Türkiye'de Arkeoloji

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Arkeoloji kategorisinde chimera tarafından oluşturulan Türkiye'de Arkeoloji başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,367 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Arkeoloji
Konu Başlığı Türkiye'de Arkeoloji
Konbuyu başlatan chimera
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan loralynn

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
1720 İlk müze Dar-ül Esliha kurulur.
1764 İlk batılı araştırmacılar Anadolu'ya gelir.
1834 Charles Texier,Boğazköy/Hattuşa'yı bulur.
1835 W.Hamilton Alacahöyük'ü bulur.
1846 Mehterhanede ilk elbise müzesi açılır.
1846 Müze-i Hümayûn Aya İrini'de açılır,
1857 Newton,Bodrum Mausoleum kazısına başlar.
1864 İlk resmî ruhsatla Ayasoluk'ta Wood'a kazı izni verilir.
1865 Calvert,Troya'da sondaj kazısı yapar.
1869 İlk eski eser(1.Asar-ı Atika Nizamnamesi)hazırlanır.
1871 Schiliemann Troia kazısına başlar.
1871 İlk Müze-i Hümaûn kataloğu Goold tarafından yayınlanır.
1872 Rayet Miletos,Magnesia ve Priene'de araştırmalar yapar.
1872 İkinci eski eser nizamnamesi yürülüğe girer.
1878 Karl Humann,Pergamon'da kazılara başlar.
1879 Van-Toprakkale kazıları yapılır.
1881 Osman Hamdi Bey,Müze-i Hûmayun'a müdür olur.
1883 Osman Hamdi Bey Nemrut'ta kazılara başlar.
1884 Üçüncü eski eser yasası yürülüge girer.
1887 Osman Hamdi Bey Sayda kazısına başlar.
1891 İstanbul Arkeoloji Müzesi yeni binası açılır.
1893 İstanbul Arkeoloji Müzesi ek binaları açılır.
1893 Chantre,Boğazköy'de kazıya başlar.
1893 Dörpfeld Troia kazılarına katılır.
1895 Karl Humann,Priene kazısına başlar.
1895 Ephesus'ta Avusturyalıların kazısı başlar.
1895 İlk yabancı arkeoloji enstitüsü olan Rus Arkeoloji Ens.kurulur.
1899 Miletos'ta Wiegand kazıya başlar.
1901 Güstave ve Alfred Köerte,Gordion Tümülüsünde kazıya başlar.
1908 Garstang,Sakçagözü'nde kazıya başlar.
1910 Hali Ethem Bey İstanbul Arkeoloji Müzesi müdürü olur.
1911 Sardeis kazısı başlar.
1915 Hronzy,Hitit dilinin ilkelerini yayınlar.
1917 Eski Şark Eserleri Müzesi açılır.
1917 Macar Arkeoloji Enstitüsü açılır.
1922 Evkaf-ı İslamiyye yani Türk İslam Eserleri Müzesi açılır.
1924 Topkapı Sarayı müze haline getirilir.
1925 Hronzy,Kültepe/Kaniş kazısına başlar.
1930 Atatürk tarih tezini açıklar.
1930 Alman ve Fransız Arkeoloji Enstitüsü kurulur.
1931 Türk Tarih Kurumu kurulur.
1931 İlk Türk Arkeoloji enstitüsü olan İstanbul Arkeoloji Ens.kurulur.
1932 1.Türk Tarih Kongresi yapılır.
1934 İlk büyük Türk kazısı,Hamit Zübeyir Koşay ve Remzi Oğuz Arık Alacahöyük ve Ahlatlıbel kazılarına başlar.
1936 Arif Müfit Mansel Trakya'da kazı yapar.
1936 Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulur.
1937 2.Türk Tarih kongresi yapılır.
1948 İngiliz Arkeoloji Enstitüsü kurulur.
1952 Kurt Bittel,Halet Çambel ve Arif Müfit Mansel,Fikirtepe kazıları
1954 Karatepe'de çift dilli yazıt bulunur.
1957 Mellart,Hacılar'da kazıya başlar.
1958 Hollanda Arkeoloji Enstitüsü kurulur.
1961 Mellart,Çatalhöyük'te kazıya başlar.
1963 İlk kapsamlı yüzey araştırması:Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Projesi başlar.
1964 Çambel veBraidwood,Çayönü'nde kazıya başlar.
1964 Kansu,Yarımburgaz'da kazıya başlar.
1968 İlk organize kurtarma kazı projesi olan Keban Projesi başlar.
1980 Tübitak Arkeometri Ünitesi kurulur.
1989 Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü kurulur.

Kaynak:Arkeo-Atlas Dergisi 1.sayı sy:28-30
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Türkiye'de Arkeoloji

Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Projesi, dünya kültür emanetlerinin önemli bir parçası olan Türkiye kültür varlıklarının bulgularının, kronolojik bir envanterinin çıkartılması ve bu bilginin uluslararası platformda paylaşılması amacına yönelik olarak tasarlanmıştır. En azından 400.000 yıl eskiye uzanan kültürel verileri barındıran Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde, 1800'lerin ilk yarısından başlayan araştırmaların sonuçları ile çağdaş yüzey araştırmaları ve kazıların bilgileri dağınık ve çoğunlukla ulaşılamaz durumdadır. Birçok yerleşmenin yeri bilinmemekte, birçoğu da tahribatın/yapılaşmanın kurbanı olmuş ya da olmaktadır. Bu tahribata karşı ve bu emanetleri korumaya yönelik öncelikle yapılabilecek en önemli çalışma, kültürel verilerin merkezi bir yapı içinde toplanması ve derlenmesidir: Belgeleme olmadan koruma olmaz. İlk kez bu projeyle, Türkiye arkeolojik yerleşmeleri, höyükler, tümülüsler, anıtlar, mezarlıklar, ören yerleri, yerleşme yerleşme, höyük höyük, tümülüs tümülüs belgelenmektedir.
1993 yılında çalışmalarına başlayan TAY Projesi, özgünlüğü, boyutu ve kültürel emanetlerin belgelenmesine yaklaşımı açısından, türünün ilk ve şimdilik tek örneğidir.

Niye TAY?

Anadolu ve Trakya'nın, insanoğlunun yerleştiği ilk dönemlerden yakın çağlara dek derli toplu, ayrıntılı bir yerleşme ve kültür envanteri yoktur;
Bu bölgelerdeki uygarlıkların kültürel gelişimini başından sonuna dek inceleyebilmek için sistemli bir belge arşivi.hazırlanmamıştır;
Anadolu ve Trakya kültürlerinin kronolojik süreç içerisinde birbirleriyle ilişkileri yeterince açık değildir.
Projenin amaçları

Türkiye kültür emanetlerinin, öncelikle, elektronik olarak korunmaya alınması (Veri Toplama);
Basılı ve elektronik ortamda yayınlanması ve bu emanetlerin dünyaya açılması (Veri Yayınlama);
Türkiye'nin, sistemli biçimde ve yeni teknolojiler kullanılarak taranması, mevcut bilgilerin doğrulanması, yeni yerlerin belgelenmesi (Veri Doğrulama);
Anadolu ve Trakya toprakları üzerindeki, gerek doğa, gerekse insan eliyle yoğun olarak süren tarihi eser tahribatının.izlenmesi ve kamuoyunu uyaracak bir kurumun oluşturulması (Veri Gözlemleme).
Proje Kime Yönelik?

Proje, kültür emanetlerimiz konusunda araştırma yapmak isteyen tüm arkeologlara, tarihçilere, tarih ve arkeolojiye yakın bilim dallarındaki araştırmacılara; arkeoloji, tarih gibi alanlarda eğitim gören öğrencilere; çeşitli kademelerde ülkemizin tanıtımında görev alan uzmanlara ve geçmişe ilgi duyan, araştırılmasına inanan tüm kişi ve kuruluşlara yöneliktir. Amaç, bu kişi ve kuruluşlara, bilimsel bir başvuru kaynağı, bir "veri havuzu" sunmaktır.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Türkiye'de Arkeoloji

KAVRAM KARMAŞASI

Uzun yıllar elitist bir uğraşı olarak sürdürülen arkeoloji, YÖK sonrasında, üniversite kontenjanlarının ve bölüm sayısının keyfi bir şekilde artması sonucunda daha geniş bir kitlenin uğraşı alanı haline gelir. Ancak bu sefer de, niteliksiz ve ilgisiz, yani şişirme bir mezun topluluğu oluşmaya başlar. Arkeolojinin elitist bir uğraşı olmaktan çıkmasının olumlu bir gelişme olduğunun, ancak bunun temelsiz bir şekilde yapılmasının ise olumsuz olduğunun altını çizen Özdoğan, Türkiye'de arkeoloji hakkında büyük bir kavram karmaşası olduğunu belirtiyor: "Genelde Türkiye'de karışan kavram, antikacılıkla arkeolojidir. Arkeoloji bir bilim dalı ve arkeolog olarak bizim amacımız eser toplamak değil, yani müzelere eser doldurmak değil, bizim onunla alakamız yok! Müzelere de eser veririz, müzelere giren eserler de bulunur ama arkeolojinin bilim dalı olarak amacı müzeleri doldurmak, güzel veya esrarengiz şeyler bulmak değildir.

Arkeolojinin amacı geçmişe ait bilgiler bulabilmek, yani insanlığın ilk başından günümüze kadar nasıl geldiğinin somut verilerini ortaya çıkartabilmektir. Bu bir hayvan kemiği de olabilir, bir şeyi kırmak için kullanılan taş da olabilir. İnsanın yaptığı, kullandığı, etkilediği yahut etkilendiği her şey arkeoloji kapsamına giren bir veridir. Bu nedenle çağdaş bir kazıyı gezecek olursanız, çok can sıkıcı, tekdüze, yavaş ilerleyen bir olgu ile karşılaşırsınız. Sanat tarihine gelelim. Sanat tarihi daha çok estetik kaygılarla toplumun üstyapısını ilgilendirir. Biz de sanat tarihinden yararlanıyoruz. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren sanat tarihi bir araçtır, ama üslup açısından değil, konum açısından. Bizim için bir kahve fincanının yaldızlı versiyonu ile sade versiyonu aynı derecede öneme sahiptir. İnsanlar bunları kullanmış ve yapmışlarsa, bir arkeolog için bunlar aynı öneme sahiptir.

Bir de tarihçiyle arkeolog birbirine karıştırılıyor, birbiriyle bir yerde örtüşüyor gibi geliyor. Yani, 'tarihi çağların arkeolojisi olur mu?' gibi bir soruyla daima karşı karşıya geliyoruz. Tarihçiyle yöntemimiz farklıdır. Tarihçi yazılı belgelerden hareket eder, biz somut maddi kalıntılardan hareket ederiz. Tarihçinin bize göre bazı avantajları vardır. Bizim maddi kaynaklardan elde edemeyeceğimiz bilgileri elde etme olanağı vardır. Bizim de, tarihçinin yazılı kaynaklarda göremeyeceği şeyleri görme imkânımız vardır. Aslında, yazılı dönemlerde ikisi bir araya geldiği zaman anlamlı bir bütün oluşturur. Bugün Türkiye'de ortaçağ arkeolojisi diye bir dal yok! ortaçağ sanat tarihi var, ortaçağ mimarlığı var ama ortaçağ arkeolojisi yok. Halbuki bir Osmanlı mezarlığı kazılsa, o günkü hastalıklardan, yapılan işin kemiklerde bıraktığı izlere kadar, yazılı kaynaklarla ulaşılamayacak birçok bilgi ortaya çıkar. Mezarlık incelendiği zaman, onun içindeki bazı ayrıntılar hiçbir zaman yazılı kaynaklarla elde edilemeyecek olan bilgilerdir. Onun için arkeolojiyi, bugünkü toplumumuzun geçmişten bugüne nasıl geldiğini gösteren, sınayan bir zaman laboratuvarı olarak görmek lazım."

ARKEOLOJİ VE YENİ YÖNTEMLER

Arkeolojide hızla yeni yöntemlerin ortaya çıktığını belirten Özdoğan, özellikle Türkiye'deki arkeologların bir gün sonrasını ve bugünü değerlendirerek proje hazırlamaları gerektiğini belirtiyor:
"Arkeolojide bir şeyin veri olması için, onunla ilgili bilgi birikiminin de olması gerekiyor. Mesela ben arkeolojiye başladığım zaman, toprak analizleri yoktu. Toprak bir veri sayılmadığından toprak örneği alınmazdı. Bugün, birtakım dokular bozulmasın diye bazı şeyleri yıkamadan, fırçalamadan bırakıyoruz. Bioarkeoloji yöntemlerinin olmadığı dönemde, herşeyi en temiz hale getirmek için fırçalardık. Birtakım yeni yöntemler çıktıkça, arkeolojinin de kazı yöntemleri ve saklama yöntemleri değişiyor. Bazı şeyleri, ilerde yeni yöntemler bulunacak diye tahmin ettiğimiz şeyleri, yedek ayırıyoruz, ama o kadar yeni yöntem çıkıyor ki, bugün hepsini öngörmeye gayet tabii imkân yok!"

Ayrıca Özdoğan, bilgi eksikliği, yeni yöntemlerin gelişecek olması, maddi imkânsızlıklar ve başa dönmenin imkânsızlığı nedeniyle her kazının bir anlamda tahribat olduğunu da belirtiyor:
"Şöyle tahribattır; bir odayı kazacak olursam, oradaki herkesin kemiğini toplayıp incelemem gerekir ve orayı bir daha geri dönülmez bir şekilde bozuyorum demektir. Onun için iyi belgelemek gerekir. Bu iyi belgeleme o andaki benim bilgi birikimime ve elimdeki teknolojiye bağlı bir şeydir. Her kazı bir yerde geçmişe ait bir parçanın arkeolog tarafından bozulması anlamına gelir. 'Kazmayayım' da diyemiyorsunuz. Özellikle Türkiye'de hiçbir yerin yarın sağlam kalacağının garantisi yok. Eminim şu an şu masada konuştuğumuz sırada, Türkiye'de en azından iki yer tahrip oluyor. Ayrıca o dönemdeki o anlayış içinde o bilgiyi çıkartmadığınız takdirde, bilgi gelişimi zaten olmuyor!

İşin daha kötü tarafı, arkeolojiyle ilgili yan dallardan, yani arkeometrik dallardan Türkiye'de hemen hemen hiçbir uzman yoktur. Bizim bütün kazılarda karşılaştığımız güçlüklerden biri bu; yan dallardan hiçbir uzmanın Türkiye'de bu işe soyunmaması."

TÜRKİYE'YE RAĞMEN ARKEOLOJİ

Arkeolojik açıdan zengin bir ülke olmasına rağmen Türkiye'de arkeolojinin birçok engelle karşılaştığını belirten Mehmet Özdoğan, arkeoloğun "can sıkıcı" bir imajı olduğunun altını çiziyor:
"Arkeolog olmanın, her zaman söylerim, Türkiye'de dayanılmaz bir zorluğu vardır. Türkiye'de arkeoloji Türkiye'ye rağmen vardır. Yani biz kazı yapmasak, Türkiye'nin büyük bir kesimi çok mutlu olur. Toplum, belediyeler, bütün kamu yöneticileri mutlu olur. Bir belediyenin Türkiye'de en korktuğu şey, o kentin eski olduğunu gösterecek bir şeyin ortaya çıkmasıdır. Üzerlerine bomba düşse yahut bir yerden bir havagazı borusu patlasa daha az üzülürler. Başka ülkelerde belediyeler kentin geçmişiyle, eskiliğiyle övünürler, kazıyı teşvik ederler ve örneğin müzeler kurarlar. Türkiye'de ise müzeler belediyeleri besler, yani müze gelirinin %40'ı belediyeye gider. Çoğu müzenin ışığını, elektriğini müze ödeyemediği için belediye kesmiştir. Müze, belediyeye rağmen varolur. Ama değişiyor, son yıllarda en azından bazı belediyeler ilgi de duymaya başladı. İşte 'gelin burada çalışın' demeye başlayan belediyeler de çıkmaya başladı, yok değil!
Toplum karşıdır! Yani Türkiye'de herkes kültürü, eski tarihi sever ama kendi bahçesinde olmamak koşuluyla; yani herkes eski evi sever, kendi evi eski olmaması koşuluyla! Türkiye'de ben, 'benim arazimde, aman ne güzel, tarihi kalıntı varmış!' diye mutlu olan hiç kimseyi görmedim! Yanaşmaya çalıştığımız zaman da, ya devlet zoruyla yanaşırsınız ya da adamı şu veya bu şekilde korkutarak yanaşırsınız! Türkiye'de arkeolojiyi en çok zorlayan şeylerden biri de Kültür Bakanlığı'dır. Şimdi herkes zanneder ki ben bir üniversite hocasıyım, otuz beş yıldır arkeoloji okutuyorum ve bilimsel olarak istediğim yere gidip kazı yapabilirim. Yapamam! Benim herhangi bir yerde kazı yapabilmem için bakanlar kurulundan karar çıkartılması gerekir! Yani Tarım Bakanlığı'nın, köy işleri bakanının, milli savunma bakanının imzalanması gerekir. Ben bu izni aldıktan sonra, bunu değiştirip başka bir yere gideceğim zaman, o izni bakanlar kuruluna geri veremem ve tekrar yeni bir izin almam lazım! Onun için Türkiye'de herkes bir yere yapıştı mı, bırakmaz o yeri! Arkeolog olarak nereye gideceksem gideyim, ne yapacaksam yapayım, bakanlığın bir denetçisi benimle kalmak zorundadır. Mesela ben Ayasofya'yı bilimsel bir amaçla gezecek olsam, bakanlığın bir denetçisi olmadan giremem! Turist olarak girebilirim ama ben Ayasofya'yla ilgili bir araştırma yapıyor isem, Ayasofya'nın içine girmek için bile bir izne ve bir temsilciye ihtiyaç vardır.

Her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de kültür mirası ile çalışanlarla ilgili bir denetim mekanizması olması gerekli, bunu yadsımak olanaksız. Ancak bu denetimin akılcı olduğu kadar çağın gereklerine de uygun olması beklenir. Bu konuda ülkemize hâkim olan anlayış maalesef İkinci Dünya Savaşı öncesinden kalma; yani arkeolog ya hırsıztır ya casustur önyargısı. Artık dünya değişmiş, hiçbir gizli servisin arkeologlara gereksinimi kalmadığı gibi, eski eser kaçakçılığı da çok başka platformlara kaymış. Ancak bizim devlet olarak anlayışımız hâlâ arkeologların, bilim adamlarının potansiyel bir suçlu olduğu ve çok sıkı denetlenmesi gerektiği çizgisinde kaldığı için sistemimiz teşvik edici değil, olabildiğince engelleyici ve güçlük çıkartıcı. İyiyi, yapılması gerekli olanı yapmaya özendiren hiçbir yaklaşımın izi yok. Bu herhangi bir kimseye ve bürokrata özel bir suçlama değil, sistemimizin özü bu. Bu anlayışı değiştirmez, güncelleştirmezsek o çok övündüğümüz kültürel miras zenginliğimiz yok olup gidecek.

Ayrıca ülkemizin yükümlülüğü olan uluslararası antlaşmaların da gerekleri var. Bu nedenle ayrıntılardan, 'kötüyü emsal' almaktan vazgeçip, her şeyden önce anlayışımızı çağdaşlaştırmamız gerek. Koruyamadığımız tarihi mirası koruyoruz diye kendimizi kandırıp, bu birikimi tüm insanların yararlanacağı duruma getirme sorumluluğundan kaçamayız. Zaten Türkiye'de arkeolog olmanın güçlüğü de bundan kaynaklanıyor, yoksa arazinin tozu, toprağı, sıcağından değil."

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mehmet Özdoğan
 

loralynn

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
16 Haz 2009
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Yakın zamanda Türkiye'de arkeoloji alanında en büyük gelişme Şanlıurfa Göbeklitepe'de bulunan tapınaktır. Dünya'da bulunan en eski tapınma alanı olduğu tahmin ediliyor. MÖ 11.500 yıllarında yapıldığı tahmin ediliyor. T şeklinde taşlar bulunur bunların üzerinde hayvan şekillerinde kabartmalar vardır. Meşhur Stohenge ile benzerlik gösterir; ancak Stonehenge MÖ 3000 yıllarında yapılmıştır. Fotoğraflara baktığımızda benzerliği anlayabiliriz:

Göbeklitepe:



Stonehenge:

 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst