- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 6 Ocak 2011
- Mesajlar
- 118
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 86
Laiklik bir tanrı esini değildir. O, insanın kendi kişiliğini korumak, haklarını korumak için, toplum yaşamının bir gereği olarak insan tarafından ortaya konulmuş siyasi ve sosyal bir kurumdur. Bu sosyal ve siyasi kurum zamana uyarak gelişmiş, değişmiş ve yayılmıştır.
Din kitaplarına göre özgürlük, sadece kendi kuralları içinde düşünülebilir. Bir din, kendisi gibi düşünmeyeni dışlar, devamlı olarak kendi dışında olanları kendisine uydurmak, etrafında başka dinden olanları veya hiçbir dine inanmayanları kendinden uzaklaştırmak ister. İşte laiklik dinlerin her birine göre değişen bu kurallarından, insanı kurtarmak, dinsel inançlarını insanların vicdanlarına bırakmak, dışarılara taşırmamak, her dinden insanların (teizm) ya da tanrının varlığını kabul edip dine inanmayanların (deizm) veya tanrıya hiç inanmayanların (ateizm) toplu yaşamda birbirlerini rahatsız etmeden bir arada huzur içinde yaşamalarını sağlamak için düşünülmüş bir yöntemdir.
Fransa’da laiklik fikrinin tarihi uzun bir geçmişe dayanır, din ile devlet arasındaki ilişkinin bir ifadesi olarak belirir. Ortaçağ Fransa’sında din, devleti hâkimiyeti altına almıştı. Krallar kiliselerde papaların elinden taç giyerler, papanın gücendirilmesi halinde aforoz edilirler, kimse kral da olsa o kişiyle konuşmaz, bir lokma ekmek, bir yudum su bile vermez, tek başlarına terkedilirlerdi. Aforoz edilene yardım edenler olursa onlarda aforoz edilirdi.
Rönesans’ta kilise ile monarşi arasındaki bu sıkı sıkıya bağ kısmen de olsa gevşemiş, kraliyet Katolik kalsa da, reformlar kabullenilmiştir. Nantes fermanı 1685 de tekeli tekrar Katolik dinine verdi ve kralın toplumu kontrolünü kolaylaştırdı.
Felsefi düşünce tersine gelişse de, dinsel kural ahlak ve siyaset kuralıyla karışmıştır. XVIII nci yüzyılda, Aydınlanma çağı filozofları ile insan hakları, erklerin ayrımı, halk ve millet ayrımı fikri yayıldı, ama bu düşünceler siyasi ve dinsel kurumlarda birden değişim göstermedi.
1789 Fransız ihtilalinde her şey kökten değişti. Halk yalnız krala karşı değil aynı zamanda dinsel anlayışa karşı da ayaklandı. Kral ve kraliçe giyotinle öldürüldü, kiliseler tahrip edildi. Cumhuriyet yönetimi işte bu esnada ortaya çıktı. Artık halk, kralın tabası değildi, böylece kişiler vatandaşlık hakkını ve özgürlüğünü kazandı. Napolyon imparatorluk tacını, papanın elinden değil, kendi eliyle giydi. Bu hareketle dinin otoritesi yıkılmış, vatandaşlar yalnız monarşiden değil, aynı zamanda dinin hegemonyasından bir daha dönmemek üzere kurtulmuştur.
İnsan ve vatandaşlık Hakları Beyannamesi fikir ve ifade özgürlüğünü, bilhassa da kimlik ve kişi haklarını doğrular. İktidarın temeli bundan böyle sadece siyasidir, dinsel değildir. 21 Şubat 1795 yasası, Protestan Boissy d’Anglas’ın raporu üzerine, resmen Kiliseyle Devlet ayrımını ve devlet desteği olmadan ibadet özgürlüğünü ilan etmiştir.
1801 de Napolyon ile papa VII nci Pie arasında imzalananıp tanınan, Katoliklik, Protestanlık, Lütercilik, Yahudilik olmak üzere dört ibadet sistemini başlatan Konkordato ile din özgürlüğü Devlet tarafından kontrol edilmektedir. Bonapart tarafından belirtilen özel uygulama koşulları, Protestanlara, daha sonra Yahudilere yaygınlaştırılacak olan 1802 yasasının maddelerini oluşturur. Tanınan din ve mezhepler, halk hizmetinden, kamu fonlarından, devlet bütçesine bağlı bakanlık ödemelerinden faydalanırlar. Kiliseler otonomide kaybettiklerini güvenlikten yana kazanırlar. Protestanlık, din işleri kuruluna ve demokratik teşkilatının yokluğuna katlanmak zorundadır. Sadece önemli kişiler iktidar tarafından zaman zaman dinlenmektedir. Ve gerçek laikliği bulmak için 1905 yılını beklemek gerekecektir.
Hristiyanlıktan uzaklaştırmanın devam ettiği XIX ncu yüzyıl boyunca, Meryem Ana’ya saygı, ayinlerin artması, hac ziyareti, Lamennais, Lacordaire ve Montalembert gibi Katolik yandaşlarının liberalizm istekleri olsa da, karanlıkçılığa dönme anlamında, Katolik Kilisesi tekrar meydan kazanmak ister. İnananla inanmayanlar arasında bir çatışma değil ama iki Fransa’nın, cumhuriyetçilerin kampına karşı, hâkimiyet dileyen Roma kilisesi inançlarına uygun Katolik kampının çarpışması söz konusudur.
1866 da sayıları 850 000 olan Protestanlarla sayıları 90 000 olan Yahudiler, 37 100 000 Katolik’in bulunduğu bir ülkede hiç değilse kabul edildikleri için, serbestçe ibadetlerini yapabilmekten az çok memnundurlar. Bunların bazıları, cumhuriyetçilerin başında kendilerini gösterir. Léon Gambetta 1877 de Millet Meclisinde: “Kilise egemenliği, işte düşman bu” der.
Birçok özgürlük yavaş yavaş kabul edilmiştir. 1880 yasası Pazar duası dinlenmesini zorunlu olmaktan çıkarır. 1881 yılında, basın üzerine bir yasa çerçevesiyle, dinsel anlamda küfür suç olmaktan kalkar. 1883 de, bir kararname yüksek askeri görevlileri dinsel törenlerden ayrı tutar. 1884 de sivil boşanma yeniden düzenlenir, halk duaları, özellikle parlamento açılışlarında kaldırılır. Sivil cenaze törenleri 1887 den itibaren kabul edilir.
Cumhuriyetçiler Kilisenin ideolojik koruyuculuğundan uzaklaşmakta anlaşmışlardır, ama bu uygulamaya seferber olmak için nasıl bir yol izleyeceklerinde farklılık gösterirler. Konkordato (Uyuşma), cemaat (Katolik topluluğu) ile 1899 da orta öğretim öğrencilerinin yarısını okutan cemaat öğretmenlerinin rolünü ve konumunu belirtmemiştir. Bu cemaatler bir milyara varan önemli ortak malları ellerinde bulunduruyordu.
Dernekler üzerine olan 1901 yasası dinî amaçlı derneklerin meydana getirilmesini kolaylaştıran bir özgürlük payını kabul eder, ama öncesinde yapılacak bir beyanata zorlar. Aynı yasa, parlamento tarafından önceden izin verilmesine zorlayarak izin verilmemiş olanların mevcudiyetini ve çalışmasını haksız beyan edip cemaatlere saldırmalarına yol açar.
Bu tedbirler, 1904 de 10 000 cemaat kurumunun kapanmasına neden olur, bunların yarısı daha sonra kendilerine dinden bağımsızlaşmış görüntüsü vererek yeniden açılır. Tahminen 30 000 kadın-erkek din insanı bu yasaklamanın ardından Fransa’yı terk eder.
Hazırlayan: Sunar Yazıcıoğlu
Devamı var
Din kitaplarına göre özgürlük, sadece kendi kuralları içinde düşünülebilir. Bir din, kendisi gibi düşünmeyeni dışlar, devamlı olarak kendi dışında olanları kendisine uydurmak, etrafında başka dinden olanları veya hiçbir dine inanmayanları kendinden uzaklaştırmak ister. İşte laiklik dinlerin her birine göre değişen bu kurallarından, insanı kurtarmak, dinsel inançlarını insanların vicdanlarına bırakmak, dışarılara taşırmamak, her dinden insanların (teizm) ya da tanrının varlığını kabul edip dine inanmayanların (deizm) veya tanrıya hiç inanmayanların (ateizm) toplu yaşamda birbirlerini rahatsız etmeden bir arada huzur içinde yaşamalarını sağlamak için düşünülmüş bir yöntemdir.
Fransa’da laiklik fikrinin tarihi uzun bir geçmişe dayanır, din ile devlet arasındaki ilişkinin bir ifadesi olarak belirir. Ortaçağ Fransa’sında din, devleti hâkimiyeti altına almıştı. Krallar kiliselerde papaların elinden taç giyerler, papanın gücendirilmesi halinde aforoz edilirler, kimse kral da olsa o kişiyle konuşmaz, bir lokma ekmek, bir yudum su bile vermez, tek başlarına terkedilirlerdi. Aforoz edilene yardım edenler olursa onlarda aforoz edilirdi.
Rönesans’ta kilise ile monarşi arasındaki bu sıkı sıkıya bağ kısmen de olsa gevşemiş, kraliyet Katolik kalsa da, reformlar kabullenilmiştir. Nantes fermanı 1685 de tekeli tekrar Katolik dinine verdi ve kralın toplumu kontrolünü kolaylaştırdı.
Felsefi düşünce tersine gelişse de, dinsel kural ahlak ve siyaset kuralıyla karışmıştır. XVIII nci yüzyılda, Aydınlanma çağı filozofları ile insan hakları, erklerin ayrımı, halk ve millet ayrımı fikri yayıldı, ama bu düşünceler siyasi ve dinsel kurumlarda birden değişim göstermedi.
1789 Fransız ihtilalinde her şey kökten değişti. Halk yalnız krala karşı değil aynı zamanda dinsel anlayışa karşı da ayaklandı. Kral ve kraliçe giyotinle öldürüldü, kiliseler tahrip edildi. Cumhuriyet yönetimi işte bu esnada ortaya çıktı. Artık halk, kralın tabası değildi, böylece kişiler vatandaşlık hakkını ve özgürlüğünü kazandı. Napolyon imparatorluk tacını, papanın elinden değil, kendi eliyle giydi. Bu hareketle dinin otoritesi yıkılmış, vatandaşlar yalnız monarşiden değil, aynı zamanda dinin hegemonyasından bir daha dönmemek üzere kurtulmuştur.
İnsan ve vatandaşlık Hakları Beyannamesi fikir ve ifade özgürlüğünü, bilhassa da kimlik ve kişi haklarını doğrular. İktidarın temeli bundan böyle sadece siyasidir, dinsel değildir. 21 Şubat 1795 yasası, Protestan Boissy d’Anglas’ın raporu üzerine, resmen Kiliseyle Devlet ayrımını ve devlet desteği olmadan ibadet özgürlüğünü ilan etmiştir.
1801 de Napolyon ile papa VII nci Pie arasında imzalananıp tanınan, Katoliklik, Protestanlık, Lütercilik, Yahudilik olmak üzere dört ibadet sistemini başlatan Konkordato ile din özgürlüğü Devlet tarafından kontrol edilmektedir. Bonapart tarafından belirtilen özel uygulama koşulları, Protestanlara, daha sonra Yahudilere yaygınlaştırılacak olan 1802 yasasının maddelerini oluşturur. Tanınan din ve mezhepler, halk hizmetinden, kamu fonlarından, devlet bütçesine bağlı bakanlık ödemelerinden faydalanırlar. Kiliseler otonomide kaybettiklerini güvenlikten yana kazanırlar. Protestanlık, din işleri kuruluna ve demokratik teşkilatının yokluğuna katlanmak zorundadır. Sadece önemli kişiler iktidar tarafından zaman zaman dinlenmektedir. Ve gerçek laikliği bulmak için 1905 yılını beklemek gerekecektir.
Hristiyanlıktan uzaklaştırmanın devam ettiği XIX ncu yüzyıl boyunca, Meryem Ana’ya saygı, ayinlerin artması, hac ziyareti, Lamennais, Lacordaire ve Montalembert gibi Katolik yandaşlarının liberalizm istekleri olsa da, karanlıkçılığa dönme anlamında, Katolik Kilisesi tekrar meydan kazanmak ister. İnananla inanmayanlar arasında bir çatışma değil ama iki Fransa’nın, cumhuriyetçilerin kampına karşı, hâkimiyet dileyen Roma kilisesi inançlarına uygun Katolik kampının çarpışması söz konusudur.
1866 da sayıları 850 000 olan Protestanlarla sayıları 90 000 olan Yahudiler, 37 100 000 Katolik’in bulunduğu bir ülkede hiç değilse kabul edildikleri için, serbestçe ibadetlerini yapabilmekten az çok memnundurlar. Bunların bazıları, cumhuriyetçilerin başında kendilerini gösterir. Léon Gambetta 1877 de Millet Meclisinde: “Kilise egemenliği, işte düşman bu” der.
Birçok özgürlük yavaş yavaş kabul edilmiştir. 1880 yasası Pazar duası dinlenmesini zorunlu olmaktan çıkarır. 1881 yılında, basın üzerine bir yasa çerçevesiyle, dinsel anlamda küfür suç olmaktan kalkar. 1883 de, bir kararname yüksek askeri görevlileri dinsel törenlerden ayrı tutar. 1884 de sivil boşanma yeniden düzenlenir, halk duaları, özellikle parlamento açılışlarında kaldırılır. Sivil cenaze törenleri 1887 den itibaren kabul edilir.
Cumhuriyetçiler Kilisenin ideolojik koruyuculuğundan uzaklaşmakta anlaşmışlardır, ama bu uygulamaya seferber olmak için nasıl bir yol izleyeceklerinde farklılık gösterirler. Konkordato (Uyuşma), cemaat (Katolik topluluğu) ile 1899 da orta öğretim öğrencilerinin yarısını okutan cemaat öğretmenlerinin rolünü ve konumunu belirtmemiştir. Bu cemaatler bir milyara varan önemli ortak malları ellerinde bulunduruyordu.
Dernekler üzerine olan 1901 yasası dinî amaçlı derneklerin meydana getirilmesini kolaylaştıran bir özgürlük payını kabul eder, ama öncesinde yapılacak bir beyanata zorlar. Aynı yasa, parlamento tarafından önceden izin verilmesine zorlayarak izin verilmemiş olanların mevcudiyetini ve çalışmasını haksız beyan edip cemaatlere saldırmalarına yol açar.
Bu tedbirler, 1904 de 10 000 cemaat kurumunun kapanmasına neden olur, bunların yarısı daha sonra kendilerine dinden bağımsızlaşmış görüntüsü vererek yeniden açılır. Tahminen 30 000 kadın-erkek din insanı bu yasaklamanın ardından Fransa’yı terk eder.
Hazırlayan: Sunar Yazıcıoğlu
Devamı var