- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 22 Şub 2009
- Mesajlar
- 426
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 52
ve guz geldi omur hanim *
...Ve güz geldi Ömür Hanım.Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul.İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.Yağmur ha yağdı ha yağacak.İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.Hüzün bütün koşulları hazır.Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan.Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm öbürünün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeli atlası. Yaşamak bir can sıkıntısımıdır Ömüre Hanım?
Herşeyi iyi yanndan görmeyi kim öğretti bize ? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan,iliklerine dek işleyip yaralamadığı insan, mutluluktan umuttan sevinçten ne anlar?Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu ? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilk yazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze alma, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değilde.
Yağmur yağıyor Ömür Hanım... gökten değil, yüreğimin boşluğundan, ömrümün ıssız toprağına... ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlar katından?
Dönelim... dönmek yenilmektir birazdan, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli, küflü kabuklarına sığınmaktır... Olsun, dönelim biz yinede. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım, büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze.Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece...
Yaşama sevinci adına bir tutanağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimde. Sahi nedir yaşamın anlamı ? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğim silik izler bırakıp ağır yükler aldığı zamanın derin dehlizlerine. Bakıyorum, umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasnıdan başka neki ? Yaşamsa, gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, herşeyi içine alan kocaman bir yanılsama... değil mi yoksa ?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim ,büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yerterdi avutmaya beni. Bir gömlek, Bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya, yeterdi yalnızlığımı örtmeye, kendimi göstermeye, “Dar çevre yitikleri” nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşam üstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarında atan, bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir “Ben”e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımda her döndüğümde... Bir ben ki, tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım.
Susmak yalnızlığımın ana dilidir Ömür Hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük... Yalnızım Ömür Hanım geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar iç içe, öyle yitik, öyle üzgün yalnızım... Suların toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle ?
Kendilerin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki... Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi , yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğindenmi yoksa ? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda ? Yerini bulur mu gerçekten?Ömür Hanım, Sözü yasaklamalı ...Kimsenin kimseyi anlamadığı dünyada söz boşluğu döğmekten başka ne işe yarıyor ki ? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine herşey daha yalansız daha içten olurdu. Aklı silmeli insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum ? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni birşeyler söyle bana, yeni birşeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan . Belirsizlik güzeldir, de örneğin kesinlik çirkin. Sessizlik sesten-hele de güncel ve kof-her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleri ile örtünen dingin akşamlari bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı, ömürlüdür... Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmemek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğin bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrü karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, Açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamanın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak. Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; Ufuklarımızsa sisler içinde... o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli pencereye... Nasıl gizlenir ağız dil vermez bir geceye ? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
Böyle bir testidir, de, Ömür Hanım, ömür bir su ... Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve birgün ölümün balkonundan... Dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarımın, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni birşeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla .
Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü gülümsedi yine doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi beyaz mıdır, kurşuni kül rengi mi yoksa ?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerinde taşımaktan. Delilik mi dedin ? Kimbilir... Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdin değil mi? Kim ne diyebilir ki.
Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim.İçinde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim... Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yatak yüzü dağınık ile... yükümü yanlış bir bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir atkestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalınayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, bir derin iç çekiş, yanılmış bir çocuk olmasın Ömür Hanım ?
...Ve güz geldi Ömür Hanım.Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul.İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.Yağmur ha yağdı ha yağacak.İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.Hüzün bütün koşulları hazır.Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan.Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm öbürünün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeli atlası. Yaşamak bir can sıkıntısımıdır Ömüre Hanım?
Herşeyi iyi yanndan görmeyi kim öğretti bize ? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan,iliklerine dek işleyip yaralamadığı insan, mutluluktan umuttan sevinçten ne anlar?Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu ? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilk yazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze alma, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değilde.
Yağmur yağıyor Ömür Hanım... gökten değil, yüreğimin boşluğundan, ömrümün ıssız toprağına... ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlar katından?
Dönelim... dönmek yenilmektir birazdan, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli, küflü kabuklarına sığınmaktır... Olsun, dönelim biz yinede. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım, büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze.Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece...
Yaşama sevinci adına bir tutanağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimde. Sahi nedir yaşamın anlamı ? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğim silik izler bırakıp ağır yükler aldığı zamanın derin dehlizlerine. Bakıyorum, umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasnıdan başka neki ? Yaşamsa, gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, herşeyi içine alan kocaman bir yanılsama... değil mi yoksa ?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim ,büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yerterdi avutmaya beni. Bir gömlek, Bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya, yeterdi yalnızlığımı örtmeye, kendimi göstermeye, “Dar çevre yitikleri” nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşam üstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarında atan, bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir “Ben”e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımda her döndüğümde... Bir ben ki, tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım.
Susmak yalnızlığımın ana dilidir Ömür Hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük... Yalnızım Ömür Hanım geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar iç içe, öyle yitik, öyle üzgün yalnızım... Suların toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle ?
Kendilerin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki... Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi , yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğindenmi yoksa ? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda ? Yerini bulur mu gerçekten?Ömür Hanım, Sözü yasaklamalı ...Kimsenin kimseyi anlamadığı dünyada söz boşluğu döğmekten başka ne işe yarıyor ki ? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine herşey daha yalansız daha içten olurdu. Aklı silmeli insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum ? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni birşeyler söyle bana, yeni birşeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan . Belirsizlik güzeldir, de örneğin kesinlik çirkin. Sessizlik sesten-hele de güncel ve kof-her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleri ile örtünen dingin akşamlari bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı, ömürlüdür... Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmemek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğin bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrü karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, Açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamanın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak. Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; Ufuklarımızsa sisler içinde... o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli pencereye... Nasıl gizlenir ağız dil vermez bir geceye ? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
Böyle bir testidir, de, Ömür Hanım, ömür bir su ... Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve birgün ölümün balkonundan... Dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarımın, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni birşeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla .
Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü gülümsedi yine doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi beyaz mıdır, kurşuni kül rengi mi yoksa ?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerinde taşımaktan. Delilik mi dedin ? Kimbilir... Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdin değil mi? Kim ne diyebilir ki.
Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim.İçinde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim... Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yatak yüzü dağınık ile... yükümü yanlış bir bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir atkestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalınayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, bir derin iç çekiş, yanılmış bir çocuk olmasın Ömür Hanım ?