Toplumsal Değişim (Postmodernizm)

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Sosyoloji kategorisinde ersin578 tarafından oluşturulan Toplumsal Değişim (Postmodernizm) başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 3,236 kez görüntülenmiş, 13 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Sosyoloji
Konu Başlığı Toplumsal Değişim (Postmodernizm)
Konbuyu başlatan ersin578
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Objectivity

ersin578

Yeni üye
Yeni Üye
Katılım
19 Ağu 2011
Mesajlar
65
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
33
Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir.
Teori alanında modernist sanat biçimleri ve uygulamalarından koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel yapıntıyı tanımlayan mimarlık, felsefe, edebiyat, güzel sanatlar gibi alanlarda yeni kültür biçimlerin işaretleri olarak başlamıştır. Bu tartışmalar zamanla diğer birçok alanlara ve disiplinlere de yansımıştır ve sonuçta bir bütün olarak modernitenin sorgulanmasına ve aşılması arayışına dönüşmüştür. Bununla birlikte postmodernizmi yeni bir tarihsel evre olarak anlamaktansa modernizmin kendi içinde bir aşama ya da özgül bir dönem olarak anlama çabaları da sözkonusudur. Postmodernizm, bu anlamda kendine yönelik itiraz ve eleştirileri de içine alacak şekilde süregiden bir modernizm/modernite/modernlik soruşturması ve tartışması olarak görülmektedir.
Postmodernizmin tarihsel ve düşünsel çerçevesi
Çoklu yapısı ve karmaşık değerlendirilmeleriyle, “Postmodernizm tam olarak nedir?” sorusuna birden fazla yanıt vermek mümkün değildir. Postmodernizm kimilerine göre, bir dönemin adıdır. Buna nazaran, sözkonusu dönem “Postmodern durum” (Lyotard) olarak adlandırılır. Aynı zamanda yeni bir felsefi konseptin, yeni bir düşüncenin, üslubun, yeni bir usçuluğun (modern usçuluğu aşan farklı bir usçuluğun), yeni bir söylemin de adıdır postmodernizm. Bu, hem kültürel hem düşünsel hem de maddi nitelikler açısından bir dönemin sona ermesi ve kendi içinden ötesine geçilmesi anlamında ileri sürülen bir kavramlaştırmadır.
Bazı yazarlara göre yılı modernitenin bittiği varsayılan tarihtir.Nitekim temel olarak, Postmodernizm olarak anılan düşünce ve pratiklerin tamamının II.Dünya savaşı sonrasında ortaya çıktığı görülür. Kesin bir dönemleştirme yapmak ve tarihsel sınırları saptamak olanaklı görünmemekle birlikte ve hatta öncülleri bizzat modernizm icinde yer almakla birlikte, Postmodernizm olarak ifade edilen süreci ve düşünceleri, tarihsel zaman dilimi açısından II.Dünya savaşı sonrasından itibaren ele almak yerinde olacaktır.
Daha sonra, özellikle 1960′lı yıllardan itibaren, Fransa’da görülen teorik çalışmaların ve felsefi tartışmaların sonucunda, Postmodernizm, felsefi olarak da kendini ifade etmeye başlar. Postyapısalcı felsefe, Postmodernizmin düşünsel felsefi arkaplanını doldurmaktadır. Bu dönemde modernitenin ülküleri ihlal edilmiş ve bu ülkülere kaynaklık eden düşünce biçimleri ya da temel kuramsal kavram ve kategoriler açıktan sorgulanmaya başlanmıştır; bilim, teknoloji, sanat, siyasal özgürlükler adına yapılan her şeyin ortak amacı ilerleme ve insanın özgürleşmesidir, oysa varılan sonuçların böyle olmadığı açıklık kazanmıştır.
Bu sürecin sonucunda varılan noktayı Lyotard, (ya da Büyük Anlatılar’ın) sonu olarak adlandırır. Bunları Aydınlanma, İdealizm ve Tarihselcilik olarak belirtebiliriz. Modernitenin projelerinin ( Rasyonellik, Özgürlük, Evrensellik vb. gibi) başarısızlıklarını değerlendirmek değil, bu başarısızlığın teorik temellerini anlamak ve aşmak postmodern düşüncenin temel hedefidir. Dolayısıyla yalnızca modern projelerin eleştirisi ve yeniden kullanıma sunulmasını sağlamak degil, bizzat modernitenin kendisini tanımlamakta kullandığı temel argümantasyon yapısının yapıbozum’a (daha doğru bir degişle yapısöküm’e )uğratılması gerçekleştirilmiştir.
Kökeni
Postmodernizmdeki post eki sonra anlamına gelmekle birlikte modernizmden devam eden, ondan kaynaklanan ve onun sorunsallaştırılması ve aşılmaya çalışılması anlamlarına gelir. Postmodernizm, söylemlerinde görülen aşırılıklara rağmen bir çağın kapanıp başka bir çağın açılması anlamında bir kopuşu ifade etmez. Burada modernizmle paradoksal bir ilişki sözkonusudur. Modernizmin kendi içinde varılan sınırların sonrası, o sınırlardan itibaren geriye dönük bir kökten sorunsallaştırma girişimi ve yeniden değerlendirme çabası olarak belirtilebilir.
Arnold Toynbee Bir Tarih İncelemesi adlı eserinde modern dönemin I. Dünya Savaşı’yla sona erdiğini, bundan sonraki dönemin postmodern dönem olduğunu ileri sürerek ilk kez postmodern terimini kullanmıştır. Yine 1934 yılında Amerika’da yayınlanan bir şiir antolojisinde postmodern sözcüğü yer almıştır. 1950′lerde modernizmdeki hemen tüm olgulara bir tepki olarak ortaya çıkıp mimarlık, sanat, politika, eğitim, toplum gibi çok farklı alanda kendinden iyice söz ettirmeye başlayan postmodernizm 1980′lerin başlarında yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur.
Post-modernizm; belli bir anlamda belli bir ideolojiyi ya da öğretiyi hedeflemez. Bazı postmodern teorisyenlerin özellikle belli başlı ideolojilerle polemik halinde olması bunu yadsımaz. Post öneki burada, bir sonralık anlamına geldiği kadar, ötesi anlamına da gelir ve bu bağlamda tartışmalar belli bir ideoloji hakkında değil de daha çok ve asıl olarak, ideolojinin ideoloji olmaklığı hakkında yürütülür. Belli bir öğreti ya da felsefi fikir değil asıl olarak bütün öğretilerin ve felsefi sistemlerin üzerinde durdugu kuramsal zemin sorunsallaştırılır. Bu anlamda modernleşme projesinin ve hatta Batı felsefesi ya da Batı düşüncesi denilen düşünce yapısının başlangıcından itibaren genel geçerliliğe sahip olan Hümanizm, özgürlük, kurtuluş, evrensellik, bilim ve akıl gibi nosyonlar da sorunsallaştırılır ve yerlerinden edilir.
Postmodernizmin, ekonomik ve toplumsal koşullar anlamında başlangıcı ve kaynakları II. Dünya Savaşı sonrasında bulunabilir. Düşünsel temelleri ise karmaşık bir şekilde çok daha öncelere uzanmaktadır, ama yine de bir belirleme yapmak gerekirse Nietzsche ve sonrasında postmodernizmin düşünsel kavram ve kategorilerinin ipuçlarını bulabiliriz.
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Alfa Bilim dizisinden bu ay çıkan “Son Moda Saç-
malar” adlı eserin ülkemizde yayımlanmasını sağlayan,
aynı zamanda Alan Sokal’ın meslektaşı ve arkadaşı fizikçi
Doç. Dr. Kerem Cankoçak’a sorduk.
Kitap bir şakanın ürünü. Kitabın ortaya çıkmasını
sağlayan ve literatüre Sokal Vakası olarak geçen bu olayı bize anlatır mısınız?
New York Üniversitesi’nde Fizik Profesörü olan
Alan Sokal, 1996 yılında Social Text isimli postmodern
kültür dergisine bir yazı yollar. Makalenin
ismi tam da postmodern bir dergiye yakı-
şır haldedir: "Transgressing the Boundaries:
Towards a Transformative Hermeneutics
of Quantum Gravity" (“Hududu aşmak:
Kuantum Kütle Çekimin Dönüştürülebilen Hermenetiğine Doğru” ). Yazı aslında
baştan aşağı saçmadır. Fiziğin “kültürel bir
çalışma” olduğunu, gerçek diye bir şeyin olmadığını, bilimlerin gerçek dünya hakkında
hiçbir şey söyleyemeyeceğini iddia eden yazıda, bilimi bugün doğru dediğine yarın yanlış diyen, bir çeşit masal olduğu vurgulanır. Makalede bir
çok bilimsel örnek verilir, fizik kavramları kullanılır. Tıpkı postmodern felsefecilerin bolca yaptıkları gibi. Social Text editörlerin çok hoşuna gider yazı ve basarlar. Mayıs 1996’ da yazı basılınca Sokal Lingua Franca isimli dergide Social Text’e gönderdiği yazının bir şaka (hoax) olduğunu ve yazının baştan sona saçma olduğunu açıklar.
Sokal Social Text editörlerini işletmiştir ve onların nasıl
saçma sapan, bilimsel olarak yanlış yazıları hiç kontrol etmeden bastıklarını açığa çıkarmıştır. Büyük bir fırtına kopar ve “Sokal Vakası” resmen başlar. İşin içine Fransız
postmodern felsefeciler karışır.
Bu şaka neyi ortaya çıkarmayı hedefliyordu?
Sokal fizikçi arkadaşı Bricmont’la bir araya gelerek,
yukarıda bahsettiğimiz makalesinin ardından gelen tartışmaları özetlediği “Son Moda Saçmalar” kitabında asıl
hedeflerinin “bilimi edebiyat eleştirisinin barbar akınlarından korumak” olmadığını, amaçlarının esasen açık bir
biçimde politik bir nitelik taşıdığını belirtiyor. Şöyle devam ediyor: “Amacım bilimden ziyade bilimsel dünya gö-
rüşü olarak adlandırabilecek bir şeyin –genellikle ‘bilim’
olarak addettiğimiz özel amaçlı disiplinlerden çok öteye
giden bir kavramın– insanoğlunun kolektif karar üretmesindeki önemini tartışmaktır.”
Sokal şaka makalesinin ardından e-posta aracılığıyla yolladığı mesajda kendi sözleriyle şunu belirtiyor:
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
makalenin içeriği ve üslubu, parodisini yaptığım çeşitli cemaatlerde yaygın olan baştan savma düşünme ve akıl yü-
rütme tarzının bazı açılardan abartılı, bazı açılardansa daha
mütevazı bir taklidi olarak tasarlanmıştı. Bu nedenle, metnin tümüne heyecan verici bir ton hakimdi; neyi sevdiğim
ve neyi sevmediğim gayet açıktı; fakat “akıl yürütme” kasıtlı bir biçimde, hem yerel hem de bütünsel düzeyde mantık dışıydı. Makalenin, başka herhangi birinin yazacağı bir
metne benzediğini söyleyemem – kasten tutarsız bir üsluplar çeşitlemesi olarak yazılmıştır... Bu metni kasten,
makul derecede dikkatli herhangi bir editö-
rü veya hakemi bana sorularla, eleştirilerle ve
itirazlarla geri dönmeye kışkırtmak üzere
yazdım. Özellikle makalenin son bölümünü,
bilimsel bölümden hiçbir şey anlamayan birisinin bile boşluklarla dolu olduğunu düşü-
neceği şekilde yazdım. Editoryal süreç boyunca
makaleyi inceleyenlerden defalarca yorumda
bulunmalarını, eleştiri ve öneriler yapmalarını
talep ettim; ancak hiç cevap almadım.”
Bir örnek vermek gerekirse, “Son Moda
Saçmalar”da alıntılandığı gibi, Lacan erekte
olmuş organlarımızın -1’e eşit olduğunu söylüyor. Bu saç-
ma iddia tek başına sadece komik. Ama bilimin bu şekilde
istismar edilmesi giderek okurlarda doğruluk ve gerçeklik
algısını değiştiriyor ve bu durum vahim politik sonuçlar
doğuruyor. Üstüne bir de görecelik gelince, “gerçeklik diye
bir şey yoktur zaten”, “benim gerçekliğim farklı, senin ger-
çekliğin farklı” söylemleriyle “politik doğruluk” da ortadan
kalkıyor. On yılllar boyunca bu tarz düşünce yapısının
bombardımanı altında kalmış okurlar ABD’nin Irak’ı iş-
galine hiçbir şekilde tepki veremiyor, çünkü neyin doğ-
ru neyin yanlış olduğu sorusu bile sorulamıyor artık.
Şakanın hedefindeki düşünürler kimlerdi?
Sokal’ın şaka makalesinde belli bir isim hedef alınmıyor. Ama bol bol postmodern düşünürlere atıf veriyor.
Bunlar arasında Türkiye’de en tanınanlar Jacques Lacan,
Julia Kristeva, Bruno Latour, Luce Irigaray, Jean Baudrillard, Jean-François Lyotard, Michel Serres ve Jacques
Derrida. Aslında Sokal’ın tek yaptığı bu makalesinde bu
yazarlara atıfta bulunmak ve böylece “kralın çıplak olduğunu” göstermek. Çünkü bu yazarlar o kadar anlamsız şeyler söylüyorlar ki, kimse çıkıp da “ben bunlardan
bir şey anlamıyorum, yoksa ben aptal mıyım” diye soramıyor kendine.
Bu şaka makalenin hemen ardından başlayan ateşli
tartışmaları özetleyen Sokal ve Bricmont, “Son Moda Saç-
malar”da çeşitli postmodern yazarların savundukları
düşünce ve kuramları desteklemek için bilimi kullanır
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
ken yaptıkları hataları belgelendiriyorlar. Esprili ve incelikli
gerekçelendirmelerle dolu olan “Son Moda Saçmalar”,
yukarıda saydığımız yazarların bilimsel kuramların birer
“anlatı” veya sosyal yapıdan ibaret olduğu yönündeki yaklaşımlarını çürütüyor. Ayrıca Sokal ve Bricmont bu
postmodern yazarların söylediklerinin bu kadar geniş bir
çevrede ilgi çekmesinin nedenlerini de araştırıyorlar. Bir
bilim adamı titizliğiyle postmodern argümanları masaya
yatırarak, bu yanlış argümanların izini Kuhn ve Feyerabend’in eserlerine kadar sürüyorlar. Kitapta önemli bir
bölüm bilim felsefesi tartışmasına ayrılmış durumda. Bu
bölümde Kuhn ve Feyerabend’le hesaplaşılıyor.
Sokal’a göre bir postmodern düşünür için bilim nedir?
Öncelikle postmodern yazarların çok geniş bir yelpazede yer aldıklarını belirtelim. Bunların hepsini aynı
kefeye koymak yanlış. Ama bazı ortak noktalarda bulu-
şuyorlar; en başta bilim konusunda hemen hepsi benzer
şekilde düşünüyorlar: bu yazarlara göre bilim bir anlatı-
dan ibaret. Dolayısıyla mesele bilimden doğruluk kavramına kayıyor ve görece bir doğruluk anlayışı geliştiriyor bu yazarlar. Bazıları doğruluğu fayda ve uygunluk üzerinden tanımlıyor; bazıları özneler arası fikir birliği üzerinden tanımlıyor. Bir örnek verecek olursak felsefeci Richard Rorty şunları söylüyor: “Kuhn, Derrida ve ben gibi
insanlar şuna inanıyoruz: Dağların gerçekten var olup olmadığını ya da dağlar hakkında konuşmanın bizim için
sadece uygun olup olmadığını sormak anlamsızdır. Tartışmada benimle aynı tarafta olan felsefeciler ise şöyle cevap verirler: Nesnellik, nesnelere uygun olma meselesi
değildir; diğer öznelerle bir anlaşmaya varmaktır—nesnellik, özneler arasılıktan başka bir şey değildir.”
Bu bilimin 500 yıldır ortaya koyduğu düşünce anlayışına tamamen zıttır. Bilim dış dünyanın nesnelliğine dayanır. Ayrıca bilim kanıta dayanır. Bir iddianız varsa bunu
kanıtlarsınız. Oysa yukarıda alıntıladığımız düşüncede ne
bir kanıt sözkonusudur ne de bir nesnellik iddiası
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Aydınlanma geleneği hayatın esas belirleyeni bilimdir
diyor. Dolayısı ile postmodern saldırı aslında Aydınlanmanın yarattığı yaşam biçiminedir diyebilir miyiz? Sokal
sizce bu noktada nasıl bir değerlendirme yapıyor?
Evet bir anlamda postmodernizm Aydınlanma ile hesaplaşıyor. Şüphesiz bilim Aydınlanma dönemindeki
her şeye sahip çıkmıyor, ama onun açtığı yoldan ilerliyor.
Bu nedenle postmodernizm gericilerle çok güzel anlaşı-
yor. Postmodernizm Türkiye’deki macerasına bakarsanız
bu çok açık görülüyor. Postmodern yazarları önce [eski]
solcular bastı sonra dinciler sahip çıktı. Şimdi bütün üniversitelerde bu yazarlar okutuluyor ve toplum son 30 yılda ne kadar gericileşti hepimiz görüyoruz. İşte bu yüzden
Sokal’ın en çok vurguladığı “bilim düşmanlığı’’ ve “bilimlerin postmodern yazarlar tarafından kötüye kullanımı’’, son tahlilde akademik bir mesele değil, politik sonuçları olan ciddi bir toplumsal olgudur.
Postmodernist yaklaşıma göre falcılık, büyücülük veya
dinsel bilgi ile bilimsel bilgi aynı değerdedir. Bu noktadan bakınca ülkemizde dinci çevrelerin postmodern söylemlere niçin sarıldığı anlaşılıyor. “Sol”‘un
bir kesiminin Foucault, Lacan, Baudrillard gibi postmodern düşünürlere sarılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Solcularla dinciler nasıl oluyor da
aynı kampta buluşuyorlar? Ülkemizde
postmodern yazarları Türkçeye kazandırma konusunda geniş bir ittifak göze çarpmakta: Liberalliğe terfi etmiş eski tüfek solculardan anarşistlere, prestijli üniversitelerin Sosyoloji bölümlerinden dini kitaplar basan yayınevlerine kadar hemen herkes postmodern yazarları (özellikle Fransız olanları) bağrına basmış durumda. Örneğin Baudrillard’ın neredeyse tüm kitapları Türkçeye çevrilmiş,
Feyerabend birçok farklı ideolojilere sahip yayınevleri tarafından defalarca yayımlanmış. Bu ilginç olguyu nasıl
açıklamalı? Şüphesiz ilk akla gelen açıklama bu fikirlerin ‘moda oluşları’. Bu kadar geniş bir düşünce yelpazesindeki aydınların, bu kitapların içeriklerinde uzlaştıklarını
varsaymak ilk bakışta olanaksız gibi görünüyor. “Mem Makinesi”nde Susan Blackmore, bir çeşit kültürel genler olan
‘’mem’’lerin nasıl taklit yoluyla kendilerini kopyalattığı-
nı detaylı bir şekilde inceliyor. Ama ‘postmodern memlerin’ kendilerini kopyalatarak çoğalması bir sonuçtur. Peki
bu memlerin başarılı olmasının ardında yatan sır nedir?
Neden son yıllarda ‘faşist bilim’, ‘paradigma’, ‘sömürgeci batı bilimi’, ‘gerçeklik görecelidir’, ‘bilim toplumsal bir
inşadır’ tarzındaki memler başarı kazandı? Sokal, Şakanın Ardından (Alfa Bilim dizisi, 2011) kitabında bu postmodern yazarların söylediklerinin bu kadar geniş bir çevrede ilgi çekmesinin nedenlerini uzun uzun araştırıyor;
bu yanlış argümanların izini Kuhn ve Feyerabend’in eserlerine kadar sürüyor.
Sokal’a göre başta gelen etmenlerden ilki “tembellik’’,
çünkü perspektivizm ve radikal toplumsal inşacılık, politik olarak kendini adamış fakat entelektüel açıdan tembel insanlar için fazlasıyla doğal bir felsefe. Günümüzde
en sevilen kavram paradigma. Herkesin ‘kendi paradigması’ var. Oysa gerçek bilim yapmak zor. Eğer her şey bir
yorum ve kanaat meselesiyse, zamanımızı neden ciddi bi-
çimde fizik, biyoloji ve istatistik öğrenmeye harcayalım
ki? Tembelliğin yanısıra akıl-dışılığa duyulan ilgi, bilimin
‘otoriterliğinden’ korku,...vb gibi etmenler de var. Özellikle Türkiye gibi bilimsel formasyonun zayıf olduğu ülkelerde bunlar daha da baskın hale geliyor.
Ama hemen bir hatırlatma yapalım: Türkiye’de postmodern felsefe 12 Eylül döneminde yükseldi. Dolayısıyla
bir yenilmişlik duygusunun peşinden geldi. Hemen
1980’lerin başında Birikim çevresinin çıkardığı Yeni
Gündem dergisinde dinci çevrelerle ittifaklar başladı ve
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
ortak düşman olarak aydınlanma ilan edildi. Belki bunda Marksizmin dogmatik yorumlanışına tepkilerin de etkisi olmuştur. Bence Türkiye’de solcular bir yanlış uçtan
diğer yanlış uca savruldular.
Aydınlanma mücadelesini başarıya ulaştıramamış,
bilimsel devrimini tamamlayamamış- Sokal’ın ifadesi ile
az gelişmiş- ülkelerde postmodern ideolojinin tutunması
en çok kimi memnun eder? Burada emperyalizmin bu
işten bir çıkarı var diyebilir miyiz?
Tabi ki en çok emperyalistleri memnun eder. Ama bu
“postmodernizm bir emperyalist komplodur” demek anlamına gelmiyor. Sonuçta postmodern yazarlar ABD’de
de çok tutuluyor. Her ne kadar Fransa’da çoktan modaları
geçtiyse de Amerika’da özellikle kültürel araştırmalarda
çok popülerler. Aslında ABD ile Türkiye’nin çok benzer
yanı var. Evrim olgusuna inanmayanların oranı iki ülkede de aynı. Amerikan halkı da bizim halkımız gibi çok eğitimsiz ve yoksul. ABD yöneticileri dinci rejimleri çok seviyorlar. Bir ülke ne kadar cahil kalırsa o kadar daha iyi
sömürülür. ABD kendi halkını da cahil bırakıyor, çünkü
böylelikle olmayan kitle imha silahlarına karşı baş-
ka bir ülkeyi işgal ederken kamuoyundan tepki
gelmiyor. Aydınlanmış, bilgili bir insanı başka insanları öldürmek üzere savaşa göndermeniz
zordur. İşte postmodernizm emperyalistlere
tam da istediği silahları veriyor: doğru/yanlış gö-
recelidir, neresinden baktığınıza bağlıdır, siz neye
doğru derseniz o doğrudur, haydi savaşa. Bu nedenle Sokal’ın amacı, genel anlamda kanıt ve
mantığa duyulan saygı olarak özetlediği bilimsel bir dünya görüşünü savunmak. Ama bu sadece akademik bir savunma değil, aynı zamanda
politik bir savunma. Kitaptaki tezler her ne kadar akademik düzeyde de olsa, sonuçları politik.
Sokal bütün bu tartışmaların akademik düzeyde kalmayıp, dünyamızı da etkilediğini vurguluyor. Bilim düş-
manlığının, göreciliğin ve sahte bilimlerin en büyük zararının, özellikle Türkiye gibi ‘’Aydınlanmanın modası geç-
miş olduğu varsayılan işinin henüz tamamlanmadığı
Üçüncü Dünya ülkelerinde’’ görüldüğünü söylüyor.
Alan Sokal’ın esas eleştirdiği – parodinin
de hedeflerinden bir tanesi- görecilik (kitapta
rölativism karşılığı olarak) postmodernizmin
temel unsurlarından bir tanesi… Görecilik bizden neleri götürüyor?
Fizikteki görelilikle hiç bir ilgisi olmayan bu
akım, modern bilimin bir “mit,” bir “anlatı” veya
bir “sosyal yapı” vs’den baska bir sey olmadıgını
iddia eder. Bilimsel kuramların acıkca
olcusturulemezligini (Kuhn) ve belirlenemezligini
kendi amacları icin faydalı bulan bu yazarlar çok
geniş bir yelpaze içindedir. Çagımızdaki anti-entelektualizm akımının en goze carpan dışavurumu, gercek kanıt ve olguların gerekliligi dusuncesinin yerini, her seyin
oznel cıkarlara ve bakıs acılarına indirgenebilecegi
dusuncesine bırakmasıdır. Postmodern soylemin onemli bir bolumu, bilissel goreciligin su veya bu bicimiyle flort
eder veya bu akımı destekleyici savlara basvurur. Kökleri
Kuhn ve Feyerabend’e kadar uzanan bu düşünce bir onermenin dogruluk veya yanlıslıgının birey veya sosyal gruba gore degisecegini iddia eden felsefelere ilham kaynağı
olmuştur. Ülkemizde daha da karikatürleştirilerek yaygınlaşmaktadır. Bir amatör tiyatro skecindeki gibi “artık
elitist bilim adamları bize nereden geldiğimizi dikte ettiremez, isteyen maymundan geldiğine inanır isteyen şanlı Osmanlı’dan...”. Bütün bunlara postmodern felsefe yol
açmıştır.
Bilimsel doğrular mutlak doğrular değildir, zamanla
biraz değişir, yeni kanıtlar bulundukça bilimin açıkladı-
ğı şeyler gelişir, artar ama temel doğrular değişmez. Ör
 

birazdahaderinmavi

Kahin
Yeni Üye
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,442
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
neğin dünya yuvarlaktır ve kendi etrafında döner. Bu bir
gerçektir, bakış açısına bağlı değildir. Dünyadaki bütün
canlılar ortak bir atadan evrimleşmiştir. Bu da bir gerçektir.
Ama ayrıntılarda henüz açıklanmamış, ilerde tam olarak
anlaşılacak sorular olabilir. Bu bilimsel gerçekliği ortadan kaldırmaz. Ama neden böyle bir bilimsel tartışma politik bir tartışma haline geliyor? Çünkü egemen sınıflar
halkın bilgilenmesini istemiyorlar. Burada öteki dünya
inancı çok önemli. Bu dünyada ezilen, sömürülen insanlar
eğer öteki dünyaya inanıyorlarsa tevekkül ederler, isyan
etmezler. O nedenle evrim gibi aslında bilimi ilgilendiren tartışmalar ülkemizde politik bir tartışma haline gelmiştir. Eskiden aydınları hapse atarlardı, şimdi para vererek yanlarına çekiyorlar ve bu sözde aydınlar da “evrim de bir teoridir, gerçek değildir” şeklinde yazılar yazıyorlar. Türkiyeli aydınlar olarak bu durumdan kaygı duymalıyız. Benzer şekilde Sokal da bundan kaygı duyuyor.
Son donemde moda olan postmodernist/toplumsalinsacı soylemlerin Solun degerleri ve gelecegi icin zararlı
oldugunu dusunuyor. Alan Ryan’ın ifadesiyle: “Mesela,
savunma halindeki azınlıkların Derrida bir yana Michel
Foucault’yu bile kucaklamaları acıkca intihar demektir.
Azınlıkların bakıs acısı hep gucun hakikat tarafından baltalanabilecegiydi...Bir kez Foucault’nun hakikatin basitce gucun bir eseri oldugu sozlerini okudugunuzda vay halinize... Fakat Amerika’daki edebiyat, tarih ve sosyoloji bolumleri cok sayıda kendi kendini tanımlayan solcu barındırır; bu solcular nesnellikle ilgili radikal supheleri politik radikalizmle karıstı-
rırlar ve karmasa icindedirler.”
Postmodernizm politik zararlarına dikkat çeken diğer yazarlar kimdir?
Pek çok düşünür ve yazar postmodernism tehlikelerine parmak basmışlardır.
Bunlar içinde Türkiye’de en tanınanlarından biri olan Noam Chomsky’den bir alıntı yapalım:
“[Eskiden] solcu entellektueller, canlı isci sınıfı
kulturunde aktif bir rol ustlenmislerdi. Bazıları, isci
egitimi programlarıyla ya da genel kamu icin matematik,
bilim ve baska konularda cok satan kitaplar yazarak, kultur
kurumlarının sınıf yapısını iyilestirmenin yollarını aramıslardı. Carpıcı bicimde, bugun onlara karsılık gelen sol
kesimler, bize, “Aydınlanma projesi”nin oldugunu, bilimin ve rasyonalitenin “yanılsamalar”ını terk etmemiz gerektigini haber vererek, emekci halkı bu kurtulus araclarından yoksun kılmaya cabalamaktalar –oyle bir mesajdır ki bu, kendi menfaati icin bu aracları tekeli altına almaktan hosnut olan guclunun yuregine su serpmektedir.”
(Noam Chomsky, Year 501. The Conguest continues,
1993.)
Ama postmodern düşüncenin bilim cephesinden en
kapsamlı eleştirisi “Son Moda Saçmalar” (Sokal ve
Brichmont, 2012) ve “Şakanın Ardından” (Sokal, 2011)
kitaplarında yer almaktadır. (bu yazı, 18 ocak 2013 tarihli aydınlık gazetesi kitap ekinden aktarılmıştır.)
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Dünyadaki bütün canlılar ortak bir atadan evrimleşmiştir. Bu da bir gerçektir. Ama ayrıntılarda henüz açıklanmamış, ilerde tam olarak anlaşılacak sorular olabilir. Bu bilimsel gerçekliği ortadan kaldırmaz. Ama neden böyle bir bilimsel tartışma politik bir tartışma haline geliyor? Çünkü egemen sınıflar halkın bilgilenmesini istemiyorlar. Burada öteki dünya inancı çok önemli. Bu dünyada ezilen, sömürülen insanlar eğer öteki dünyaya inanıyorlarsa tevekkül ederler, isyan etmezler. O nedenle evrim gibi aslında bilimi ilgilendiren tartışmalar ülkemizde politik bir tartışma haline gelmiştir. Eskiden aydınları hapse atarlardı, şimdi para vererek yanlarına çekiyorlar ve bu sözde aydınlar da “evrim de bir teoridir, gerçek değildir” şeklinde yazılar yazıyorlar. Türkiyeli aydınlar olarak bu durumdan kaygı duymalıyız. Benzer şekilde Sokal da bundan kaygı duyuyor.
*************
doğru/yanlış gö-recelidir, neresinden baktığınıza bağlıdır, siz neye doğru derseniz o doğrudur, haydi savaşa.
Toplumsal Değişim (Postmodernizm)


Kendi açımdan; Araştırma sonuçlarına dayanmayan hiç bir bilgiyi kabul etmiyorum fakat araştırmalar da uzun zaman alıyor. Benim yakın durduğum görüşlerin bir çoğu bu yazıya göre içi boş ve anlamsız ifade edilmiş fakat ben kesinlikle buna katılmıyorum.
Ezbere kabul ya da dayanaksız görüşlere sahip insanlar da olabilir fakat böyle bir genelleme çok abartılı olmuş bana göre.
Bilimsel gerçekliği ortadan kaldırma çabası içersinde olan insanlar olabilir fakat bilimin cevapsız bıraktığı soruların peşinden giden insanları da bu kadar zavallı gösteren bu makale cidden üzücü.

Din ve bilim birbirine alternatif değildir. Bu iki kavramı arap saçına çevirenler var kabul ediyorum fakat bu tuzağa düşmeyen insanların olduğu da asla unutulmamalı.

Paylaşım için teşekkürler fakat tüm yazılanlara katılmıyorum.
 

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
“evrim de bir teoridir, gerçek değildir”

''Dünyadaki bütün canlılar ortak bir atadan evrimleşmiştir. Bu da bir gerçektir.''

Bu iki cümle arasında hiçbir fark göremiyorum.
 

Ferdinand Bardamu

Kahin
Yeni Üye
Katılım
30 Nis 2012
Mesajlar
1,302
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
“evrim de bir teoridir, gerçek değildir”

''Dünyadaki bütün canlılar ortak bir atadan evrimleşmiştir. Bu da bir gerçektir.''

Bu iki cümle arasında hiçbir fark göremiyorum.

İki cümle arasında fark göremiyorsanız, evrimi bir inanç meselesi olarak görüyorsunuz demektir. Oysa evrim bilimsel bir konudur.
 

flzf

Filozof
Yeni Üye
Katılım
12 Mar 2009
Mesajlar
850
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
''Dünyadaki bütün canlılar ortak bir atadan evrimleşmiştir. Bu da bir gerçektir.''

Demek bi kere büyük bir idda ve bilimsel değil geçenlerde alpine ile yaptığımız bir tartışmada çok basit bir matematiksel yanlışlığı farkettik bakteriler üzerinde yapılan deneylerden söz ediyorduk 20 senede 50 000 nesil üretilmişti ki bakteriden çok daha geç üreme özelliği gösteren canlılarda durum ne olacak mesela 10 yıl olsa 20 senede 2 nesil 25 bin kat fazla zaman dilimi demek kaldıki 50000 nesil sonra bile çok ufak ayrıntılar değişiyor bu kadar basit bir canlı türünde tam manada bir değişim ve aradaki sayılarla ifade edilemeyecek canlı türler canlı türleri geliştikce ömürlerinin uzaması doğaya uyum sağlamadaki zorluklar bütün bunları göz önüne aldığınızda göz önünde bulundurulması gereken başka sonuçlarda çıkar

Evrim varsa 1 yada büyük olasılık 1 den çok daha fazla atadan başlamış olabilir.
Evrim yoksa türler arasında mı yok türler kendi içinde evrimleşmişmidir yoksa
Evrim diye birşey tümden mi yok ?

Bilimsel düşünceye sahip insan evrim konusunu inanç meselesi haline getirmemiş insan bu yukardaki bütün ayrıntıların cevabını arar kesinlikle evrim vardır ve bütün türler tek bir atadan gelmiştir diyen insan ile kesinlikle evrim yoktur kutsal kitapta yazmıyor diyen insan arasında hiçbir fark yoktur :)
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
Modernizm, genel ve toplumsal düzeyde alınacak olursa, aydınlanma ilkelerini temel alan toplumsal projenin adıdır. Aydınlanma ise, inanca karşı bilgiyi, tanrısal akla karşı insan aklını, teolojiye karşı bilimi ön plana çıkaran daha doğru bir deyişle merkeze koyan bir düşünce sistemidir. Kant’ın ifadesiyle Aydınlanma, insanın kendi aklını kullanması anlamında ergenliğidir. Aklın kullanımı bilimle ve bilimsel metodolojiyle bir anlamda kesinlik kazanır. Modernizm, kabaca bu bağlamda aydınlanma düşüncesini temel alan bir toplumsal proje olarak ortaya çıkar. Aklın merkeziliğinin yanı sıra ilk elden göze çarpacak kavramlardan bir diğeri de İlerleme kavramı olacaktır. İlerleme fikri, bu düşüncenin ve toplumsal projenin temel ilkelerindendir. Buna göre, tarih ve düşünce, daha geri olandan daha ileri olana doğru düz bir çizgide lineer olarak ilerlemektedir.
Nihayetinde aklın yolu birdir denilir ve bu yol da aydınlanmanın yolu olarak belirlenir. Tüm bunlardan açık olsa gerek, söz konusu kavramlar ve ilkeler onları bir araya getiren düşünüş biçimi ve yöntemsel yaklaşım bir tür epistemolojik sisteme bağlıdır. Foucault’nun episteme kavramlaştırması ideolojik boyutu da içerecek şekilde sanıyorum bu sistemi ifadelendirmek için daha doğru bir tercih olacaktır. Nesnel, evrensel ve nihai anlamda genel geçer bilginin akıl ve deney yoluyla edinilebilir olduğuna yönelik bir tür episteme‘dir söz konusu olan. Doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü, ileri olanla geri olanı, aydınlıkla karanlığı, normal olan sapkın olanı normatif olarak kodlayan bir yapı olarak işlev görür bu epistemik sistem. Bütün bu kavram ve ilkeler açık ki, modern düşüncenin kuramsal anlamda sabitlikleridir. Aydınlanmacılık dediğimiz şey de bu sabitlikler üzerinden aydınlanmanın evrensel bir tarih ideası olarak formüle edilmesi anlamında aydınlanmanın ideolojik biçimidir. Aydınlanmacılık bu durumda kabaca, her türden modern toplumsal öğretiye dayanak olacak olan bir epistemolojik ve tarihsel bilinç zemini olarak tariflenebilir.
Modernist hareketin 19. yüzyıl ortasında Fransa‘da ortaya çıktığı kabul edilir. Modernizm kabaca 1884-1914 yılları arasında hüküm sürmüştür. Temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve günlük yaşamın artık zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi gerektiğidir. Modernizm ticaretten felsefeye her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunur. Böylelikle kültürün öğeleri yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir. Modernizme göre 20. yüzyılın ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıydı, aynı zamanda yeni oldukları için ‘iyi’ ve ‘güzeldi’ ve toplum dünya görüşünü bu öngörülere göre gözden geçirip uyarlamalıydı. Batı kaynaklı modernlik düşüncesinin tarihi çıkış köklerinden biri de dinin eleştirilmesidir. Hatta XIX. yüzyılda Batı’daki bilimsel ve felsefi yaklaşımlara göre, dinler sadece sosyo-kültürel ve teknolojik gelişmeleri engelleyici değil aynı zamanda insanlık için tehlikeli olarak da nitelendirilmişlerdir.
 

sakal

Kahin
Yeni Üye
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
2,000
Tepkime puanı
1
Puanları
38
İnsan çok acayip bir varlıktır. Yaratıcının kendisine verdiği akıl ile yeni akımlar ortaya çıkaran ve bu fikirleri yaratıcıya karşı bir silah olarak doğrultan başka bir varlık yoktur herhalde.
Kilisenin ve feodalizmin bin yıllık egemenliğine son veren burjuvazi ‘eşitlik, özgürlük ve kardeşlik’ ilkeleri ile tarih sahnesine çıkmıştı. Burjuvazi gerçekten bu ilkeleri gerçekleştireceğini düşünmüştü. Bilim, teknik ve sanat alanındaki ilerlemelerle insanlığın devamlı ileri gideceği ve özgür olacağı düşünülüyordu. “Kendinin farkındalığı” ya da Hegelci anlamda öz-bilinç olarak özne’nin, bu ilerleme ve özgürleşmede tarihsel bilginin ve tarih yasalarının bilgisinin sahibi olarak yer alacağı da sabit bir veriydi. Modernizme ilk eleştirileri getiren Romantiklerden, yine aynı teorik zeminde modernizmin hedeflerine ulaşmaktaki başarısızlığının teorik eleştirisini oldukça derinlikli yapan Marksizme kadar her öğreti ya da felsefe dahil olmak üzere, sonradan postmodern felsefenin yoğun saldırılarına hedef olacak olan bu türden konumlara bağlıdır ve hedeflere sahiptir.
İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım, “Batı dünyası”nın ahlaki değerlerini altüst eden bir yıkım olarak gerçekleşir. Bu moral yıkım aynı zamanda bir kaç yüzyıldır süren aydınlanma sürecinin epistemolojik yapısına yönelik olarak da yıkıcı bir süreçtir. Akla yönelik sorgulamalar, bilimin statüsüne yönelik kuşkucu yaklaşımlar, ilerleme gibi aydınlanmacı kavramların geçerliliğine yönelik itirazlar ve bir anlamda modernliğe yönelik huyursuzluklar böylece bellirginleşmeye başlar. Yirminci yüzılın başlangıcı, bir anlamda Ekim Devrimi’nin de etkisiyle coşkuyla açılmış, hem devrimin başarısızlığı hem de Nazizim gibi insani felaketlerin engellenememiş oluşunun sonuçları nedeniyle hayal kırıklığıyla kapanmıştır.
Postmodernizm bir anlamda bir ruh hali olarak belkide bu hayal kırıklığının adıdır. Ya da başka bir açıdan, bu hayal kırıklığının ideolojik olarak burjuva toplumunun kendisini koruma adına geliştirdiği bir ruhsal sömürülme biçimidir söz konusu olan. Hayal kırıklığıyla karşılaşan bilincin kendi içine yöneldiğini, hem bir içe kapanma ve gerçeklerden kaçma eğilimi olarak hem de bir hesaplaşma ve gerçeklikle yüzleşme olarak çelişki eğilimleri içinde barındırdığını biliyoruz. Postmodern durum olarak adlandırılan spekülatif duruma bu cift yönlü mekanizmayi dikkate alarak yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum. Yirminci yüzyılın ilk yarısından itibaren göze çarpacak şekilde teorik ve politik arayışların, tartışmaların bu tarihsel yıkımlara ve felaketlere sebep olan düşünsel temellerle hesaplaşmaya yönelmiş olmaları ve bunun “postmodern” başlığında bir kuramsal-politik çizgi olarak sürdürülmesinin altını çizmekte fayda var.
Bunun önemi anlamak için, Postmodern başlığını bir bütün olarak ya da ideolojik bir savunu zemininde üstlenmek zorunlu ya da gerekli değildir. Friedrich jameson’un dediği gibi, postmodernizm bu felsefi hesaplaşmanın ve arayışı barındırmanın yanı sıra aynı zamanda ve daha çok ideolojik biçimi açısından, “geç kapitalizmin kültürel mantığı”dır. Modern düşüncenin kendisini temellendirdigi ilke ve argümanlara yönelik kökensel itirazlar bu yoldan kuramsal bir yönelim halinde ortaya çıkmaktadır. Ancak elbette biliniyor ki, modernizmin ve modernitenin icerden eleştirisi postmodernizmden cok daha önce, bizzat modernizmin kuruluş ve gelişme evrelerin de dahi görülen bir şeydir.
Bu sorgulamalar postmodern konumlardaki gibi olmasa da önemli ölcüde modernizmi icerden zorlayan ve sınırlarına vardıran yönelimlerdir. Her şeyden önce iki tür aydınlanma ve modernite eğilimi olduğunu, burjuva ya da kapitalist modernleşmenin ikinci tür eğilimler tarafından başından itibaren sorgulandığını ve saldırılara maruz bırakıldığını teslim etmek gerekiyor bu noktada. Modernitenin bu verili haliyle hedeflerine ulaşamadığı ve ulaşılamayacağı eleştirisi bizzat modernliğin kendi egemenliği sürecinde ortaya çıkar. Bu açıdan özellikle Marx, Nietzsche ve Freud gibi isimler tarafından ortaya konulan düşüncelere ve problematiklere bakmak gerekir.
Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. Bu kavram, mekan olarak Kuzey Amerika’da ortaya çıktığına inanılan ve geniş çaplı bir kültür gelişimi anlamında genel olarak Aydınlanmanın evrensel rasyonel prensiplerinin düşüşünü anlatmaya çalışan bir yaklaşımı ifade eder. Postmodernizm, geleneksel oluş ile modernizm arasındaki mücadele devam ederken özellikle modernizme karşı yeni bir marjinal hareket olarak ortaya çıkmıştır. Bazen modernizmin son safhası olduğu ileri sürülen postmodernlik, öncelikli rakibi olarak gördüğü modernizmin, artık yenilenmeye ihtiyacının olduğunu savunurken, geleneği ise kendi postmodernist düşüncenin yavaş yavaş kırılmaya başlayan içeriği olarak görmektedir. Ana gayesi modernizmin hakimiyetini kırmak olan bu akım, modernliğin, bilimin, bilim adamının, rasyonelliğin mutlak otoritesine karşı çıkmakta ve modernizmin bittiğini, tüm modern kurumları sorgulayarak açıkça ilan etmektedir. Ancak bunu yaparken de tüm modern kurumları kendisi için bir hazırlık araçları olarak görmekte, onları kapsamakta ve yeni belirleyeceği stratejiler için onları birer imkan olarak kullanmaktadır. Dahası postmodern yaklaşım, tüm evrensel söylemlerin terkedilmesini, somut araçların yerini soyut imajlara bırakmasını, tek düze fikirler yerine çok karmaşık ve çok yönlü ve çoğulcu fikirlerin hakim olmasını ister, hatta farklı kültürel unsurların alabildiğine bir arada bulunmasını savunur.
Bazen yüksek modernizm olarak da görülen postmodern düşüncenin en önemli açmazı, bilimi baskın bir ideoloji olarak görmesi ve evrenselliği çağrıştıracak olan tüm teorileri ve tanımları reddetmesidir. Söz gelişi din evrensel bir olgudur cümlesinin postmodern bir anlamı yoktur. Ona göre global ve evrensellik iddiaları, tamamen modern düşüncenin eseridir. Onun yerine her milletin hatta etnik veya daha alt yerel grupların kendi fikirlerini ifade etme hakkı savunulmalıdır. Farklı kültürler ve dinî inançlar ile azınlıklar aynı toplumda kavgasız, tartışmasız, özgürce ve barışçıl bir ortamda yaşamalıdırlar. Aslında postmodernizm, sunduğu görüşlerinin tamamlanmamış olan modernlik projesinin son hali olduğunu savunur.

Karanlığı Aydınlatan Işık..
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
İki cümle arasında fark göremiyorsanız, evrimi bir inanç meselesi olarak görüyorsunuz demektir. Oysa evrim bilimsel bir konudur.

Evrim inanç meselesi yüzünden kabul görmüyor yaklaşımınız genelleme oluyor. Kendi adıma inançlı olmamın evrime mesafeli yaklaşmam ile hiç bir ilgisi yok.
Bilim ve inanç arasındaki ayrımın çok net farkında olan benim gibi kişiler de mevcut.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç

Yeni Mesajlar

Üst