Toplumsal krizde felsefe

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde tazmanyayahnisi tarafından oluşturulan Toplumsal krizde felsefe başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 734 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Toplumsal krizde felsefe
Konbuyu başlatan tazmanyayahnisi
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan elbiss

tazmanyayahnisi

Üye
Yeni Üye
Katılım
20 Eyl 2017
Mesajlar
148
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Krizin ne şekilde ortaya çıktığının, kısaca kaynağının belirlenmesi sorunuzun yanıtlanabilmesi için zorunlu görünmektedir. Bu çerçevede, söz konusu krizlerin kaynağında öznel ve/veya nesnel olmak üzere iki boyutun olabileceği ileri sürülebilir. Öznel boyuttaki krizden kastım; paradigma, teori, kavramsal çerçeve; adına ne dersek diyelim düşüncenin/bilincin sınırına ulaşmış olmasıdır. Peki düşüncenin sınırına ulaşması ne demektir? Örneğin bilimsel bir paradigmanın sınırına ulaşması artık bilimsel etkinliği mümkün kılan mevcut paradigmanın açıklamaya çalıştığı olgulara ilişkin problemlerin sayısında belirgin bir artış olduğu anlamına gelmektedir. Bu da mevcut paradigmanın bunalım dönemine girmesi, başka bir ifadeyle dünyayı açıklama çabası içinde olan bilincin sahip olduğu organonla nesnel olanı açıklayamaması, bu sebeple de kriz yaşaması demektir. Peki problemlerin kaynağında ne vardır? Problemler; yerleşik görüş ya da beklentilerimize ters düşen olaylar ya da durumlarla sıkça karşılaşmaya başlamamızdan, birbirleriyle hiç ilişkisi yokmuş gibi görünen olaylar/durumlar arasında bir ilişki olabileceği sorgulamasına yönlendirebilecek yeni tecrübelerimizden veya kimi olayları daha derinlikli açıklama arzumuzdan doğabilir. O halde öznel boyuttaki kriz; aklın kategorilerinin, kavramsal çerçevenin, teorik girişimlerimize şekil veren alet edevatların, değer yargılarının; problemlerin birikmesiyle ve derinleşmesiyle birlikte işlemez duruma gelmeye, yeni problemlere yanıt üretememeye başlamasıdır. Nesnel boyuttan kastım ise zaman zaman düşünceye yön veren, zaman zaman onun içinden geçip giden, zaman zaman öznelliği kuran, kimi zaman da onu baskılayan unsurların sınırına ulaşmasıdır. Nedir bunlar? Kültür, ahlak, din, ekonomi, politika, devlet, vb. Bu türden öğeler nesneldirler, çünkü bu yapıların kendilerine özgü dil oyunları, pratikleri , kuralları ve hatta kimilerinin somut kurumları vardır. Örneğin aklı başında hiç kimse tapu müdürlüğüne gidip oradaki çalışana akşam yemeği menüsünde ne olduğunu sormaz. Söylemeye çalıştığım şey şudur, söz konusu kurumun belli kuralları, oraya giden failin kurumun mantığına içkin niyeti, bu niyetini hayata geçirebilmesi için pratik etmesi gereken belli başlı söylemler ve eylemler vardır. O halde nesnel boyuttaki kriz de söz konusu boyut içindeki yapıların kendilerine içkin kuralları, yasaları, dil oyunları, kurumları ile birlikte mevcut işleyişlerini yitirmeye başlamalarıyla alakalıdır. Bu durum için verilebilecek en açıklayıcı örneklerden biri 1929 ekonomik krizi ve bu kriz sonrası dünyada yaşanan radikal dönüşümdür. Daha güncel bir örnek ise Avrupa Birliği'nin mevcut konumudur. Bu bağlamda Brexit sürecini ve bu süreçteki tartışmaları düşünmemiz sanırım yeterli olacaktır.

Kriz zamanlarında felsefenin ne işe yaradığını belirlemeye başlamadan önce şu ufak tespiti yapmama izin verin lütfen: Krizin öznel boyutu aynı zamanda nesnel boyutun da kriz içinde olmasından ya da öznelliğin nesnellik karşısında kendi sınırına dayanmış olmasından kaynaklanabilir ama öznel boyutta beliren krizin her ne koşulda olursa olsun nesnel boyuttan kaynaklandığı iddiası da doğru değildir. İfade etmeye çalıştığım şey öznel boyuttaki krizin kendi iç dinamiklerinden de ortaya çıkmış olabileceğidir, kısaca öznel boyutun da kendine özgü bir işleyişi vardır, öznellik nesnelliğin basit bir yansıması değildir, hatta tarihin kimi zamanlarında nesnelliğin kendisini bile yeniden inşa edebilir (Eğer böyle olmasaydı bilinç hiçbir zaman nesnel koşulların ilerisine geçemezdi ama 19. yüzyıl Almanya'sında felsefi bilinç nesnel koşulların ötesine geçmiştir). Öte yandan söz konusu krizin boyutu nesnel ise bunun öznel alanda da muhakkak yansımaları olacaktır. Dolayısıyla bu argümanımla şunu da ileri sürmüş oluyorum; bireysel kriz toplumsal alandaki krizden kaynaklanmış olabilir ama onu her koşulda gerektirmez. Toplumsal alandaki kriz ise her ne olursa olsun bireysel olanda da farklı biçimlerde yansımalarını bulur.

Bu belirlemelerden sonra felsefenin yararına gelecek olursak... Felsefenin en önemli özelliklerinden biri düşünce üzerine düşünebilmeyi olanaklı kılmasıdır. Felsefi bakış; aklın kendisini sorgulayabilmesini, bilincin eleştirel bir analizinin yapılabilmesini mümkün hale getirir. Eğer krizin öznel boyutu mevcut düşüncenin/bilincin kendi sınırına dayanmasıyla ilişkiliyse, bu durumun farkına varılmasının krizin aşılabilmesinin gerek koşullarından biri olduğu pekala ileri sürülebilir. Peki bu farkındalık nasıl oluşabilir? Düşünce kendi sınırına dayandığını ancak ve ancak felsefe yoluyla fark edebilir. Bu çerçevede felsefenin en temel, hatta belki de tek kategorisi akıldır. Düşüncenin sınırına dayandığını akıl görür, bunun da zorunlu olduğunu zorunlulukla kavrar. Bunu yapabildiği içindir ki akıl özgürlükle iç içedir. Çünkü aklın zorunluluğun farkına varması, özgürlük idesiyle hareket ettiği anlamına gelir. Bu farkındalığın epistemolojik olduğu kadar etik, hatta estetik sonuçları olabilir. Çünkü bireyin yaşanan krizi aşabilmek için kendi düşüncesine yön veren kavramsal çerçevesinin sınırları ve o sınırlar içinde kalan öğelerle hesaplaşması gerekir. Bu hesaplaşma hem teorik hem de pratik bir meseledir. Teoriktir çünkü söz konusu hesaplaşma düşünsel sınırlarla ilgilidir; pratiktir çünkü eylemler de bu hesaplaşmanın parçası kılınır. Kendi bilinciyle ve öznel deneyimleriyle ilişki kuran kişi mevcut sınırların mutlak olmadığını ve tarihsel olarak kurulduğunu fark edebilir ve bu çerçevede kendi'sinin tarihsel bir ontolojisini yapabilir. Bu da etik ve estetik açılardan yeni bir yaratıma dönüşebilir. Yani kendisini yeni doğrularla, yeni değer yargılarıyla ve yeni davranma kipleriyle yeniden var edebilir. Kendisini yeniden var etmesi de estetik bir süreçtir. Kişi bu yaratma etkinliğini yeni değer yargılarıyla inşa etmeye çalışırsa aynı zamanda etik bir sürece adım atmış olacaktır. Aslında tüm bu soruşturmalar felsefenin kadim sorularından biriyle yakından ilişkilidir: "iyi ve doğru yaşam" sorusu. Kimi filozoflar ve felsefe severler bu soruyu hayatın anlamının ne olduğu sorusu bağlamında yanıtlamaya çalışmışlardır. Bana sorarsanız iyi ve doğru yaşam sorusunu birey düzleminde tarihsel olarak şöyle formüle edebiliriz: Antik dönemde "bir insan nasıl yaşamalıdır?" sorusuna yanıt aranmıştır, Aydınlanma döneminde ise "bir kişi nasıl eylemelidir?" sorusu ön plandadır. Çağımızda ise artık şu soru yükseliyor: "Bir birey nasıl yaşayabilir?" Bu sorular birbirini çağrıştırsa da her biri kendi dönemlerinin yönelimlerini yansıtmaktadır. Yani söz konusu sorular farklı bağlamlarda ve farklı nesnellikler içinde yükselmişlerdir. Ama bu soruları ortaklaştıran temel husus, her birinin felsefi bir nitelik taşımasıdır. Başka bir ifadeyle, felsefi tını olmadan bu sorular sorulamaz. Sorulardaki dönüşüm ise şüphe yok ki çağların beklentileriyle ilgilidir. Bu beklentileri doğuran ise önceki dönemlerin sahip olduğu yönelimlerin bunalım içine girmiş olmaları (ya da iflas etmiş olmaları)dır. Kısaca kriz yeni bir yaşama kültürünün, yeni bir tinin ve yeni bir felsefi sorgulamanın ortaya çıkmasını tetiklemiştir. Sıraladığım sorular, toplumsal boyutla da yakından ilişkilidir. Çünkü bu sorular toplumsal boyut hesaba katılmadan, toplumsal alandaki kriz ile bireysel boyut ilişkilendirilmeden yanıtlanamaz. Örneğin iyi ve doğru yaşam sorusu “bir birey nasıl yaşayabilir?” sorusuyla ilgili olduğu kadar genel adalet sorusuyla meşgul olmayı da gerektirir. Çünkü adil olmayan bir toplumun iyi ve doğru bir yaşam sürmesi beklenemez. Adalet ise Aristoteles'in de yüzyıllar önce belirttiği gibi en toplumsal (politik) erdemdir. Çünkü sadece failin iyiliğiyle ilgili değil, başkalarının da iyiliğiyle doğrudan ilişkilidir. İşte ancak felsefi bakış iyi ve doğru yaşam sorusunu adalet sorusuyla ilişkilendirebilir. Bu soru üzerine yeniden düşünmenin imkanını felsefi bilinç oluşturabilir. Toplumsal kriz bir ihtiyacı açığa çıkardığı için yapar bunu. Yani zorunlulukla ve zorunluluğun farkında olarak.
KURTUL GÜLENÇ GAZETEKADIKOY YAZISINDAN
 

elbiss

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
24 Şub 2017
Mesajlar
464
Tepkime puanı
7
Puanları
18
Felsefe aslında ınsanlıga dusunme ve guzel gelısım anlamında bırer recete anahtar dıyebılırım....Felsefe sorgulayan ve arastıran akabınde ıse ınsanlıgı dusunduren en degerlı dusunce bıcımı dıyebılırım....

Insanlık yol ve recete ararken dusunmeyı ve sorgulamayı devamında ıse dını ogretılerden bırıkımlerle kazanımlar saglamayı felsefeden yararlanarak yapabılır kanaatındeyım....

Insanlık toplumsal bunalıma ve krıze gırdıgınde zor şartlar altında ve yaşamda mucadele vermeye basladıgında aslında felsefeden tarıh sureçlerı ıcerısınde baktıgımızda oldukça faydalanmış ve yararlanmıştır dıyebılırım...

Duşuncelerımızı zorlamak ve zorlarken en ıyısını bulabılmek adına felsefe uzerınden verebılecegımız ozgun savaşlar aslında ınsanlıga yenı ufukar ve zengınlıkler katabılır kanaatındeyım...

Toplumsal krızlere degıl hayata mucadele verebılmek ve en ıyısını ınsanlıga kazandırabılmek ıcın felsefeden yararlanarak dusunce cılgınlıgı yapmalı ve zıhınlerımızı zorlamalıyız kı en guzelı ve en ıdealı ınsanlıgın kullanımında ve onunde olsun dıyebılırım...

Böyle..
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst