William Shakespeare

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kimdir? kategorisinde fides tarafından oluşturulan William Shakespeare başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,648 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kimdir?
Konu Başlığı William Shakespeare
Konbuyu başlatan fides
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan chimera

fides

Kahin
Yeni Üye
Katılım
15 Şub 2008
Mesajlar
1,694
Tepkime puanı
5
Puanları
38
shakespearebu1.jpg

Shakespeare, BBC'nin yaptığı bin yılın dahileri oylamasında, Winston Churchill, Isaac Newton gibi dahileri geride bıraktı. ABD'de Shakespeare'in bin yılın dahisi olma unvanını hak ettiği düşünülüyor. Hatta, bazılarının bu konuda hiç kuşkuları yok. Sözgelimi, The Washington Post gazetesi, "Sorusu olan var mı?" diyerek karşı çıkanlara meydan okudu.

Shakespeare'e ilişkin bilgileri, okulda okutulan Macbeth oyunundan öteye geçmeyenler, bu tartışmalara bir anlam veremiyorlar. Sordukları soruysa şu: "Eski krallar, abartılı aşklar ve tefecilerle ilgili oyunlar yazmış, uzun zaman önce ölmüş bir yazara neden bu kadar ilgi gösteriliyor?"

Shakespeare'in ününü sadece fazla satan eserler yazmış olmasına bağlamak haksızlık olur. Çünkü, bu ünün birçok şaşırtıcı ve geçerli nedenleri var. Shakespeare, tarih boyunca en çok okunmuş yazar olma özelliğini hiç kaybetmedi. Eserleri 100'ü aşkın dile çevrildi. Sinemaya en çok uyarlanan oyunlar da yine Shakespeare'e ait.

Bunun ilk örneği, 1899'da çekilen Kral John (King John) filmi oldu. Bu filmden beri, 300'den fazla eseri sinemaya uyarlandı. Son olarak çekilen film ise, Anthony Hopkins'in başrolü üstlendiği Titus Andronicus. Ölümünün üstünden 400 yıl geçti; ama, oyunları hâlâ büyük bir seyirci kitlesi topluyor.Shakespeare, yüzyılların ötesine uzanan çekiciliğini neye borçlu? Bu sorunun yanıtı, birçok modern eserin, onun oyunlarından esinlenilerek yazılmasıyla ortaya çıkıyor.

Örneğin, "Batı Yakasının Hikâyesi" (West Side Story), Romeo ve Juliet'in; "Kiss Me Kate" müzikali de Hırçın Kız'ın (The Taming of the Shrew) uyarlamaları. Yine bu bağlamda, bir bilimkurgu filmi olan "Forbidden Planet" (Yasaklanmış Gezegen) kurgusunu Fırtına (The Tempest) oyunundan alıyor. Kurosawa'nın 1985'te çektiği destansı "Ran" filmi ise, Kral Lear'in (King Lear) Ortaçağ Japonya'sına uyarlanmış şekli.

Bütün örnekler, Shakespeare'in eserlerinin en göze çarpan özelliğini ortaya koyuyor: evrensel temaları konu almak. Basit kıskançlıklar, tutkunun mantığın önüne geçmesi ya da kararsızlık gibi konular, tüm oyunlarında ustaca işlenmiş. Bu yüzden, Shakespeare'in oyunları geçerliliğini hâlâ sürdürüyor ve yarattığı karakterlerin karmaşık yapıları, günümüz yönetmenlerine esin kaynağı oluyor. Örneğin, Laurence Olivier'nin Tudor Hanedanı atmosferinde çektiği "III. Richard" filmini beğenmediyseniz, Ian McKellen'ın, III. Richard'ı faşist diktatör olarak yorumladığı filmini izleyebilirsiniz.

Shakespeare, yazdığı başarılı oyunlarla dünya edebiyatında önemli bir yere sahip. En az 38 (kesin sayısı tam olarak bilinemiyor) komedi, tarih ve trajedi türlerinde oyunlar yazdı.
Böyle bir dehanın zekâsının nereden geldiğini merak ediliyor. Ancak bu sır, yaşamına ilişkin çok az bilgi bulunması nedeniyle çözülemiyor. Doğum tarihi bile kesin olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları Shakespeare'in, Stratfordupon-Avon kasabasında 26 Nisan 1564'te vaftiz edildiğini gösteriyor. Ama doğum günü, Aziz George günü kutlanıyor.

Beş kardeşten biri olan Shakespeare'in babası John Shakespeare, dericilik ve yün ticaretiyle uğraşıyordu. Daha sonra da belediye başkanı oldu. Bu, Shakespeare hakkında bulunan tek kesin bilgi. Babasının mevkisinden dolayı, Shakespeare olasılıkla, yöredeki dil okulunda eği-tim gördü. 18 yaşındayken, kendisinden sekiz yaş büyük Anna Hathaway ile evlendi. Altı ay sonra ilk çocukları Susanna, 1585'te de biri kız biri oğlan ikiz çocukları dünyaya geldi. İzleyen yedi yıl içinde, Shakeapeare'in adı yazılı kayıtlarda görülmüyor. Bu tarihlerde, Shakespeare'in Londra'ya gittiği ve oyun yazarı olarak adını duyurmaya başladığına ilişkin tahminler yürütülüyor.

Shakespeare, BBC'nin yaptığı bin yılın dahileri oylamasında, Winston Churchill, Isaac Newton gibi dahileri geride bıraktı. ABD'de Shakespeare'in bin yılın dahisi olma unvanını hak ettiği düşünülüyor. Hatta, bazılarının bu konuda hiç kuşkuları yok. Sözgelimi, The Washington Post gazetesi, "Sorusu olan var mı?" diyerek karşı çıkanlara meydan okudu.

Shakespeare'e ilişkin bilgileri, okulda okutulan Macbeth oyunundan öteye geçmeyenler, bu tartışmalara bir anlam veremiyorlar. Sordukları soruysa şu: "Eski krallar, abartılı aşklar ve tefecilerle ilgili oyunlar yazmış, uzun zaman önce ölmüş bir yazara neden bu kadar ilgi gösteriliyor?"

Shakespeare'in ününü sadece fazla satan eserler yazmış olmasına bağlamak haksızlık olur. Çünkü, bu ünün birçok şaşırtıcı ve geçerli nedenleri var. Shakespeare, tarih boyunca en çok okunmuş yazar olma özelliğini hiç kaybetmedi. Eserleri 100'ü aşkın dile çevrildi. Sinemaya en çok uyarlanan oyunlar da yine Shakespeare'e ait.

Bunun ilk örneği, 1899'da çekilen Kral John (King John) filmi oldu. Bu filmden beri, 300'den fazla eseri sinemaya uyarlandı. Son olarak çekilen film ise, Anthony Hopkins'in başrolü üstlendiği Titus Andronicus. Ölümünün üstünden 400 yıl geçti; ama, oyunları hâlâ büyük bir seyirci kitlesi topluyor.Shakespeare, yüzyılların ötesine uzanan çekiciliğini neye borçlu? Bu sorunun yanıtı, birçok modern eserin, onun oyunlarından esinlenilerek yazılmasıyla ortaya çıkıyor.

Örneğin, "Batı Yakasının Hikâyesi" (West Side Story), Romeo ve Juliet'in; "Kiss Me Kate" müzikali de Hırçın Kız'ın (The Taming of the Shrew) uyarlamaları. Yine bu bağlamda, bir bilimkurgu filmi olan "Forbidden Planet" (Yasaklanmış Gezegen) kurgusunu Fırtına (The Tempest) oyunundan alıyor. Kurosawa'nın 1985'te çektiği destansı "Ran" filmi ise, Kral Lear'in (King Lear) Ortaçağ Japonya'sına uyarlanmış şekli.

Bütün örnekler, Shakespeare'in eserlerinin en göze çarpan özelliğini ortaya koyuyor: evrensel temaları konu almak. Basit kıskançlıklar, tutkunun mantığın önüne geçmesi ya da kararsızlık gibi konular, tüm oyunlarında ustaca işlenmiş. Bu yüzden, Shakespeare'in oyunları geçerliliğini hâlâ sürdürüyor ve yarattığı karakterlerin karmaşık yapıları, günümüz yönetmenlerine esin kaynağı oluyor. Örneğin, Laurence Olivier'nin Tudor Hanedanı atmosferinde çektiği "III. Richard" filmini beğenmediyseniz, Ian McKellen'ın, III. Richard'ı faşist diktatör olarak yorumladığı filmini izleyebilirsiniz.

Shakespeare, yazdığı başarılı oyunlarla dünya edebiyatında önemli bir yere sahip. En az 38 (kesin sayısı tam olarak bilinemiyor) komedi, tarih ve trajedi türlerinde oyunlar yazdı.
Böyle bir dehanın zekâsının nereden geldiğini merak ediliyor. Ancak bu sır, yaşamına ilişkin çok az bilgi bulunması nedeniyle çözülemiyor. Doğum tarihi bile kesin olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları Shakespeare'in, Stratfordupon-Avon kasabasında 26 Nisan 1564'te vaftiz edildiğini gösteriyor. Ama doğum günü, Aziz George günü kutlanıyor.

Beş kardeşten biri olan Shakespeare'in babası John Shakespeare, dericilik ve yün ticaretiyle uğraşıyordu. Daha sonra da belediye başkanı oldu. Bu, Shakespeare hakkında bulunan tek kesin bilgi. Babasının mevkisinden dolayı, Shakespeare olasılıkla, yöredeki dil okulunda eği-tim gördü. 18 yaşındayken, kendisinden sekiz yaş büyük Anna Hathaway ile evlendi. Altı ay sonra ilk çocukları Susanna, 1585'te de biri kız biri oğlan ikiz çocukları dünyaya geldi. İzleyen yedi yıl içinde, Shakeapeare'in adı yazılı kayıtlarda görülmüyor. Bu tarihlerde, Shakespeare'in Londra'ya gittiği ve oyun yazarı olarak adını duyurmaya başladığına ilişkin tahminler yürütülüyor.

Gençlik dönemi ve aldığı eğitimle ilgili ayrıntıların eksik olması yüzünden, kimileri, Shakespeare adının çok ünlü birinin takma adı olduğu görüşünü savunuyorlar. Sir Francis Bacon ya da Oxford kontu Edward de Vere, Shakespeare adının gerçek sahibi olduğu öne sürülen 50'yi aşkın adaydan sadece birkaçı. Gerçekte bu tür varsayımlara pek önem verilmiyor, hatta züppece bulunuyor. Ancak, Shakespeare'in edebiyattaki hünerlerini nasıl öğrendiği konusu gizemini koruyor. İlk oyunla-rını ne zaman yazdığı bilinmiyor; ama yazmaya basit konulardan başladığı biliniyor. Shakespeare'in tiyatro alanında yaptıklarından, ilk kez 1592 tarihli "The Groatsworth of Wit" başlıklı yazıda söz ediliyor. Hem oyunculuk hem de oyun yazarlığı yapan Shakespeare, yazı-da, "Ülkede, yalnızca kendisinin, sahne dünyasını sarsabildiğini (Shakescene) sanan bir yeni yetme (upstart crow)" diye nitelendiriliyor.

Shakespeare'in eleştirildiği "The Groatsworth of Wit"in yazarı Robert Greene, kalemi sert ve fakir bir Londralı'ydı. Kitabında, Oxbridge eğitimli oyun yazarları Christopher Marlowe, Thomas Nashe ve George Peele'a uyarıda bulunuyordu. Greene'e göre Shakespeare, onların geçimlerini tehdit eden yeni bir oyun yazarıydı.
Greene, Shakespeare'e atfedilen VI. Henry'nin 3. perdesiyle, aynı oyunun anonim versiyonu "The True Tragedy"de bulunan anlamca kapalı bazı dizeleri incelemişti. Edebiyat alanında yürütülen araştırmalar sonucunda, ikinci oyunun Marlowe tarafından yazıldığına ilişkin kanıt bulundu.

Green, ortaya çıkan tablo üzerine Shakespeare'in eserlerini, Marlowe'un oyunlarını değiştirerek yazdığını düşünmeye başladı. Shakespeare, Greene'nin bütün öfkesini üzerine çekmişti.
Gerçek ne olursa olsun, 28 yaşındaki Shakespeare, Londra tiyatrolarında dikkat edilmesi gereken bir güçtü. Greene'in yazısının yayımlanmasından sonra yayınevi, Shakespeare'in dürüstlüğünü ve edebiyat alanındaki başarılarını öven bir özür metni yayımladı. Yayınevinin bu tutarsız davranışı, yayıncının Londra'nın yükselen tiyatro yıldızına ters gitmekten ne denli korktuğunun bir göstergesi.

Shakespeare, kısa zamanda II. Richard gibi çok daha başarılı tarih oyunları yazarak gelişen yeteneğini gösterdi. Ayrıca, Yanlışlıklar Komedyası (The Comedy of Errors) ve Romeo ve Juliet oyunlarıyla da çok yönlü bir yazar olduğunu kanıtladı. 1590'ların sonuna doğru, yeni, benzeri görülmemiş becerilerini sergileyen oyunlar kaleme aldı. Aziz Crispin Günü konuşmasıyla dikkat çeken V. Henry, genç bir prensin trajik öyküsünü anlatan ve bugüne kadar yazılmış en etkileyici oyun sayılan Hamlet, bunlardan sadece birkaçı. Shakespeare, trajedilerine bile komediyi ekledi, böylece oyunlarının daha etkili olmasını sağladı. Tamamen komedi tarzında yazılmış, nüktedan şakalar, büyüler ve fanteziler içeren oyunları da var. Bunlara en güzel örnekler arasında, Bir Yaz Gecesi Rüyası (A Midsummer Night's Dream), Nasıl Hoşunuza Giderse (As You Like It) ve Windsor'ın Şen Kadınları (The Merry Wives of Windsor) sayılabilir.

Ama, çoğu kişi için Shakespeare'in zekâsı, en çok Hamlet, Othello, Kral Lear (King Lear) ve Macbeth gibi trajedilerinde belli oluyor. Akılsızca davranışlarının sonuçlarına katlanmak zorunda kalan, güçlü ve karmaşık karakterler, trajedilerinin en belirgin özellikleri. Faslı genera-lin, kıskançlık nedeniyle sadık karısını öldürmesi; yaşlı bir kralın verdiği yanlış kararlar sonucu karısı ve kızını kaybetmesi; İskoçyalı soylunun hırs ve vicdan azabıyla kendini mahvetmesi, Shakespeare'in yarattığı karakterlerin en güzel örnekleri.

Shakespeare'in oyunları, The Globe Tiyatrosu'nda oynandı. Bu sayede tiyatro, büyük bir üne ve servete kavuştu. Oyunları düzenli olarak kral huzurunda sahnelendi. Örneğin Macbeth, özellikle kral I. James için yazılmıştı. Shakespeare, oyunları sayesinde Londra ve Stratford'da mal, mülk sahibi oldu. Şiirle de uğraştı; 1609 yılında, 150'den fazla sonesi ortaya çıktı.

Shakespeare, 1612'de Stratford'daki evine yerleşti ve Londra'ya sadece oyunlarının sahne-lenmesini denetlemek için gitti. Daha sonra yapılan bilgisayar incelemeleri sonucunda, başka yazarlarla ortak çalışmalar yaptığı da ortaya çıktı. Sözgelimi, İki Soylu Akraba'yı (Two Noble Kinsmen) John Fletcher ile birlikte yazmıştı.

Shakespeare, 50 yaşlarına geldiğinde, aniden ortadan kayboldu. Buna sağlık sorunlarının yol açtığı sanılıyor. 1616 baharında vasiyetini yazdı; parasını ailesine, arkadaşlarına ve yoksullara bıraktı. Bir ay sonra, 16 Nisan 1616'da yaşama veda etti.

Mirasçıları arasında, eski meslektaşları John Heminge ve Henry Condell da bulunuyor. Bunlar, 1623'te Shakespeare'in 36 oyununun yer aldığı, ilk toplu basımı (First Folio) gerçekleştirdiler. Daha sonradan bazı oyunlar eklenmekle birlikte, ilk toplu basım, bugünkü Shakespeare'in Bütün Eserleri (Complete Works of Shakespeare) kitabının temelini oluşturuyor.

Shakespeare'in yaşadığı tarihler, Rönesans'a denk geliyor. Bu tarihlerde, klasik çağ kültürüne duyulan ilgi artmış; Ovidius, Homeros, Seneca, Plutarkhos gibi Yunan ve Latin yazarlarının eserleri İngilizce'ye çevrilmişti. Shakespeare de, eserlerini bu yazarların işledikleri konulardan esinlenerek yazdı. Bu bağlamda, Shakespeare'in başarısının seçtiği konulardan kaynaklanmadığı söylenebilir. Onun dehası, olaylardaki dramatik noktaları ortaya çıkarmasında ve söz sanatlarındaki ustalığında yatıyor. Örneğin, büyük bir miras olarak kabul edilen ilk toplu basım, 800.000 kelime içeriyor ve 1.700'ü de Shakespeare'in ortaya çıkardığı kelimeler. "Academe" ve "zany", bunlardan sadece ikisi. Oyunlarında kurduğu cümleler de alışılmadık benzetmeler ve kişileştirmelerle dolu. İnsanı, bir "çiğ tanesi","bir toz parçası"; dünyayı, "tohuma kaçmış bir bahçe"; sevgiyi, ilkbaharda bir menekşe gibi erken açan, ömrü kısa çiçek, esip geçen bir kokuya benzetiyor ve kimi insanların yapabileceklerini "doğumlarıyla sınırlanmış", "en temkinli genç kız bile, güzelliğini açıp yalnız gökteki aya gösterse yeterince ted-birsizlik yapmış sayılır" gibi, o güne dek duyulmamış söz oyunlarıyla betimliyor. Ayrıca, Shakespeare'in yapıtları, birçok kitap başlığına esin kaynağı oldu. Aldous Huxley'in kitabı "Brave New World" başlığını Fırtına'dan (The Tempest); Robert Stone'un kitabı "The Dogs War" da başlığını Julius Caesar'dan alıyor.

"Bütün dünya bir sahnedir" diyen Shakespeare, zekâsını yazdığı oyunlarla kanıtladı ve insanın her türlü ruh halini söze dökebildiği için de, 500 yıldan beri büyüsünü sürdürüyor.

Gizli Kalmış Noktalar

Shakespeare'in eserleri birçok soruyu yanıtsız bırakmıştı. Ancak günümüzde, bunların çoğu bilgisayarla yapılan incelemeler sonucunda çözülüyor. California, Claremont Koleji profesörü Ward Elliot ile meslektaşları, Shakespeare'in başka bir yazarın takma adı olup olmadığını bilgisayarla incelediler. Takma adın asıl sahibinin kimliğine ilişkin kuşkular, en çok Christopher Marlowe ve çok uzak bir olasılıkla Kraliçe Elizabeth'in üstünde yoğunlaşıyordu.

Shakespeare'in eserlerindeki kelime ve söz kalıplarının yapısı, ne kadar sıklıkta kullanıldıkları, kuşku duyulan isimlerin eserleriyle karşılaştırıldı. 1996'da, eserlerin başka biri tarafından yazıldığı konusunda hiçbir kanıt bulunamadığı duyuruldu.

Aston Üniversitesi'nden Tom Merriam ve Roberts Matthews, Shakespeare'le diğer yazarların eserlerini karşılaştırmak amacıyla, benzer örnekleri seçebilen ve yapısal farklılıkları ölçebilen bir bilgisayar programı geliştirdiler. İnceleme sonucunda, Shakespeare'in İki Soylu Akraba oyununda John Fletcher ile birlikte çalıştığı belirlendi.

Merak uyandırıcı olan bir konu daha aydınlandı. Shakespeare'in ilk oyunlarından VI. Henry'nin 2. ve 3. perdelerinin, Christopher Marlowe'un oyunlarından esinlenilerek yazıldığına ilişkin kanıt bulundu. Bilgisayar incelemeleri sonucunda, 1592'de sahnelendiğinde çok beğenilen, ilk orijinal oyunlardan "Contention" ile "The True Tragedy"nin Shakespeare'e ait olduğu saptandı.

Focus


shakespeare1.jpg
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: William Shakespeare

SHAKESPEARE VE HAMLET HAKKINDA
XVII. asır

Shakespeare beğeniliyor, en büyük İngiliz şairi olarak tanınıyor. Yunan ve Lâtin şairlerine karşı çıkarılabileceğini söyleniyor. Hâkim fikir şu: eserlerinin kuvveti tabiîliklerinden geliyor; sanat tarafları (oyunların kuruluşu, sahnelerine gülünçlükler katılışı… bakımından) bazan kusurludur. Oyunların 1623 ilk toplu baskısına katıldığı şiirde çağdaşı ve meslektaşı şöyle diyor:

O bir çağın değildi, bütün çağlar için yaratılmıştı!

Ben Johnson (1573 - 1637)

İngiliz edebiyatında klâsik çağı açan ve şiirleri kadar dramları, tenkitleriyle de tanınan adamın hüküm şudur:

Onu bilgisizlikle suçlandıranlar daha çok övmüş oluyorlar: o doğuştan bilgiliydi, tabiatı okumak için kitapların gözlüğüne muhtaç değildi. O, içe bakmış, tabiatı orada bulmuştur. Her yerde aynı kuvvettedir diyemem; eğer öyle olsa onu insanlık tarihinin en büyükleriyle kıyaslamam haksızlık olurdu. Tatsızlaşıp yavanlaştığı seyrek değildir; tuhaflıkları zorlanma derecesini bulabilir, ciddi olacağım derken mübalâğaya düşer. Ama fırsatını ele geçirdi mi, daima uludur.

Dryden (1631 - 1700)

Shakespeare dünyanın en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilmeye başlar. Hâkim fikri şudur: dehası tabiattan geliyordu, sanatı kusurluydu, bilgisi kıttı; fakat, insan ruhunu tanımakta ve çeşitli tipler canlandırmakta bulunmaz bir kudreti vardı. Oyunlarını bir arada çıkaran ilk tefsircisi, klâsik kaideleri bilmediği için tutmadığını ileri sürerek şairi müdafaa ettikten sonra, Hamlet ile Elektra arasında şu mühim mukayeseyi öne sürüyor:

Hamlet, Sophokles’in yazdığı Elektra ile hemen hemen aynı mevzudadır. İkisinde de genç bir hükümdar oğlu babasının intikamını almak işine girişir. İkisinin de anneleri aynı derecede suçludur, kocalarının öldürülmesinde elleri vardır, sonra da bu cinayetin katiliyle evlenmişlerdir. Yunan tragedyasının ilk kısmında Elektra’ınn kederi insana çok tesir ediyor; fakat… oyunun son kısmında şair hükümdar kızı ile Orestes’e öyle şeyler yaptırıyor ki, insan tabiata ve sağduyuya aykırı bulunuyor. Orestes’in eli anasının kaniyle bulanıyor; hem bu barbarca iş sahnenin üstünde değilse bile o kadar yakınında işleniyor ki seyirciler Klytemnestra’nın Aegisthos’u imdada çağırdığını, oğlunu merhamete getirmek için yalvardığını duyuyorlar; hem kızı, hem bir hükümdar evlâdı olan (ve bu vasıflarının her ikisiyle de daha asîl olması gereken) Elektra ise sahnede durup, annesini öldürsün diye kardeşine gayret veriyor. Bu halin insanda uyandıracağı dehşeti düşünün Klytemnestra hain bir kadındı, ölümü hak etmişti; zaten hikâyenin aslında da oğlunun eliyle ölüyor. Ama bu türlü bir hareketi sahnede göstermek, sahneye yaraşan şahısların gözetmesi lâzım gelen usul ve erkâna muhakkak ik aykırıdır. Halbuki bakın Shakespeare ne yolda davranıyor. Hamlet de babasına Orestes kadar saygı ve sevgi besliyor, ölümünün intikamını almak kararı onunki kadar kât’i… annesinin suçundan duyduğu nefret de onunkinden farksızdır. Fakat şair, insanı hayran eden bir sanat ve muhakeme isabetiyle Hamlet’i annesine el kaldırmaktan alıkoyuyor: böyle bir şeye meydan vermemek için babasının hayaletine, annesinden intikam almayı yasaklıyor.

“Yalnız, Bu İş İçin Hangi Yola Başvurursan Vur, Sakın Annen Hakkında Bir Fenalık Düşünme; İçinden, Onun Zararına Olacak Bir Niyet Geçirme. Onu Tanrıya havale et; bırak onu kendi göğsündeki dikenler iğnelesin.”

Dehşet ile korku denen şeyleri yerinde olarak birbirinden ayırt etmek işte budur. Bunların ikincisi tragedyalara uygun düşen bir duygudur, halbuki birincisinden daima dikkatle kaçınmalıdır, şu muhakkak ki hiçbir dramcı seyircilerin zihninde korkuyu uyandırmakta Shakespeare’den daha iyi muvaffak olmamıştır.

Rowe (1674 - 1718)

Derdimi iki kat eden, beni dehşet içinde bırakan şey: vaktiyle, herkesten önce, bu Shakespeare’den benim bahsetmiş olmam. Onun bu koca gübre yığınında bulduğum birkaç inciyi Fransızlara evvelâ ben göstermiştim. Ama bir gün, barbar bir oyuncu parçasının alnı süslensin diye, Racine ile Corneille’in taçlarının ayaklar altında çiğnenmesine sebep olacağını hiç düşünmedim.

Voltaire (1694 - 1778)

Shakespeare tabiat şairi olmakta bütün yazıcıların, hiç değilse bütün yeni devir yazıcılarının üstündedir; okuyucularına göreneklerin ve hayatın en sadakatli bir aynasını tutar.

Johnson (1709 - 1884)

Fazileti rahatlığa feda eder; bir şey öğretmektense eğlendirmeye öylesine bakar ki ahlâki hiçbir gaye gözetmiyor hissini verir.

Johnson

Shakespeare öbür yazıcıların hepsinden esaslı şekilde ayrılıyor: onu anlamaktan ziyade hissettiğimizi söyleyebiliriz; birçok hallerde biz onu kavramaktan ziyade o bizi kavrıyor demek doğru olur. Şaşılacak bir şey değil bu: her şeyin tohumunu öylesine saçıyor, şahısların ve hareketlerin sebeplerini öyle ustalıkla (fakat görünüşte öyle tasasızca) serpiştiriyor, duygularımıza hâkim olup muhakememizden kendini öyle kaçırıyor ki her yaptığı şey bir üstünlük kazanıyor. Tutturduğu yolu seçemiyoruz, sebep netice münasebetlerini fark edemiyoruz, bilmeden hayran kalıyor, kendimizden geçiyoruz.

Morgan (1726 - 1802)

Shakespeare ayaktakımının keyfine hizmet ediyor.

La Harpe (1739 - 1803)

“Dünya çığrından çıkmış. Ah kör talih, onu düzene sokmak için ne yazık ki ben doğmuşum!” Hamlet’in hareket tarzının izahı bu sözlerdedir sanıyorum. Bence aşikâr ki, Shakespeare, gayet ağır bir işin, üstesinden gelemiyecek bir insanın sırtına yüklenişini göstermek istemiştir. Oyun baştan başa bu düşüncelerle yazılmıştır. Ancak hoş çiçekler koymak için yapılmış olan kıymetli bir vazoya bir meşe dikiliyor; ağaç kök salınca tabiî vazo kırılıyor.

Goethe (1749 - 1832)

XIX. asır

Romantik çağın yazıcıları Shakespeare’i, yaratılıştan eşsiz olduğu kadar sanatkârlığında da eşsiz buluyorlar. Hâkim fikir şudur: oyunlarında hiçbir şey tesadüf eseri değildir: Shakespeare duyuşu ile de düşünüşü ile de bütün insanlığı temsil edebilecek kudrette bir filozoftu; zaman kayıtlarına bağlı kalmıyan bir insan ve hayat anlayışı vardı; bize çok şey öğretebilir; Shakespeare bir üstün insandır.

Shakespeare, öyle anlaşılıyor ki, Hamlet’te hislerimizin hedefi olan şeylere dikkat etmek ile zihnimizden geçen şeylere fikir yormak arasında bir muvazene -gerçek olan ile hayali olan âlem arasında bir denklik- gözetmenin zaruretini göstermek istemiştir. Hamlet’te bu muvazene bozuluyor; düşünceleri, hayalinin yarattığı şekiller, gerçekten gördüğü şeylere nispetle çok daha canlıdır. Hattâ, gerçekten gördüğü şeyler bile, hemen düşüncelerinin menşurundan geçiyor, geçerken de kendi bünyelerine yabancı bir renk ve şekil alıyor.

Coleridge (1772 - 1834)

Belki aykırı bir söz gibi görünecek ama, Shakespeare’in oyunları sahnede oynanmaya, bütün dramalarınkine nispetle, daha az elverişlidir, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Onları öbür eserlerden ayırt eden mükemmellikler böyle olmalarını da zaruri kılıyor. Onlarda oynanamıyacak, gözle sesle hareketle ilişiği olmıyan o kadar çok şey var ki.

Lamb (1775 - 1834)

Bana ondan (Garrick’ten [On sekizinci asır oyuncularından Garrick (1771 - 1779) bilhassa Hamlet temsiliyle büyük bir ün kazanmıştı.]) bahsedenler gözlerini, gözlerindeki büyüyü, sesindeki azameti anlatıp dururlar. Bunlar öyle bedeni vasıflardır ki bir oyuncuda çok aranır, bunlar olmaksızın oyuncu sözlerinin mânasını seyircilere sezdiremez −ama bunların Hamlet ile ne ilişkisi var? Zekâ ile ne ilişkileri var? Gerçekten, tiyatro temsillerinde gaye seyircinin dikkatini oyuncusunun şekli ve hareketleri üzerinde toplamak, böylece, söylenen sözleri daha alâka ile dinlemesini temin etmek. Temsilde ehemmiyet verilen, karakterlerin ne olduğunu değil nasıl gözüktüğünü; ne söylediğini değil nasıl söylediğini.

Lamb

Hamlet bir isimdir. Sözleri, hikmetleri şairin aklından uydurduğu şeylerdir. E öyleyse, gerçek şeyler değiller mi? Hem de kendi düşüncelerimiz kadar gerçek. Onların gerçeklikleri okuyucunun zihnindedir. Hamlet olan biz kendimiziz. Bu oyunun gerçekliği peygamberce; tarihin gerçekliğini aşıyor. Kim kendinin yahut bir başkasının başına gelenlerden kedere düşüp dertlenmişse; kim düşüne düşüne yaslanmış “fazla güneşte olmaktan” rahatsızlık duymuşsa; kim içindeki kara kuruntularla günün altın ışığının karardığını, karşısında dünyanın bir şey belirmez bir karanlık halini aldığını görmüşse; kim “karşılıksız kalan aşkın ıstırabına, mevki sahibinin kibrine, sabırla gösterilen liyakatin değersizlerce hor görülmesine katlanmışsa; kim ta içinden çöktüğünü, gönlünün hastalığa tutulur gibi kedere tutulduğunu hissetmiş, ümitlerinin kırıldığını, beklenmedik şeyler karşısında gençliğinin solduğunu duymuşsa; kim, etrafında kötülük bir hayalet gibi dolaşıp dururken, rahat edemiyorsa; kimin hareket kudreti düşünceye yem olmuş, gözünde kâinat sonsuzlaşmış fakat kendi hiçleşmişse; kim yüreğindeki acılıkla bir şeye aldırmaz olur, yahut hayatın kötülüklerini bir derece uzağına atmak için onların uydurma bir temsilini görmeye tiyatroya giderse− asıl hamlet işte odur.

Hazlitt (1778 - 1830)

Her şeye rağmen, bu adamın neşeli sükûnu insanın gözüne çarpıyor… Dert görmüş olduğuna şüpheniz olmasın… Bir adam, kendi kahraman yüreği hiç acı çekmemiş olsa, nasıl eder de bir Hamlet bir Coriolanus bir Macbeth tasvirini başarırdı? Halbuki, bunların hepsiyle tezat halinde olan neşesine bakınız; kahkahaya olan candan ve taşkın sevgisine bakınız. Denebilir ki, Shakespeare gülmekten başka hiçbir hususta mübalâğaya düşmüyor. Ateşli hitabeler, insanı yakan ve içine işliyen sözler onda yok değildir; ama bunlarda hep ölçüyü gözetir… Fakat kahkahası tufan halinde dökülüyor… Hem, her zaman en ince tarafından olmasa bile, her zaman dostça bir kahkaha… Gülmek halden anlamak demektir… Ahmaklığa gösterişe bile bu Shakespeare ancak dostça olan bir kahkahayla gülüyor… Bu türlü gülüş, benim için, derin sular üzerinde pırıldayan gün ışığı gibi güzel bir şeydir.

Carlyle (1795 - 1881)

Dediğimiz gibi, iki yaman Âdem örneği Aiskhylos’un yarattığı Prometheos ile Shakespeare’in yarattığı Hamlet’tir. Prometheos harekettir, Hamelt tereddüt. Prometheos’ta engel dıştadır, Hamlet’te içte, Prometheos’ta irade ellerinden ayaklarından tunç çivilerle mıhlanmıştır,kımıldanamaz; üstelik yanında iki bekçisi vardır: Kudret ile Hâkimiyet. Hamlet’te irade daha çok köleleşmiştir: düşünceyle, kararsızlıkların sonu gelmez zinciriyle, kıskıvrak bağlanmıştır.

Hugo (1802 - 1885)

Hamlet’in gayesi yalnız cinayetin kurucu intikamını almak değildir, Danimarka’a yeniden doğrulukla adalete yer vermektir: aynı zamanda hem intikam almak, hem adalet göstermektir. Bunu ise, kıralı rasgele öldürmekle yapamaz.

Brandes (1842 - 1927)

XX. asır

Shakespeare’in eşsizliğinde yine birleşiyorlar. Ama onu tanrılaştıran romantik görüşten yavaş yavaş vazgeçiliyor. Hâkim fikir şu: Shakespeare’in eserleri eline geçen ham malzemeden, o devrin yaşayışından izler taşır. Şairin zamanını, edebi içtiami ahlâki ve siyasi şartlariyle tanımak, eserlerini anlamak için mutlaka lâzımdır. Böylece sanatkârın kusurları ile birlikte dehası da daha iyi belli olur.

Hamlet dramında kahramandan başka bütün şahıslar ikinci derecede kalıyor, tragedya şahısları denecek seviyeye yükselemiyor.

Bradley (1851 - 1935)

Hamlet rolünü oynıyan oyuncu kahramanın her bir sözünü, her bir hareketini nasıl mânalandırdığına karar vermiş olmalıdır. Bazı noktalarda iki mânadan hangisinin doğru olduğundan emin bulunmasa bile birini seçmeye mecburdur. Halbuki tenkitçinin böyle bir zorluğu yoktur. Emin değilse olmadığını söyliyebilir; hattâ o nokta mühimse, söylenmelidir de. Hamlet’in Ophelia’ya olan sevgisi bakımından ben kendimi bu vaziyette buluyorum. Hamlet’in bazı sözleri ve hareketleri hakkında bir kanaate varamıyorum, oyunun sadece metninden güvenilir bir mâna çıkarmaya da imkân olmadığını zannediyorum.

Bradley

Hamlet’in tragedya oluşu bir adam öldürülmekle başlayıp bir yığın adam öldürmekle bitişinden değildir; onda daha derin daha mânevi bir şey vardır. Dünyada en acıklı en dokunaklı şey asil ruhlu bir insanın mahvoluşudur. Hamlet’in mevzuu da budur; bu eser muvaffakiyetsizliğin, aşağılık bir muhite düşen yüksek bir insanın tragedyasıdır – yüksekliği, hayatın tersliği yüzünden, tesirsiz kalan hattâ kendi felâketine sebep olan bir insanın tragedyası.

Chambres (1866 - )

Hamlet karakterlerinin ana vasfı zihninin fazla işlemiş olmasıdır.

Chambers

Onların (Shakespeare ile yakın zaman dramcılarının) eskilere benzer bir din felsefesi yok; tragedyada, eskiler gibi, insan ıstırabının Tanrı iradesiyle bir ahenk göstermiyorlar. Çünkü artık iman sarsılmıştır: hayat eskisinden çok daha karışık çok daha esrarlıdır. Yalnız Tanrı ile tabiatın hayırseverliği değil, insanın mesuliyeti fikri de kökünden baltalanmıştır.

Stoll (1874 - )

Shakespeare -aykırı bir fikir gibi görünecek ama- sonunda Hamlet’i drama sokamamıştır. Daha önce kaç defa olgunlaştırmadan, parça parça denediği bir karakter nihayet canlı ve bütün olarak burada önümüze çıkıyor… Fakat onu, oyunun bölünmez bir parçası haline getirecek surette, ölçüye vuramamıştır.

Granville - Barker (1877 - )

Hamlet’in karakterinin ana vasıflarından biri hakikate delicesine düşkünlüğüdür… Ne bahasına olursa olsun hakikate ulaşmak ister; o türlü düşünen bir kafası vardır ki, içinden geçenleri söylerken kendi şahsına bile zalim davranmaktan çekinmemesini bize yadırgatmaz.

Schücking (1878 - )

Shakespeare her seyircisinden, her okuyucusundan kahramanına (Hamlet’e) muhabbet göstermesini, onun duyduklarını duymasını, kendisini onun yerine koymasını, ne vaziyette olduğunu anlamasını ve muhayyilesinde onun müşkülüne bir hal çaresi bulmaya çalışmasını bekliyor.

Dover Wilson (1881 - )
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst