- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 9 Tem 2013
- Mesajlar
- 33
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
Genlerimiz ilk ve son insanla %99, 9’u aynı. Yani, “Yok aslında birbirimizden farkımız!” ilk devirlerden bilgi toplumuna geldik hala elimizdeki fazlayı paylaşmak yerine zayıfın malına göz dikiyor, öldürmek için silahlar üretiyoruz. İnsanın medenileşmesi, modernleşmesi gerçeğinde bir aldatmaca mıdır?
Tarihin erken dönemlerinde yüksek duvarlar arkasında yaşamayı kurtuluş gören insan, geldiği noktada da kurtuluşunu, güvenlik kameraları ile yüksek duvarların arkasında aramaktadır.
Özetle anlayış olarak binlerce yıldır bulunduğumuz yerdeyiz…
Bir Kızılderili şef : “Biraz daha ve sonra gideceğim. Nereye olduğunu söyleyemiyorum. Geldiğimiz hiçbir yerden, gittiğimiz hiçbir yere. Hayat nedir?
-Bir ateşböceğinin karanlıkta parlamasıdır.
-Kışın bir bufalonun nefesidir.
-Otların içinde koşan ve gün ışığında kaybolan küçük bir gölgedir.”
Gerçeğinde insan hala ne kendini tanıyabilmiş ne de yaşamın gerçeğini…
Sokrates boşuna dememiş olsa gerek, “İnsan; kendini tanı!”
Aklı dışında birçok uzvunun hastalığı tedavi etmeyi başaran insan, akıl hastalıklarına çare bulduğu gün herhalde kendini tanıma eşiğinden içeri o gün ilk adımı da atmış olacaktır…
İlk yazıda insanların geçmişten bugüne yaşamla ile görüşlerini öğrenmek adına Konfüçyüs ve Sokrates’in seslendirdiklerinden kısa örnekler vermiştik. Konuyu açmak adına değişik bir örnek daha verilirse;
İnançlı olmayan insanların çoğunluğundaki ortak amaç : “Dünya hayatından, sınır tanımadan maksimum oranda fayda elde edebilmek.” Bu kimselerde hayatın ölümle sınırlı olduğuna dair bir inanç vardır. Bunlar kısa olan hayatı en iyi şekilde değerlendirmek için çok kazanmanın peşindedir. Üstelik her ne pahasına olursa…
Gerçeğinde var mıdır, kazandıklarını tabutunun yanında ve bir kamyonet içerisinde öte yakaya götüren?
Kur’ân-ı Kerîm bu anlayışta olanlar için ;
“Dediler ki: Ne varsa dünya hayatımızdır, başka birşey yoktur. Ölürüz, yaşarız; bizi zamandan başkası helak etmiyor (bizi öldüren yalnız zamandır). Fakat onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.” (Câsiye, 45/24)
Yaşamın amacı nedir, neden dünyaya geliyoruz?
Ve bu gezegende ne yapmaya çalışıyoruz, bir görev mi ifa ediyoruz?
Yoksa varlığımızın hiçbir amacı ve nedeni yok, tesadüfen doğuyor tesadüfen mi ölüyoruz?
Savunduğumuz düşünce,
Aşk, sevgi, tutku, heyecan, zaaf ve ihtiras gibi duygularımızı nasıl değerlendirmeliyiz?
Genlerinizin %99, 9’u diğerlerininkilerle aynı olmasının yanında kalan %0, 1’lik kısım bizler nasıl farklı yapabilmektedir?
Diğer canlılardan farklı olmamızı tesadüflere mi borçluyuz?
Kendini on binlerce yıl tekrar eden olaylar bir tesadüf olabilir mi? Tesadüfler, kendini belirli aralıklarla nasıl tekrar edebilmektedir?
Varlığımızın temel nedeni, gerçeğinde bir diğer varlığının yaşaması, devamı için midir?
İnsanın, mutlu, huzurlu, hüzünlü olmasının anlamı ve sonuçları nelerdir?
Nasıl oluyor da kadın ve erkek nüfusu binlerce yıldır bir denge içerinde çoğalmaktadır?
Doğumlarda erkek oranı fazla olmasına rağmen, nasıl oluyor da kadınlar daha fazla yaşamakta ve bu denge bozulmamaktadır?
Bu kadar tesadüf, sadece tesadüflerle açıklanabilir mi?
Aşk, sevgi, beğenme duyguları olmasaydı, insanlar neye benzerdi?
Cinsellikte zevk, çoğalmanın mı, bir arada yaşamanın mı nedenidir?
Bu kadar aciz bir varlık olmamıza rağmen büyük dağları nasıl yapabiliyoruz?
Ve…
Kısa bir süre açlığa ve susuzluğa, küçük bir yaralanmanın acısına tahammül edemeyen insan nasıl oluyor da, diğerinin gözü önünde, aç-susuz ve yaralı olarak yok olmasına seyirci kalabilmektedir?
Tarihin erken dönemlerinde yüksek duvarlar arkasında yaşamayı kurtuluş gören insan, geldiği noktada da kurtuluşunu, güvenlik kameraları ile yüksek duvarların arkasında aramaktadır.
Özetle anlayış olarak binlerce yıldır bulunduğumuz yerdeyiz…
Bir Kızılderili şef : “Biraz daha ve sonra gideceğim. Nereye olduğunu söyleyemiyorum. Geldiğimiz hiçbir yerden, gittiğimiz hiçbir yere. Hayat nedir?
-Bir ateşböceğinin karanlıkta parlamasıdır.
-Kışın bir bufalonun nefesidir.
-Otların içinde koşan ve gün ışığında kaybolan küçük bir gölgedir.”
Gerçeğinde insan hala ne kendini tanıyabilmiş ne de yaşamın gerçeğini…
Sokrates boşuna dememiş olsa gerek, “İnsan; kendini tanı!”
Aklı dışında birçok uzvunun hastalığı tedavi etmeyi başaran insan, akıl hastalıklarına çare bulduğu gün herhalde kendini tanıma eşiğinden içeri o gün ilk adımı da atmış olacaktır…
İlk yazıda insanların geçmişten bugüne yaşamla ile görüşlerini öğrenmek adına Konfüçyüs ve Sokrates’in seslendirdiklerinden kısa örnekler vermiştik. Konuyu açmak adına değişik bir örnek daha verilirse;
İnançlı olmayan insanların çoğunluğundaki ortak amaç : “Dünya hayatından, sınır tanımadan maksimum oranda fayda elde edebilmek.” Bu kimselerde hayatın ölümle sınırlı olduğuna dair bir inanç vardır. Bunlar kısa olan hayatı en iyi şekilde değerlendirmek için çok kazanmanın peşindedir. Üstelik her ne pahasına olursa…
Gerçeğinde var mıdır, kazandıklarını tabutunun yanında ve bir kamyonet içerisinde öte yakaya götüren?
Kur’ân-ı Kerîm bu anlayışta olanlar için ;
“Dediler ki: Ne varsa dünya hayatımızdır, başka birşey yoktur. Ölürüz, yaşarız; bizi zamandan başkası helak etmiyor (bizi öldüren yalnız zamandır). Fakat onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.” (Câsiye, 45/24)
Yaşamın amacı nedir, neden dünyaya geliyoruz?
Ve bu gezegende ne yapmaya çalışıyoruz, bir görev mi ifa ediyoruz?
Yoksa varlığımızın hiçbir amacı ve nedeni yok, tesadüfen doğuyor tesadüfen mi ölüyoruz?
Savunduğumuz düşünce,
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
ve ideolojiyi nasıl ediniyor, sahipleniyor ve farklı olabiliyoruz?Aşk, sevgi, tutku, heyecan, zaaf ve ihtiras gibi duygularımızı nasıl değerlendirmeliyiz?
Genlerinizin %99, 9’u diğerlerininkilerle aynı olmasının yanında kalan %0, 1’lik kısım bizler nasıl farklı yapabilmektedir?
Diğer canlılardan farklı olmamızı tesadüflere mi borçluyuz?
Kendini on binlerce yıl tekrar eden olaylar bir tesadüf olabilir mi? Tesadüfler, kendini belirli aralıklarla nasıl tekrar edebilmektedir?
Varlığımızın temel nedeni, gerçeğinde bir diğer varlığının yaşaması, devamı için midir?
İnsanın, mutlu, huzurlu, hüzünlü olmasının anlamı ve sonuçları nelerdir?
Nasıl oluyor da kadın ve erkek nüfusu binlerce yıldır bir denge içerinde çoğalmaktadır?
Doğumlarda erkek oranı fazla olmasına rağmen, nasıl oluyor da kadınlar daha fazla yaşamakta ve bu denge bozulmamaktadır?
Bu kadar tesadüf, sadece tesadüflerle açıklanabilir mi?
Aşk, sevgi, beğenme duyguları olmasaydı, insanlar neye benzerdi?
Cinsellikte zevk, çoğalmanın mı, bir arada yaşamanın mı nedenidir?
Bu kadar aciz bir varlık olmamıza rağmen büyük dağları nasıl yapabiliyoruz?
Ve…
Kısa bir süre açlığa ve susuzluğa, küçük bir yaralanmanın acısına tahammül edemeyen insan nasıl oluyor da, diğerinin gözü önünde, aç-susuz ve yaralı olarak yok olmasına seyirci kalabilmektedir?