cevap: Akraba Seçilimi,Hepimiz Akrabayız,Akraba Evl.ri, Ensest ve

Hepimiz Akrabayız, İtirazı Olan? (Mehmet Arif Sökmen)

Atalarımızın ten renginin radikal olarak değişmesi için 15 bin yıl yeterli bir süredir. Irklar üzerine yapılan çalışmalar, önyargılar dizisinin devamı niteliğindedir. Antropologlar uzunca bir dönem deri renginin farklılıklarına göre sınıflandırmalar yapmıştır. Beyazlar, siyahlar, sarılar. Artık binlerce farklı genetik sistemi biliyoruz. Ama beyazların geni, siyahların geni diye bir şey söz konusu değil. Bütün beyazlarda ya da bütün siyahlarda bulunan ve diğerlerinde bulunmayan hiç bir gen mevcut değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, bilim insanları tüm topluluklardaki gen repertuvarının aynı olduğunu anlamıştır. Tesadüfen iki insanı alsanız, aynı topluluğa aitseler, farklı topluluktan olanlardan daha fazla birbirlerine benzeme şansları vardır. Ama bu genetik olarak benzer aileler yaratmaya götürmüyor. Türün kendine özgü genetik yapısı olsa da, her birey kendine özgüdür. Anne babasından gelen özel bir karışım olan genetik orjinalliği var. Göç eden topluluklar etrafa dağılırken içinden çıktıkları toplumu tam olarak temsil etmeyen genetik bir dosya ile dolaşıyorlar. Yavaş yavaş terk ettikleri atalarından farklılaşmaya başlıyorlar. Güneş son derece önemli bir faktör. İsveç kökenli sarışın sörfçüler, çölde yaşayan Aborijinlerden daha fazla cilt kanserine yakalanır.Son 10 ile 30 bin yılları arasında genler çok fazla değişmemiştir. Değişen dış görünüş, dil, kültür, din, ölçü, renk...
Artık tüm dillerin tek bir kökenden geldiğini biliyoruz. Bu görüşümüzü birbiriyle uyuşma katsayısı doğrular. Amerikalı, Noam Chomsky'nin çalışmaları sonucunda dilbilimciler, tüm diller için ortak bir gramer yapısı olduğunu keşfettiler. Kökeni ne olursa olsun tüm bebekler evrensel bir lisan yeteneği taşıdığı bilinir. Tüm insanlar tüm sesleri üretmede ve cümle kurmada ortak paya sahiptir. Konuştuğumuz lisanı belirleyen genler değildir. Bir bebek kökeni ne olursa olsun yetişdiği yerdeki lisanı öğrenir. Lisanlar ve genler arasında böylesine bir paralellik bulunmasının nedeni, 30 bin ile 3 bin yılları arasında insanların Afrika Kıtası'na dört büyük dalga halinde yayılmasıdır. Bu da dört büyük dil ailesine denk gelir.
Paleolitik Dönem'deki atalarımızın gerçekleştirdiği büyük çeşitlenme ve bunu izleyen karışımın sonuçlarıyız. İnsanın çevre ile doğrudan ilişkide olan dış görünümü çok değişken olup, ilk göçlerden sonra hızla evrime uğramıştır. Buna karşılık insanın iskeletini oluşturan 211 kemik, atalarımızdan bu yana pek değişmemiştir. Genetik meteryalimiz ortak bir daireden hareketle oluşmuştur. İnsanlığın başlangıç noktası tek bir yer, tek atalar topluluğu ve tek bir dil... İnsanlar en özel hücrelerine kadar birbirlerine benzer. İlk atalarımızdan bugüne kadar 80 milyar insan geçmiştir. İnsanları sınıflandıramayız ama çeşitliliği ilgi çekicidir. Tüm insanlık tarihinde ne size ne de bana benzer biri olmadı ama hepimiz akrabayız.
Yazar: Mehmet Arif Sökmen (Evrim Ağacı Okuru)
 
F

faust

Ziyaretçi
Cevap: Akraba Seçilimi,Hepimiz Akrabayız,Akraba Evl.ri, Ensest ve

Akraba Evlilikleri, Ensest ve Evrim

Bildiğiniz gibi ve farklı yazılarımızda defalarca vurguladığımız gibi, canlılar doğal (biyolojik) olarak iki farklı yasaya uymak zorundadırlar; varlıklarını korumak için: hayatta kalmak ve üremek. İlk kısım için binlerce, milyonlarca farklı mekanizma gelişmiş ve Doğal Seçilim isimli doğa yasası tarafından pekiştirilmiştir. İkincisi olan üremek içinse, yine benzer binlerce adaptasyon geçirilmiştir; bu defa bu adaptasyonlara sebep olan varyasyonları (çeşitleri) seçip eleyen mekanizmanın, daha doğrusu doğa yasasının adı Cinsel Seçilim'dir. Bunlar, konunun anlaşılması için bilinmesi gereken temel noktalardır, yazılarımız arasında bu konulara ayrıntılı bir şekilde zaten değinmekteyiz, daha fazla bilgiyi o yazılardan edinebilirsiniz.

Evrimsel süreç sırasında, bazı canlılar sosyalleşmeye başlamışlardır ve koloniler ya da gruplar halinde yaşamaya başlamışlardır. Bunu tetikleyen pek çok faktör vardır; ancak konumuzla alakalı olmadığı için burada girmeyeceğiz. Bizi ilgilendiren, bu sosyalleşme sırasında meydana gelen cinsel etkileşimlerdir.

Sosyal canlıların en önemli avantajlarından biri, karşıt cinsin de grup içerisinde yer alması ve her an ulaşılabilir olmasıdır. Bireysel yaşamayı tercih eden canlıların da birçok avantajı olmasına rağmen, sosyal gruplar halinde yaşayan canlıların aksine karşıt cins için kimi zaman uzun yollar kat etmesi ya da çok çetin mücadeleler vermeleri gerekmektedir. Sosyal gruplar içerisindeki cinsel ilişkiler ise çok daha net ve hedefe yöneliktir: aynı popülasyon içerisindeki bireyler sürekli olarak birbirleriyle ilişki halindedirler ve belirli noktalarda cinsel birleşme gerçekleşebilir ve canlılar ürerler. Türün karşıt cinse olan sadakatine göre bu birliktelikler tekil olabileceği gibi, bir birey pekçok karşıt cins ile de seks yaparak üreyebilemektedir.

Sosyal canlıların tamamına yakını, aynı zamanda bir beyne ve sinir sistemine sahip olan canlılardır. Dolayısıyla düşünme kapasitesine ve belirli bir zekaya sahiptirler. Bu tip canlı gruplarının çoğunda, zeka faktörü sosyal ilişkiler içerisindeki seks ilişkilerini de ilgilendirmektedir. Yani canlılar, kendi zeka kapasiteleri dahilinde ürettikleri düşünceler ile karşıt cinse ilgilerini göstermektedir, buna göre kur yapmaktadır ve başarılı olurlarsa bilinçli bir şekilde üreyebilmektedirler.

İşte bu sosyal hayvan türlerinden biri de, insandır. Ancak insanın cinsel ilişkilerini özel kılan önemli bir faktör vardır: yukarıda değindiğimiz zeka unsuru, insan türünde şimdiye kadar bilinen en ileri noktaya ulaşabilmiştir. Bu da, insanı pek çok açıdan etkilediği gibi, cinsel konularda da etkilemiştir.

İnsan, zekasının gelişmesiyle birlikte hiçbir hayvanda rastlanmamış (en azından bilindiği kadarıyla) bir algı düzeyine ulaşmıştır. Bu sayede çevresinde olup bitenleri çok daha net ve güçlü olarak anlayabilmeye ve çok daha isabetli neden-sonuç ilişkileri kurabilmeye başlamıştır. Bu, cinsel ilişkinin "ne" olduğunu da anlayabilmesine sebep olmuştur ve algıları, buna göre şekillenmeye başlamıştır. Karşıt cins ve özellikleri daha ayrıntılı analiz edilmeye başlanmış, hormonal aktiviteler buna göre evrimleşmiş, yani kısaca insanın cinsel yönden aktivitesi, bu algılarına paralel olarak gelişmiştir.

Şimdi, bu uzun ama önemli girişi yaptıktan sonra, sorunuza dönelim:


Ensest Nedir?

Ensest, yakın akraba bireyler arasında meydana gelen cinsel birleşmenin adıdır. Yasal olarak hemen hemen bütün ülkelerde yasak olmakla birlikte, toplumların tamamına yakınında bir tabu olarak görülmektedir. Toplumların ensest tanımları da farklı olabilmektedir: kimi toplumlar sadece "aynı ev içerisinde yaşayan insanların birbirleriyle yaptığı seks" kavramını ensest olarak sayarken, kimi toplumlarda klan içerisinde ya da ikinci derece akrabalarla yapılan seks de bu kapsama girmektedir.

Ensestin bir tabu olarak görülmesi, her tabu gibi hatalı olsa da, yasal olarak engellenmesi çok önemlidir. Çünkü aileleri tarafından cinsel istismara uğrayan çocukların %95'inden fazlasında psikolojik travma görülmektedir. Üstelik veriler tam olarak net olmasa da, toplam çocuk (0-18 yaş) popülasyonun %10-15'inin bu yaş aralığında en az 1 kere aileleri tarafından cinsel temasa maruz kaldığı, %2 civarının ise aileleri tarafından cinsel olarak istismar edildikleri ve cinsel birleşmenin gerçekleştiği rapor edilmektedir. Bu, gerçekten büyük bir sayıdır.
Yukarıdaki grafikteki verilere göre, Amerika'daki 37 eyaletteki veriler göz önüne alındığında cinsel olarak istismar edilen çocukların;
%78.5'i aileleri tarafından,
%6.5'i diğer akrabaları tarafından,
%0.4'ü üvey aileleri tarafından,
%0.2'si ev içerisinde çalışan görevliler tarafından,
%0.7'si bakıcılar tarafından,
%4.1'i bir ebeveynin evlenilmemiş sevgilisi tarafından,
%0.2'si yasal bakıcıları tarafından,
%0.2'si diğer profesyonel mesleğe sahip kişiler tarafından,
%0.3'ü arkadaşlar ya da komşular tarafından,
%5.1'i diğer kaynaklar tarafından,
%3.9'u ise tespit edilememiş kişiler tarafından
cinsel olarak kötüye kullanılmakta, istismar edilmekte, taciz edilmekte ve hatta tecavüz edilmektedir (veriler 2004 yılına aittir).

Ensest ilişkiyi pek çok tipe ayırmak mümkündür: yetişkinler ile çocuklar arasında seks, çocukların kendi aralarında yaptıkları veya yapmaya zorlandıkları seks ve son olarak akrabalar arası seks bunun en geniş 3 tipidir. Özellikle kuzenlerin birbirleriyle ilişkiye girmeleri de biyolojik olarak ensest ilişkiden sayılmaktadır.

Bunların çocukları işin içine dahil eden tiplerinde, çocuklar üzerinde çok ciddi travmalar ve hasarlar görülmektedir. Bu çocukların kendilerine güvenleri sıfıra inmektedir, insanlar arası ilişkilerde ciddi zorluklar çekmektedirler, cinsel olarak kendilerini yetersiz hissetmektedirler, depresyon, telaşlılık, fobik engelleme reaksiyonları, somatoform bozuklukları, uyuşturucu bağımlılığı, kişilik bozuklukları ve kompleks travma sonrası stres sendromu gibi pek çok zihinsel hastalığa çok daha fazla açık olurlar.
Neden Ensest İlişkiler Canlılar Arasında Bulunmaktadır?

İlk olarak, anlaşılması gereken bir nokta, özelliklerimizin tamamına yakını gibi, ensest ilişkilerin de insan türüne özel olmamasıdır. Birçok canlı grubu içerisinde, genel-geçer olarak olmasa bile, insan popülasyonlarındaki gibi göreceli olarak az miktarda ensest ilişkiye rastlanmaktadır.

İnsanlar, uzun bir süre bu ilişkileri doğaüstü güçlere bağlamış, Şeytan gibi figürlerin insanlar üzerinde oynadıkları oyunlar olarak değerlendirmiştir. Ne var ki Evrimsel Biyoloji'nin güçlenmesiyle birlikte, bu tip psikolojik, genetik ve çevresel etmenlerden doğan ilişkiler doğal yollarla açıklanmaya başlamıştır ve bu gerçek dışı kavramlar, bilimden uzaklaştırılmıştır.

Canlıların genomlarına bakıldığında, canlının milyonlarca farklı özelliğini etkileyecek olan binlerce farklı çeşit proteinin evrimsel süreçte kademeli olarak kodlandığını görürüz. Oldukça basit genlerden başlayan genetik yolculuk, 4 milyar yıl içerisinde akıl almaz bir karmaşıklığa ulaşmıştır. Sadece 100 genden oluşan canlılardan, binlerce genden oluşan canlılara doğru kademeli bir evrim gerçekleşmiştir. Bu süreçte genler sadece canlının özelliklerini belirleyecek faktörleri kodlayacak şekilde özelleşmemiş, aynı zamanda canlıların pek çok olumsuz özelliklerini (hastalıklar gibi) de taşımaya başlamışlardır.

Bu özelliklerin çoğu Doğal Seçilim ile genetik olarak geriye itilir. Çünkü ciddi hastalıklara sahip olan canlılar doğal çevrelerinde elenecektir ve kendilerindeki bu hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olan genler de elenmiş olacaktır. Ancak bu hastalıklar tamamen elenemez, çünkü genlerimizde özellikler çiftler halinde taşınır (aleller) ve bu alellerin çekiniklik/baskınlık durumu nihai hastalığı belirler. Bir noktada, bir mutasyon ya da bir diğer Evrim Mekanizması ile ortaya çıkan bir hastalık, iki alel üzerinde de belirli bir etkiye sahip olur, popülasyonda yayılabildiğince yayılır; canlılara dezavantaj sağlamaya başladığı noktada ise Doğal Seçilim ile elenmeye başlayarak baskılanır. Ancak tamamen yok olması, çok nadir görülen bir durumdur.

İşte yakın akrabalarda, bu hastalıklara ait genlerin çekinik olarak da olsa taşınma ihtimali çok yüksektir. Çünkü kendilerini meydana getiren atalarında bu genler taşınıyorsa, bunların yavrulara farklı şekillerde dağılması mümkündür. Bir diğer soydan biriyle çiftleşildiğinde, bu çekinik genlerin bir araya gelmesi çok daha düşük ihtimaldir. Ancak yakın akrabalar çiftleştikleri zaman, atalarından ortak olarak aldıkları genler yavrularında birleşir. Bu birleşimde, pek çok hastalığa sebep olabilecek çekinik genlerin bir araya denk gelme şansları, normal çiftleşmelere göre çok daha yüksektir. Bu sebeple de doğan yavrular sıklıkla hastalıklı ya da sorunlu doğmaktadırlar. Bir oran vermek gerekirse, ensest ilişkiler (insanlarda akraba evlilikleri gibi)sonucunda doğan yavruların sorunlu olma ihtimali, normal çiftleşmelere göre 64 kattan daha fazladır. Bu, çok ciddi bir orandır ve kesinlikle riske atılmamalıdır.

Doğa, doğal olarak bu duruma karşı da bir seçilim baskısı uygulamaktadır. Çünkü ensest ilişkiye giren canlıların yavruları dezavantajlı olacak ve elenecektir. Dolayısıyla ensest ilişkiye yatkın olan bireylerin soyları elenecek ve bu yatkınlığa sebep olan genler de popülasyon içerisinde azalacaktır. Ancak çoğu zaman olduğu gibi, düşük bir frekansta bu bireyler popülasyon içerisinde kalacaktır.

Elbette ensesti etkileyen tek sebep genler değildir; yetiştirilme biçimi ve bunun gibi çevresel etmenler, bir bireyin gelecekte enseste olan yatkınlığını çok ciddi bir şekilde etkilemektedir. Daha çok psikolojinin alanı olan bu sebeplere burada çok ayrıntısıyla girmeyeceğiz. Ancak Freud ile başlayan akım, çevresel etmenlerin psikoloji üzerindeki etkilerini çok net bir şekilde ortaya çıkarmaktadır (ancak Freud ve onun taraftarlarının sorunu, genlerin etkisini aşırı göz ardı etmek ve çevre etkisini aşırı abartmaktır; yine de Freud'un analizlerinin büyük bir kısmının sonuçları doğru, nedenleri ise hatalıdır veya eksiktir).


Enseste Karşı Evrimleşen Mekanizmalar Nelerdir?

Daha önce de belirttiğimiz gibi, enseste karşı genetik yollarla birkaç mekanizma evrimleşmiştir. Bu mekanizmaların etkisini büyük oranda kendi hayatınızda da hissedebilirsiniz. Kendinizi zorlayarak aile bireylerinizden biriyle cinsel ilişkiye girdiğinizi hayal etmeye çalıştığınızda bile zihniniz bunu reddedecek ve tiksinme duygusu uyanacaktır. İşte bu, genlerimizin etkisinde beynimizin ilgili bölgelerinin bu düşünceye verdiği biyokimyasal tepkiden ibarettir. Siz, aile üyelerinizden biriyle cinsel ilişkiyi düşündüğünüzde, beyniniz anında bu imgeyi yaratacak kimyasalları hafıza hücrelerinizden çağırır ve frontal beyniniz bir görüntü yaratır. Ancak bu görüntü, beynin enseste karşı tepki verilen kısımlarını da tetikler ve buralardan salgılanan enzimler ve bunların etkisindeki hormonlar, eş zamanlı olarak size tiksinme ve psikolojik ret hissini yaşatacak ve sizi uzak tutacaktır.

Bu durum sadece insanlar için değil, dediğimiz gibi diğer hayvan türleri için de geçerlidir (hayvan dışı canlılarda ise genellikle bu görülmez). Üstelik, insan türü de dahil olmak üzere bu hayvanlarda, akraba yakınlığı arttıkça, cinsel ret durumu da azalmaktadır. Yani bir birey uzak kuzenlerine, birinci derece akrabalarına göre çok daha fazla cinsel istek duyabilir; ancak yine de pek çok durumda beyin bu ihtimali reddedecektir.

Ayrıca yine benzer şekilde, algısal olarak akraba olunduğunun bilinci de çok önemlidir. Yani kardeşinden, bebeklik döneminde, henüz algılar tam olarak çalışmazken ayrılan bireyler, yıllar sonra birleştiklerinde birbirlerine cinsel istek duyabilmektedirler. Kuşlar üzerinde yapılan bir araştırmada, aynı ebeveynlere ait olan yavrular, eğer aynı yuvada büyütüldülerse birbirleriyle asla çiftleşmemektedirler. Ancak aynı ebeveynler tarafından, farklı zamanlarda üretilen yavrular, eğer birbirleriyle aynı yuvada hiçbir zaman bulunmadılarsa, bir araya getirildiklerinde üreyebilmektedirler. Bu bize iki noktayı gösterir: Kuşların da zekası bulunmaktadır ve tercihler yapabilmektedirler (dediğimiz gibi beyni ve sinir sistemi olan her canlı bunu yapabilir) ve ensest ile ilgili evrimleşmiş savunma mekanizmalarımız genler tarafından şekillendirilse de, çevre tarafından çok ciddi bir şekilde etkilenmektedir. Yani görsel hafızamızda akrabalarımızın imgelerinin bulunmaması, onlara duyduğumuz cinsel çekim reddinin azalmasına sebep olmaktadır.

Bu durum da Evrimsel Biyoloji sayesinde açıklanabilmektedir ve binlerce yıldır yapılan doğaüstü açıklamaların yerini almaktadır: bilimsel olarak aynı genel çevrede yaşayan kuşların, popülasyon içerisinde akrabalarına denk gelme ihtimalleri 1000'de 1 civarındadır. Bu da, oldukça düşük bir orandır (karşılaştıkları her 1000 kuştan 999'u yakın akrabaları değildir). Dolayısıyla herhangi bir görsel ve anısal bilgiye sahip olmayan bireylerin cinsel ret duymaları yönündeki evrimsel baskı azdır, çünkü doğada zaten canlıların uzaktan akrabalarıyla rastlantısal olarak karşılaşma ve çiftleşme şansları oldukça azdır. Ancak yakın akrabalar, sürekli bir arada bulundujkarı için, bu bireyler arasında bir engelleme mekanizması zihinsel olarak evrimleşmiş ve genlerle taşınmaktadır.

Hayvanlar arasında ensesti önleyici mekanizmaların başında feromonlar gelmektedir. Feromonların ne olduğunu bir diğer yazımızda ayrıntısıyla açıklamıştık. Birbirlerinin feromonlarına kimyasal olarak duyarlı olan bireyler, birbirlerine cinsel çekim duymamaktadırlar; çünkü bu feromonlar biyokimyasal olarak beyni etkilemekte ve cinsel isteği baskılamaktadır.


İnsanlardaki Ensest Önleyici Mekanizma: Westermarck Mekanizması

Özellikle sosyal hayvan türlerinden (insan gibi), daha güçlü mekanizmalar görülebilmektedir. Feromonların etkisi halen görülmekle birlikte, karasal hayvanların en gelişmiş duyularından olan koku duyusu halen ensest önleyicilikte önemli bir rol oynamaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalar, Sigmund Freud'un ensest ile ilgili ileri sürdüğü Oedipal dürtüler hipotezi ile çelişmekte ve Freud'un iddialarının en azından nedenlerinin yanlış olduğunu göstermektedir.

Yapılan araştırmalarda, insanların 6 yaşına kadar yakın akrabalarının kokularını net bir şekilde öğrendiğini ve beynin buna göre adapte olduğunu, bu yaştan sonra ise ömür boyunca, bir beyin hasarı gerçekleşmediği sürece, bu kokuların korunduğunu ve cinsel olarak itici bir etki yarattığı ortaya koyulmuştur. İşte bu mekanizmaya, Westermarck Mekanizması denmektedir. Dişilerin, bu konuda erkeklerden daha başarılı olduğu gösterilmekle birlikte, her iki cinsiyette de kritik düzeyde etkili olduğu görülmektedir. Mark Schneider ve ekip arkadaşlarının İnsan Doğası (Human Nature) dergisinde yayınladıkları araştırmalarına göre yetişkinler ile çocuklar arasında da bu mekanizma koku duyusuyla sağlanmaktadır. Yani yetişkin bireylerin, hiç tanımadıkları çocuklara karşı duydukları cinsel itim de bu mekanizmayla sağlanmaktadır. Ancak araştırmaya göre, beyin bu işlevi "genelleme" (generalization) isimli bir yöntem ile sağlamaktadır; yani bir çocuğa (kardeşe, yavruya, vs.) duyulan cinsel itim, tüm popülasyon içerisindeki çocuklara psikolojik olarak genellenmektedir ve her birinin kokusunun tanınmasına gerek kalmadan, beyin her çocukta uyarılarak cinsel iticilik sağlanmaktadır. Bunu, bir yemek ortada olmadığı halde, sadece onu düşünerek yemeğin kokusunu ve tadını hissetmek ile benzeştirmek mümkündür.
Ensestin Biyolojik Sebepleri Nelerdir?

Bahsettiğimiz mekanizmalar, genetik olarak bireye kazandırılan; ancak çevresel olarak son şeklini alan mekanizmalardır. Sonuçta ebeveynler yavrularına bu mekanizmayı beyinde oluşturacak genleri aktarmaktadırlar; ancak çocuk, bir başka ailede büyütülürse, bu aileye cinsel mesafe duyacak ve kendi biyolojik ailesine herhangi bir cinsel itim duymayacaktır. Bu, çevrenin genler üzerindeki etkisine önemli bir örnektir. Aslında burada çevre, genleri doğrudan değiştirmemekte, sadece genlerin var ettiği mekanizmanın içeriğine etki etmekte ve manipüle etmektedir.

Bu genlerde meydana gelecek mutasyonlar, mekanizmaların düzgün çalışmamasına sebep olabilir. İşte bu durumda birey ailesine karşı cinsel istek duyabilir. Benzer şekilde, çeşitli psikolojik etkiler altında ailesine karşı sürekli cinsel olarak kendisini yakın hissetmeye zorlanan bir birey, bir noktada çevresel olarak bu mekanizmanın etkisini yenebilecek ve ailesine cinsel istek duyabilecektir.

Toparlamak gerekirse, ensest bir doğa gerçeğidir; ancak özellikle insan popülasyonları arasında, özellikle de yetişkin-çocuk arasındaki cinsel birlikteliklere asla müsaade edilmemesi gerekmektedir. Çünkü çocuklar, belirli bir olgunluğa erişene kadar cinsel seçimlerini bilinçli bir şekilde yapamazlar. Benzer şekilde, evrimsel süreçte yavruların ailelerine duydukları güven sebebiyle ebeveynlerin bu güveni cinsel olarak istismar etmeleri çok ciddi sorunlar doğurabilmektedir. Tüm bunlar, sosyal yapımız içerisinde ensestin önlenmesi gereken bir sorun olduğunu göstermektedir. Ancak tabii ki pedofillerin (çocuklara cinsel istek duyan kişiler) üzerine de aşırı bir şekilde gitmenin bir faydası olmaz; zira onlar bu hisleri keyiflerinden hissetmemektedirler. Ancak elbette tedavi edilmeleri, en azından psikoterapik tedavi almaları şart olmalıdır.

Eğer çevrenizde çocuklarını istismar ettiğini bildiğiniz insanlar varsa, 0312 310 2460 numaralı telefondan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na ulaşabilir ve bu kişilerin Türk Ceza Kanunu'nun 103. ve 104. maddelerine göre 15 yaşından küçük bir çocuğa cinsel zorlama ile tecavüz durumunda en az 10 sene, zorlama olmadan cinsel birleşmede bulunulduğunda ise, çocuğun rızası olsa bile en az 5 sene hapis cezası verilmesini sağlayabilirsiniz. Unutmayın ki yukarıdaki veriler bile Amerika'daki felaket durumu gözler önüne sermekteyken, Dünya'da çocuk istismarı %1-10 arasında iken, Türkiye'de bu oran %10 ila %53 arasında değişmektedir! Bunun kabul edilemez bir durum olduğu açıktır. Umuyoruz ki bu yazımız, okurlarımızın bilinçlenmesi konusunda fayda sağlayacaktır.

Akraba evlilikkleri her ne kadar yaygın olsa da, bilim ve teknoloji sayesinde günümüzde riskler en aza indirilebilmektedir. Evrim Ağacı olarak akraba evliliklerinden kesinlikle uzak durmanız gerektiğini önemle hatırlatırken, "mecbur kalınan durumlarda" (aşk gibi), mutlaka ama mutlaka doktor kontrolünde ve genetik testleri yaptırmak suretiyle seks yapılmasını tavsiye ediyoruz. Unutmayın ki sizden doğacak çocuk, bir ömrü boyunca sizin düşüncesizce yaptığınız bir cinsel birleşmenin ya da evliliğin izlerini fiziksel ya da zihinsel olarak taşıyacaktır. Bunun yükünü hissederek hareket etmenizde fayda görüyoruz.

Umarız faydalı olmuştur.

Sevgilerimizle.
ÇMB (Evrim Ağacı)





İlgili Makale Arşivine buradan ulaşabilirsiniz.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst