Şükrü Kızılot yazıları

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Ekonomi kategorisinde chimera tarafından oluşturulan Şükrü Kızılot yazıları başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 12,401 kez görüntülenmiş, 33 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Ekonomi
Konu Başlığı Şükrü Kızılot yazıları
Konbuyu başlatan chimera
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan chimera

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Cari açık kara deliği dış borçla kapatılıyordu
|15.10.2008|


ŞİMDİ ne olacak? Bize borç verenler, kendileri borç arayan durumuna düştüler.

Peki... Biz kimden ve nasıl borç bulacağız?

Bankalar Birliği Başkanı ve Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, bir süre önce yaptığı açıklamada "Hayatımda böyle kriz görmedim. Dış borç bulmak imkansız hale gelecek" demişti.

Özince’nin sözleri de; "Biz kimden, nasıl borç alacağız?" endişesini doğruluyor.

YÜZDE 60’I BORÇLA

Tabloda gösterildiği gibi, Türkiye;

- 2006 yılında cari açığın (döviz açığının) yüzde 12’sini, "dış borçlanma" ile karşılıyordu.

- 2008 yılında ise, ilk altı ayda, cari açığın yüzde 60’ı dış borçlanma ile finanse edilmiş.

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu "Cari açığı kapatamazsak, ekonomik kriz kaçınılmazdır" diyor (23 Eylül 2008). Bu görüşte olanların sayısı çok fazla...
CARİ AÇIĞIN FİNANSMANI DIŞ BORÇLANMA İLE YAPILIYOR…

CARİ AÇIK 90 KAT ARTTI

2002 yılında 0.6 milyar dolar olan cari açığın, 2008 yılında 55 milyar doları bulması bekleniyor.

Buna göre, son 6 yılda cari açık, 90 kat artmış oluyor.

Türkiye’nin 1923-2002 dönemi yani 80 yıllık cari açığının toplamı 42.8 milyar dolar.

Sadece 2008 yılının cari açığı ise, temmuz ayı itibariyle, yıllık 47.1 milyar dolar. Bu tutarın da 2008 sonunda 55 milyar dolara ulaşması bekleniyor. İnanılır gibi değil!..

FİNANSMAN YOLLARI

Cari açığın finansman yollarına bakıyoruz;

1- Sıcak (emanet) Para Girişi: Yakın zamana kadar, "düşük kur yüksek faiz" nedeniyle, Türkiye’ye sıcak para getirenler yüzde 50’ye yakın kazanç sağlıyordu. Krizle birlikte bu olay bitti. Şimdi, sıcak para gelmiyor, hatta gidiyor.

2- Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) Girişi: 2008 yılının ilk yedi ayında, 2007’nin aynı dönemine kıyasla, yüzde 34 geriledi. DYS girişi ağustostan itibaren neredeyse durdu.

3- Dış Borçlanma: Yukarıda da belirttik. Kriz nedeniyle, dış borç bulmamız imkansız hale gelecek.

4- Merkez Bankası Rezervleri: Bir süre idare edecek ama nereye kadar?

Tabloda da görüldüğü gibi, 2008’de cari açığın yüzde 60’ını "Dış borç" ile karşılamışız. Bundan böyle dış borç bulmak ise neredeyse hayal...

Bu arada, vadesi gelen dış borçlar (özel sektörün vadesi bir yıldan az 48 milyar dolar olan borcu) ödendiğinde, tekrar borçlanmak ya da mevcut borcun vadesini uzatmak da mümkün gözükmüyor.

Ancak, yakında çıkartılacak bir af yasası ile yurtdışındaki dövizlerin Türkiye’ye getirilmesine olanak sağlanacak. Yasa çıktığında, MASAK yönünden de işlem yapılmayacağı açıklandı. Bu durumda, yurtdışındaki dövizlerden önemli bir tutar, ülkeye gelebilir.

Tabloya bütünüyle göz attığımızda, cari açık sorunu, önümüzdeki dönemde bizi çok üzeceğe benziyor.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Para, para, para
25.10.2008

BİR zamanlar çok sık dinlenen, bir şarkıydı. Şimdi de en çok konuşulan konu oldu.

Özellikle de yabancı para.

İşte, evde, gazetelerde, TV’lerde hep aynı konu; "Dolar şu kadar oldu, euro YTL karşısında tarihinin en yüksek seviyesine çıktı. Dolar zirveye doğru ilerliyor..."

DOLARI OLANLAR

Elinde dolar olanlar soruyor;

- Dolar daha yükselir mi?

- Elimizdeki dolarları satıp, Türk parasına çevirmenin zamanı geldi mi?

- (X) bankasındaki paramıza bir şey olur mu?

- Bankalardaki paramıza mevduat güvencesi, sınırsız olacak mı?

- Yastık altındaki paralar yüzde 5 vergi ile yasallaşacakmış, doğru mu?

- Yurtdışındaki dolar ve eurolarımı getirirsem, "Nereden buldun?" diye sorarlar mı, vergisini isterler mi?

HÜKÜMET VE PARA

Hükümet de dolar ve eurosu olanların peşinde... Arka arkaya ince hesaplar ve açıklamalar;

- Yurtdışındaki Türklerin, 125-150 milyar dolar parası var. Ne yapalım da onların bir kısmını Türkiye’ye getirelim?

- Yurtdışından gelen paralar için "vergi incelemesi" yapılmayacak.

- İsteyen, bavula doldurup paralarını getirebilecek.

- Borsada, Türklerin kazandığı paralardan, yabancılar da olduğu gibi vergi alınmayacak. Yüzde 10 stopaj kalkacak.

BALAYI BİTTİ

Şimdi, gelelim son günlerin en çok konuşulan konusuyla ilgili bazı gerçeklere.

- Türk parasının, dolar karşısındaki birkaç yıldır süren mutlu günleri sona erdi. YTL’nin, son bir ayda dolar karşısındaki kaybı, yüzde 35’i aştı.

- Sıcak para için, Türkiye’deki balayı bitti. Yakın zamana kadar, kurdaki gerileme ve yüksek faiz nedeniyle dolar cinsinden yüzde 50 civarında kazanç sağlayan sıcak paracılar, kurdaki hızlı tırmanış nedeniyle gitmeye başladılar.

- Yabancı para cinsinden borcu olanlar için de balayı bitti.

Şimdi, hem kur artışı, hem de kriz nedeniyle, sıkıntılı aylar başladı.

- Bankada ya da kasasında yabancı parası olan şirketler, bunun için "kur farkı vergisi" ödeyecekler.

- İthalatçıların balayı dönemi de bitti. Şimdi, artan kurlar üzerinden ithal edecekleri mallardan "tatlı kazançlar" sağlayamayacaklar.

Özetle, Türkiye’ye sıcak para getirenler, yurt dışına borçlananlar ve ithalatçılar için balayı bitti.

YENİ DÖNEM

Son derece sevimsiz olacak.

İşsizlik artacak, büyüme gerileyecek. İşçi çıkarmalar başlayacak. Üretim gerileyecek, kapanan işyerleri artacak. Hem ihracat hem de ithalat gerileyecek, ülkeye gelen turist ve döviz azalacak. Karşılıksız çekler ve protesto olan senetler patlayacak. Tüketici kredisi ve kredi kartı borcu olanlar, zor durumda kalacak. Banka kredi faizleri artacak. Ekonominin lokomotifi sektörlerde başta inşaat ve otomotiv olmak üzere, ciddi durgunluk yaşanacak. Cari açık büyük sorun olacak. Yeni vergi artışları ve zamlar gelecek.

Özetle, önümüzdeki dönem son derece sevimsiz olacak.

"Bize birşey olmaz" ya da "kriz bize teğet geçer" sözüne de inanan kalmayacak.

Vergi borcuna ödeme kolaylığı

21 Haziran 2008 tarihli yazımızda, vergi borcu olanlara, bir tebliğ çıkartılmak suretiyle, sembolik faizle uzun süreye yayılı bir "ödeme kolaylığı" sağlanacağını, bununla ilgili müjdeyi de Maliye Bakanı’nın açıklayacağını belirtmiştik.

Maliye Bakanı, beklenen açıklamayı, biraz gecikmeli de olsa yaptı.

Dünkü Hürriyet’te okuduğunuz gibi, Maliye Bakanı; vergi borçlarına (geçici vergi ve damga vergisi hariç), yıllık yüzde 3 gibi sembolik bir faizle, 18 ay vade ile ödeme kolaylığı sağlanacağını açıkladı.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Sigortalıların fil hikáyesi
|09.11.2008|

HİKÁYEYİ biliyorsunuz, padişahın biri köylere birer fil göndermiş ve onlara çok iyi bakılmasını istemiş.

Nasreddin Hoca'nın köyüne gelen fil, çok oburmuş ve ne var ne yok yiyormuş. Sonunda, bir grup toplanıp padişaha gitmeye ve fili geri alması için ricada bulunmaya karar vermişler.

Nasreddin Hoca'nın başkanlığında, padişahın huzuruna çıkmışlar.

Hoca "Padişahım bize gönderdiğiniz şu fil var ya onun için geldik" dediğinde padişah;

- Ne var, ne oldu file?

diye bağırarak sorunca, Hoca sağına ve soluna bakmış, kimse yok. Arkasına dönmüş; kimse yok. Boynunu bükerek konuşmuş;

- Padişahım biz o fili çok sevdik de mümkünse bir tane daha istiyoruz.

BENZER BİR OLAY

Sigortalı işçi çalıştıranlar;

- İş-Kur'a, 15 gün içinde "işten ayrılma bildirgesi"

- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na, izleyen ayın 15'ine kadar "Ek-2 İşçi Çıkış Bildirgesi"

- SSK'ya verilen aylık prim ve hizmet belgesinde "işçi çıkış nedeni ve çıkış tarihini" bildiriyorlardı.

TÜRMOB "3 ayrı yere 3 ayrı bildirime gerek yok bunu bire indirin" diye Bakanlığa başvuruda bulundu.

Bakanlıktan çözüm beklenirken, 1 Ekim 2008'den itibaren, 10 gün içinde "işten ayrılış bildirgesi" olarak verilecek dördüncü bir bildirim daha getirildi!..

Nasıl, "tam fil hikáyesi" değil mi?

Cinsiyet değiştiren 34 kişi

BU da ilginç bir sayı...

Kendilerine aylık bağlanması için, 34 kişi cinsiyet değiştirmiş!..

Öteden beri süregelen uygulamaya göre, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı sigortalısı ya da emeklisi, anne ya da babası ölen kız çocuklarına, bekar oldukları sürece yaş sınırı aranmaksızın aylık bağlanabiliyor. Bekar erkek çocuklarına ise 18 yaş, yüksek öğrenim yapıyorlarsa 25 yaşına kadar aylık bağlanabiliyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu Baş Müfettişi Resul Kurt'un tespitlerine göre, bazı erkekler ilginç bir yola başvurup, cinsiyet değiştirmişler. Şu anda sosyal güvenlik kurumlarından aylık bağlananlar arasında cinsiyet değiştiren 34 erkek varmış.

Bunlar, ölen anne ve babalarından (bekar oldukları sürece) ömür boyu aylık alabilecekler...
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Ekonomik kriz ve erkek adam
|12.11.2008|

ADAMIN biri Nasreddin Hoca’ya "Yaşın kaç?" diye sormuş. O da, "60" demiş. 10 yıl sonra "Yaşın kaç?" diye bir kez daha sormuş. O da yine "60" demiş. Bunun üzerine;

- Yahu Hocam, 10 yıl önce sordum ’60’ dediniz. Şimdi yine 60 diyorsunuz. Bu nasıl olur?

dediğinde, Hoca;

"- Eee... Ben erkek adamım, erkek adam sözünden dönmez" demiş.

Ekonomik kriz de bu fıkraya döndü.

Bir süre önce "Hamdolsun bize bir şey olmaz" ya da "kriz bizden teğet geçer" denildiği için, bu sözden dönülmüyor.

Dönülmüyor ama acil önlemler alınmayınca olanlar da oluyor. Ortalık toz duman...

BİRKAÇ ÖRNEK

Küresel krizin Türkiye ekonomisine yaptığı tahribatlar, Devletin resmi verileriyle de ortaya çıkıyor. Dün Hürriyet’te okudunuz. Sanayi üretimindeki yüzde 5,8’lik gerileme, son 6 yılın düşüş rekoru oldu. Başka bir anlatımla, son 6 yılın en kötü sanayi üretimi ortaya çıktı. Bu rakam, küresel krizin Türkiye’yi ne oranda etkilediği sorusuna da yanıt oluyor.

Otomotiv sektöründe büyük gerileme var. Ekim 2008’de geçen yılın aynı ayına göre; otomobil satışlarında yüzde 39, hafif ticari araç satışlarında yüzde 35 gerileme var. Traktör üretiminde yüzde 60, minibüs de ise yüzde 33 gerileme oldu. İnşaat sektörü durmuş vaziyette yaprak kımıldamıyor. Konut kredilerinde müthiş daralma var. Tekstilciler adeta kan ağlıyorlar. İşçi çıkarmalar hızlanıyor. Turizmde 2009’un küresel krizden etkilenmesi kaçınılmaz. 2008’de 25 milyon olan turist sayısı ve 20 milyar doları bulan turizm gelirinde, gerileme bekleniyor.

2008’in ilk dokuz ayında kapanan işyeri sayısı, geçen yılın aynı döneminde kapananlara göre yüzde 73 arttı.

Açılan işyeri sayısında ise, artış değil aksine yüzde 1 gerileme var. İşsizlik sürekli artıyor. TC Merkez Bankası ve TÜİK tarafından yapılan anketlere göre, üretici ve tüketicinin geleceğe bakışı her ay bir öncekinden daha kötümser çıkıyor.

2002’de 600 milyon dolar olan cari açık, 2008’de yaklaşık 90 kat artarak 50 milyar doları aştı. 2009’da cari açığın 50 milyar dolar olması bekleniyor. Önümüzdeki 1 yılda, özel sektörün 48 milyar, kamunun da 12 milyar dolar olan dış borç ödemesi ile birlikte, 110 milyar dolara ihtiyaç var. 2008’de cari açığın yüzde 60’ı dış borçla finanse edilmişti. Küresel kriz nedeniyle, borç bulmamız imkansız gibi bir şey. Doğrudan yabancı sermaye girişi için hayale kapılmanın anlamı yok.

Durgunluk nedeniyle, vergi gelirlerinde gerileme olması kaçınılmaz gözüküyorÖ Büyümede yüzde 4’lük hedefin tutması mümkün değil. 2009 bütçesinde ortalama dolar kuru 1.41 olarak belirlendi oysa dolar şu anda 1.60 civarındaÖ Öte yandan enflasyon tırmanışta, faizler artıyor.

KİM NE DİYOR?

TÜSİAD: "Bu yüzyılın, en büyük krizi" diye açıklama yaptı. Diğer açıklamalardan bazıları da aşağıdaki gibi;

- Güler SABANCI (SABANCI Grubu Başkanı): "2009’dan itibaren, bu kriz dalga dalga derinleşecek ve 2009’u bıçak sırtında geçireceğiz."

- Ersin ÖZİNCE (Bankalar Birliği Başkanı ve T. İş Bankası Genel Müdürü): "Ben hayatımda böyle kriz görmedim. Dış borç bulmak imkansız hale gelecek."

- Bülent ECZACIBAŞI: "Kriz fırtınaya dönüştü. Ciddiye alalım. Kriz konusunda hükümet, Türkiye’nin olağanüstü bir durumla karşı karşıya olduğunu kabul ederek, buna göre bir düzene geçmesi gerekir."

- Rıfat HİSARCIKLIOĞLU (TOBB Başkanı): "Cari açığı kapatamazsak, ekonomik kriz kaçınılmazdır."

Açıkçası, olay çok ciddi. Sektörel Dernekler Federasyonu Başkanı Bülent AKGERMAN’ın dediği gibi; kriz Türkiye’yi teğet geçmedi, 12’den vurdu...
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Emekli aylığı 223 YTL’ye düşecek mi düşmeyecek mi
22.11.2008

BU günlerde, emekliler ve çalışanlardan en çok aldığımız soru bu...

Emekliler, "emekli aylıklarının", çalışanlar ise ileride emekli olduklarında, bağlanacak aylıklarının 223 YTL’ye düşüp düşmeyeceğini soruyorlar.

Hemen yanıtlayalım;

Duruma göre düşecek, duruma göre düşmeyecek.

O DURUM NE?

Şu anda emekli aylığı alanların, emekli aylıklarında herhangi bir azalma olmayacak. Hatta yılda iki kez enflasyon oranında da olsa, aylıkları artacak.

Çalışanlara gelince, durum değişiyor.

Sosyal Güvenlik Yasası’nda yer alan bir hükme göre;

Bağlanacak aylık, asgari ücretin yüzde 35’inden az olamayacak. Şu anda asgari ücret 638,70 YTL olduğuna göre, bunun yüzde 35’i 223 YTL ediyor.

Yılbaşından itibaren asgari ücret 660 YTL olduğunda bağlanacak asgari aylık 231 YTL olacak.

Olay özellikle 8 Eylül 1999’dan itibaren örneğin 2001’de ya da 2008’de ilk kez sigortalı olanları ilgilendiriyor. Bunlar ileride emekli olduklarında, emekli aylıklarında prim ödeme gün sayılarına bağlı olarak, ciddi bir azalma olabilecek. Başka bir anlatımla, asgari ücretin yüzde 35’i kadar aylık bağlanacak olanların sayısında, ilerleyen yıllarda önemli bir artış olacak.

Asgari ücret üzerinden prim ödemiş olan; emekliler, maluller ve ölüm aylığından yararlananlar (ölenin eş ve çocukları), bu alt sınır üzerinden yani asgari ücret üzerinden bugün itibariyle 223 YTL aylık alabilecekler.

ÇOCUĞA VE EŞE AYLIK

Yukarıda belirttiğimiz sigortalı öldüğünde, eşi ve bir çocuğu olduğunu varsayalım.

- Çalışmayan eşine yüzde 50’si (yani bugün itibariyle 112 YTL’si)

- Çocuğuna da yüzde 25’i (yani bugün itibariyle 56 YTL) aylık olarak bağlanacak.

Şimdi yukarıdaki örneğe bakınca;

"Eyvah, yarın ölürsem, eş ve çocuğuma bu kadarcık mı aylık bağlanacak?" diye düşünenler olabilir.

Onları rahatlatalım. 223 YTL yani asgari ücretin yüzde 35’i kadar aylık bağlanması, tüm sigortalıları kapsamıyor. Aylığı asgari ücretin üzerinde olanlar 223’ün çok üzerinde örneğin 600 YTL ya da 1000 YTL aylık alabilecekler. Bugün itibariyle, daha önce sürekli olarak en yüksekten yani tavan ücret üzerinden prim ödeyenler, yaklaşık 2.144 YTL aylık alabiliyorlar.

GERÇEK ÜCRET ÖNEMLİ

Ülkemizde yaygın olan uygulama, çalışanla net ücret üzerinden anlaşılması ve sigorta primleri ile vergileri işverenin üstlenmesi şeklinde oluyor. Böyle olunca, işverenlerin önemli kısmı, çalışanları gerçek ücretinden değil, "asgari ücret" üzerinden sigortalı bildiriyor ve primlerini de buna göre yatırıyorlar.

Yukarıdaki açıklamalardan da fark edileceği gibi, asgari ücretten gösterilenler, ileride emekli olduklarında, düşük aylık alacaklar. Öldüklerinde de eş ve çocuğuna bu düşük ücret üzerinden aylık bağlanacak.

Yürürlükteki mevzuata göre, çalışanların bordroda düşük ücret üzerinden gösterilmesi "Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme" olarak kabul ediliyor.

Bunun yaptırımı da; 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ve eksik ödenen verginin 3 katı "vergi ziyaı" cezası oluyor (Bkz. VUK Md. 344 ve 359).

Özetle, çalışanların, gerçek ücretleri üzerinden bordroda gösterilmesi, hem işveren hem de işçinin lehine...
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

EĞİTİM DÜZEYİ ARTTIKÇA İŞ BULMAK ZORLAŞIYOR
|25.11.2008|

İşsizlikle ilgili göstergelere baktığımızda, ilginç bir tablo ile karşılaşıyoruz.

Eğitim durumuna göre işsizlik oranını yansıtan en son verileri incelediğimizde, eğitim düzeyi arttıkça, işsizlik oranının da yükseldiği göze çarpıyor. Tablodan da fark edeceğiniz gibi, okur-yazar olmayanlar, 2008 verilerine göre işsizlik oranının en düşük olduğu kesim. 2008’de işsizlik oranının en yüksek olduğu kesim ise, yüzde 11.4 ile yüksek öğretimliler… Bunu yüzde 11 ile lise ve dengi okul mezunları izliyor. Hemen belirtelim, bu oranlar kendi kategorileri içindeki işsizlik oranını ifade ediyor.

İşsizlik, hangi kesimde olursa olsun sevimsiz bir olay. Ancak yüksek öğretimlilerde oranın en yüksek olması, insanın canını daha çok sıkıyor.


EN ÇOK ARTIŞ

Bu arada dikkati çeken bir başka nokta da “artış oranı” ile ilgili.

Okur-yazar olmayanlar, lise altı eğitimliler, lise ve dengi meslek okulların mezunları ve yüksek eğitimlilerin işsizlik oranına baktığımızda, en hızlı artışın, 10.3’ten, 11.4’e zıplamasıyla ortaya çıkan 1.1’lik artışla, “yüksek öğretimlilerde” olduğu göze çarpıyor.

Önümüzdeki dönemde de, başta bankalardan çıkartılanlar olmak üzere, yüksek öğretimlilerdeki işsizliğin daha artacağı söylenebilir.

Okur-yazar olmayanlardaki düşük işsizlik oranı, bu kesimin diğerlerine kıyasla düşük ücretle çalışabilmesi ve diğerlerinin ilgi göstermediği işleri yapabiliyor olmasıyla da yakından ilgili…

DAHA DA ARTACAK

İşsizlikle ilgili son açıklanan yüzde 9.8 oranı, Ağustos sonuçlarını yansıtıyor. Bu dönem turizm, inşaat, tarım gibi sektörlerde, işlerin en yoğun olduğu ayları ifade ediyor.

İzleyen aylarda, çalışanların azalması ve özelikle ekonomik kriz nedeniyle Ekim ayından itibaren, işten çıkarmaların hızlanması ile işsizlik oranının daha da yükseğe çıkması ve yıl sonuna doğru yüzde 12’yi bulması kaçınılmaz gözüküyor.

GERÇEK ORAN DAHA FAZLA

Açıklanan işsizlik oranları, Türkiye’deki gerçek işsizlerin oranını tam olarak yansıtmıyor.

Nedenine gelince, gerçekte işsiz oldukları halde “işsiz” tanımına sokulmayan milyonlarca kişi var. Örneğin;

- TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerinde “iş bulma ümidi olmayanlar” başlığı altında 541 bin kişi var. Bunlar işsiz sayısına dahil edilmiyor.

- Mevsimlik işlerde (inşaat, turizm, tarım vs.) çalışanlar, işsizlik oranı ile ilgili istatistiklerde, işsizlikle ilgilendirilmiyor.

- İşsizlik olayının tam göbeğinde olduğu halde işsiz sayılmayan bir başka grupta “ücretsiz aile işçileri” ile ilgili… Bunlar çitte, çubukta ve diğer aile işletmelerinde, sigortasız çalışan, anasına-babasına, eşine yardımcı olan kişiler olup, sayıları 3 milyon 550 bin civarında.

Ücretsiz aile işçilerinin sadece üçte birini hesaplamaya dahil ettiğimizde, işsizlik oranı yüzde 22’ye ulaşıyor. Tamamını dahil ettiğimizde, oran daha çok artıyor.

Görüldüğü gibi, gerçek işsizlik oranı, açıklananın iki katı hatta daha fazlası…

image002.gif

Kaynak : TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Kağıdın ortasındaki nokta
|04.12.2008|

Üniversitede Hoca, derse yanında getirdiği büyük bir beyaz kağıtla girer. Kağıdı, sınıftaki yazı tahtasının tam ortasına yapıştırdıktan sonra; cebinden çıkardığı kalemle, kağıdın ortasına siyah bir nokta koyar. Ardından sınıfa dönerek;

-Gördüğünüz şeyi bana anlatır mısınız?

der. Sınıfın tamamının el kaldırdığını gören Hoca, birkaç öğrenciye söz verir. Hepsi de aynı yanıtı verirler;

-Siyah bir nokta

Hoca, kavuşturduğu ellerini salarak, masasına oturur ve sınıfa bakarak, şunu söyler;

- Hiç biriniz, koskoca beyaz kağıdı görmedi

EKONOMİK KRİZ VE NOKTA

Türkiye, tarihinin en büyük ciddi ekonomik krizi ile karşı karşıya. Bu aşamada, ciddi önlemler alınması gerekiyor.

Dönüp, bakıyoruz; yetkililer sürekli beyaz kağıdın üzerindeki siyah noktadan söz ediyorlar. Koskoca beyaz kağıdı gören yok.

“Teğet geçme” noktasına takılanlar, noktanın etrafını görmüyorlar. Başka bir anlatımla, ağaçla uğraşırken, ormanı görmüyorlar. İşte son birkaç günün haberlerinden örnekler:

- Sürekli artan ihracat, Kasım ayında sert bir fren yaptı ve yüzde 22 azaldı. Taşıt araçları ihracatındaki yüzde 38, hazır giyim ve konfeksiyondaki yüzde 26, sanayideki yüzde 24 gerileme, özellikle dikkati çekiyor. Bu arada, ihracatçının kesinleşen KDV alacağının bekletilip ödenmemesi de ihracatçıyı olumsuz etkiliyor.

-Değişik yerlerde, çok sayıda fabrika üretimi durdurdu.

- İşsizlik, almış başını gidiyor. İşkur’a Ekim ayında iş için başvuran kişilerin sayısı, bir önceki aya göre yüzde 134 oranında arttı.

-Salı günü Yalçın Doğan “Hamdolsun 41 bin işyeri kapandı” başlıklı yazısında, 2008’in ilk 10 ayında 41 bin 95 işyerinin kapandığını, bu sayının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 49,9 gibi ürkütücü bir artış oranı ifade ettiğini belirtti. Ardından bireysel kredi borcunu ödemeyenlerin 241 bin, kredi kartı borcunu ödemeyenlerin 818 bin olduğunu, son altı yıl içinde böyle yüksek rakamların olmadığını vurguladı.

-Tekstil sektöründe, yılbaşından bu yana 200 bin kişi işten çıkartıldı. Mart ayına kadar 400 bin kişinin daha işten çıkarılması bekleniyor. Üretime ara veren ya da durduran fabrikalarda, işçi çıkartmalar hızlandı.

- Ekonominin lokomotifi inşaat, tekstil, otomotiv ve turizm zor durumda.

VERGİLER İNMELİ

Bu arada, birkaç gündür “vergilerin indirilmesi” tartışılıyor.

Türkiye, ekonomik krizi atlatmak ve ekonomisini yeniden canlandırmak zorunda.

Bu aşamada, ekonominin canlı olmasını engelleyen sorunlardan biri de vergilerle ilgili…

Vergilerin başında da KDV ve ÖTV geliyor.

2001 yılında “İndirin KDV’yi Canlansın Ekonomi” önerimiz, ilgi görmüş ve iş dünyasının da desteğiyle, dönemin hükümeti otomobil ve beyaz eşyada KDV’yi iki ay süre ile 8’er puan indirmişti. İndirim döneminde, beyaz eşya satışları yüzde 89, otomobil satışları yüzde 200 artmıştı. Şimdi yapılacak kapsamlı bir KDV indirimi de tüketimi, buna bağlı olarak da piyasaları canlandırır.

Vergi indiriminden korkmamak gerekiyor. 2006 yılında da kurumlar vergisi oranı 10 puan indirildi. İndirimle birlikte kurumlar vergisi tahsilatı, hedefin de üzerine çıktı.

Otomobilde dünya rekoru vergiler Türkiye’de. Dünya ortalamasının 3-5 katı vergi alınan bu sektörde, yüzde 84’ü bulabilen Özel Tüketim Vergisi ile vergi oranı yüzde 117.1’i buluyor. Otomobilde, ÖTV’nin KDV’si alınmazsa, vergi oranı yüzde 15 düşecek.

Konutlarda, KDV ve tapu harcı oranlarının aşağı çekilmesi, cep telefonundaki dünya rekoru vergilerin indirilmesi hasılatı, buna bağlı olarak da vergileri artıracaktır.

2009 yılı Türkiye için çok zor bir yıl olacak. Kriz inişe değil, binişe doğru geçti. Fıkrada olduğu gibi kağıdın ortasındaki noktayı değil, koskoca kağıdı görmeliyiz.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Benzin Türklere 2.74 YTL’ye yurtdışına 45 YKr’ye satılıyor
|25.12.2008|

Türkiye’de üretilen benzinin, yarısını tüketip yarısını ihraç ettiğimizi biliyor muydunuz?

Rafineri çıkış fiyatı 45 Yeni Kuruş olan bu benzinin, pompa satış fiyatı 2,74 YTL. Başka bir anlatımla, TÜPRAŞ’ın litresi 45 Yeni Kuruşa sattığı benzini, İstanbul’daki vatandaş 2,74 YTL’ye alıyor.

Türkiye’de üretilen benzinin yüzde 50’si (yurt içinde satılamadığı için) yurtdışına örneğin ABD’ye satılıyor. Yurtdışındaki alıcıya Türkiye teslim fiyatı ise 45 Yeni Kuruş!..

VERGİSİ YÜZDE 425 OLDU

8 Temmuz’da benzinden alınan vergilerin rafineri çıkış fiyatına oranı yüzde 180 idi. Bu oran 17 Aralık itibariyle yüzde 409’a fırlamıştı.

24 Aralık 2008 itibariyle, alınan vergilerin, benzinin rafineri çıkış fiyatına oranı, yüzde 425’e çıktı!..

Bu oran motorinde sırasıyla yüzde 103 ve yüzde 197 idi. 24 Aralık 2008 itibariyle de yüzde 208 oldu.

Motorin ve Oto LPG’ye olan talep artışı, bunların vergileri ve fiyatının benzinden düşük olmasından kaynaklanıyor. Böyle olunca, Türkiye’de üretilen ve 2,74 YTL’ye satılamayan benzinin yarısı 45 Yeni Kuruşa yabancı ülkelere satılıyor.

Dönüp bakıyoruz; İngiltere, İsveç, İspanya, Romanya, Polonya, İrlanda, Macaristan, Yunanistan, Bulgaristan, Avusturya ve daha birçok ülkede, benzinin satış fiyatı, motorinden daha düşük.

ÇÖZÜM NE?

Çözüm çok basit.

Benzinin ÖTV’si indirilsin. Örneğin; benzin vergiler dahil 2 YTL’ye satılırsa, yurtdışına 45 Yeni Kuruşa satılan benzin, Türkiye’de daha yüksek fiyata değerlendirilir. Böylece Devletin vergi gelirleri de artar.

Türkiye’de tüketilen LPG’nin yüzde 80’i, motorinin ise yüzde 47’si ithal ediliyor. Önerimize uyulursa, yurtdışına fazla dövizimiz gitmez. Yabancı ülkelere 45 Yeni Kuruşa satılan benzin, Türkiye’de bundan daha yüksek ama bugünkünden daha düşük bir fiyata satılır. Ayrıca çevre kirliliği de azalır.

Sonuçta hem Devlet hem de vatandaş kazanır…
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

IMF’Yİ beklerken…
|27.01.2009|

BAŞLIĞIN, 1949’da Fransızca olarak yazılan ve ilk kez 1953’de Paris’te sergilenen, Samuel Beckett’in ünlü eseri “Godot’yu Beklerken”i çağrıştırdığının farkındayım. 1963 yılında da Türkiye’de Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) ilk oyunu olarak sergilenen bu eser; eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimseyi veya “şeyi” beklemelerini konu alıyordu...

Türkiye’de şimdi IMF’yi bekliyor. Godot’dan farkı, IMF’nin ne olduğunun ve neler yapabileceğinin biliniyor olması…

ACI REÇETELER

IMF’yi çeşitli şekillerde tanımlamak ya da anlatmak mümkün. IMF’ye kısaca “acı reçeteleri olan bir doktor” diyebiliriz.

Gerçi Başbakan “Bizim ümüğümüzü sıkıp da yatırımları durdur, büyümeyi düşür derse, böyle bir anlaşmaya ‘evet’ demeyiz. IMF borç vermek zorunda da değil. Çok da ihtiyacımız yok” dedi ama ekonomide birçok olay, IMF’ye endekslenmiş durumda. Nitekim, geçtiğimiz hafta Maliye Bakanı Unakıtan da “Dünyanın 100 yılda bir görebileceği büyük krizden, Türkiye’nin de etkilendiğini, IMF ile süren görüşmelerin bitiminde, iş alemi ve bankaların rahatlayacağını” açıklayarak, IMF’nin adeta dört gözle beklendiğini belirtmiş oldu.

Geçen hafta sevgili Mahfi Eğilmez, Radikal’deki köşesinde “IMF ile ilgili yaygın yanlışlar” başlığı altında, bazı ince noktalara dikkati çekti. Yanlışlıkların en masumu, stand by düzenlemesine, stand by anlaşması denilmesi. Nedenine gelince, deyimin aslı “stand by arrangement”. Stand by anlaşması olabilmesi için, İngilizcesi’nin “stand by agreement” olması gerekiyor. Eğilmez’in de belirttiği gibi, bu basit bir hata değil “düzenleme” ile “anlaşma” arasında çok derin farklar var. IMF ile ortak bir program uygulamak isteyen ülke, IMF’ye niyet mektubu (letter of intent) vermekte, IMF’de bunun karşılığında, “stand by düzenlemesi” yapmaktadır. Burada anlaşma değil, bir tarafın niyet ifadesine göre yapılan düzenleme söz konusu olmaktadır.

Bir başka yanlış da “IMF’den üst düzey bir yönetici geldi” haberi ile ilgili.

IMF üyesi 185 ülke var. Her ülkenin, gücüne göre (örneğin ABD’nin yüzde 17,4 Türkiye’nin ise yüzde 0,45) ağırlığı var. Bizim ağırlığımız yetersiz olduğu için, 10 ülke ile bir araya gelip, IMF’nin 24 kişiden oluşan icra direktörlerinden birini seçebiliyoruz. O seçimde de Belçika’nın belirlediği kişi, bizim grubun direktörü oluyor. Görüldüğü gibi, gelen direktör, IMF’nin gönderdiği değil, bizim haklarımızı koruması için çağırdığımız temsilcimiz yani elçimiz, Belçikalı Willy Kiekens oluyor.

KISINTILAR VE VERGİLER

IMF’nin, faiziyle birlikte bize kredi kullandırabilmesi için, bazı kıstasları var.

Kamu harcamalarının kısılması (özellikle kamu personel giderlerinin azaltılması), vergi ve harçların artırılması, vergi ve mali sektör reformu, ulusal paranın değerinin düşürülmesi, bunlardan bazıları...

2001 krizi, bizim kendi krizimizdi. IMF dışında da fon kaynağı alternatiflerimiz vardı. Türkiye’yi de etkisine alan şu andaki küresel kriz ise, IMF’yi neredeyse alternatifsiz bir fon kaynağı haline getirmiş durumda. Türkiye, 2007 bütçesinden daha kötü olan 2008 bütçesi ve gerçekleşmesi hayal olan 2009 bütçesi ile girdiği, geç kalınmış IMF görüşmelerine, pazarlık gücü zayıf olarak giriyor.

17 Ocak günü Hürriyet’te yazdığımız gibi, IMF Türkiye’yi iyi tanımıyor. Vergi iadesini kaldırttı, insanlar fiş fatura almadılar. Geçenlerde de eğlence yerlerindeki ÖTV’yi indirin diyorlardı. Oysa eğlence yerlerinde ÖTV yoktu!.. Türkiye, IMF’nin her dediğini koşulsuz yerine getirmek yerine, ülke yararına olan konularda direnebilen bir duruş sergileyebilmeli...
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

(V) mi, (U) mu yoksa (L) mi?
|31.01.2009|

BAŞLIK bilmece gibi oldu.

Haklısınız…

Geçen yıl da “4/a’lı mı (b) li mi yoksa (c) li misiniz?” diye sormuştum.

Ardından da açıklamıştım; “SSK’lılar, artık SSK’lıyım yerine ‘4/a’lıyım’ diyecekler. Bağ-Kur’lular 4/b’li, memurlar da 4/c’liyim diyecekler.”


HANGİSİ OLACAK?

Bugünlerin modası da başlıktaki harflerle ilgili...

Krizin (V) mi (U) mu yoksa (L) mi olacağı sorusu tartışılıyor.

Küresel krizi 2006’da tahmin etmesiyle ünlenen ve “piyasa kahini” olarak tanınan New-York Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Nounel Roubini, geçen hafta yaptığı açıklamada, krizde dip noktanın henüz gelmediğini söyledikten sonra, yaşanan krizin U şeklinde olabileceğini ancak mali destek gelmediği takdirde L şekline dönüşebileceğini belirtti.

Önceki gün, Davos’ta Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da;

“Krizin şekli nasıl olacak” sorusuna şu yanıtı vermişti;

“Çok zor, kolay yanıt verilebilecek bir soru değil. Ama bana göre çok uzun vadeli bir ‘L’ olmaz ama ‘V’ de olmaz. Yani dipten hemen çıkamayız. Belki tabanı 1 yılllık veya biraz daha uzun süreli bir ‘U’ olabilir.”


(V), (U) ve (L) NE?

Aşağıda üç şekil var. Bu şekiller Mahfi Eğilmez’in, Küresel Finans Krizi (Piyasa Ekonomisinin Eleştirisi) adlı kitabının üçüncü baskısında yer alıyor. Krizin sürecini anlatan üç şeklin, üçünün de ortak noktası, krizin dip noktasına gelmesi.

(V) tipi : Kötünün içinde, en iyisi. Kriz önce dip, sonra hızlı bir çıkış yapıyor ve bu çıkışla ekonomi toparlanıyor (Türkiye’de yaşanan 1994 ve 2001 krizleri gibi).

(U) tipi : Kriz dip yapıyor, uzun süre dipte kalıyor. Sonra toparlanıp, dipten çıkıyor (1929 büyük krizinden ABD’nin uzun sürede çıkışı gibi).

(L) tipi : En kötüsü de bu… Kriz, dip yapıyor ve uzun süre devam ettiği için toparlanma çok uzun sürüyor (Japonya’nın 1990’larda yaşadığı kriz gibi…)

Türkiye’de yaşanan ve henüz dip noktasına gelmeyen yani zaman içinde daha da derinleşecek olan krizle ilgili tahminler de V, U ve L tipi dip kuramından hangisinin gerçekleşeceğiyle ilgili.

Dileğimiz (V) tipi, beklentimiz (U), endişemiz de (L) tipi olması…

MWSnap027.jpg
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

IMF “nereden buldun?” sorgulaması istiyor
|17.02.2009|

Kriz başladığından bu yana, IMF ile yatıp, IMF ile kalkıyoruz.

IMF ile yapılacak stand-by düzenlemesi uzadıkça, Başbakan da “ümüğümüzü sıktırmayacağız” dedikçe, anlaşmazlığın boyutlarının ciddi olduğu anlaşılıyor.

SORUN NEREDE?

Hangi birisi, o kadar çok ki...

Örneğin IMF “Nereden buldun?” sorgulaması istiyor.

Bu uygulamada, kişilerin servetindeki artış ile geliri kıyaslanıyor. Duruma göre, “Arkadaş, senin servetin 1 milyon TL artmış, gelirin ise 100 bin TL. Peki… bu aradaki 900 bin TL’yi nereden buldun?” diye soruluyor. Açıklayamazsa, 900 bin liranın vergisi ve cezası isteniyor. Gelişmiş ülkelerin hepsinde, bu uygulama var.

Türkiye’de şu anda böyle bir uygulama ve buna olanak sağlayan bir yasa yok. Daha doğrusu vardı ama 9 Ocak 2003 tarihli Resmi gazete’de yayımlanan 4783 sayılı yasa ile kaldırıldı. Türkiye’de, herhangi bir kişi hatta vergi mükellefi bile olmayan birisi, gidip 10 milyon TL’ye bir arsa ya da 100 milyon liraya bir otel alsa dahi, o kişiye “Bu parayı nereden buldun, değirmenin suyu nereden geliyor?” diye sorulamıyor daha ötesi bu tutarın vergisi istenemiyor.

AKP hükümetince kaldırılan “nereden buldun”un, IMF’nin isteği üzerine yeniden getirilmesine, özellikle Başbakan’ın sıcak bakmadığı belirtiliyor.

DİĞER SORUNLAR

Emekli Aylığına Vergi : IMF emekli aylığına, yüzde 8 civarında vergi getirilmesini istiyor. Evet bazı ülkelerde emekli aylığından vergi alınıyor ama o ülkeler emeklilerine “insanca yaşayabilecekleri” bir aylık ödüyorlar. Bizde hem yoksulluk hem de açlık sınırının altında olan emekli aylığından, bir de vergi alınması, şu aşamada imkansız bir olay.

- Vergi Artışları : IMF gelir artışı istiyor. Bu da mevcut vergilerin artırılması anlamına geliyor. Örneğin; yüzde 18 olan KDV oranının yüzde 19’a yükseltilmesi, tekstil, konfeksiyon ve turizm başta olmak üzere, yüzde 8 olan bazı KDV oranlarının yüzde 19’a yükseltilmesi isteniyor.

- Vergi artışının en kolay yolu “dolaylı vergileri” artırmak olduğu için, Özel tüketim Vergisi ve diğer dolaylı vergilerin de artırılması söz konusu olabilecek.

- 2009 Yılı Hedefleri : IMF gerçekçi olmayan 2009 yılı bütçe hedeflerinin, revize edilmesini istiyor. 2009 yılı için yüzde 4 olarak belirlenen büyüme hedefinin, gerçekleşmesi mümkün olmadığından, (-) 1,5’e çekilmesi isteniyor. Aynı şekilde 2008’de 132 milyar dolar olan ve 2009 yılı için 149 milyar dolar olarak belirlenen ihracat hedefi ve 232 milyar dolar civarına yükseltilen ithalat hedefinin aşağı çekilmesi, belediyeye aktarılacak payın düşürülmesi isteniyor.

- Vergi gelirlerinde öngörülen yüzde 20’lik artışın da kriz döneminde gerçekleşmeyeceği belirtilerek, gerçekçi bir tutar olarak belirlenmesi öngörülüyor. Özellikle son dört aydaki göstergeler, Ocak ayında yüzde 30 gerileme olan İthalde Alınan KDV’de yüzde 30 artış hedefine ulaşılamayacağını net olarak gösteriyor.

- Gelir İdaresi Başkanlığı’nın daha bağımsız bir yapıya kavuşturulması, denetim birimlerinin birleştirilmesi ve SPK, BDDK, Rekabet Kurulu gibi kurulların tek yapı altında toplanması, IMF’nin gündemindeki konular arasında…

Giderlerin kısılması da IMF’nin sıcak bakılmayan isteklerinden biri.

BEKLENEN KREDİ

IMF’den alınacak olası kredinin, 25 milyar dolar civarında olması bekleniyor. Ancak, bu krediden, borcumuz olan 8 milyar doların kesilmesi söz konusu...

Görünen o ki yaklaşan yerel seçimler nedeniyle, IMF konusu ertelendi. Seçim sonrası ise, IMF ile anlaşmanın da maliyeti var, anlaşmamanın da…
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Kriz döneminde işçi ve işverenin bazı özel hakları
|19.02.2009|

Türkiye, giderek derinleşen, ciddi bir kriz yaşıyor.

Kriz döneminde, olayın faturasını, bir yandan işçiler diğer yandan da işverenler ödüyor. Kuşkusuz ülke ekonomisi de…

Böyle bir ortamda, işsiz kalan ya da kalabilecek olan işçileri ve işverenleri, kısmen de olsa rahatlatan bazı düzenlemeler var.

İŞSİZLİK SİGORTASI

Sigortalı işsizin; işsizlik ödeneği, sağlık sigortası ve mesleki eğitim hizmetlerinden yararlanabilmesi için;

-İşten çıkartıldığı tarihten önceki son 120 gün, prim ödeyerek, sürekli çalışmış olması,

-Son üç yıl içinde en az 600 gün prim ödemiş olması,

-Kendi istek ve kusuru dışında, işini kaybetmiş olması

gerekmektedir. Görüldüğü gibi, son üç yıl içinde en az 600 gün prim ödemiş olmayana, işsizlik ödeneği yok.

İşten ayrıldığı tarihi izleyen günden itibaren 30 gün içinde, İş-Kur’a başvuran sigortalı işsize;

-En az 600 gün çalışmışsa 180 gün,

-En az 900 gün çalışmışsa 240 gün,

-En az 1.080 gün çalışmışsa 300 gün,

süre ile işsizlik ödeneği yani işsizlik sigortası aylığı ödenir.

İşsizlik sigortası aylığı, son 4 aylık ücretin, aylık ortalamasının yüzde 40’ı oranında hesaplanıyor ve asgari ücretin brüt tutarının yüzde 80’ini yani 532,80 TL’yi aşamıyor. Asgari ücretliye ise 266,40 TL işsizlik aylığı ödeniyor.

İlk işsizlik ödeneğinin ödenmeye başladığı Mart 2002 tarihinden Ocak 2009 sonuna kadar, 1 milyon 352 bin kişiye 1 milyar 916 milyon TL yani toplam fon geliri olan 42,7 milyar liranın 4,5’i kadar ödeme yapıldı. İşsizlik Sigortası Fonu’nda Ocak 2009 sonu itibariyle mevcut para 39.1 milyar TL’ye ulaştı. Fonun güçlü mali yapısına bakarak, işsizlik ödeneğinin, kriz döneminde 180 günden 360 güne çıkartılması anlamlı bir uygulama olacak.

KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ

Genel ekonomik kriz veya zorlayıcı nedenlerle, geçici olarak en az 4 hafta işin durması veya kısa çalışma durumunda, en fazla üç ay süre ile işsizlik sigortası fonundan, “işsizlik yardımı” tutarında ödeme yapılıyor. Ocak 2009 ayında, 651 kişiye 491.729 TL “kısa çalışma ödemesi” yapıldı.

Bu ödeneğin, yakında 6 aya yükseltilmesi ve ödeme tutarının yüzde 50 artırılması söz konusu.

ÜCRET GARANTİ FONU

İşverenin konkordato ilanı, aciz vesikası alması, iflası, iflasın ertelenmesi nedeniyle, ödeme güçlüğüne düşmesi durumunda, işçilerin iş ilişkisinden kaynaklanan “üç aylık ödenmeyen ücret alacakları”, işçinin son bir yılda aynı işyerinde çalışması koşuluyla, temel ücreti üzerinden, 4.329 TL’yi aşmayacak şekilde, başvuru tarihinden itibaren 30 gün içinde ödeniyor.

2008 yılında 827 kişiye bu fondan 1 milyon 072 bin TL ödeme yapıldı. 2009 yılı Ocak ayında ise, 46 kişiye 52.294 TL ödeme yapıldı.

DİĞERLERİ

1- Ücretsiz İzin : İşçinin kendisinin talep etmesi veya işveren tarafından önerilen ücretsiz izne işçinin açıkça rıza göstermesi durumunda, “ücretsiz izin” uygulanması mümkün olabiliyor. Ancak, bununla ilgili olarak taraflar arasında yapılan anlaşmanın, “yazılı olması” gerekiyor.

2- İşçinin Ödünç Verilmesi : 4857 sayılı İş Kanunu’nun 7. maddesine göre işveren, yazılı onaylarını almak suretiyle işçilerini “altı ay süre ile” holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde ya da benzer bir işte çalışmak koşuluyla bir başka işverene geçici iş ilişkisi kapsamında gönderebilir. Altı aylık süre “en fazla 18 aya kadar” çıkarılabilir.

3- İşçi Ücretinden İndirim Yapılması : İş Kanunu’nun 62. maddesine göre, işveren işçinin ücretinden tek taraflı bir kararla indirim yapamaz. Ancak işçi ile işveren ücrette değişiklik ve indirim konusunda bir uzlaşma içerisinde olur ve işçi de bu çerçevede indirimi kabul ederse indirim söz konusu olabilir.
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Değirmenin suyuna sorgulama geliyor
|11.04.2009|

ÜNİVERSİTE üçüncü sınıftayken, ilk kitabımı çıkarmıştım. İçim kıpır kıpırdı ve gelecekle ilgili hayallerim vardı. Büyük ilgi göreceğine ve yeni baskılar yapacağına inandığım kitabın matbaadaki basımı tamamlanınca, fırından yeni çıkan sıcak ekmek gibi, heyecanla kitapçıya götürdüm. Kendimi tanıtıp, “Böyle bir kitap yazdım” diye uzattığımda, kitapçı bir bana bir de kitaba baktıktan sonra, başını sallayarak; “Konsinye de olsa alamam” demişti. İkinci kitapçıda da benzeri tablo ile karşılaşmıştım.

Bir anda tüm hayallerim yıkılmıştı.

“Şimdi ne olacak?” diye düşünürken, o anda aklıma parlak bir fikir gelmiş ve bir başka kitapçıya giderek “Ben Şükrü Kızılot’un oğluyum. Babam böyle bir kitap yazdı, bende dağıtımına yardım ediyorum” demiştim. Kitapçı, kitaba şöyle bir bakmış ve “Bu konu çok önemli, bizi bile yakından ilgilendiriyor. Şimdilik 20 tane alalım” dediğinde dünyalar benim olmuştu.

Çıktığımda olayı kavramıştım; 20’li yaşların başında bir üniversite öğrencisi, vergi ile ilgili kitap yazamazdı. Genel kanı buydu…

İLGİNÇ GELİŞMELER

“Ortalama Kâr Hadleri” adlı bu ilk kitabım; işletmelerin sattığı mallar nedeniyle, belli oranda kâr bildirmelerini, aksi halde ilave vergi istenmesini öngören bir konu ile ilgiliydi. Bu kitabın ardından “Servet Beyanı ve Hayat Standardı Esası”, daha sonra da “Vergi Güvenlik Önlemleri” adlı kitaplarım çıkmıştı.

Kitapların hepsi de ilgi görmüş ve birkaç baskı yapmıştı.

Sonra… Özal döneminde “Servet Beyanı”na, Temizel’in Maliye Bakanlığı döneminde de “Otokontrol araçları” dediğimiz müesseselerin diğerlerine, birer kanunla son verildi yani yürürlükten kaldırıldı.

Böyle olunca, otokontrol araçlarıyla ilgili o kitaplarımın da hepsi öldü!..

YENİ ARAYIŞLAR

Otokontrol araçları kaldırılalı yaklaşık 11 yıl oldu. O gün bugün, Türk Vergi Sisteminde “denetim” yönünden ciddi bir boşluk var.

Şimdi “Bir zamanlar otokontrol araçları vardı. Onlar ne kadar önemliymiş” deniliyor ve ortalama kâr hadleri de dahil vergi güvenlik önlemlerinin yeniden getirilmesi tartışılıyor...

Nitekim IMF’nin ısrarla istediği “Nereden Buldun?” olayı da, kaldırılan servet beyanı, hayat standardı ve gider beyanı esaslarının, rötüşlanmış şeklinden başka bir şey değil.

ESKİYE DÖNÜŞ

“Nereden Buldun”da IMF geri adım attı ama bunun yerine istediği “Harcamalarını nereden karşıladın?” sorgulaması geliyor.

Gerçek usulde gelir vergisi mükellefi olup da ticari ya da serbest meslek kazancı elde edenlere; giderlerinin (yeme-içme, konut kirası, otomobil, yat, kotra ve helikopter giderleri, yurt içi-yurt dışı tatil, çocukların okul gideri, hizmetçi, aşçı, mürebbiye ve bahçıvan giderlerinin) beyan ettirilmesi ve giderler toplamı ile gösterilen kazancın kıyaslanması hedefleniyor.

Gelirler, giderlerin altında kaldığında önce “Değirmenin suyu nereden geliyor?” diye sorulması, ardından da açıklanamayan kısma ait verginin alınması amaçlanıyor.

Düşünce olumlu ama olayın “kümesteki kazlar” yani beyanname verenlerin bir kısmı ile sınırlı tutulması yanlış!..
 

chimera

Sorgucu Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Mar 2008
Mesajlar
463
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
56
Ynt: Şükrü Kızılot yazıları

Faizde Artık Dünya Rekortmeni Değiliz
|14.04.2009|

Bu güzel bir olay…

Tabloda da görüldüğü gibi, yüksek faiz liginde, birinci sıradan yedinci sıraya düşmüşüz.

Bir süre öncesine kadar, “dünya rekoru” Türkiye’deydi.

Yabancılar, “düşük kur yüksek faiz” avantajından yararlanmak için, Türkiye’ye akın ediyorlardı.

Getirdikleri dövizi TL’ye çevirip, yüzde 20 civarında faizle bankada ya da bono veya tahvilde değerlendiriyorlardı. Ardından, faizle büyüyen paralarına, düşmüş olan kurdan dolar ya da Euro alıp, yüzde 40-50 civarında, net getiri sağlıyorlardı.

Olay o kadar cazipti ki bir ara (2007 sonunda) Türkiye’ye gelen “sıcak para” tutarı 107 milyar dolara ulaşmıştı…

VERGİ DE YOKTU

Yabancılar, elde ettikleri böylesine yüksek getiriye rağmen, bununla da yetinmeyip “Biz yüzde 15 stopaj (vergi) ödemek istemiyoruz. Aksi halde, paralarımızı alıp gideriz” diye Mayıs 2006’da rest çektiler.

O dönemde “Bunun adı kapitülasyon, olmaz böyle şey!..” diye tepkiler oldu ama Temmuz 2006’da “Yerliye dayak, yabancıya kıyak” örneği, yabancıların Türkiye’deki borsa kazançları ile bono ve tahvil gelirlerinin vergisi sıfırlandı.

Böyle olunca, sıcak para (emanet para) getirenler için Türkiye’nin cazibesi daha çok arttı.

ŞEMSİYE DÖNDÜ

Devamını biliyorsunuz.

2008 yılının Eylül ayından itibaren, şemsiye tersine döndü. Kurlar yükseldi, faizler düştü…

Türkiye sıcak paracılar için cazip ülke olmaktan çıktı.

Bir kısmı paralarına daha yüksek getiri sağlayabilecekleri, ülkelere yöneldiler. Ancak yüksek faiz veren diğer ülkelerde, güvenilirlilik yönünden ciddi sorunlar olduğu ve o dönemde Türkiye’de kur da yükselmeye başladığı için hazırlıksız yakalandılar ve düşük kurdan döviz alıp çıkamadılar. Bu arada çıkan sıcak para, içerdeki kur artışı ve borsadaki gerilemenin de etkisiyle, Türkiye’deki sıcak para 45 milyar dolar civarına indi.

Sıcak paracıların gidebileceği diğer ülkelere bakıyoruz; Ukrayna’daki ekonomik ve siyasi sorunlar, Venezuella’da hükümetin ekonomiyle ilgili ani karar değişikliği ihtimali, İzlanda’nın ekonomik büyüklüğünün yetersizliği, Arjantin’in geçmişteki “yaramaz çocuk” görüntüsü, soru işaretleri yaratıyor. Rusya’da ise liderlerin ani kararları ve piyasalara bakış açısı kafaları karıştırıyor. Pakistan’ın da komşuları ile her an yaşayabileceği problemler tereddüt yaratıyor.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye, faiz liginde yedinci sırada ama kredi riski oranı ve sıralamadaki konumu yönünden, diğerlerine kıyasla (Rusya ve İzlanda hariç) daha güvenilir durumda.

Sıcak para sahipleri; düşük kur, yüksek faiz ortamını buldukları an, kuşkusuz Türkiye’ye yine akın edecekler…

Sıcak paracıların, tekrar gelecekleri ortamın bir daha doğmaması ve tablonun sağ tarafındaki ülkelerin arasında yer alabileceğimiz günlerin umuduyla…

7763689.jpg
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst