insan

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde istanbul2 tarafından oluşturulan insan başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,741 kez görüntülenmiş, 11 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı insan
Konbuyu başlatan istanbul2
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan "ictenlik"

istanbul2

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
9 Tem 2013
Mesajlar
33
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Genlerimiz ilk ve son insanla %99, 9’u aynı. Yani, “Yok aslında birbirimizden farkımız!” ilk devirlerden bilgi toplumuna geldik hala elimizdeki fazlayı paylaşmak yerine zayıfın malına göz dikiyor, öldürmek için silahlar üretiyoruz. İnsanın medenileşmesi, modernleşmesi gerçeğinde bir aldatmaca mıdır?

Tarihin erken dönemlerinde yüksek duvarlar arkasında yaşamayı kurtuluş gören insan, geldiği noktada da kurtuluşunu, güvenlik kameraları ile yüksek duvarların arkasında aramaktadır.

Özetle anlayış olarak binlerce yıldır bulunduğumuz yerdeyiz…

Bir Kızılderili şef : “Biraz daha ve sonra gideceğim. Nereye olduğunu söyleyemiyorum. Geldiğimiz hiçbir yerden, gittiğimiz hiçbir yere. Hayat nedir?

-Bir ateşböceğinin karanlıkta parlamasıdır.

-Kışın bir bufalonun nefesidir.

-Otların içinde koşan ve gün ışığında kaybolan küçük bir gölgedir.”

Gerçeğinde insan hala ne kendini tanıyabilmiş ne de yaşamın gerçeğini…

Sokrates boşuna dememiş olsa gerek, “İnsan; kendini tanı!”

Aklı dışında birçok uzvunun hastalığı tedavi etmeyi başaran insan, akıl hastalıklarına çare bulduğu gün herhalde kendini tanıma eşiğinden içeri o gün ilk adımı da atmış olacaktır…

İlk yazıda insanların geçmişten bugüne yaşamla ile görüşlerini öğrenmek adına Konfüçyüs ve Sokrates’in seslendirdiklerinden kısa örnekler vermiştik. Konuyu açmak adına değişik bir örnek daha verilirse;

İnançlı olmayan insanların çoğunluğundaki ortak amaç : “Dünya hayatından, sınır tanımadan maksimum oranda fayda elde edebilmek.” Bu kimselerde hayatın ölümle sınırlı olduğuna dair bir inanç vardır. Bunlar kısa olan hayatı en iyi şekilde değerlendirmek için çok kazanmanın peşindedir. Üstelik her ne pahasına olursa…

Gerçeğinde var mıdır, kazandıklarını tabutunun yanında ve bir kamyonet içerisinde öte yakaya götüren?

Kur’ân-ı Kerîm bu anlayışta olanlar için ;

“Dediler ki: Ne varsa dünya hayatımızdır, başka birşey yoktur. Ölürüz, yaşarız; bizi zamandan başkası helak etmiyor (bizi öldüren yalnız zamandır). Fakat onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.” (Câsiye, 45/24)

Yaşamın amacı nedir, neden dünyaya geliyoruz?

Ve bu gezegende ne yapmaya çalışıyoruz, bir görev mi ifa ediyoruz?

Yoksa varlığımızın hiçbir amacı ve nedeni yok, tesadüfen doğuyor tesadüfen mi ölüyoruz?

Savunduğumuz düşünce,
ve ideolojiyi nasıl ediniyor, sahipleniyor ve farklı olabiliyoruz?

Aşk, sevgi, tutku, heyecan, zaaf ve ihtiras gibi duygularımızı nasıl değerlendirmeliyiz?

Genlerinizin %99, 9’u diğerlerininkilerle aynı olmasının yanında kalan %0, 1’lik kısım bizler nasıl farklı yapabilmektedir?

Diğer canlılardan farklı olmamızı tesadüflere mi borçluyuz?

Kendini on binlerce yıl tekrar eden olaylar bir tesadüf olabilir mi? Tesadüfler, kendini belirli aralıklarla nasıl tekrar edebilmektedir?

Varlığımızın temel nedeni, gerçeğinde bir diğer varlığının yaşaması, devamı için midir?

İnsanın, mutlu, huzurlu, hüzünlü olmasının anlamı ve sonuçları nelerdir?

Nasıl oluyor da kadın ve erkek nüfusu binlerce yıldır bir denge içerinde çoğalmaktadır?

Doğumlarda erkek oranı fazla olmasına rağmen, nasıl oluyor da kadınlar daha fazla yaşamakta ve bu denge bozulmamaktadır?

Bu kadar tesadüf, sadece tesadüflerle açıklanabilir mi?

Aşk, sevgi, beğenme duyguları olmasaydı, insanlar neye benzerdi?

Cinsellikte zevk, çoğalmanın mı, bir arada yaşamanın mı nedenidir?

Bu kadar aciz bir varlık olmamıza rağmen büyük dağları nasıl yapabiliyoruz?

Ve…

Kısa bir süre açlığa ve susuzluğa, küçük bir yaralanmanın acısına tahammül edemeyen insan nasıl oluyor da, diğerinin gözü önünde, aç-susuz ve yaralı olarak yok olmasına seyirci kalabilmektedir?
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
İnsan koşullara göre başkalaşıyor. Yetiştiği ortam ve koşullara göre bir takım değerlere sahip oluyor veya sahip olduklarını yitiriyor. Kuran'dan örnek vermişsiniz, Kuran'da yazdığı gibi her insan her gerçeği göremiyor, farkedemiyor daha doğrusu idrak edemiyor. Özünde gerçek tektir fakat dünya yaşamında her insanın gerçeği farklıdır. Öz gerçeği görmeye çabalayan insan ise çok azdır.

Suriye'de ya da başka ülkelerde yaşanan savaşlarda, katliamlarda insanlar yaptıklarının doğru olduğundan çok eminler ve bunun dışındaki gerçekleri idrak edemiyorlar. Bir araba ile birine çarpan birisi o yaralıyı orada bırakıp, kaçabiliyor. Tüm bu olaylar insanın kendi çıkarlarına ters düşen durumlarda tüm değerlerini hiçe sayabileceğini gösteriyor. Savaş varsa katliam da var, savaş varsa ölüm de var v.s. tüm dengelerini yitiriyorlar.

Kötü koşullara mağruz kalan insanlar için doğru ve yanlış kavramları yer değiştirmeye hatta kaybolmaya başlar. Aç kalan bir insan çaresizse çiğ et bile yiyebilir.

Savaş,şiddet, baskı insanları canavar yapmaktan başka işe yaramaz. Seyirci kalınmaktan öte Suriye çok tehlikeli bir ülke ve arkasında güçlü ülkeler varken Suriye'ye müdahale etmek o kadar kolay değil. Ölen insanlara yardım etmek isterken tüm dünyayı savaşa sokacak durumlara sebep olmamak için temkinli davranılıyor.
 

karamel

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
21 Tem 2013
Mesajlar
307
Tepkime puanı
0
Puanları
0
[sıze=2]genlerimiz ilk ve son insanla %99, 9’u aynı. Yani, “yok aslında birbirimizden farkımız!” ilk devirlerden bilgi toplumuna geldik hala elimizdeki fazlayı paylaşmak yerine zayıfın malına göz dikiyor, öldürmek için silahlar üretiyoruz. Insanın medenileşmesi, modernleşmesi gerçeğinde bir aldatmaca mıdır?

Tarihin erken dönemlerinde yüksek duvarlar arkasında yaşamayı kurtuluş gören insan, geldiği noktada da kurtuluşunu, güvenlik kameraları ile yüksek duvarların arkasında aramaktadır.

özetle anlayış olarak binlerce yıldır bulunduğumuz yerdeyiz…

bir kızılderili şef : “biraz daha ve sonra gideceğim. Nereye olduğunu söyleyemiyorum. Geldiğimiz hiçbir yerden, gittiğimiz hiçbir yere. Hayat nedir?

-bir ateşböceğinin karanlıkta parlamasıdır.

-kışın bir bufalonun nefesidir.

-otların içinde koşan ve gün ışığında kaybolan küçük bir gölgedir.”

gerçeğinde insan hala ne kendini tanıyabilmiş ne de yaşamın gerçeğini…

sokrates boşuna dememiş olsa gerek, “insan; kendini tanı!”

aklı dışında birçok uzvunun hastalığı tedavi etmeyi başaran insan, akıl hastalıklarına çare bulduğu gün herhalde kendini tanıma eşiğinden içeri o gün ilk adımı da atmış olacaktır…

ilk yazıda insanların geçmişten bugüne yaşamla ile görüşlerini öğrenmek adına konfüçyüs ve sokrates’in seslendirdiklerinden kısa örnekler vermiştik. Konuyu açmak adına değişik bir örnek daha verilirse;

inançlı olmayan insanların çoğunluğundaki ortak amaç : “dünya hayatından, sınır tanımadan maksimum oranda fayda elde edebilmek.” bu kimselerde hayatın ölümle sınırlı olduğuna dair bir inanç vardır. Bunlar kısa olan hayatı en iyi şekilde değerlendirmek için çok kazanmanın peşindedir. üstelik her ne pahasına olursa…

gerçeğinde var mıdır, kazandıklarını tabutunun yanında ve bir kamyonet içerisinde öte yakaya götüren?

Kur’ân-ı kerîm bu anlayışta olanlar için ;

“dediler ki: Ne varsa dünya hayatımızdır, başka birşey yoktur. ölürüz, yaşarız; bizi zamandan başkası helak etmiyor (bizi öldüren yalnız zamandır). Fakat onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.” (câsiye, 45/24)

yaşamın amacı nedir, neden dünyaya geliyoruz?

Ve bu gezegende ne yapmaya çalışıyoruz, bir görev mi ifa ediyoruz?

Yoksa varlığımızın hiçbir amacı ve nedeni yok, tesadüfen doğuyor tesadüfen mi ölüyoruz?

Savunduğumuz düşünce, [/sıze]
[sıze=2] ve ideolojiyi nasıl ediniyor, sahipleniyor ve farklı olabiliyoruz?

Aşk, sevgi, tutku, heyecan, zaaf ve ihtiras gibi duygularımızı nasıl değerlendirmeliyiz?

Genlerinizin %99, 9’u diğerlerininkilerle aynı olmasının yanında kalan %0, 1’lik kısım bizler nasıl farklı yapabilmektedir?

Diğer canlılardan farklı olmamızı tesadüflere mi borçluyuz?

Kendini on binlerce yıl tekrar eden olaylar bir tesadüf olabilir mi? Tesadüfler, kendini belirli aralıklarla nasıl tekrar edebilmektedir?

Varlığımızın temel nedeni, gerçeğinde bir diğer varlığının yaşaması, devamı için midir?

Insanın, mutlu, huzurlu, hüzünlü olmasının anlamı ve sonuçları nelerdir?

Nasıl oluyor da kadın ve erkek nüfusu binlerce yıldır bir denge içerinde çoğalmaktadır?

Doğumlarda erkek oranı fazla olmasına rağmen, nasıl oluyor da kadınlar daha fazla yaşamakta ve bu denge bozulmamaktadır?

Bu kadar tesadüf, sadece tesadüflerle açıklanabilir mi?

Aşk, sevgi, beğenme duyguları olmasaydı, insanlar neye benzerdi?

Cinsellikte zevk, çoğalmanın mı, bir arada yaşamanın mı nedenidir?

Bu kadar aciz bir varlık olmamıza rağmen büyük dağları nasıl yapabiliyoruz?

Ve…

kısa bir süre açlığa ve susuzluğa, küçük bir yaralanmanın acısına tahammül edemeyen insan nasıl oluyor da, diğerinin gözü önünde, aç-susuz ve yaralı olarak yok olmasına seyirci kalabilmektedir?[/sıze]

büyük yaradanın vücuda getirdiği herşey muhteşem ve tartışılmaz derecede (ki inananlar için sadece sorgulamaktan öte bir kabulleniş var) gizemli ve güzel.

Bence artık bak kuş havada nasıl uçuyor, dünya ekseninden bir derecelik açısından çıksaydı şu olurdu lakırdıları artık uzaktan gelen boş nameler gibi.bilim merak edip kendi üslubunca bilinmeyeni araştırıyor.fakat hala darwin teorisini tam olarak bir netlik kazandıramadılar,onuda inanç sistemleri olan yada olmayan bilim adamları kendilerine göre bir açıklama yapıyorlar.

Burdan sonra eklemek istediğim bir şey var.evet inanmayanlar.ama onlardan da ne bilim adamları, neler neler var.yakın tarihe baktığınızda bir çok bilim insanı yaradan mefrumundan uzak durmuştur.bunu tasvip ediyorum anlamında deil tabii ama , onların içinde de iyi indanlar, insanlık için yaşamış kişilerde vardır, var olacaktır.

Belkide anlatamadım tam olarak bilmiyorum..
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Kanıtlayan ve savunan kişi sevmiyordur sadece öyleymiş gibi yapıyordur ... çünkü inanmak sevmek gibidir.. sevmeyi ''nedenler'' kategorisine çevirirken onu bozmamak mümkün müdür? ... Varoluşumuzla ilgili tüm cevaplara sahip olsaydık ne olacaktı ? Tüm cevapları aldıktan sonra yinede ''Niçin?'' diye sormayacak mıydık??? Sevmek usu aşan bir mutluluk değil mi? gerçeği tinsellikten uzaklaşarak aramak ne kadar doğru ?

(kierkegaardan tam alıntı olmasada esinlenmedir :))
 

karamel

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
21 Tem 2013
Mesajlar
307
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bazen de inanmak sevmek gibi deildir ama,sadece inanmak zorunda olduğumuz zamanlarda olur.İnanmak isteriz sadece isteriz halbu ki biliriz ki inanacak durum da yoktur aslında. Olsun der ve sistemleri devereye sokarız.Bu inan ama çok iste çok olsun, bol iste bol olsun mavrallarından oluşan bir bio enerjili bol kepçesi de deildir. Sadece istenir işte..
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
İnsan ne kelimelerin ne bilginin nede aklın kudreti ile ikna olamaz... Sorular sorarak sorulardan kurtunulamaz ,cevaplar yükümüzü hafifletmez,soru sormakla hiçbir şeyin mutlak karşılığına ulaşılamaz..en nihayetinde bu gerçeği kabul etmemiz gerekir..

Tanrı kendi kendisine sorular soruyor mudur?...sanmıyorum..çünkü Tanrı gerçeğe dayalı düşünür..gerçeğe dayananın soruları yoktur , mutlak olanın soruları yoktur..soru sormak bizlerin işidir..illa cevaplar bulmamızda gerekmiyor..soru sormak cevabın yarısıdır demişler..kimbilir sorularımız belkide cevabın kendisidir..

İnanmak sevmek gibidir derken ,sevgiyi nedenler zinciri ile anlamaya çalışmanın anlamsızlığını anlatmaya çalışıyordur belkide düşünür..
 

karamel

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
21 Tem 2013
Mesajlar
307
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Insanın başına gelen en tehlikeli şey inanmayı kaybetmesi.evet öyle şeyler var ki insanı insanlığından çıkaran şeyler ama inanmayı yitirdiğimiz an, tüm renklerin gri olduğu bir an oluyor.hayatın melodisi bitiyor, çocuk cıvıltıları kabuslarınıza dönüşüyor.sorular başladıkça nedenler oluşuyor nedenler oluştukça acabalar ve tekrarlar , evirip çevirip,tekrar kendi benliğimize uyarak monte ettirip ya koşulsuzca saçma sapan inanıyoruz.ya da çok mantıksal, çok uygun olsada inanmaktan kaçıyoruz.

Inanç sistemlerimiz içimizde ki kara deliklerin büyüklüğüyle de ilgili o delik maneviyat ve sevgiden ne kadar uzak ise
onu başka başka oyalamalarla doldurup yolumuza devam ediyoruz.ta ki öbür yerden patlayana kadar..
Insan neye inanırsa inansın.inanmak istediği şeylerin en safına ve molekül yapısının en bozulmamışına inanmaya biraz gayret etsin...
 

ls2

Kahin
Onursal Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
2,737
Tepkime puanı
180
Puanları
63
Wittgensteinin güzel bir sözü var; Tanrıya inanmak hiçbir nedene gereksinim duymaz. bende bu nedenin içimizde varolduğunu düşünüyorum. sevgi gibi,vicdan gibi,merhamet gibi.. bunların insanda nasıl varolduğunu bilgi kuramları ile mantıksal bir biçimde temellendirmeye çalışmak aklın tutkusudur..ama bu çıkmaz sokağa giren bir tutku bana göre..İnsan hissettiği sevginin nedenlerini salt akla itaat ederek irdelemeye başlarsa o çıkmaz sokakta sevgisinide kaybeder..
 

karamel

Meraklı Üye
Yeni Üye
Katılım
21 Tem 2013
Mesajlar
307
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Evet" birşey" ne kadar güzel, ve beni mutlu ediyor diye neden aramamalıyız. o şey ne ise ister yaradan sevgisi, ister birine duyulan sevgi, onu derin bir nefasle iiçimize çekip, şükrederek sevmeliyiz.İnsan zaten koşulsuz sevmeye başladığı zaman, sevgide en üst noktaya çıkıyor.
Gazetede bir fotograf vardı, kadın bacakları olmayan kocasını sırtına almış taşıyor (amerikalı olabilir) .O haliyle , o adamla birlikte olmuş ve evlenmiş.Hep kendime sorduğumda , bunu yapamıyacağımı anlayıp, kendimden utandım.Şekilcilik, salt birini bedeni olmadan ruyhuyla sevmek ne kadar erdemli ve ne güzel..
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
insan? insanın insan olduğunu anlamalı- yani kendi türü
yani bi çeşit kendi türü,
yani bi çeşit kendisi işte -kendisi ve aynısı yani bu; bunu anlamalı
bi çeşit aynından ve aynısı işte bu
 

"ictenlik"

Kahin
Onursal Üye
FS - KT. Yöneticisi
Katılım
7 Ara 2013
Mesajlar
6,615
Tepkime puanı
504
Puanları
113
Genlerimiz ilk ve son insanla %99, 9’u aynı. Yani, “Yok aslında birbirimizden farkımız!” ilk devirlerden bilgi toplumuna geldik hala elimizdeki fazlayı paylaşmak yerine zayıfın malına göz dikiyor, öldürmek için silahlar üretiyoruz. İnsanın medenileşmesi, modernleşmesi gerçeğinde bir aldatmaca mıdır?

Yaşamın amacı nedir, neden dünyaya geliyoruz?

Varlığımızın temel nedeni, gerçeğinde bir diğer varlığının yaşaması, devamı için midir?

Nasıl oluyor da kadın ve erkek nüfusu binlerce yıldır bir denge içerinde çoğalmaktadır?

Bu kadar tesadüf, sadece tesadüflerle açıklanabilir mi?
Ve…
Kısa bir süre açlığa ve susuzluğa, küçük bir yaralanmanın acısına tahammül edemeyen insan nasıl oluyor da, diğerinin gözü önünde, aç-susuz ve yaralı olarak yok olmasına seyirci kalabilmektedir?

Bu kadar soruyu nasıl bir araya getirebildiniz bilmiyorum
Cevapları sadece deliler mi söyleyebiliyor?
Gerçekten bencil bireysel ontoloji, istencin doğası ve kozmik diğer sebepler
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst