XVIII nci yüzyılda Fransız edebiyatı

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kültür ve Sanat kategorisinde Sunar tarafından oluşturulan XVIII nci yüzyılda Fransız edebiyatı başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 13,412 kez görüntülenmiş, 42 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kültür ve Sanat
Konu Başlığı XVIII nci yüzyılda Fransız edebiyatı
Konbuyu başlatan Sunar
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Sunar

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
XVIII Yüzyıl Fransız edebiyatı
Genel bakış
Filozoflar çağı :
Genel anlamda filozof sözüyle, nereden gelindiği, doğa, dünyanın ya da yaşayan insanların kaderi gibi büyük metafizik meseleler üzerine düşünen ve bunları evrensel bir sistem şeklinde çözümlemeye çalışan kimse kastedilirdi. Bununla beraber Montesquieu, Diderot, Voltaire zamanında ifade, özel bir değer kazandı. Bu filozofların çoğu metafiziği beğenmeyip bilinmeyen üzerine kafa yormanın gereksiz olduğunu düşünürler. Buna karşı hepsi, insanın yeryüzünde mutluluğunun bağlı olduğu politik, sosyal, ahlâki ya da dinsel düzen konularıyla ilgilenirler. Onlar bu konuları bütün ön yargıları bir tarafa bırakıp bizzat kendileri incelemeği iddia ederler. Ansiklopedi’de “filozof” ispat edilmeyen hiçbir şeyi kabul etmeyendir denilir; onlar aldatıcı mefhumları hiç kabul etmezler; mutlağın, olağanın, şüphelinin kesin sınırlarını çizerler. Böylece filozoflar her sahada önceki yüzyılda Descartes ve inanmayanlar tarafından da açıklandığı gibi, otorite ilkesine karşı baş kaldırırlar; en yaygın fikirleri, en oturmuş gelenekleri sarsarlar, kurumlarda ve âdetlerdeki büyük devrim öncesi düşüncelerde devrim yaparlar.
Felsefi düşüncede ilerlemeler ve klasik zevke bağlılık (1715-1750) .
XVIII nci yüzyılın ilk yarısında, felsefî düşünce kendini ortaya koymak için yönetimin zayıflığından faydalanır; ama sosyal tenkitlerinde en gözü pek yazarlar, klasik zevke sadık kalırlar.
Otoritenin Zayıflaması
XIV ncü Louis’nin ölümünden itibaren, rejime yenik düşen otorite krizi potansiyel olarak müsaittir. Kral naibi seçilen Orleans dükü sansür ve polis gözetimini gevşek tutar. XV nci Louis düş kırıklığına uğratan siyasetinin sebebiyet verdiği memnun olmayanların görüşlerini bilhassa kendisine iyi ve usta bir yardımcı, iyi bir öğütçü olan kardinal Fleury’ nin ölümünden sonra bastıramaz. Bu memnuniyetsizlik 1748 yılında, kıralın Avusturya kraliçesi Marie-Therese’e karşı başarılı bir savaştan sonra Aix-la Chapelle antlaşmasını imzalaması ve bütün kazanımlarını terk etmesi ile zaten güvenilmez olan bir barışı satın almasıyla doruk noktaya ulaşır. Bu kriz boş bir meydanı, fikirleri halkın görüşünde gittikçe geniş bir ilgi bulan yenilikçilere bırakır.
Felsefenin ilkeleri
İnceleme ruhu- Tanrı esini üzerine kurulmuş olan geleneksel inanç yerine filozoflar bilinç ilkeleri olarak aklı ve deneyimi koyarlar. Descartes onlara mantıklı düşünme çalışmasıyla gerçeği yanlıştan ayırmağı öğretti. İngiliz deneyselciler, özellikle Locke, onlara pozitif olayların zevkini vermeğe katılırlar.
Bilim ruhu- Böylece dinin saygınlığı yerine insanî bilimlerin saygınlığını koymağa çalışırlar. Newton sistemi, kültürlü halk içinde büyük merak uyandırır, bilim dünyasında gittikçe artan sempati kazanır ve peşin hüküm (batıl itikat) ile dolu eski fizikin zararına kendini kabul ettirir. Taşra Akademilerinde, hatta yurttaşların görüşlerinde deney ve laboratuar araştırmaları artar, aynı zamanda tarihî ve arkeolojik bilinç gelişir.
Kozmopolit (çok dünyalı) ruh- Bundan başka yabancı ülkelerin kurumları ve âdetlerine olan güçlü bir merak yayılır. Yabancı değiş tokuşlar artar; seyyahlar gittikçe çoğalır. İngiltere özel bir saygınlık kazanır: Milli özsaygı konusunda Fransız ve İngiliz kurumları arasında sık sık acımasız kıyaslamalar yapılır.
Edebiyat gelenekleri
Sanat alanında, bununla beraber, büyük klasikler örnek model olarak dururlar. Bir Saint-Simon onlara elbette hiçbir şey borçlu değil ama rakipsiz bir örnektir. Benimsenmiş türler, trajedi, komedi, roman gene yenilenerek birçok yazar tarafından işlenmiştir. Marivaux’nun tiyatrosu klasik bir başarı taslağıdır. Montesquieu ile Voltaire’in felsefi eserlerine gelince, onlar klasik dehaya uygun olan düşünce aydınlığı ve ifade açıklığıyla kendilerini kabul ettirirler.

Sunar Yazıcıoğlu
 

phi

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
13 May 2008
Mesajlar
1,906
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Paylasiminiz icin tesekkur ederim. Buyuk bir zevkle okudum umarim devami gelir.
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
(Teşekkürler Admin.)





Felsefî düşüncenin zaferi ve romantik duyarlığın ortaya çıkması (1750-1795)

Aşağı yukarı, 1750 den itibaren, oldukça büyük bir özgürlüğe sahip olan filozoflar kraliyet iktidarına saldırırlar ve gittikçe artan bir şiddetle geleneklerin bozulmasını ortaya koyarlar. Açıkça farkına varmadan, siyasî ve sosyal bir devrimi hazırlarlar. Duygusal ve mistik titizlik adına, akılcılıklarının duygusuzluğuna karşı bir tepki doğar. Böylece uzun bir zaman diliminde bir edebî devrim kendini ilan eder.
Otoritenin çöküşü:
Saray politikası tarafından tekrarlanan hatalar rejimin yıkımını hazırlar. XV nci Louis idaresinde diplomatik ve askerî başarısızlıklar artar. Fransa Yedi Yıl savaşlarında II nci Frederic tarafından yenilmiştir; Hindistan’ı ve Kanada’yı İngiltere’ye bırakır. XVI ncı Louis idaresinde, Turgot’nun ileri görüşlü gayretlerine rağmen monarşi gözden düşer. Halktan kendini yalıtlamış olan kral, itibarını sarsar ve imtiyazlılar tarafından oyuna getirilir; ne Parlamenterlerin sistemli muhalefetine, ne de gelecek Devrimin sebebi olan korkunç malî krize karşı koyamaz.
Felsefenin Yüreklilikleri:
Metafizik düşüncenin korkusuzluğu- Filozoflar eski sistemleri topa tutarlar. Condillac duygudan düşüncenin çalışmasını türetir. Holbach, La Mettrie, Diderot ruhun varlığını inkâr ederler, düşüncede organik bir meleke görür ve modern materyalizmin temelini atarlar. İnancın üniversal ışıldamasıyla ayni zamanda, geleneksel ahlakın üzerinde durduğu ön gerçek (postula) ortaya konulmuş olur. Sosyal denge ya da mutluluk isteği üzerine kurulmuş sadece insanî olan ahlâk yayılır.
Din karşıtı eleştirinin şiddeti- Ortaya konulmuş din doğmaları kötü yorumların saldırısına uğrar. Dinsel anlatılar açıkça anlamsız saçmalıklar, mucizeler ise düzmeceler gibi gösterilir. Kilisenin eğitimine filozoflar bazen belirsiz bir deizm ile, bazen açık bir ateizm ile karşı çıkarlar.
Yabancı etkilerin ağır istilası- Sonunda kozmopolit (çok dünyalı) düşünce durmadan alan kazanır. İngiltere moda olmuştur. II nci Frederic’in Prusya’sı bir zaman Voltaire’i cezp etmiştir. II nci Katerina’nın Rusya’sı Diderot’yu kendine çeker. Her ikisi de akıllı bir prensin, filozof bir bakanın aydın nasihatlerini izleyerek keyfî yönetimden uzaklaşacağına inanır.
Edebiyatın yenilenmesi:
Edebî eserlerde felsefî eğilim kendini ortaya koyar. 1760 dan itibaren Voltaire gerçek bir düşünsel hakimiyet gösterir. Yorulmaksızın adaletin kötüye kullanımından, dinsel fanatizmin aşırılığından bahseder. Diderot Ensyclopedie (Ansiklopedi)’yi yayınlamağa girişir, akıl ve bilim adına geleneksel inançlarla savaşır. Mistik eğilimleri öteki filozoflara karşı gelen Rousseau, politik ve sosyal eleştirileri içerisinde özellikle gözü pek görünür. Halk eğemenliğinin ilkesini koyar. Beaumarchais iki komedisinde de halk temsilcisi gibi görünen bir uşak kişiliği çizer. Idille’leri ( konusunu kır ya da çoban yaşamından alan kısa sevgi şiiri) eski Yunan antik devrine dönüşü işaret eden Andre Chenier ise modern dehanın şerefine büyük bir destan yazmağı hayal eder.
Bununla beraber edebî zevk değişir. Fransız halkı filozofların hoşlandıkları biraz kuru analizlerden bıkmağa başlar, heyecan ve giz gereksinimlerine yanıt veren yabancı eserlere sevgiyle bakar: Richardson’un İngiliz romanları, Grey’in, Young’un İngilizce şiirleri, Macpherson’un Kelt ozanı Ossian’a mâledilen İrlanda şiirleri, Klopstock’un Messiade’ı, Goethe’nin Werther’i gibi. Bu aynı halk, kendisine tabiatın görkemini ortaya koyduğu için Buffon’a, coşkunun ışık saçan erdemini keşfettirdiği için Diderot’ya, ille de hayalin vecdini ve duygunun tadını yeniden değerlendirdiği için Rousseau’ya minnettardır. Böylece romantik ve romantik öncesi harekette tam bir ifadesini bulacak olan ruh hali yavaş yavaş uyanır.

Sunar Yazıcıoğlu.
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Felsefî düşüncenin gelişmesi

Sosyal yaşamda değişmeler:
XVIII nci yüzyılın başında, yeni fikirlerin yayılması sosyal değişmelerle kolaylaşmıştır. Ekonomik kalkınma sayesinde Paris’te ve hatta taşrada toplum yaşamı gelişir, Versaille’ın saygınlığı düşer. Edebiyat adamları gitgide Sarayı terk ederler ve her çeşit tutsaklıktan uzak, kalemleriyle yaşamağı yürekten isterler; dünyanın çalkantısı içinde çalışır, tartışılan her yere girerler. Club Entresol’da ve moda olan kafelerde günün problemlerini serbestçe tartışırlar. Yeni ülkü salonlara girmeğe başlar: Maine düşesinin, Mme. de Lambert’ in evlerinde eğlence düşünülmediği zamanlar edebiyat partileri verilir; Mme. de Tencin’in evinde modern düşünce için felsefî mücadele hazırlanır ve entrikalar kurulur.
Önemli salonlar:
1695 - Cafe Procope’un açılışı
1720-1731- Club Entresol’un etkinliği
1699-1753- Düşesse du Maine salonu
1710-1733- Mme. de Lambert salonu
1726-1749- Mme. Tencin salonu
Âdetlerde gelişme:
Zevk ve lüks isteği, Naiplik yönetimi altındaki ve XV nci Louis hâkimiyetindeki Fransız toplumunun âdetlerini esas olarak karakterize eder.
Zevk eğilimi:
XIV ncü Louis yönetiminin son yıllarının hırçın gösterişine tepki olarak Naiplik yönetimi havailik ve zevk döneminin başladığını işaret eder. İngiliz okulunun görgücü filozofları yaşama sevincini uyaran basit bir ahlâkı yaymağa katılırlar.
Voici le temps de l’aimable Régence,
Temps fortuné marqué par la licence.

İşte Naipliğin sevimli çağı,
Hoşgörüyle bilinen zenginlik zamanı.

diye Voltaire bağırır. Bizzat iktidardaki kişiler kokuşmuş âdetlerin örneğini verirler: Naip, “safahatın sahte kahramanı” Palais Royal’daki ikametgâhında zevk arkadaşı çıkarcılarla alabildiğine eğlenmektedir.
Oyun tutkusu ve bilhassa tiyatro tutkusu gittikçe yayılan ortamlarda gelişmektedir. Bütün Fransa oyunculuk yapar. Sceaux’da, düşes “du Maine”’in evinde, Versailles’da, Marki de Pompadour’un evinde küçük kukla sahnelerinde opera-komikler oynanmaktadır. Profesyonel aktörler de, sonu akşam yemeğiyle ve herkesin rolünü oynadığı, hayatı bir tiyatro oyunu gibi gören komediyle biten bu eğlencelere katılırlar.
Âdetlerin değişmesi sanatın ve edebiyatın üzerinde etki yapar; “çapkın şenliklerin” ressamları Watteau’nun ve Lancret’nin sevimli fantezileri, Montesquieu’nün Lettres persanes’ı ve Temple Gnide’i, Voltaire’in Mondaine’i zarif ama uçarı ve oldukça utanmayan epikürcü bir devrin zevklerini yansıtır.
Lüks eğilimi: Zevk eğilimine Lüks eğilimi sıkı sıkıya bağlıdır. Law zamanında çok büyük servetlerin gerçekleşmesi ve bilhassa Fleury’nin bakanlığı zamanında ekonomik refah pek çok kişiye şahane bir yaşam sürmesi için fırsat vermiştir. Tarihçi Duclos Naiplik zamanını anlatırken “bu gün kimse arzularına sınır koymuyor” diye yazar. Sofra, giyim kuşam ve araba konusunda ince zevk gösterilir. Apartmanların iç dekorasyonunda zarafet ve konfor aranır. İnce marangozluk işçiliği, kuyumculuk, ciltçilik ve gravür gibi daha küçük sanatlarda günümüze kadar süren bir dalga görülür.
Ekonomistler, hatta bazı edebiyat adamları bir ülkenin zenginliğinin para dolaşımı ile sıkı sıkıya bağlı olduğunu ortaya koyarlar. Montesquieu lüksün bir monarşide gerekli olduğu ilkesini ortaya koyacak kadar ileri gider: “ monarşi ile yönetilen devletin ayakta kalabilmesi için çiftçiden zanaatkara, tüccara, soylulara, yüksek görevli memurlara, büyük senyörlere, prenslere kadar lüks giderek artmalıdır; aksi halde her şey yok olur” der.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Yazarların durumu

Yazarlarda burjuva rahatlığı yoktur. Çok kere yetersiz ve bazen tehdit altında olan maddî şartlar yazarların sosyal bünyede oynadıkları esas rolle orantılı değildir.
Maddî yetersizlik: Çok yazar kalemiyle yaşamaktadır. 1777 ye kadar hiçbir yasa edebî mülkiyet hakkını saptamamaktadır. Az tanınmış yazarlar sefil bir şekilde yaşamakta, ekmek yiyebilmek için sızlanmaktadır.
Ünlü yazarlar artık hiç destek görmemektedir: Montesquieu esas eseri olan, iki yılda en az yirmi kere basılmış ve bütün dillere çevrilmiş olan “L’Esprit des Lois” (Kanunların Ruhu) ‘ ndan bir para kazanamamıştır. Sadece Voltaire servet yapar. Ama onun durumu özeldir. Geliri, bilhassa yaptığı parasal spekülasyonlardan ve onunla aldığı emlakten geliyordu. O, yazarlık hayatı “oldukça nankör”dür” diye İngiltere’yi örnek gösteriyor, orada yeteneğe belli bir saygı vardır, saygın bir insan her zaman servet yapar, diyordu.
Güvensizlik: Sansür ve baskı ifade özgürlüğünü köstekler, eserlerin artan yürekliliği ciddi zorlamaya sebep olur. Kral Konseyinin ya da Parlamentonun bir kararı eserin yakılarak ya da kısmen yok edilerek ortadan kaldırılmasına, basit bir kral buyruğu eserin yazarını Bastilles’e ya da Vincennes’a göndermeğe yeter. Voltaire 1717 de kendi eliyle yazdığı bir yergiyi elden ele dolaşmağa bıraktığı için, Diderot 1749 da dinsizliğinin sezildiği “Lettres sur les Aveugles” ü yayınlamış olduğu için hapsedilirler. Yine 1750 den sonra, merkezî erkin zayıflamasına rağmen denetim devam eder: Encyclopedie (Ansiklopedi) ‘nin yayını birçok kere askıya alınır ve Paris Parlamentosu’nun bir kararı J.J. Rousseau’yu Emile’in yayınlanmasının ardından İsviçre’ye kaçmağa mecbur bırakır.
Sosyal saygınlık: Buna rağmen edebiyat adamları, bağımsızlıklarıyla toplumun saygınlığını kazandılar. Kralın ve ileri gelenlerin koruduğu XVII nci yüzyıl yazarları tam bir özgürlükle kendilerini ifade edemiyorlardı. XVIII nci yüzyılda saray, yazarların nişan tahtası olur, iktidar artık onlara patronluk yapmadığı için vesayetinden kurtulur ve özgürlüklerine kavuşurlar. Bu arada durumları dünyaca saygındır: Büyük senyörler ve hatta yabancı hükümdar onlardan en gurur okşayıcı ifadelerini esirgemezler ve onları misafir etme şerefini kazanmağa çalışırlar. Her yerde düşünce seçkinleri tartışılmaz bir prestijden yararlanırlar.
Sonunda edebiyat adamları düşünce ustaları olurlar. XVII nci yüzyılın odalarına kapanmış kişileri eylem adamına dönüşmüşlerdir. Temsil ettiği gücün bilincindedirler. Toplum düşüncesinin hem kılavuzu hem tercümanı olmak isterler. Yazarlar birliğinin oluşturduğu Edebiyat Cumhuriyeti politikada birinci planda rol oynamak iddiasındadır ve iktidarın karşısına düşünce haklarını çıkarırlar.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Entelektüel (düşünsel) yaşam merkezleri

Yazarlar kulüp, kafe, salon gibi ilgi çeken yerlerde bir araya geliyorlardı.
Le club de l’Entresol (kulüp Entresol): En ünlü, özel yaşamları olan arkadaş topluluğu, 1720 lere doğru rahip Alary tarafından Vendome meydanında, başkan Henault’un konağının ara katında kurulanıdır.
Yirmi beş kadar üyesi vardı. İçlerinden biri, marquis d’Argenson, bu kulübü “bir tür İngiliz tarzı ya da olup biten şeyler üzerine düşünmeyi ve anlaşılmaktan korkmadan korkusuzca fikirlerini söylemeyi seven çok özgür politik dostlar kulübü” diye niteler. Entresol’da cumartesi günleri toplanılıyor, yazın da Tuilleries bahçesinin teraslarında geziniliyordu. Günlük haberler yorumlanıyor, anılar okunuyordu. Montesquieu bu topluluğa Lettres persanes‘ın (Acem mektupları) başarısından sonra kabul edildi; 1722 de Dialogue de Sylla ve Eucrate’ı sundu. Bu konuşmaların yürekliliği sonunda iktidarı endişelendirdi ve toplantılar 1731 den sonra hemen hemen askıya alındı.
Ünlü filozof rahip Saint-Pierre bu kulübe canlılık veren tuhaf bir kişiydi. O, özellikle silahsızlanma ve uluslararası hakemliğin gereği üzerine, cesur görüşler bulunduran Projet de Paix perpetuelle’i yazdı (1713-1717). Her an hareketli, usta bir düşünce adamıydı. D’Argenson’a göre “Entresol’un öteki üyelerinden daha çok, okunacak şeyi tek başına o üretiyordu”.
Halk kafeleri ve özel kafeler: İlk kafe ev 1667 yılında açılmıştı. Bu tür kuruluş hemen olağan üstü bir ilgi gördü; 1715 de ondan Paris’te üç yüz tane vardı. En tanınmış kafeler: 1695 de bir Sicilyalı tarafından açılan ve Fontanelle, Piron, Voltaire, Diderot, Marmontel'in toplandıkları cafe Procope; La Motte’un gittiği cafe Gradot; Montesquieu’ye göre “ içenlere düşünce gücü verecek şekilde kahvenin hazırlandığı” cafe Laurent’dır (Lettres persanes, XXXVI) . O usta bir entelektüeldi (aydın) ve her zaman etkindi.
Sıcak moka kahvesini ya da soğuk limonatayı içerken, edebiyat insanları ve kültürlü insanlar yasak yergileri gizlice görüşüyorlar, güzel konuşma yarışması yapıyorlar ve kalemleriyle fırtına yüklü bir ortam sürdürüyorlardı. Kafası karışmış olan halk, bazen saçma söylentileri, inanarak yayan hikâyecilerin ya da hükümete karşı yerici şarkılar ortaya süren şairlerin etrafını çeviriyordu.
Bu halk kafelerinin başarısı öyle oldu ki bazı kere salonları kafelere çevirme modası yüksek tabakada yayıldı. Bir salona oyunlar ve içkilerle küçük masalar yerleştiriliyor, İngiliz tarzında giyinmiş olan evin hanımı, tezgâh tarzında uzun bir masanın arkasına oturuyor, “garson” denilen, beyaz başlık giymiş uşaklar etrafta dolaşıyorlardı.
La duchesse du Maine’in salonu (1699-1753): Conde’nin kız torunu düşes de la Maine, XIV ncü Louis’nin saltanatının haşmetli yıllarının görkemini yeniden canlandırmak ve Sceaux’daki ikametgâhını minyatür bir Versailles yapmak istedi. Sceaux’daki bu saray Fontanelle ve Motte gibi edebiyat insanlarını, Chaulieu ve La Fare gibi çapkın şairleri kabul eti; genç dükün tahsildarı matematikçi, şair, M. de Malezieu eğlencelerin büyük düzenleyicisiydi. Parlak sohbetler, edebi oyunlar, kır eğlenceleriyle, meşalelerin parlaklığında, parkta, şatafatını yayan “büyük geceler” e dönüşüyordu. 1718 de, bununla beraber İspanya elçisi Cellammare tarafından Naib’e karşı düzenlenmiş fesat ortaya çıkarıldı. Düşes suç ortağıydı ve Bastil’e konuldu. Bir vakit ara verilen kabul törenleri hemen sonra aynı parlaklığa yeniden kavuştu.
La Marquise de Lambert salonu (1710-1733): La marquise de Lambert, Naipliğin âdetlerine karşı tepki göstermek, Hotel de Rambouillet’nin değerli idealini daha asil ve daha samimi bir şekilde yeniden yaşatmak istedi. Richelieu sokağında açılan salon seçkin bir dinleyici kabul etti. Salı günü edebiyatçılara, Çarşamba vasıflı kişilere ayrılmıştı. Tanıdık kişiler arasında Fontanelle, La Motte, l’abbe de Saint-Pierre, Montesquieu, Marivaux, başkan Hernault, marquis d’Argenson ve Mme de Caylus ile Mme d’Aulnoy bulunuyordu. Edebî konular üzerine tutkuyla konuşuluyor, okunuyor, tartışılıyordu. “ Bir çoban şiirinin çobanları dünya insanlarının kibar tarzlarını gösterebilirler mi? ” Modern (çağdaş) doktrinler için yakınlık gösteriyorlardı. Bazen Fontenelle bilimle kibarlığı karıştırarak yüksek sosyetenin meraklarını gideriyordu.
Madame de Tencin salonu (1726-1749): Borsa tutkusu ve skandal yaratan maceralarıyla gürültülü bir gençlik yıllarının ardından, Mme Tencin maliyecilerin, uçarıların, yüksek görevli memurların, askerlerin, rahiplerin edebiyat insanlarına karıştığı Saint- Honore sokağındaki evinde seçkin kişileri kabul ediyordu. Duclos, abbe Prevost, Marmontel, Piron, Mably, Helvetius ve marquise de Lambert mekânında Salı günlerinin eski devamlıları toplantının edebî çekirdeğini oluşturuyorlardı. Paris’e uğradıklarında Lord Bolingbroke, Lord Chestezfield gibi seçkin yabancılar kabullerde görünüyorlardı. Mme Tencin bu parlak ya da sivri sohbetleri yüreklendiriyor ama devamlı bir dalavere gereksinimi, ona edebiyat görüşmeleri yerine yeni fikir tartışmalarını yeğletiyordu. Yüksek sosyete çevrelerinde “felsefî konuşmalar” modasını o çıkarmıştır.


Edebi türlerin evrimi



XVIII nci yüzyılın ortalarına doğru, bağımsız ve sınıflandırılamaz deha, Saint-Simon hariç, büyük yazarların tamamı klasizm okulunda yetişmiştir ve trajedi, komedi, roman gibi geleneksel türler aynı şekilde rağbet görür ve gelişir.
Marivaux, Molière’in geleneğinden kurtulur, ilk sırayı, aşkın ayrıntılı duygusal analizine bırakarak, komedinin yeni bir formülünü ortaya koyar. Lesage romana yerici amaçları sokar; Marivaux ile l’abbé Prévost duyguların ve tutkuların incelemesine çağdaş gözlemin çizgilerini katarlar. Sonunda, bir önceki yüzyılın düşünürleriyle ters düşen, tamamen insani bir sağduyunun ilkelerini dile getiren Vauvenargues ile ahlaki düşünce tarzını değiştirir.

Anılar: Saint-Simon (1675-1755)

Dük Saint-Simon, sonsuz hevesini orduda, sonra Sarayda ve diplomatlıkta boş yere giderdikten sonra çekildi ve Anılar’ını yazdı. Bu, çok kere tarihi gerçeklik bakımından güven uyandırmayan ama fazlaca içe işleyen ve Fransız edebiyatındaki yegâne tutku eseridir.

İnsanın kırgınlığı-
Asker, saraylı, elçi (1675-1723) : Soyunun ünüyle uğraşı olarak silahı seçen genç Saint-Simon, önce büyük bir asker olmağı düşler. 1693 de, “alay komutanı” olarak atanır, ama tuğgeneralliğe terfiinin yapılmaması üzerine kızar, 1702 yılında ordudan ayrılır. Versailles sarayına yerleşir ve Saray’da bir görev yapmak için can atar, ama sanının ve liyakatlerinin değerine uygun düşmediğini düşünür. Bir türlü memnun olmayan Saray adamı, dostu Orléans dükünün kral naipliğine çıkması üzerine (1715) devlet adamı olmayı ümit eder; aslında Naiplik Konseyindedir ve İspanya kralından kızını XV nci Louis için resmen ister. Ama Naibin ölümü onun diplomatlık mesleğini bitirir.
Yazar (1723-1755) : Kötü deneyimlerinden kırgın olarak Saint-Simon Saray’la ilişkisini keser. 19 yaşından beri izlenimlerini not etme alışkanlığı vardı. Anılarını yazmağa başlar. 1734 de, Luynes dükünün, ona XIV ncü Louis’nin emir subayı Dangeau’nun günlüğünün bir kopyasını iletmesi üzerine, tasasız olan bu tarihi olaylar yazarı, pek kuru metnini ikinci derece notlarla kabartır. Ardından projesi daha da genişler. Sarayın dışında bir sahnenin yerine, rejimin altlarına nüfuz eden kişisel görüşünü koyar. 1753 de biten Anılar, XIV ncü Louis yönetiminin son bölümünü kapsar. Choisel’ün emriyle el konulması üzerine, Duclos, Marmontel, Voltaire gibi ayrıcalıklı birkaç yazar tarafından incelenir; hemen hemen tam olan ilk baskısı X ncu Charles zamanında, yazarın küçük oğlu marquis de Saint-Simon tarafından yayınlanır.
Tam bir sorgulama: Saint-Simon, Anılarda, yakaladığı izlenimlerini ve ilk elden belgeleri topladı. Sarayı tanımak için yerini en iyi şekilde aldığından, “her suratı, her duruşu, her hareketi gizli bakışlarıyla delip geçerek ve orada merakını coşturarak gözlemledi ve not aldı.” Ayrıca, sayısız şahitleri sorguladı: Büyük saltanat döneminde yaşamış Chevreuse ve Beauvilliers dükleri, Urins prensesi gibi çoğu kişisel dostu olan önemli yüksek kişilerin yardımlarından memnun kalmayarak hekimleri, cerrahları, uşakları, hizmetlileri, kısacası büyüklerin dalaverelerinin ve serüvenlerinin içinde bulunan, onların özel yaşamlarına nüfuz eden herkesi sorguya çekti.
Diğer yandan, çok sayıda kaynağa başvurdu. Kitaplığında, önceki bütün anılar, Bayle’ın ya da Moreri’nin sözlükleri elinin altındaydı. Eski Dışişleri bakanı marki de Torey’nin sağladığı diplomatik belgelerden aynı şekilde yararlanabildi.
Şüphe uyandıran şahitlikler: Bununla beraber Saint-Simon her zaman edindiği bilgileri kontrol etmedi. Kişisel düşmanları üzerine bilgiler toplarken onların doğruluğuna itiraz etmek aklına gelmedi. Ayırt etmeksizin, ağızdan ağıza dolaşan fıkralara inandı ve her defasında biraz daha gerçekten uzaklaştı. Oysa coşkulu konuşması dedikoduları parlak hikayelere dönüştürdüğü için, cazibeye kapılan okuyucu, anı yazarının aşırı saflığını açığa çıkarmama hatasına düşer.


Sunar Yazıcıoğlu.
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Montesquieu

Önemli hiçbir kriz Montesquieu’nün dingin yaşamını bulandırmadı. Ataları gibi o önce yargıçtır. Oyalanmak için, Fransız kurum ve âdetlerinin nükteli, gözü pek bir eleştiriyle taslağının yapıldığı ilk büyük eseri Lettres persanes’ı (Acem Mektupları) yazdı. Parlamento görevinden kurtulunca kendini araştırmaya ve düşünmeye adadı. İngiltere’de yaşadığı bir zaman, siyasi fikirlerini belirledi ve sağlamlaştırdı. Sonra Brede’deki şatosuna çekildi, içe işleyen ve yeni görüşleriyle dolu tarihî bir eser olan Considerations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur decadence’ı (Romalıların büyüklüğünün ve yıkılışının sebepleri üzerine düşünceler), sonra gerçek siyasi bir felsefe kitabı olan l’Esprit des Lois’yı (Kanunların Ruhu) kaleme aldı. Sonunda, büyük halk kesiminin az önce hizmetine sunduğu Cahiers onun yaşamını ve dünyanın önünde duruşunu belirledi. Düşüncesinin diriliği ve devamlılığı Montesquieu’nün eserine güçlü bir bütünlük kazandırır, bunlar yazarını yüzyılının en derin düşünenlerinden biri olarak gösterir.
Montesquieu’nün gençlik yılları (1689-1721) : Charles-Louis de Secondat, Bred ve Montesquieu baronu, Perigueux ile Bordeaux arasında bulunan Brede şatosunda doğdu. Parlamenter bir aileden gelir. Oratoriens de Juilly de öğrenimini gördü ve sonra Hukuk okudu. 1716 da Guyenne Parlamentosunda Yargıtay başlıklı başkandır, ama görevine az ilgi gösterir. Oyalanmak için zamanının bilgelik ve bilimsel araştırma hevesine uyar. Üyesi olduğu Bordeaux Akademisi için Dissertation sur la politique des Romains dans la religion’u (Dinde Romalıların politikası üzerine bilimsel inceleme) sonra Sur les causes de l’eco) Yankının sebepleri üzerine), Sur l’usage des glandes renales (Böbrek bezleri üzerine), Sur le flux et le reflux de la mer (Denizdeki med ve cezir üzerine) … anıları kaleme alır. Bilhassa, 1721 de Amsterdam’da, adını gizlediği, ilk çıkışında dikkat çeken bir başarıyla, mektup tarzında yazılmış oryantal bir roman olan “les Lettres persanes” ı gizlice yazarak dinlenir.
Les Lettres persanes (Acem Mektupları) 1721: Aşağı yukarı elli yıldan beri Fransa’da doğu moda olmuştu. Montesquieu halkı derinden ilgilendiren pek çok eseri aklına getirir: Dufresny’nin yazdığı Les Amusements serieux d’un Siamois à Paris ( Paris’te bir Siamlının Eğlenceleri), Tavernier’nin ve Chardin’in gezi anıları (1676-1719) , Galland tarafından çevrilen Mille et une Nuits (Binbir Gece masalları) 1704-1719. Usbe ve Rica adında iki İranlının Avrupa’yı, özellikle Fransa’yı gezdiğini tasarlar. İki gezgin izlenimlerini vatandaşlarına yazar, onlar da İran’da olup bitenlerden onları haberdar ederler. Mektup tarzı, Montesquieu’ye serbestçe yumuşak yeteneğinin değişimli olarak bir konudan ötekine geçmesine izin verir.
İnançsızlık romanı: Bir harem dalaveresi eserin örgüsünü oluşturur. Saygın Usbek’in yokluğunda, siyahî harem ağası, efendisinin sarayında her türlü zorluklarla karşılaşır. Böylece les Lettres persanes’a laubali bir görünüm vererek Montesquieu sadece zamanın zevkine uymuyor aynı zamanda risk almadan görünüşte çok ciddî bir yazıyla rejime karşı gözü pek hücumlarda bulunuyordu.
Geleneklerin resmi: Les Lettres persanes La Bruyère tarzında ama daha çok bir hareketlilik ve keyifle bütün bir portre galerisini içinde bulundurur: Vergi kesenekçisi, açlık çeken şair, yaşlı savaşçı, büyük soylu kişi, varlıklı adam, öykücü. Paris’teki yaşamdan da sahneler anımsar: Okuyucu, Homeros konusunda kavga edilen bir kafeden, güzel düşünenlerin karşılıklı övündüğü bir salona, Paris’e özgü aylaklığın sergilendiği Tuileries’den Académie française’e kadar gezinmektedir.
Kurumlara yergi: Sonuçta mektupların büyük bir kısmı dinsel, ahlâki ya da siyasal sorunlara değinir. Montesquieu hiçbir şeye saygı göstermez. Acı alayı, bir doğulu despotla temsil edilen papa için olduğu gibi kral için de aynıdır. Boşanma ve nüfusun azalması meselesine, alışılmamış bir gözü peklikle değinir. Koloniler üzerine, kölelik üzerine, kanunlar üzerine fikirlerini açıklar. Mağara adamlarının temsilî tablosunda erdem üzerine kurulmuş ideal bir cumhuriyeti tasarlar. Bu sayfalar Esprit des Lois’da serpilip gelişecek olan temel fikirlerin kaynaklarını içinde bulundurur.
Les Lettres persanes’ ın özgünlüğü: Les Lettres persanes bize son derece özgün görünümler sunar. Önce Montesquieu ilk kez yeni bir yöntemi başlatır. Genel anlamında insanı değil, ama bulunduğu boylama göre özel olarak göz önünde bulundurulan, farklı olan insanları inceler, Rica dostu İbben’e şöyle yazar: “İkimiz de aynı dünya üzerindeyiz, ama yaşadığım ülke insanı senin bulunduğununkinden çok farklı”. Ayrıca yeni konulara değinir: Önceki yüzyılda yapılandan farklı olarak edebî tartışmalara ya da toplumsal taşlamalarla yetinmeyip en ciddî meseleleri ortaya koyar, dokunuyor görünümü vermeden henüz tartışılmamış ilkeleri esinler, teoriler formüle eder, reformlar önerir. Sonuç olarak şekil yenidir: La Bruyère’in dua tarzındaki döneminin yerine kısa ve sert cümleyi koyar. Montesquieu ile ifade hafif ve nükteci canlılık kazanır, kırıcı bir alaycılık gelişip yayılır.
Montesquieu’nün gezisi: Les Lettres persanes’ın yayınından sonra Montesquieu en göz alıcı çevrelere kabul edilir. Club de l’Entresol’e, Mme de Lambert’in salonuna sık sık gider. Hafif bir eseri, duygusal bir itiraf olan Le Temple de Gnide’i yazar (1725). 1726 da çalışmalarına kendini vermek için görevinden istifa eder. Gittikçe daha çok siyasi kuruluşları incelemekle ilgilenir. Kitap bilgilerini gerçekle karşılaştırmaktan şüpheli olduğu için 1728 ile 1731 yılları arasında Avrupa’da büyük bir geziye çıkar.
Montesquieu önce Almanya’yı, Avusturya’yı, İtalya’yı, İsviçre’yi ve Hollanda’yı gezer. La Haye’de Lord Chesterfield ile tanışır ve 1729 Ekiminde onunla İngiltere’ye giderler. Londra’da Saraya takdim edilir, aristokrat ortamlara girer çıkar ve Royal Society’ye üye olarak seçilir. İngilizce gazeteler okumaktadır. İki kamaranın da oturumlarını kaçırmaz. Bilinçli olarak anayasanın mekanizmasını inceler: dostu Chesterfield’in formülüne göre “yerleşik kanunlar monarşinin soysuzlaşarak tiranlığa, özgürlüğün düzensizliğe dönüşmesini engellemektedir”. Gözlemlerini not eder, tetkikler yapar, kıyaslar, sonuçlar çıkartır. İngiltere’de iki yıl kalması düşüncesine zenginlik katmıştır ve ona düşünmekte olduğu büyük eseri l’Esprit des Lois’nın hazırlanmasına gerekli malzemeleri sağlamıştır.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Les Considérations (Düşünceler) 1734

Montesquieu, İngiltere’den dönünce, Brède ’deki yerine yerleşir. Antik kuruluşlarda önceki deneyimlerinin doğrulanmasını arar ve roma halkının tarihi üzerine l’Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) için hazırlanmış bir bölümü kaleme alır. Ama bölüm o kadar geniş bir yer tutar ki onu ayrı yayınlamağa karar verir: Bu, 1734 de Amsterdam’da hep yazarın adı verilmeden yayınlanan “ Considérations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur décadence ‘ dır (Romalıların büyüklüğünün ve yıkılışının sebepleri üzerine düşünceler) .

Felsefî tarih: Les Considérations :

Romalıların büyüklüğü (böl. I - VIII ) – Bu büyüklüğü açıklayan sebeplerin arasında, bu kısa açıklamanın girişi, onun üç önemli noktasını görmeğe imkân verir.
Askeri kuruluşların gücü: Kuruluşundan itibaren devamlı savaşa kendini adamış olan Roma, ordunun teşkilatı, askerlerin eğitimi, disiplinin sertliği ve moral şartlarla, askerî başarının teknik şartlarını yaratmıştır. Romalılar, alınan topraklar dağıtıldığı için, eşit ve çok büyük bir çıkarla vatanlarını savunmuşlardır. Böylece, Galyalılar’a, Pyrrhus’a, Hannibal’a karşı zafer kazanmışlar, Yunanistan’ı, Makedonya’yı, Suriye’yi, Mısır’ı fethetmişlerdir.
Dış siyasette ustalık: Roma Senatosu siyasetini sebatlı ilkelere dayandırdı: fethetmek için ayırmak, hâkim olmak için bölmek. Sadece Mithridate bir müddet karşı koymuştur.
İç politikada sağduyu: Devletin yapısı ve cumhuriyetçi kuruluşların oyunu, sivil mücadeleleri kaçınılmaz kıldı. Ama bu mücadeleler çöküş sebebi olmaktan uzak, kötüye kullanımların düzeltilmesine vesile olmuş, özgürlüğün varlığını doğrulamıştır.
Kriz (böl. IX-XIII) - Roma kendi büyüklüğünden dolayı yok olmalıydı. İmparatorluk o derece yayılmıştı ki askerler anayurttan uzaklaşmış olan askerler yavaş yavaş vatandaşlık ruhunu yitirdiler. Yurttaşlık hakkı o kadar geniş bağışlandı ki sonunda Romalı olma duyguları kayboldu. Bundan başka, gelenekler bozuldu, yunan felsefesi akılları ve kalpleri bozdu, din duygusu zayıfladı, lüks aşkı dürüstlük duygusunu ve çalışma hazzını yıktı. Bu genel durumdan istifade ederek Sylla, Pompée, César hukuka uymadılar ; Auguste yeni bir rejimi başlattı.
Romanın çöküşü (böl. XıV-XXIII) – Tibère ve Caligula ile tiranlık yerleşti. Romalılar, birbiri ardından Antonin’e kadar eşit olmayan saygın efendilerinin idaresi altında kaldılar. Antonin’ den Probus’a kadar düşüş belirginleşti. İmparatorluk bölündü. Disiplin gevşedi. Barbarlar Roma’yı tehdit ettiler. Batı Roma ilk yıkılandır. Doğu Roma zayıflamasına rağmen daha uzun zaman varlığını korudu ama yavaş yavaş o da kendi yıkımına yol açtı.
Les Considérations’un önemi – Les Considérations’da, Montesquieu, les Lettres persanes’da da olduğu gibi konusunu önyargılı fikirlerle değil de olaylardan yola çıkarak ve açıklamalarını araştırarak ele alır.
Bu duruş onu kendinden öncekilerden ayırır; Machiavel, Roma tarihinden siyasî kuşku dersleri çıkarıyordu, Saint-Evremond paradoks ve hipotezi işliyordu, Bossuet sistemli bir şekilde tarihin akışı içerisinde tanrının müdahalesini arıyordu. Çözümleme yetisini kullanarak, Montesquieu, olayları sebeplere bağlayan bir seri aracıyı yeniden kurmaya uğraşır.
Bundan başka, dil cesur bir duruş gösterir. Cümle, bazen yinelenir ama tumturaktan uzak, çok kere kısa, ama kuru değil, kıyaslamalarla, antitezlerle, çarpıcı tasvirlerle, düşünce aşılayan formüllerle süslenmiştir; ara vermeyen akışı içerisinde bir tür roma ağırbaşlılığını korur.
L’Esprit des Lois’nın (Kanunların Ruhu) hazırlanması- 1734 den sonra, Montesquieu bütün yaşamının uğraşısı olan çok büyük eserine kendini adar. Gezilerinin deneyimi ve okuduğu yeni şeylerin getirisi ile toplum yönetiminin ortaya koyduğu meseleler üzerine daha önce yığdığı malzemeler hazinesini zenginleştirir ve l’Esprit des Lois’yı kaleme alır. Bazen cesaretinin kırıldığı anlar olur: “ Bu esere birçok kere başladım, birçok kere bıraktım; yazdığım yaprakları bin kere rüzgâra savurdum.” O sırada Paris’e kaçar, kendini moda olan bazı salonlarda gösterir, sonra Brède’in yolunu tutar. Sonunda, 1748 de eser biter. Önce Cenevre’de piyasaya çıkar, daha ilk anda önemli bir başarı kazanır: bir buçuk yılda yirmi iki baskı ard arda gelir.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
L’Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) 1748

L’Esprit des Lois çok geniş ve çok yüklü bir eserdir. Ele alınan meselelerin karmaşıklığı içinde, sürekli net olan bir düşüncenin genel seyri fark edilir. Eserin başında Montesquieu temel bir tanım ortaya koyar: “Kanunlar eşyanın doğasından ortaya çıkan gerekli yazanaklardır”. Kanunlar yazanaklardır: çünkü onlar tanrının iradesi gibi yüce bir sebepten doğmazlar ne de ilahî adalet gibi önsel ilkelerden indirgenmezler. Bu yazanaklar gereklidir: onlar kanun koyucunun kaprislerinin sonucu olarak ortaya çıkmazlar; eşyanın doğasından, yani ülkelere göre değişen, örneğin yönetim, iklim, din, gelenekler, ticaret gibi somut gerçeklerden ortaya çıkarlar. Bu yazanaklar, “tamamı l’Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) denilen şeyi oluşturur". Eserin amacı bunları incelemektir. Montesquieu kanunların incelenmesinde genel olarak Roma tarihinin incelendiği Considérations’da uyguladığı deneysel yöntemi sergiler.
Siyasi felsefe:l ‘Esprit des Lois
Birinci kitaptan XIII ncü kitaba kadar Montesquieu iktidarın karakteriyle ilişkileri içinde kanunları inceler. Genel olarak kanunların tanımı yapılır (I). Kanunlar yönetimlerin doğasına uyar (II). Cumhuriyetler için erdem, monarşiler için saygınlık, despotizm için korku ilkesi (III). Bütün kanunlar, eğitim kanunları (IV), anayasa kanunları (V), ceza kanunları (VI), harcama kanunları (VII) yönetimin bozulması tehlikeli olacağı ilkesini sürdürmelidir (VIII). Kanunlar savunma gücünü (IX) ve saldırı gücünü sağlamalı (X), ülkenin erklerinin ayrımını garanti altına almalı (XI), cezaların (XII) ve vergilerin tespitinde özgür bir düşünceden esinlenmelidir (XIII).
XIV nci kitaptan XXXI nci kitaba kadar Montesquieu kanunları yer ve zaman içerisinde verilmiş özel şartlarla ilişkileri içinde inceler. Kanunlar iklimin doğasına (XIV den XVI ya), sahanın doğasına (XVII ve XVIII), aynı şekilde geleneklerin genel ruhuna uyarlanmalıdır (XIX), ve yine ekonomik şartlarla uyum içinde olmalıdır: ticaret (XX ve XXI), paranın kullanımı (XXII), orada oturanların sayısı (XXIII), yerleşik din (XXIV ve XXV), dayandığı şeylerin düzeni (XXVI) gibi. Sonunda Montesquieu ilkelerini özel hallere uygular, Roma ve Fransız hukuku ve feodal kanunlar üzerine tarihî düşüncelere girişir (XXVII den XXXI e).
L’Esprit des Lois’nın ana tezleri :
Yönetimlerin sınıflandırılması: Montesquieu, halkın bütününün (demokrasi) ya da yalnız bir kesiminin ( aristokrasi) egemen olduğu cumhuriyet yönetimi, tek bir kişinin değişmez ve kökleşmiş kanunlarla yönettiği monarşi yönetimi, tek bir kişinin kanunsuz ve kuralsız olarak her şeyi keyfince ve kaprisleriyle götürdüğü despotik yönetim olarak yönetimleri ayırır.
Yönetimlerin ilkesi: Her yönetim eylemini yönetecek ve korunmasını güven altına alacak bir ilke ya da yargı yetkisi üzerine oturur. Cumhuriyet yönetiminin ilkesi erdemdir. İktidar halkın ellerindedir, vatandaşlar kanunun garantisidirler, erdem onlara vatandaşlık görevlerini yerine getirmelerine imkân verecek duygudur. Eğer bunda kusur ederlerse, eğer kanunu kullanılmamaya terk ederlerse devlet bitmiştir. Monarşi yönetimi ise ilke olarak saygınlığı alır. İktidar hükümdarın ellerindedir; sorunlara yabancı olan tabaların erdeme gereksinimi yoktur. İmtiyazlılar topluluğu, kendini sorumlulukların teslim edileni olarak görür. Saygınlık onlara görevlerini yerine getirmelerine imkân verecek duygudur. Bir kesim, saygınlığın gereğini yapmazsa eşitlik kopmuş, monarşi çökmüştür. Despotik yönetime gelince, ilkesi korkudur. Despot iktidarı tek başına kullandığı için erdem gerekli değildir, saygınlık tehlikeli olabilir zira bütün tabalar esarette kendini eşit hissetmelidir: O halde korku orada cesareti kırar ve heves duygusunu en aza indirir.
Ara erkler teorisi: Montesquieu, ne kralın despot olma ne de halkın, bağımsızlık içgüdüsünü serbeste çıkarma duygusuna kapılmadığı ılımlı bir monarşiden yanadır. Onun gözünde İngiliz anayasa rejimi iyi bir sağduyu örneği teşkil eder. Fransa için, ona göre iç barışın esasları olan, devlet içinde belli bir dengeyi korumağa mahsus, rahip sınıfı, soylular, Yüksek yargı organı gibi imtiyazlı kesimlerin rolünü saptamak ister. Bu kesimler tabi ve bağımlı ara erklerdir. Onlar ülkeyi, aynı anda keyfilikten ve anarşiden korurlar, hükümdara karşı özgürlüğü savunmada çıkarları vardır, zira imtiyazlar özgürlüklerdir ama ayni zamanda halka karşı hükümdarı savunmak da çıkarlarınadır çünkü imtiyazlar, imtiyazları bahşeden hükümdarın iktidarına dayanır.
Erklerin ayrımı teorisi: Aynı ölçülülük ve denge ruhu içinde, Montesquieu erklerin aynı elde tutulmamasını önerir. Yürütme erki barışa ve savaşa karar verir; iç güvenliğe ve kanunlara uymakla uğraşır. Monarşide bu erk krala bırakılmalıdır, zira bu alanda “ bir kişi birçok kişiden daha iyi hareket eder”. Yasama erki kanunları kaleme alır, düzeltir, yürürlükten kaldırır. İlke olarak halka ya da temsilcilerine bırakılmıştır. Yargı erki kanunları elinde tutar, onlara göre yargılar: onun özel kurumları vardır (Fransız monarşisinde bu Yüksek yargı organıdır).

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
L’Esprit des Lois’nın sonucu:

L’Esprit des Lois ve siyasî liberalizm: Montesquieu liberal bir düşünürdür. Fikirleri derin bir etki yapmıştır. Devrim meclisinin yasama görevlileri onun keyfiliğe ve tiranlığa karşı olan erklerin ayrımını ilke olarak aldı. Ayrıca onlar, l’Esprit des Lois’da reformların bütün bir programını bulabilirlerdi. Montesquieu hükümdar buyrultusuna, işkenceye ve barbarca cezalandırmalara, hoşgörüsüzlüğe, bir kesimin fakirliğine, savaşa karşı mücadele etti. Bütün itirazları insanlık tarafından derin bir saygıyla kabul edilmiştir.
L’Esprit des Lois ve siyaset bilimi: Montesquieu, toplum yönetimine değinen olayları incelemek için yeni bir yöntem başlatmıştır. Siyaset, Machiavel’e göre tek çıkarcı tarafından belirlenen bir teknik, Bossuet’ye göre kutsal kitaplardan kaynağını alan koyu dindarlıktır. Montesquieu’ye göre ise siyaset gerekli yazanakları bilme üzerine kurulmuş bilimdir. L’Esprit des Lois’nın yazarı özellikle adına iklimler denen kurama bağlamıştır. O, fertlerin mizacının ve daha sonra siyasi yaşamın özel şartlarının enlemlere göre farklı olduğunu gösterdi. Buna göre Kuzey insanı Güney insanından daha az duygusal, daha az tutkulu, daha çalışkandır. Klasikleşmiş olan bu kuram edebî eleştiride Mme de Staël, sonra da Taine tarafından yaygınlaştırılacaktır. Günümüzde coğrafya ve biyoloji araştırmalarını esinleyecektir.
Yazarlık sanatı: Montesquieu, konunun kuru olmasına rağmen, l’Esprit des Lois’da halkını soluk soluğa bırakmakla meşgul olmuştur. Aynı zamanda, anlatının bütün çekiciliklerini: şakacı iğnelemeleri, ince alayları, ustaca işlenmiş kararları, az rastlanır karşı tezleri, şiirsel ya da mitolojik anımsamaları, ton değiştirmeleri sergilemiştir. Bu oyunlar ve bu nükteler zaten pek sağlam olan edebî nitelikleri unutturmamalı. Bazı bölümlerin titiz düzenlemesi, bazı ilerlemelerde dolgun hitabet, bazı tasvirlerde anlatım gücü, çoğunlukla da dar bir alana kapatılan düşüncenin özü ve okuyucunun zihnine kuvvetle yer eden cümlenin soylu sadeliği ve yoğunluğu.
Montesquieu’nün son yılları (1748-1755) : L’Esprit des Lois ateşli saldırılara yol açtı. Sert eğilimli Katolikler, yazarı, özellikle dinleri “beşerî düşünce tarzında” incelediği için kınadılar. Montesquieu bu yakınmalara Défense de l’Esprit des Lois-1751 ( Kanunların Ruhu’nu Savunma) ile cevap verdi. Yine 1754 de Fénelon’un Télémaque’ına benzerlikler gösteren ve bir doğu tarihi olan Arsace et Isménie’i yayınladı. Bu onun hemen hemen önemli olan son yazısı oldu. Çalışmalarından usanmış, görme zorlukları olduğu için son günlerini yarı emeklilik içinde bitirdi.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Montesquieu’nün kişiliği

Montesquieu, 1941 yılında, M.Bernard Grasset tarafından konu olarak gruplandırılmış, üç not defteri doldurmuştu. Açık pırıl pırıl bu sayfalar ruhunun derinliklerini keşfetmemize imkân verir. Montesquieu kâinatı yöntemli bir keşif sahası olarak görür. Aslâ davranışının, fikirlerinin, kaleminin yönetimini kaygı sezisine bırakmaz. Ona göre, bir yaşama sanatı, bir düşünme sanatı, bir yazma sanatı vardır.
Yaşama sanatı-
Yaşama sanatı mutluluğun yöntemli araştırılmasından ibarettir: “mutlu olmak için fazla felsefeye gerek yok; fikirlerin biraz sağlıklı olması yeter”. Bu fikirleri tasarlamak ve görüşlerine uygun olarak iradesini yükümlülük altına sokmak akla aittir.
Tutkuları kovmak: Akıl, ruhun bedbaht eden tutkuların buyruğu altında kalmaması için dikkat eder. Sevmek hoş bir şeydir ama aşk tarafından zincire vurulmamak şartıyla: “Gençliğimde, beni sevdiklerini sandığım kadınlara bağlanmaktan oldukça mutlu oldum. Ona inancımı yitirdiğim an hemen ayrıldım”. Büyük projeleri olmak hoş şey, ama kendine tutkuyla işkence etmek değil: “ Bu yaşamın işlerine katılma tutkum vardır; ama doğanın beni koyduğu yerde, tiksinti bulduracak olanına değil”. Servetin nimetleriyle uğraşmak hoş şey, ama tiranlığına katlanmak değil: Para “iyi bir köledir”, ama kötü bir “sahiptir”.
Kaderi kabul etmek: Akıl, kendine yapılmış olan durumdan en iyi çözüm yolunu çıkaracak ruhu, düzene koyar. Bu yaşama uymağa bakalım; bize uyacak yaşama hiç değil. Montesquieu her şeyden iyi yan çıkarmağı bilir: “ Hemen hemen fikir adamlarıyla olduğu kadar aptallarla da hoşnudum”. Eğer bir sakatlık ortaya çıksa yaşamını ona uydurmaya yeteneklidir: “ Kör olduğumda önce kör olabileceğimi anladım”. Ölümlülerin ortak kaderine uğramağa kendini hazırlamağı bilir: “Artık ancak iki işim var: Biri hasta olmayı bilmek, öteki ölmeyi bilmek”.
Zevkleri işlemek: Akıl sonunda yaşamdan mümkün olan en büyük ölçüde tat almayı öğretir. Tek var olma duygusunda bir hoşluk vardır: “ Sabahleyin gizli bir neşeyle uyanırım, ışığa bir çeşit hayranlıkla bakarım. Günün geri kalanında hoşnut olurum”. Sosyal doyumlar, bir unvana sahip olma gururu, kibar kişilerle konuşma, dostluğun daha az ciddiyetten uzak zevkleri, bunlar çoğaltılıp, çeşitlendirilebilir: “ İştahın yoksa masayı terk etmeli ve ava gitmeli”. Sonunda en büyük sevinçler, zihnin yalnızlıkta ve içe dalmada edindikleridir: “ Bir konu üzerinde çalışma, yaşamın iğrençliklerine karşı en büyük ilaç oldu, bir saatlik bir okumanın kovmadığı bir üzüntüm asla olmamıştır”.
Düşünme sanatı-
Düşünme sanatı doğrunun yöntemli araştırılmasından ibarettir. “Her yerde doğru olmak”, Montesquieu’nün kendine edindiği kural budur. Bu araştırma düzeninde bile akıl egemendir.
Boş inançları kovmak: Akıl, gerçeği maskeleyen boş inançlardan ruhu kurtarır: Edebî tartışmalar boş inançların kavgasıdır. Akıllı olan ona katılmadan ders çıkarır: “ Eskilerle modern ( yenilikçi, ilerici) olanların kavgalarını seyretmekten hoşlanırım; bu bana eskilerle yenilikçiler arasında iyi yapıtlar olduğunu gösterir” . Dinsel çekişmeler için de aynıdır: “Katolik dini Protestan dinini ortadan kaldıracak ve sonunda Katolikler Protestan olacak” . Yine ülkesini çok aşırı yüceltmek de bir boş inançtır: “ Her yurttaş ülkesi için ölmek zorundadır; ama kimse onun için yalan söylemek zorunda değildir”. Özel düşüncelerin üstünde yükselmeli ve kâinat düzeninde her kavramı yerine koymalıdır.
Gerçeği kabul etmek: En kötü boş inanç bir devrimin kuruntucu düşüne kendini kaptırmak için güncel düzeni reddedebilir. Çünkü bu düzen bizzat varlığında ve sürecinde olayın bir kanıtını bulur: “Hepsinden en iyi yönetim, içinde yaşanandır, sağduyulu bir insanın onu sevmesi gerek”. Huzur aşkıyla olduğu kadar düşünce dürüstlüğüyle de Montesquieu şunu ilan eder: “Ben iyi bir vatandaşım; hangi ülkede doğmuş olursam olayım yine de öyle olurdum”.
Geleceği hazırlamak: Bugünkü düzenin önünde eğilen akıl, tek iyi olduğunu düşünse bile yine de bir boş inanca boyun eğebilir. Hatta siyasi konuda Montesquieu zorunlu uygulanan geleneklere başkaldırır: “ Euclide’in kitaplarındakiler hariç, fikirlere katılmıyorum”. Akla uygun değilse her otorite kınanabilir: “Bir şey kanun olduğu için doğru değildir; doğru olduğu için kanun olmalıdır”. Akıl ve adalet aşkı onu hakkaniyetli olan tüm reform fikrini kabule yöneltir.
Yazma sanatı-
Yazma sanatı izlenimin yöntemli araştırılmasından ibarettir. Bu alanda da egemen olan akıl ilk anda güvenmemeyi gösterir, çünkü “düzen içinde yazmağa”, doğru düşünce yürütmeğe ve düşüncelerini iyi kurmağa dikkat etmelidir” : Demek oluyor ki üslup esin yöntemidir. retoriğin büyüleyiciliği sayesinde düşünceyi süslemek gerekir: Montesquieu bilgece, tersiyle alay etmeye, nükteyi ayarlamaya ve genel bir tarzda eserlerine “tuz katmaya çalışır”. Bütün filozofların içinde belki de o en bilinçli çalışan sanatkardır.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Voltaire

Parlak ve hareketli bir gençliğin ardından Voltaire, İngiliz uygarlığını keşfeder ve felsefî düşünceyle ilk kez karşılaşır. 1734 de sığındığı Cirey şatosunda, yüksek sosyeteye has bir hayat sürer ve kendini bilimleri incelemeye, fizikötesi açıklamalara, tarihî araştırmalara verir: mücadeleye kendini hazırlar. Sonunda büyük heves onu saray erkânının cazibesine çeker, ama Paris’te, sonra Berlin’de gözden düştüğünü görür. Düş kırıklığına uğrayan, kimsenin istemediği bu kibar insan serbestçe çalışabileceği bir barınak aramak için başıboş dolaşır. Altmış beş yaşında, sonunda, edindiği servet sayesinde yerleşeceği Ferney malikânesini satın alır. Tartışmacı eylemini hoyratça kullanır ve Edebiyat Cumhuriyeti üzerinde egemen olur; bu saygın ihtiyar efsaneye canlı olarak girer. Dünya adamı, evrensel dehaya sahip ansiklopedi yazarı, sağduyunun askeri, uygarlığın ve ilericiliğin havarisi Voltaire, XVIII nci yüzyılda filozof ülküsüne can verir, taklit edilemez sanatı düşüncenin zaferine damgasını vurur.

Voltaire’in yazarlık mesleği-
İnançsız (1694-1726)
Jésuvite’lerin öğrencisi: Châtelet’de bir noterin sonuncu çocuğu olan François-Marie Arouet, Paris’te doğar. O, rahat yaşamı olan, kültürlü bir burjuva çevreye aittir.
Yedi yaşından sonra Jésuite’lerin yönettiği Louis-le-Grand kolejline girer. Parlak bir öğrencidir, sağlam bir edebiyat kültürü alır ama öğretmenlerini haddini bilmez olması ve düşünce serbestliğiyle endişelendirir. Daha sonra dost kalacağı ve koruyucuları olacak olan d’Argental ve d’Argenson kardeşler gibi, soylu menşeden okul arkadaşları ile düşüp kalkarak parlak ilişkiler edinmeye başlar.

Sunar Yazıcıoğlu

Not: Bu yazı dizisi Fransızca kaynaklarından yararlanarak
hazırlanmıştır.
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Yüksek sosyeteye girmenin ilk adımları:Kolejden çıktığında, koruyucusu rahip Châteauneuf bu dünyayla ilgili eğitimini üzerine alır. Onu ünlü Ninon de Lanclos’ya takdim eder, Temple’ın kibar ve çapkın sosyetesine sokar. Delikanlı daha ilk andan bu ortamda kendini rahat hisseder, şairleri ve soylu kişileri inceliği sayesinde cezbeder. İlk şiirlerini yazar ve bilhassa inançsızlıkta ilerlemeler kaydeder. Babası endişelendiği için onu Hukuk Okuluna devam etmeğe zorlar, sonra La Haye’e elçilik sekreteri olarak gönderir ama genç inançsız kötü örnek olur.
Edebiyata ilk adımlar: Paris’e dönünce François Arouet bir dava vekilinin yanında yardımcı olarak çalışır bu sırada yerici şiirler düzerek oyalanır. Babası onu M. de Caumartin’e emanet eder, Saint-Ange şatosunda yarı sürgün halde din savaşları üzerine Poème de laLigue’e ve Œdipe trajedisine başlar. Naibe karşı söylenen iki şiir ona atfedilir. Sully-sur-Loire’a sürülür (1716). Louis XIV saltanatı üzerine söylenmiş siyasi bir yergi onu on bir ay kalacağı Bastille’e göndertir.Bastille’den çıktığında Œdipe , Comédie-Française’de başarıyla oynanmaktadır(1718.
O zamandan itibaren, Voltaire çok tutunan bir şair yaşamı sürdürür: Naip tarafından kabul edilir ve Villars, Richelieu, Lord Bolingbroke gibi büyük soylu kişilerle, sık sık bir araya gelir. XV nci Louis’nin düğünü için eğlenceler düzenler. Herkes ona gülümser. 1723 de yayınlanan “la Ligue” şiiri bulutlara çıkar. Naip tarafından, sonra da Kral tarafından kendisine şeref ödeneği bağlanır. Sonunda, babasından gelen miras ve banker dostlarının, Pâris kardeşlerin önerileri sayesinde kendini karlı para spekülasyonlarının içine atar. Bundan sonra Arovet l(e)
j(eune) den evirmece olduğu tahmin edilen Voltaire takma adıyla tanınır.
Sürgün: Bu mutluluğu bir felaket böler.Voltaire’in haddini bilmezce cevap verdiği şövalye Rohan-Chabot adamlarına onu sopayla dövdürür. Voltaire silahla bir onarımı şiddetle istese de şövalye reddeder. O zaman Voltaire tehditkâr sözler sarf eder: şövalye onu Bastille’e hapsettirir. Çok geçmez çıkar ama sürgüne gitmek zorunda kalır ve İngiltere’yegeçer.


Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85







İngiliz severlik (1726-1734)

İngiltere’de oturma (1726-1729): Voltaire sürgünde kötü rastlantısının mümkün olan en faydalı yanını elde eder. Hoş bir yaşam sürdürmeye devam eder, büyük şahsiyetlerin konuğu olur: zengin tüccar Falkener’in yanında Lord Bolingbroke, Robert Walpole, New-Castle dükü, Milord Hervey. Galler prensi tarafından Saray’a kabul edilir ve on bölüm olarak değiştirilmiş Ligue’in destansı şiiri olan Henriade’ın (1728 sunumunu prensese kabul ettirir. Tarzının şekillenmesi üzerine kesin bir etki yapacak olan bir ülkeyi coşkuyla keşfeder, İngiltere ile temasta akıllı insan birden filozof olur.
Paris’te oturma (1729-1734) : 1729 Martında, Voltaire Fransa’ya dönme iznini elde eder: Saint-Germain’de oturduktan sonra Paris’i kazanır. Servetini büyütmeğe devam ederek sayısız ve çeşitli eserler yazar: Zevk Tanrısının klasik yazarları yargıladığı düzyazı ve şiir karışımı bir eser olan le Temple du Goût, Brutus, La Mort de César, Adélaïde du Guesclin, Zaïre¸ Histoire de Charles XII ve son olarak les Lettres philosophiques ya da Hollanda’da yayınlanmış ve el altından dikkat çeken bir başarıyla Fransa’da yayılmış olan Lettres Anglaises.
Tarihiciliğin ilk adımları: L’Histoire de Charles XII (1731) Voltaire ilk eserini İngiltere’de tasarlar. Romanın gerçek kahramanı, dünyayı henüz şaşırtan İsveç kralı XII nci Charles’ın kişiliği onu cezp eder. Voltaire önce onu Fortune (Servet)’ün başarı dolu gözdesi (I. den IV. ye kadar kitaplar), sonra da Rus kralı Petro tarafından yenilmiş boş yere kaderine karşı mücadele eden kişi (V. den VIII. ye kadar kitaplar) olarak gösterir.
L’Histoire de Charles XII da Voltaire klasik yazarlar gibi hem beğenilmek hem de ders vermek ister. Çok çekici bir kahraman, yorulmaz bir fetih insanı, usta bir savaş önderi, aynı zamanda hep görkemli bir projeyle yönlendirilen düşçü bir zekâ çizer ve bu yaşamın dramatik güzelliğini güçlü bir şekilde ifade eder. Ayni zamanda prenslere büyüklüklerin boş şey ve fetihlerin çılgınlık olduğunu gösterir; Charles XII güncel ve inandırıcı biçimde kaderin inanılmaz tersliklerini resimler.
L’Histoire de Charles XII ayni zamanda belgelemenin doğruluğu ve bilimselliğiyle orijinal bir eserdir. Voltaire çok sayıda, ciddi belgelerden yararlanmıştır: Önceki tarihçilerin belgeleri, elçilerin ifadeleri, mektupları, kralın eski görevlilerinin şahitlikleri gibi ve bu belgelendirmeleri sıkı bir eleştiriye tâbi tutar. Ayrıca hitabetin süslemelerinden soyutlanmış öyküsü doğruca amaca yönelir ve o öykü, coğrafi bilgilerle, ülkenin kurum ve gelenekleri üzerine tablolarla tamamlanır. L’Histoire de Charles XII yöntem yoluyla Louis XIV dönemini haber verir.
Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
“Zaïre” , dram yazarının başyapıtı (1732) :
Voltaire’in trajedileri arasında, Zaïre hâlâ günümüzde oldukça düzenli olarak oynanan tek oyundur.Voltaire onun projesini İngiltere’deyken tasarladı ve bazı durumlar için Shakespeare’in Othello’sundan esinlendi.
Sahne I: bir bayan esirin aşkları- Hıristiyan olarak doğan Zaïre çocukluğundan beri onu seven ve onunda sevdiği Kudüs sultanı Orasmane’ın esiridir. Şövalye Nérestan Fransa’dan,Zaïre’in ve on Fransız şövalyesinin fidyesini getirir. Orasmane yüz Hıristiyan şövalye’nin özgürlüğünü kabul eder ama kraliyet soyundan gelen yaşlı Lusignan ile kendi karısı olacak olan Zaïre’in özgürlüklerini reddeder.
Sahne II: bir genç kızın dinsel görevi- Zaïre aracı olur ve Orosmane’dan Lusignan’ın özgürlüğünü sağlar.Lusignan özgürlüğünü elde edince Nérestan’ı oğlu, Zaïre’i de kızı olarak tanır.Israrları üzerine Zaïre, Hıristiyan olduğunu bildirir. Ama Orasmane önceki lütfünü geçersiz sayar.
Sahne III: aşkla görevin çatışması- Nérestan’a Zaïre, Orosmane’la olan aşkını açığa vurur, vaftiz olmayı kabul eder. Orosmane aralarında bir aşk dalaveresi olduğunu sanır vekıskançlığı uyanır.
Sahne IV: acımasız yanılgı-ümitsizliğe düşen Zaïre Orosmane’a onu sevdiğini tekrarlar ama ona sırrını açıklayamaz. Orosmane, Nérestan’ın Zaïre’i gizli bir buluşmaya davet ettiği pusulayı ele geçirir, ve öfkesi alevlenir.
Sahne V: cinai kıskançlık-Zaïre pusulayı öğrenince Nérestan’ın çağrısına cevap verir. Orosmane onu bıçaklar Nérestan’ın açıklaması üzerine bütün Hıristiyanları serbest bıraktıktan sonra kendini öldürür.
Filozofun doğuşu: İngiltere mektupları (1734) :
Felsefe mektupları, başkabir adla İngiltere mektupları yirmi beş kadar vardır. İlk yedisi dinle ilgilidir; onu takibeden üçü siyasal ve sosyal yaşamla; on birden on yediye kadarı bilim ve felsefeyle; on sekizden yirmi dörde kadar olanı edebiyatla; sonunda yirmi beşincisi Pascal’ın Düşünceler adlı eserine dikkat çekmesiyle ilgilidir.
Halkın anlayacağı türden bireser- Voltaire İngiltere’yi her şekliyle bir özgürlükler ülkesi gibi gösterir. Din özgürlüğü: pek çok inanç barış içinde birlikte bulunur. Siyasal özgürlük: 1648 ve 1688 devrimleri karşı koyulmasına rağmen kralın yetkilerini saptamaya Parlamentoya izin verir. Felsefi özgürlük: bilginve filozof olarak olayları aklın ışığında inceler; Avrupa bilim hareketinin başında yürür, çiçek hastalığının Manche’ın ötesinde uygulanan aşılaması korkunç hastalığı etkisiz hale getirmektedir. Edebî özgürlük: yazarlar dehalarını sıkıcı kuralların denetimi altında olmaksızın sergilerler ve liyakatlerine göre onurlandırılırlar. Shakespeare ve Milton yüce eserlerini serbestlik içinde meydana getirdiler. Addison I nci George idaresinde bakan olmuştur,Newton West minster’de kıralların mezarında yatıyor.
Bir savaşım kitabı- Voltaire aynı zamanda üstü kapalı olarak Fransız kurumlarını yerer. Katolikliğin doğmalarına dolaylı olarak saldırır. Mutlak monarşiyi ayıplar. Vatandaşları arasında alışılagelen can sıkıcı bir düşünce biçiminin geçersizliğini ilan eder ve Fransa’da düşünce adamlarına gösterilen saygıazlığına öfkelenir. Böylece “Felsefe mektupları” yeni bir düşüncenin gelişmesini benimser, henüz tedbirlidir, ama sağlam düşünür ve yerleşik düzenin sistematik eleştirisine doğru yönelmiştir.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Özengen (1734-1744)

Cirey şatosunun misafiri:
“Felsefe mektuplarını”Parlamentonun yasaklamasından sonra, özgürlükle tehdit edilen Voltaire, Lorraine sınırı yakınında, Cirey şatosunda, Mme du Châtelet’nin yanına sığınmak ister. On yıl boyunca dilediği şekilde bir yaşam sürdürür. Kendini zevke verir, dostlarını ve hayranlarını aralıksız kabul eder, çoğunlukla kendi yazdığı komedilerin,operaların oynandığı bir tiyatro kurar. Entrikalardan geri kalmaz, 1740 da tahta çıkan Prusya kralı Frédéric ile mektup ilişkisi kurar ve 1742 de artarda gelen Avusturya krizi sırasında kendisine resmi bir görev emanet edilir.Özellikle de çalışır: Alzire, Zulime, Mahomet, Mérope (1743) gibi yeni trajedileri; güldürücü kahramanlık anlatan la Pucelle şiirini, Mondain yergisini ve İnsan üzerine şiirsel Nutkunu yazar. Özellikle de, tarihsel, felsefî,bilimsel araştırmalar yürütür: XIV ncü Louis yüzyılı, Gelenekler üzerine Denemeler gibi gelecekte yazacağı tarihsel yapıtlarının temel bilgilerini toplar. Leibniz ve metafizik kurgulara merak salar; bilime tutkun olan MmeCâtelet’nin laboratuarında fizik deneyleri ve astronomi gözlemleri yapar.
Epikürcü şair: Bu aşamada Voltaire epikürcü ve inançsızlık felsefesini Mondain ve Les Discours en vers sur l’Homme (İnsan üzerine şiirsel Nutuk) adlı yapıtlarında serbestçe ifade eder. Mondain’de (1736), Voltaire lükse ve uygarlaşmaya eğilimini doğrular. Bu kibar zamanının karşısına, yoksulluk ve barbarlığın egemen olduğu sözüm ona altın çağını karşıt olarak çıkarır. Mutlu yüksek sosyete yaşamını resmeder:

J’aime le luxe et même la molesse,
Tous les plaisir, les arts de toutes espèces,
La propreté, le goût, les ornements:
Tout honnête homme a de tels sentiments…
Ah! le bon temps que ce siècle de fer!


Severim lüksü ve rehaveti
Bütün sanatları,bütün zevkleri,
Temizlik,beğeni, süslemeler:
Her doğru kişide olan nitelikler…
Ey!demir çağı denilen bu güzel zaman!


Kanaatkârlığı ve dünya nimetlerinden el etek çekmeyi öğütlemeye karşı olarak, “ yeryüzü cenneti bulunduğum yerdir” diye sonuca bağlar. Toplum biraz sinik olan bu değişik düşünce biçiminden endişelenir ve Voltaire zamanının bir kısmını Hollanda’da geçirmek zorunda kalır. Bir sonraki yıl yayınlanan “La Défense du Mondain”(Yüksek sosyeteyi Savunma) düşüncesine bazı hafifletmeler getirir. Bir Slav Ortodoks papazının felsefî şiirinden esinlenilmiş olan Les Discours en vers sur l’Homme fazla ayırtılı ve daha az bencil bir Epikürcülüktür. Voltaire zevkin insan için doğal ve tutkuların güçlü olduğunu savunur ama kaderine razı olmanın ve herşeyde inceleme ve zevki gözlemlemenin akıllıca bir ölçülülük olduğunu bilmek gerektiğini ekler. Başka bir deyişle insanın tam anlamıyla mutlu olması için hoşgörüyü ve kardeşliği alışkanlık haline getirmesi lazımdır.

Sunar Yazicioglu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Düş kırıklığına uğrayan saray adamı (1744-1753):

Bu süreçte, Voltaire sarayın sevgisini kazanır ama soylular kapris yaparlar ve onun gözden düşmesine çalışırlar.
Parisli saray adamı (1744-1747) : 1744 de, Voltaire’in eski okul arkadaşı d’Argenson dış işleri bakanı olur. Voltaire artık Paris’e dönebilecektir. Onu iki yıl sarayda görüyoruz. Poème de Fontenay adlı eserinde kraliyetin şanını över. Duruma göre şiirler, bale ve opera güfteleri yazar. 1746 da Fransız Akademisine bir hukukçu ve Kralın tarihçisi olarak kabul edilir. Kraliçe ona karşı güvensizdir, XV nci Louis onun yıkıcı zekâsından rahatsız olur, yaltaklanmalarına duyarsız kalır, o da sonunda kendini Mme de Pampadour’a teslim eder. Gözden düşünce Cirey’e tekrar dönmeden önce bir zaman Sceaux’da oturur.
Öykücülüğün ilk yılları (1747) : Sceaux’da, Voltaire öykünün kaynaklarını keşfeder ve Zadig’i yazar. Zaman zaman şerefe boğulmuş ve boğazına kadar gözden düşmüş kahramanın serüvenlerinde, sarayda yaşadığı sıralarda Voltaire’in bizzat kendi serüvenlerinin bir yer değiştirimi olarak görebiliriz.

Zadig’in Babil’de çektikleri (I den VIII e kadar bölümler) – Zekâca ve duygu olarak tanrı verisi ile donanmış olan Zadig, bu genç Babilli, mutlu olmayı hayal eder ama aşk ona düş kırıklıklarını saklı tutar, bilim ona insanların adaletiyle hüküm giydirir, güç ona geçici hoşnutluklar verir. Kralın gözdesi ve başbakanı olarak akıllıca yönetir ama Kıraliçe Astarté’ye aşık olur, ona da kendisini sevdirir, ve kralın kıskançlığı onu oradan kaçmaya zorlar.
Zadig’in seyahatleri ve deneyimleri (IX dan XVIII nciye kadar bölümler) – Bir kadını sevgilisinin kabalığından kurtarmak için Zadig Mısır’da köle olur. Bir Arap tüccar olan efendisi Setoc’a büyük hizmetlerde bulunur. Efendisi onu azat eder ve kral Sérendib’in hizmetine verir. Ama Zadig’in parlak zekâsı onu fanatik dincilerin saldırılarına maruz bırakır ve gene kaçmak zorunda kalır. Haydutların eline düşer, iyi ki tehlikeli anda her şey düzelir. Zadig yeniden Babil’in yolunu tutar, köle olan Astarté’yi bulur ve onu kurtarır. Kraliyet ihtilalle karşı karşıyadır, Babilliler bir kral istemektedirler.
Son katlanılanlar ve mutluluğun keşfi ( XIX dan XXI nciye kadar bölümler) – Benzersiz bir savaş yeni kralı belirleyecektir. Zadig kimliğini gizleyerek katılır. Kazanır ama zaferinin işareti olan nişanını çalarlar. O sırada Zadig’in bir keşiş kılığına bürünmüş olarak tanıdığı melek Jesrad ona görünür ve onu Tanrının kararları önünde diz çökmeğe davet eder. Sonunda Zadig kendini Babilliler’e kabul ettirir, kral olur ve Astarté ile evlenir.
Zadig’den çıkan sonuç: Her şeyden önce Zadig bir toplumsal ve dinsel eleştiri eseridir: Voltaire kadınların hafifliğini, erkeklerin aptallığını, yargıçların bozulmuşluğunu, saraylıların alçaklığını, prenslerin körlüğünü, rahiplerin fanatizmini (aşırı, körü körüne tutuculuk) herkese duyurur. Başka bir deyişle, Zadig Voltaire’e has düşünme tarzının yeni bir aşamasını göstermektedir. Mutluluk ona Kibarlar devrine ulaşmaktan daha zor görünür, kahramanın akıllı olması şüphesiz zaferi kazanıyor ama talihsizlikleri de beraberinde taşıyor. Sonuçta, dünyada her şey iyi kötü gitmektedir: anlamadan olacağa boyun eğelim.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Lunéville’li saray adamı (1747-1750) – Voltaire, Lunéville’de, Mme du Châtelet’ye eşlik eder ve Louis XV in kayın pederi kral Stanislas’ın yanında, Commercy’dedir. Elde ettiği başarıya rağmen bu sarayı pek parlak bulmaz. 1746 da Mme Châtelet ölür. Buna gerçekten üzülmüş olan Voltaire Cirey’e sonra da Paris’e döner, orada yeğeni Mme Denis’nin evine yerleşir. Fransa sarayında saygınlığını yeniden kazanmayı boş yere dener. Uzun kararsızlıklardan sonra, kendisine Berlin’de mabeyinci görevini sunan Prusya kralı Frédéric’in ısrarlarına boyun eğer.
Berlin’de bir saray adamı (1750-1753) – Voltaire 1750 Haziranında Prusya’ya hareket eder. Mektuplarında sevgi ve hayranlık ifade eden filozof kral II nci Fréderic’in bir bakanı olma ümidine kapılır. Potsdam’da görkemli bir şekilde karşılanır, 20 000 lira şeref ödeneğini, mabeyinci anahtarını ve kraliyet kurum haçını alır. Hayranlık içinde “le Salomon du Nord = Kuzeyin Süleymanı” adlı eserini kutlar ve Frédéric’in matematikçi Maupertuis ve materyaliste filozof La Mettrie gibi Fransız bilginlerini bir araya getirdiği bu Eflatun “ şölen” lerini över.
Ama çok geçmeden kralla misafiri arasında ciddi anlaşmazlıklar doğar: “zaman tatlı bir soğukluğa dönüşür”. La Mettrie bir gün Frédéric’in Voltaire hakkında söylediği bir cümleyi ona iletir: “portakalı sıkar posasını atarlar”. Çok geçmez Voltaire’in Prusya Akademisi başkanı Maupertius ile arası açılır ve ona “Diatribe du docteur Akakia” da şiddetli bir şekilde saldırır; Frédéric bu yergi yazısını yaktırır. Bunun üzerine Voltaire hasta olduğunu bildirerek tatile çıkar. Kademe kademe Fransa’ya varır ama Frédéric’in bir emriyle Francfort’da beş hafta hapis tutulur. Hayal kırıklığından dolayı intikam almak için sandığında taşıdığı kraliyet şiirlerini teslim etmek zorunda kalır.
Tarihçinin olgunlaşması: XIV ncü Louis yüzyılı (1751) – 1732 den itibaren tasarlanan, kısmen Cirey’de kaleme alınan “XIV ncü Louis Yüzyılı” adlı eser Voltaire’in zihnini yirmi yıl meşgul etmiştir. Berlin’de değiştirilip düzeltilen eser 1751 sonunda yayınlanır. Voltaire onu 1756 ya kadar tamamlar. Eser son şekliyle hissedilir şekilde ilk amacından uzaklaşır.
XIV ncü Louis yüzyılı:
Giriş - Voltaire bütünüyle isteğini sergiler (bölüm I) ve Louis XIV un tahta çıkmadan önceki Avrupa’nın tablosunu çizer (bölüm II).
Saltanatın siyasi ve askeri tarihi (bölüm III den XXIV e kadar) – Voltaire dramatik Naiplik dönemini ve Mazarin’in bakanlık dönemini, sonra Kralın kişisel yönetimini ve ordusunun başarılarını ve sonunda yaşlılığını tedirgin eden başarısızlıkları ve felaketleri anımsar. Ve sonunda, Louis XIV un ölümünde Avrupa’nın tablosu.
Özellikler ve nükteli fıkralar (bölüm XXV den XXVIII e kadar) – Voltaire bu bölümlerde, söylentilerle derlenmiş ve basılmamış hatıralardan alınmış, o esnada bilinmeyen “küçük olaylar” ı toplamıştır.
İç yönetim (bölümler XXIX ve XXX) – Voltaire adli, ticari, polisiye, mali, örgütlenmeyi inceler ve Kralın ülkenin iyiliği için çalıştığını gösterir.
Bilimler ve sanatlar (bölüm XXXI den XXXIV e kadar) – Voltaire XVII nci yüzyıl sanatkârlarını, bilim adamlarını ve yazarlarını yargılar. Aydın kralın himayesi sayesinde zekânın ışık saçtığı bu zamanı açıkça över.
Dinsel işler ( bölüm XXXV de XXXIX a kadar) – İşte madalyanın ters yüzü. Bu yönetim altında düşünce tam olarak zafer kazanmış değil: dinsel konuda, özellikle Kalvenizm’e karşı siyasetinde kral kötü öğütçüleri dinlemiş, bu da Devlet için yıkıcı olmuştur. Mezheplerin ve grupların üzerinde olması gereken halk düzenini, ne saygın tutturmamıştır acaba!

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Yeni bir felsefi hikaye: Micromégas (1752) – İlk kez 1739 da düşünülen Micromégas’da Voltaire Swift’in Gulliver’inden esinlenir ve farklı bir sonuç vererek paskal tarzı iki sonsuz konusunu işler. Kararlı bir şekilde, önemsiz sözcükler üzerinde durmadan, tartışılan arı bir kurgudan uzaklaşır ve pozitif bilimlere bağlanmak için boş metafizik yapılanmalardan vazgeçmeyi salık verir.
Eserin kahramanı Sirus gezegeninde yaşayan biridir. Her şey göreli olduğu için, bu bizim görüşümüze göre devasal boyda bir devdir (Micro: küçük; mégas: büyük). O, uzaydaki boşlukta, dünyamıza gelmiş Saturne’lü biriyle birlikte yolculuk yapmaktadır. Kendisine mikroskobik görünen varlıklar keşfeder: Bunlar insanlardır. Onlarla öğretici görüşmeler başlatır. İnsanların iddialarına acıyarak bakar çünkü sefil gezegenlerini âlemin merkezi bilirler ve her şeyin kendileri için yaratıldığına inanırlar. Onları göreseliğe inandırmağa çalışır. Bununla beraber insan o derece cılız ve boş görünümüne rağmen matematik bilimi sayesinde bilgedir. Micromégas dener ve hayran kalır, çünkü duygularını belirtmeye çalışmak için tartışan bu insan filozoflar büyüklüklere değer biçmek söz konusu olduğunda mutabıktırlar.
Lizbon’un yıkımı üzerine şiir (1756) – Lizbon’un kurbanı olduğu deprem, Yaratana ve felsefi iyimserliğe karşı Voltaire’e bir kanıt verir. Bu olay üzerine yazdığı şiir, “la Mondain”den bu yana düşüncesinin ne kadar geliştiğini gösterir. Neden Portekiz’in başkenti yıkılmıştır? Neden binlerce masum insan öldü? Yeryüzünde neden bu kadar ıstırap var? Voltaire dünya düzenin aklımıza gelmediği sonucuna varır. Ama eğer kötülük doğada mevcutsa, en azından insan oraya hatasıyla başka kötülükleri eklememelidir: ahlaki kötülüklerle savaşmalıdır!
Hikâyecinin en üst noktası: Candide – Lizbon depremi üzerine şiir, Voltaire’e, savunma için Providence’ı yazan Jean Jeacques Rousseau’nun hoşuna gitmez. Voltaire görüşünü sürdürür ve üç yıl sonra Candide’de onu açıklar. Bu yeni hikâyenin kurgusu üzerinden Leibniz’in ve onun öğrencisi Wolf’un iyimser doktrinine saldırır. İnsanlara hayatın ilkelerini önerir ve onlara kıt şartlara razı olmayı öğretir.
Candide ya da iyimserlik.
Candide Westpalyalı bir baronun şatosunda, baronun oğlu ve kızı Cunégonde ile Leibniz’in öğretisini kabul etmiş, dünyaların en iyisinde, her şeyin, her zaman en iyi için olduğunu öğreten eğitimci Pangloss’un yönetiminde yetişmiştir. Cunégonde’a âşık olduğu için baron tarafından kovulur, sonra Bulgarlar tarafından zorla askere alınır, kaçar, Hollanda’ya geçer, orada Pangloss’u acınacak halde bulur; şatonun yakıldığını ve orda oturanların katledildiğini öğrenir. Her ikisi de Lizbona giderler, orada depreme şahit olurlar ve engizisyon tarafından ölüme mahkûm edilirler. Candide, Lizbon’da, ailesinin katliamından kurtulmuş olan ve kendisini kurtaran Cunégonde’u yeniden bulur. Sevdiği kızı elinden alabilmek için bir Yahudi’yi ve Büyük Engizisyoncuyu öldürmek zorunda kalır ve onunla Amerika’ya gitmek için gemiye binerler. Candide’le Cunégonde Buenos Aires’e varırlar ama Candide engizisyon tarafında aranmakta olduğu için Cunégonde’den ayrılmak zorundadır ve Paraguay’a kaçar. Orada Cizvit mezhebine girmiş olan, Cunégonde’un kardeşini bulur ve onu bir kavgada öldürür, sonra hayal ülkesi olan, bolluk ve mutluluk ülkesi Eldorado’ya kaçar ama orada oturmaz. Her zaman, her şeyi çok kötü bulan bilgin Martin ile Avrupa’ya gider. Her ikisi de süslü insanlara rastlanılan Paris’te kalırlar, amiral Byng’in kurşuna dizilişini görmek için İngiltere’ye, sonra karnavalın sürgündeki kralları bir araya getirdiği Venedik’e geçerler. Candide İstanbula gider, orada engizisyondan kaçan Panglos’la öldürmeyi başaramadığı, baronun oğlunu ve bir de yaşlanmış ve hırçınlaşmış olan Cunégonde’u bulur. Onunla evlenirler, sıkıntıdan uzak çalıştıkları, küçük bir çiftliğe dostlarıyla birlikte yerleşirler.

Sunar Yazıcıoğlu
 

Sunar

Üye
Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2011
Mesajlar
118
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
85
Candide’in kötümserliği. – Voltaire, Candide’de, dünyanın bağıntısızlığının ve hayatın akıl almazlığının altını çizer. Kahramanı geleceğin tesadüfleriyle kötü serüvenler dizisi içinde sürüklenir. Her yerde kötünün zaferine tanık oluyoruz. Doğa büyük felaketlere ve pek korkunç hastalıklara yol açmaktadır. İnsanlar bağnazlık ve kötü alışkanlık zırvalarıyla yönetilmektedir. Bütün sayfalarda satıcılar, hırsızlar, kaba askerler, baştan çıkmış kadınlar, acımasız engizisyoncular vardır. Bu, kuvvetlinin zayıfın zararına, işini bilenin kötülük bilmeyenin zararına çalıştığı zinciri boşanmış kaba kuvvettir.
Candide’in bilgeliği. - Voltaire bununla beraber ümitsizliğe kapılmaz ve hikâyenin sonucu bize bir bilgelik dersi içerir. Candide ve arkadaşları sultanın siyasetinden kaygılanmayan, ailesiyle basit ve zahmetli bir yaşam sürdüren yaşlı bir Türk’le görüşürler. Onun gibi hareket ederek memnuniyeti ve kalp huzurunu tadacaklardır.”Bahçemizi işlemeliyiz” , Candide’in son söylediği bu söz gibi. Serüvenlere atılma ya da boş kurgular yerine, her birimiz kendi yeteneğimize göre kendimizi günlük görevimize adamalıyız ve yardımsever çalışmamız içerisinde kötümserliğe bir çare aramalıyız. Böylece metafiziğe kayıtsız kalan Voltaire zekâsının gücünü insanlığın hizmetine verecektir.

Filozof Voltaire. –
Voltaire her şeyden önce bir kalem kavgacısıdır. Onun anlayışı, boş sistemlerle, sahte fikirlerle mücadele etmektir. İnanç hareketi ya da düşüncenin yalnızca soyut yöntemleri üzerine kurulmuş olan bütün davranışları reddeder. Geçersiz kılmakla yetinmez; onun pozitif kanıları vardır ve gerçeği, bilgeliği, mutluluğu arar.
Voltaire tarzında eleştiri
Siyasi ve sosyal kurumlar davası: Voltaire ülkesinin yönetimine saldırır. Monarşinin despotluğu, onun ilkesince hiçbir koşula ve kayda bağlı değildir ve anlamsızdır, çünkü monarşi aklın kanunlarına değil hükümdarın özencine dayanmaktadır. Sonuçları bakımından kötüdür çünkü köleliği, zulmü, dalkavukluğu, tebaanın aşağılanmasını, bakanların, devlet memurlarının, hâkimlerin satılmışlığını beraberinde getirir. Voltaire özellikle vergi ayrıcalığına, hükümdar buyruğuna, toprak köleliğine, dolaylı vergiye ve bilhassa savaşın ve işkencenin acımasızlığına karşı mücadele eder: “Bütün adaletsizliğin hikâyesi bütün kulaklarda durmadan yankılansın isterim” der.
Dinsel fanatizmin (körü körüne hayranlık, aşırı düşkünlük, bağnazlık) kınanması – Voltaire teolojik tartışmalara karşıdır, yürürlükte olan dinlerle savaşır. Ona göre teoloji temelsizdir: tarihe, metin yorumlamalarına, filolojiye başvurarak onun yöntemlerinin geçersizliğini ilan eder. Doğmaları mitolojik masallara benzetir, Eski Akit’te sadece Yahudi halkının çok karanlık kronolojisini, İncil’de yakıştırma anlatıları görür. Gene ona göre, yürürlükte olan dinler zararlıdır, onlar Devletlerin içerisinde karışıklığa sebebiyet verir, dinsel bölünmeleri ve kavgaları beraberinde getirir, cahilliği ve fanatizmi besler: “ Bütün insanlar kardeş olduklarını hatırlayabilmeliler, ruhlar üzerinde tiranlıktan tiksinti duymalılar” der (Dieu du Traité sur la Tolérance).
Metafizik dogmatizmi ret - Voltaire insana, anlayışının sınırlarını aşan büyük problemleri çözme yetkisini reddeder. Metafizik yararsızdır: insan zekâsının sınırları vardır, eşyanın doğasına nüfuz etmeyi bilemez. Tanrı, ruh, madde ortaya o kadar giz koyarlar ki filozoflar bilinmezliğin çelişkili karmaşası ile yanıtlarlar: “ Neden varız? Varlıklar neden var? Duygu nedir? Ona nasıl sahip oldum?.. Bunları derinlemesine anlamadım ve hiç bir zaman da anlayamayacağım”. Zaten çok önemli değil: Hayatın her zamanki gidişi için metafiziğe ne ihtiyaç var? Ayrıca metafizik zararlıdır: insanları biri birinden ayıran karşıt sistemlere ya da tanrıya körü körüne muti Leibniz tarzında optimizm (iyimserlik) gibi zararlı teorilere yol açar, insan davranışına köstek olur, oysa insanın daha az mutsuz olması için aralıksız mücadele etmek gerektir.


Sunar Yazıcıoğlu
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst