- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 3 Ağu 2009
- Mesajlar
- 32
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 6
Arkadaşlar biraz uzun bir yazı yazdım kusura bakmayın. İçimdekileri yazıya dökmek istedim. Yazının son bölümlerinde hayata karşı sitemimi açıkca belli ettim sanırım. Yorumlarınızı bekliyorum. Yazımda hatalar olabilir, kelime hataları olabilir şimdiden maruz görün çünkü bu yazıyı içimden geldiği gibi bir anda yazdım ve böyle bir şey çıktı. Hemen sizlerle paylaşmak istedim.
Akıp Giden Nehirde Boğulmak...
Dünyaya nasıl geldiğimizi bilmiyoruz. Dünyadan nasıl göç edeceğimizi de... Ama bir boşluk içinde doğuyoruz. Dünyadaki her canlıdan daha korumasız, daha saf ve bilgisiz... Bizi hayata hazırlıyacak iç güdülerden yoksun ve bağımlı doğuyoruz. Ama hiçbir canlıda bu denli bulunmayan, derin sırlarla dolu, mucizevi bir akılla dünyaya geliyoruz. Bu akıl boş bir hazine sandığı gibi dolmak için can atıyor. Doğuyor,büyüyor ve öğreniyoruz. Bu yıllarda bir çok tecrübe yaşıyoruz. Bazen sorduğumuz sorularla insanların canını sıkıyoruz. Merak ediyoruz. Hayatta her zaman bir planımız oluyor, tecrübe ediniyoruz. Yaşanacak bir şeyler, çözülecek sırlar kalmadığında da bir karanlık kaplıyor içimizi. Tüm duygulardan arınıyor ve ölümümüzü bekliyoruz. Aslında bizi bekleyen, çözülecek sırlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Ama bu çözülecek sırların kaldığına dair umudumuzu yitiriyoruz. İnsanlar neden sırların kalmadığını düşünüyor bunu Yahya Kemal Beyatlı'nın düşünce adlı şiirinden bir bölümle açıklamak istiyorum :
İnsanlar anlaştı. Cihanın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
En tatlı bir hayal için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma !
İnsan öğrenerek gelişen, tekamül eden, olgunlaşan yani zaman içerisinde insan-ı kamil olan bir varlıktır. Çocukluk ve gençlik dönemlerimizde merak eder ve ince bir dikkatle sorgularız. Varlıkları, insanları, dünyayı, doğayı anlamaya ve öğrenmeye çalışırız. Bu dönemlerde hayatı hep bir keşif yolculuğunda gibi yaşarız. Ama bu dönemde kendi istediklerimizi değil çevremizin bize öğrettiklerini kabul ederiz. İnsanlar tarafından kabul görmüş düşünceleri, açıklamaları öğreniriz. İnsanlara birşeyler vermek istediğimizde de dışlanırız. F.Nietzsche'nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” eserini okuyanlar bu yaptığım alıntıyı hatırlayacaklardır :
Zerdüşt dedi ki : Ne diye sevgiden bahsediyorum ? Ben insanlara bir armağan götürüyorum.
İhtiyar : Onlara bir şey verme. Onlardan al, daha iyi. Bu onların hoşuna gider; yeter ki senin hoşuna gitsin. Eğer ki onlara bir şey vermek istersen sadakadan başka bir şey verme. Ve bunun için de onları dilendir.
Zerdüşt : Hayır, dedi. Ben sadaka vermem. Sadaka verecek kadar fakir değilim.
Üzerimizde bir çevre faktörü var ve bunu aşamıyoruz. Çünkü insansosyal bir varlık ve korkuyor. Bu yüzden de gelişemiyor. Gerçek erdem düzeyine ulaşamıyor. İçinde olan hayvani şehvet duygusundan kurtulamıyor. Saygıyı öğrenemiyor. İhtiyarın dediği, günümüzde insanların yaptıklarını çok güzel bir biçimde özetliyor. Onlara bir şey vermiyoruz, onlardan alıyoruz. Dışlanmaktan korkuyoruz. Düzeni değiştirmek yerine düzene ayak uyduruyoruz. Akıp giden nehirde boğulduğumuzun farkına varamıyoruz. Çünkü gözümüzün önündeki perdeyi kaldırmak için uğraşmak yerine, bir perde daha çekiyoruz.
Bize bahşedilen bu hazine sandığı, iyi ya da kötü bir şekilde doluyor. Ya hayatımızı devam ettirebilecek kadar az, ya da sınırları yıkıp, imkansızı başaracak ve hatta düzeni değiştirebilecek bir hazine sunuyor. Dört nala koşup, şahlanabilecek bir yetinin dizginlerinin elimizde olmaması ne yazık !
Az olsa istiyor gençlerimiz felsefe okumayı... Aldıkları cevap çok net ; okucaksın da ne olacaksın ? Hayatını devam ettirebilcekmisin ? Para kazanabilecekmisin ? İnsanlar maddi kaygılarla dizginliyorlar genç beyinleri. Tanrının olduğunu ya da olmadığını kanıtlayabilecek kaç genç var ki artık ? Dini kullanarak insanlarda bir uyuşturucu etkisi yaratıyorlar adeta. Dogmatik insanlar yaratıyoruz durmadan sürekli... Hangi insan sorgulamadan bir şeye inanabilir ki ! Tartışma kelimesine kavga olarak görmeyen kaç genç var ülkemizde ? Karşı cinsi gördüğünde hayvani şehvetlerini düşünmeyen insan ne kadar azınlıkta ? Deneyin sizde, sorun Nietzsche'yi, Kant'ı... Tanıyan kaç kişi var ? Sorun hayatın anlamını, evrenin sırrını... somut cevaplar verebilen kaç kişi var ?
Sabrı en büyük erdem olarak gören ben, artık dayanamıyorum bu yanlışlara... Eğitim olarak ne veriyorlar çocuklarımıza ? Felsefe dersi koyuyorlar müfredata ne ala... O da gençlerimizin en sapkın olduğu yıllarda... Nerde bu işin temeli ? Kaldımı ki o yaşa gelmiş beyinlerde sorgulama yetisi ? Fantastik roman dışında kitap okuyabiliyor mu gençlerimiz ? Televizyon ve bilgisayar başında öldürüyorlar hayal güçlerini...
Sıkıldım artık boş laflardan gereksiz göz boyamalardan. Kalkınmak mı istiyor bir ülke ? Kaldırın beyin yıkayan programları, eğitin doğru şekilde körelmeyen zihinleri, öğretmeyin onlara belli sistemleri... Öğretmeyin ki sorgulasınlar, anlasınlar ve düşünceleri için mücadele versinler...
Başkalarından medet ummak yerine, değişimi başlatmak elimizde. Nietzsche'nin de dediği gibi :
Ya çare sizsiniz,
Ya da çaresizsiniz...
Akıp Giden Nehirde Boğulmak...
Dünyaya nasıl geldiğimizi bilmiyoruz. Dünyadan nasıl göç edeceğimizi de... Ama bir boşluk içinde doğuyoruz. Dünyadaki her canlıdan daha korumasız, daha saf ve bilgisiz... Bizi hayata hazırlıyacak iç güdülerden yoksun ve bağımlı doğuyoruz. Ama hiçbir canlıda bu denli bulunmayan, derin sırlarla dolu, mucizevi bir akılla dünyaya geliyoruz. Bu akıl boş bir hazine sandığı gibi dolmak için can atıyor. Doğuyor,büyüyor ve öğreniyoruz. Bu yıllarda bir çok tecrübe yaşıyoruz. Bazen sorduğumuz sorularla insanların canını sıkıyoruz. Merak ediyoruz. Hayatta her zaman bir planımız oluyor, tecrübe ediniyoruz. Yaşanacak bir şeyler, çözülecek sırlar kalmadığında da bir karanlık kaplıyor içimizi. Tüm duygulardan arınıyor ve ölümümüzü bekliyoruz. Aslında bizi bekleyen, çözülecek sırlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Ama bu çözülecek sırların kaldığına dair umudumuzu yitiriyoruz. İnsanlar neden sırların kalmadığını düşünüyor bunu Yahya Kemal Beyatlı'nın düşünce adlı şiirinden bir bölümle açıklamak istiyorum :
İnsanlar anlaştı. Cihanın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
En tatlı bir hayal için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma !
İnsan öğrenerek gelişen, tekamül eden, olgunlaşan yani zaman içerisinde insan-ı kamil olan bir varlıktır. Çocukluk ve gençlik dönemlerimizde merak eder ve ince bir dikkatle sorgularız. Varlıkları, insanları, dünyayı, doğayı anlamaya ve öğrenmeye çalışırız. Bu dönemlerde hayatı hep bir keşif yolculuğunda gibi yaşarız. Ama bu dönemde kendi istediklerimizi değil çevremizin bize öğrettiklerini kabul ederiz. İnsanlar tarafından kabul görmüş düşünceleri, açıklamaları öğreniriz. İnsanlara birşeyler vermek istediğimizde de dışlanırız. F.Nietzsche'nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” eserini okuyanlar bu yaptığım alıntıyı hatırlayacaklardır :
Zerdüşt dedi ki : Ne diye sevgiden bahsediyorum ? Ben insanlara bir armağan götürüyorum.
İhtiyar : Onlara bir şey verme. Onlardan al, daha iyi. Bu onların hoşuna gider; yeter ki senin hoşuna gitsin. Eğer ki onlara bir şey vermek istersen sadakadan başka bir şey verme. Ve bunun için de onları dilendir.
Zerdüşt : Hayır, dedi. Ben sadaka vermem. Sadaka verecek kadar fakir değilim.
İskele Yayınları
Sayfa : 10
Sayfa : 10
Üzerimizde bir çevre faktörü var ve bunu aşamıyoruz. Çünkü insansosyal bir varlık ve korkuyor. Bu yüzden de gelişemiyor. Gerçek erdem düzeyine ulaşamıyor. İçinde olan hayvani şehvet duygusundan kurtulamıyor. Saygıyı öğrenemiyor. İhtiyarın dediği, günümüzde insanların yaptıklarını çok güzel bir biçimde özetliyor. Onlara bir şey vermiyoruz, onlardan alıyoruz. Dışlanmaktan korkuyoruz. Düzeni değiştirmek yerine düzene ayak uyduruyoruz. Akıp giden nehirde boğulduğumuzun farkına varamıyoruz. Çünkü gözümüzün önündeki perdeyi kaldırmak için uğraşmak yerine, bir perde daha çekiyoruz.
Bize bahşedilen bu hazine sandığı, iyi ya da kötü bir şekilde doluyor. Ya hayatımızı devam ettirebilecek kadar az, ya da sınırları yıkıp, imkansızı başaracak ve hatta düzeni değiştirebilecek bir hazine sunuyor. Dört nala koşup, şahlanabilecek bir yetinin dizginlerinin elimizde olmaması ne yazık !
Az olsa istiyor gençlerimiz felsefe okumayı... Aldıkları cevap çok net ; okucaksın da ne olacaksın ? Hayatını devam ettirebilcekmisin ? Para kazanabilecekmisin ? İnsanlar maddi kaygılarla dizginliyorlar genç beyinleri. Tanrının olduğunu ya da olmadığını kanıtlayabilecek kaç genç var ki artık ? Dini kullanarak insanlarda bir uyuşturucu etkisi yaratıyorlar adeta. Dogmatik insanlar yaratıyoruz durmadan sürekli... Hangi insan sorgulamadan bir şeye inanabilir ki ! Tartışma kelimesine kavga olarak görmeyen kaç genç var ülkemizde ? Karşı cinsi gördüğünde hayvani şehvetlerini düşünmeyen insan ne kadar azınlıkta ? Deneyin sizde, sorun Nietzsche'yi, Kant'ı... Tanıyan kaç kişi var ? Sorun hayatın anlamını, evrenin sırrını... somut cevaplar verebilen kaç kişi var ?
Sabrı en büyük erdem olarak gören ben, artık dayanamıyorum bu yanlışlara... Eğitim olarak ne veriyorlar çocuklarımıza ? Felsefe dersi koyuyorlar müfredata ne ala... O da gençlerimizin en sapkın olduğu yıllarda... Nerde bu işin temeli ? Kaldımı ki o yaşa gelmiş beyinlerde sorgulama yetisi ? Fantastik roman dışında kitap okuyabiliyor mu gençlerimiz ? Televizyon ve bilgisayar başında öldürüyorlar hayal güçlerini...
Sıkıldım artık boş laflardan gereksiz göz boyamalardan. Kalkınmak mı istiyor bir ülke ? Kaldırın beyin yıkayan programları, eğitin doğru şekilde körelmeyen zihinleri, öğretmeyin onlara belli sistemleri... Öğretmeyin ki sorgulasınlar, anlasınlar ve düşünceleri için mücadele versinler...
Başkalarından medet ummak yerine, değişimi başlatmak elimizde. Nietzsche'nin de dediği gibi :
Ya çare sizsiniz,
Ya da çaresizsiniz...