Stefan Zweig

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kimdir? kategorisinde Objectivity tarafından oluşturulan Stefan Zweig başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,486 kez görüntülenmiş, 8 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kimdir?
Konu Başlığı Stefan Zweig
Konbuyu başlatan Objectivity
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan telrunya

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
28 Kasım 1881 tarihinde Avusturya, Viyana’da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çok yoğun bir sanat ve edebiyat eğitimi aldı.
Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi gören ve İngilizce, Latince, Yunanca, Fransızca gibi dilleri konuşabilen Zweig, henüz lise çağlarında şiir yazmaya başladı.
Psikolojiye ve Freud’un öğretilerine olan ilgisi, karakter tahlillerinde ustalaşmasını sağladı. Farklı kıtalarda birçok ülkede yaşayarak birikimlerini pek çok eserine yansıttı.
1920 ve 1930’lu yıllarda özellikle Amerika, Güney Amerika ve Avrupa’da dünyanın en ünlü yazarları arasında yer alan Zweig, çok sayıda deneme, öykü, uzun öykü ve romanın yanı sıra, büyük bir ustalıkla kaleme aldığı biyografileriyle de ünlüdür.
1942 yılında Avrupa’nın içine düştüğü duruma ve 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı acılara dayanamayarak karısı ile beraber intihar etti.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Hitler'in yok ettiği çok degerli bir yaşam daha...

-- --
Avusturyalı Yahudi yazar Stefan Zweig’in intihar mektubu, İsrail Ulusal Kütüphanesi tarafından internetten yayınlandı.

"Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim, ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca tinsel uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu. Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızılllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”

Stefan Zweig Petropolis 22.11.1942


 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Zweig, özellikle biyografi alanında önemli eserler ortaya koymuş; bu çalışmalarıyla pek çok ünlü kişinin renkli dünyasını gözlerimizin önüne sermiştir. Sonradan Baumeister der Welt adı ile bir araya getirdiği Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski (Drei Meister, 1919); Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche (Der Kampf mit dem Damon, 1925); Üç Şair-Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy (Drei Dichter ihres Lebens, 1928) adlı eserleriyle, her birini bağımsız birer kitap halinde yayımladığı daha uzun soluklu Romain Rolland (1921); Fouche (1929); Marie Antoinette (1932); Maria Stuart (1935); Erasmus (Triumph und Tragik des Erasmus von Rotterdam, 1935); Calvin'e karşı Castellio (Castellio gegen Calvin oder ein Gewissen gegen die Gewalt, 1936); Magellan (Magellan, Der Mann und seine Tat, 1938) adlı eserleri ve ölümünden sonra ayrı bir cilt halinde yayımlanan Balzac (1946) adlı biyografik incelemesi, Zweig'ın eşsiz kültürünü ve derin tahlil gücünü çok açık bir şekilde gözler önüne seren eserleridir.

Zweig'ın eserleri bütün dünyada büyük bir ün kazanmış ve hemen bütün eserleri kısa bir süre içerisinde İngilizceye ve Fransızcaya çevrilmiştir; ve daha hayatta iken, kitaplarının İspanyolca, Portekizce, Norveççe, Fince, Rusça, Letonyaca, Çince, Bulgarca ve Ermenice olarak yayımlanmağa başladığını görmüştür. Zweig, bu mutluluğu tatmıştır. Adının, Milletler Cemiyetinin -Cooperation intellectuelle- istatistiğinde o sıralarda dünyanın en çok yabancı dile çevrilen yazarı olarak geçtiğini görme mutluluğuna da erişmiştir.

Zweig, Türk okuyucusunun da yakından tanıdığı bir yazardır. Milli Eğitim Bakanlığının İkinci Dünya Savaşının sonuna doğru başlattığı çeviri seferberliğinin yarattığı hava ile, Zweig'ın eserleri de, özellikle 1950'lerden sonraki dönem içerisinde, yoğun bir şekilde Türkçeye çevrilmeğe başlamıştır. Merhamet veya Acımak adlı romanı üç ayrı kişi tarafından; Amok ile Bir Kadının Hayatında Yirmi Dört Saat adlı büyük hikayesi iki ayrı kişi tarafından; Bilinmeyen Bir Kadının Mektupları adlı eseri ise, ufak tefek isim değişiklikleriyle dört ayrı kişi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve değişik yayınevleri tarafından tekrar tekrar basılmıştır. Onun, Kadın ve Tabiat, Masalımsı Bir Gece, Ayışığı Sokağı, Yakıcı Sır, Çocuk Bahçesi, Yürek Çöküntüsü, Satranç ve Bunalım, Bir Kalbin Ölümü, Mürebbiye, Ölünceye Kadar, Usta İşi, Korku, Karışık Duygular, Alacakaranlık Öyküsü ve İkizler adlı hikayeleri ile büyük hikayeleri de gene bu dönem içerisinde Türkçeye çevrilmiş ve pek çok defa basılmıştır.

Zweig'ın Dünün Dünyası adlı otobiyografisi, Bir Politikacının Portresi-Fouche, Rotterdam'lı Erasmus'un Zaferi ve Trajedisi, Freud ve Öğretisi-Psiko-Analiz, Yıldızın Parladığı Anlar isimli denemeleri ile Friderike'ye Mektuplar'ı da Türkçeye çevrilmiş ve özellikle Dünün Dünyası ile Yıldızın Parladığı Anlar adlı eserleri değişik kitabevleri tarafından tekrar tekrar basılmıştır.

Zweig, 1881 yılında doğmuştur. 1934 yılına kadar Viyana ve Salzburg'da yaşamıştır ve son yılları büyük acılar içerisinde geçen hayatına, Brezilya'da, 1942 yılında ikinci karısı ile birlikte intihar ederek son vermiştir; tıpkı hayat hikayesini yazdığı Kleist gibi. Kleist da bir kadın arkadaşı ile birlikte intihar etmiştir. Kleist, pençesine düştüğü yoksulluğun hüznünden, acısından ve içindeki gerilimden kurtulabilmek için; Zweig ise, İkinci Dünya Savaşının insanları bezdiren boğucu havasından, vahşetinden kurtulmak için... Pasifist, hümanist ve Pan-Avrupa toplumu idealine inanmış olan bu adam, topluca yakılan kitaplarının acısına daha fazla dayanamamış, -artık yorulduğunu- söyleyerek, kendine uygun bir vatan bulamadığı bu dünyadan, henüz altmış bir yaşındayken, kendi isteğiyle ve Brezilya hükümetine teşekkür ederek ebediyen ayrılmıştır. Onun Kleist için söylediklerini, kendisi için de tekrarlamak mümkündür: -Goethe gibi güçlü ve hayatın efendisi olan kişilerin yanında, bazen, ölmeyi beceren ve ölümden, zamanı aşan bir şiir yaratabilen biri de bulunmalıdır.-

Dr. Ayda Yörükan
 

kierkegaardsoren

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
27 Ocak 2017
Mesajlar
46
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Zweig'in satranç, korku ve Rotterdam'lı Erasmus kitaplarını okumuştum. Erasmus kitabı çok güzeldi, hatta Erasmus-Deliliğe övgü kitabını okumamı sağlamıştı. Erasmus'daki o ince ve hümanist ruh sanki Zweig'de yoğun olarak barınıyor.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Zweig'in satranç, korku ve Rotterdam'lı Erasmus kitaplarını okumuştum. Erasmus kitabı çok güzeldi, hatta Erasmus-Deliliğe övgü kitabını okumamı sağlamıştı. Erasmus'daki o ince ve hümanist ruh sanki Zweig'de yoğun olarak barınıyor.

Korku kitabı elimde var fakat frsat bulup da okuyamadım ilk fırsatta okuyacağım.

Zweig çok yönlü araştırma yapan ve o dönem bir çok yazar, şair ve filozof ile bir arada yaşamış çok başarılı bir felsefecidir ve dili de çok anlaşılırdır. Freud ile yakın arkadaş olması da insanları iyi tanımasına olanak sağlamıştır.
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Zweig'in satranç, korku ve Rotterdam'lı Erasmus kitaplarını okumuştum. Erasmus kitabı çok güzeldi, hatta Erasmus-Deliliğe övgü kitabını okumamı sağlamıştı. Erasmus'daki o ince ve hümanist ruh sanki Zweig'de yoğun olarak barınıyor.

Korku kitabını sonunda fırsat bulup okuyabildim. Kadının içine düştüğü çaresizliği ve korkunun insana etkilerini güzel vurgulamış.
 

kierkegaardsoren

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
27 Ocak 2017
Mesajlar
46
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Korku kitabını sonunda fırsat bulup okuyabildim. Kadının içine düştüğü çaresizliği ve korkunun insana etkilerini güzel vurgulamış.

Evet çok etkileyici bir anlatımı var Zweig'in, gerilimi, duyguları çok etkileyici vermiş. Albert Camus'nün dediği 20. yüzyıl korku çağı derken bence doğru söylüyordu. Korku, endişe gibi kavramların hayatımızı etkileyen ve yön veren en önemli etkenler olduğunu düşünüyorum bu zamanımızda özellikle. Ve acaba Camus'nün dediği 20. yüzyıl korku çağıdır sözünden sonra bu çağı yani 21. yüzyıl nasıl tanımlayabiliriz?
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
Evet çok etkileyici bir anlatımı var Zweig'in, gerilimi, duyguları çok etkileyici vermiş. Albert Camus'nün dediği 20. yüzyıl korku çağı derken bence doğru söylüyordu. Korku, endişe gibi kavramların hayatımızı etkileyen ve yön veren en önemli etkenler olduğunu düşünüyorum bu zamanımızda özellikle. Ve acaba Camus'nün dediği 20. yüzyıl korku çağıdır sözünden sonra bu çağı yani 21. yüzyıl nasıl tanımlayabiliriz?

Ne yazık ki 21. yüzyıl da korku çağıdır. Bu konuda birkaç yıl önce ünlü felsefeci Alain Badiou'nun Sabit Fikir dergisinde bir söyleşisi yayınlanmıştı. Badiou, 21. yüzyılda korkunun tutkuya dönüştüğü vurgulamıştı. Söyleşiyi aktarıyorum.

Alain Badiou: "21. yüzyılın tutkusu; korku"

Dünya solunun yaşayan en önemli felsefecilerinden biri olarak kabul edilen Alain Badiou, MonoKL Yayınları’nın davetlisi olarak “Devrim, Demokrasi, Felsefe” kongresine katılmak üzere Türkiye'ye geldi. Badiou ile kongre esnasında geçtiğimiz yüzyılın ve bu yüzyılın tutkuları, korkuları ve vaatleri üzerine söyleştik...

"Yüzyıl" isimli kitabınız Türkiye'de yayımlandı, oradan başlamak istiyorum. Geçen Yüzyılı anlatırken bolca sanat ve edebiyat eserlerine, onların yüzyılın karakteristiğine dair sunduklarına referanslar veriyorsunuz. Bu yüzyılın ilk on yılına baktığınızda bu şekilde referans oluşturacak edebiyat ve sanat eserleri var mı?

Henüz küçük bir yüzyıl. Bu yüzyılı henüz referanslarımızı belirleyebilecek kadar yaşamadık, bunu sonradan görebiliriz ancak.

“Yüzyıl” isimli kitabınızda 19. ve 20. yüzyılın tutkularından bahsediyorsunuz, bunlar üzerinden tartışıyorsunuz. 19. yüzyılın tutkusunu 'ütopyacılık'la betimliyor, 20. yüzyılın tukusunun 'gerçeklik' olduğunu söylüyorsunuz. Yine yeni yeni şekillendiği bilerek; sizce 21. yüzyılın tutkusu ne olacak?

21. yüzyılın başında gördüğüm bir tutku varsa o da korku. Hatta tutkudan korku. Krizden korku. Ötekinden, başkasından, yabancı olandan bir korku. Bütün bu korkular büyük bir tutku oluşturuyor. Tabi burada Batıdan bahsediyorum, bütün dünya için konuşamıyorum. Benim ülkemde ve genel olarak batılı ülkelerde böyle. Çok büyük bir korku var, gelecek korkusu.

Arap baharının başlangıcında gayet umutlu yazılarınız oldu, heyecanlandırdı sizi. Batı'daki korkudan bahsettiniz peki Doğu'dan gelen Arap Baharı gibi hareketlerin orada bir etkisi oldu mu, bir şeyi değiştirdi mi? Korkuya etkisi oldu mu? Ve hareket ilk başladığında heyecanla yazdıklarının ardından üzerinden biraz da zaman geçtikten sonra, yazdıklarınız hakkında fikirleriniz değişti mi? Çünkü epey geniş bir kesim kapitalizmin bu hareketi çok kolayca absörve ettiğini ve hatta kullandığını öne sürüyor.

Bence yeni bir şeyin olasılığını belirtiyorlar bu olaylar. Çok sağlam olan bir takım duruşların da yıkılabileceğini gösteriyorlar. Bütün bunların sonunda ne çıkacak bilmiyorum. Büyük bir ümitsizlik var. Ama yeni olasılıkları göstermesi bakımından da önemli. Dünyanın kapalı olmadığını, tarihin bir tekerrürden ibaret olmadığını gösterdi. Çelişkili bir duygu durumu oluşuyor bu olanlar karşısında.. İnsanların bir kısmı bu olasılıklardan korkuyor. Dünyanın olduğu gibi kalmasını tercih ediyorlar. Diğer bir kısımda da umut var. Yeni bir şeyin ortaya çıkacağını umuyorlar. Dolayısıyla, korku meselesiyle bağdaştırırsak, olaylar karşısında da bir yandan bir korku var, bir yandan da bir tereddüt söz konusu. Hareket eden bir şeyin geleceği, neye evrileceği hakkında bir şey bilinememesinden ileri gelen bir tereddüt. Dolayısıyla korku, umut ve belirsizlik karışımı bir durum var.

Peki bu durumu geçmiş yüzyılın başındaki duruma benzetebilir miyiz? 20. yüzyılın başını kaos ve daralmayla tarif ediyorsunuz, ona benziyor mu? Ayrıca kaosla başlayan geçen yüzyıl anlatımınız erken bir çöküşle bitiriyor. Bu çöküş tarihin sonu değilse neyin başlangıcı?

İçine girdiğimiz yüzyılın 20. yüzyıldan çok farklı olacağını düşünüyorum. Geçtiğimiz yüzyıl tarihsel bir vaadin gerçekleştirilmesi üzerine kurulmuştu. İlerleme vaadi, devrimlerin vaadi, eşitliğin olabileceği bir dünyanın vaadi... Bizim yüzyılımız hiçbir vaat olmadan başlıyor. Tam tersine “tarih bitti” iddialarının arkasından geliyor. Dolayısıyla hiç kuşkusuz bambaşka bir şey olacak. 20. yüzyıl vaatlerin gerçekleştirilmesine çalışılan bir yüzyıl oldu. 21. yüzyıl ise yeni vaatler yaratmalı.

Peki bu konuda felsefenin rolü ne? Geçtiğimiz yüzyılda tanımladığınız 4 diskurdan (aşk, sanat, politika ve bilim) birine daralmaktan, diğerlerini görmezden gelmekten kaynaklanan bolca felsefi felaket olduğunu söylüyorsunuz. Vaatsiz başlayan 21. yüzyılda bunlardan birine daralmadan ilerleyebilir mi felsefe? Ya da bu şekilde yeni vaatler yaratmada bir rol oynayabilir mi? 20. yüzyıldan farklı bir rol oynayacak mı?

19. yüzyıl bilimin, 20. yüzyıl politikanın yüzyılı oldu. Bizim yüzyılımız ise aşk ve sanatla başlıyor. Politik vaat çok karanlık kalıyor. Bilim ise iyi şeyler olduğu kadar kötü şeyler de üretiyor.

O zaman yine diskurlardan birine ya da ikisine bir sıkışma ve daralma bu yüzyılda da görüyorsunuz?

Ama aşk ve sanat masumdurlar öbür söylemlere göre. Bilim ve politika masum değildirler, olmadılar zaten hiçbir zaman. Hiç olmazsa masumiyetle başlayalım.

Politik kavramlarda bir değişiklik var. 20. yüzyılın politik kavramlar sınıf mücadelesi, devlet analizi gibi alanlara dayanırken şimdilerde politik kavramlar psikoanalitik, ahlaki ya da felsefi kavramlardan türetiliyor. Bu değişimi de olumluyor musunuz o zaman? Bu değişim neden?

Daha dar bir şeyle başlıyoruz bu yüzyıla. Ama ben bu yüzyılın bu gidişatı açacağını sanıyorum. 20. yüzyıl daralttı ama bu yüzyılın dar kalacağına inanmıyorum. Çünkü 20. yüzyılın başında büyük bir umut vardı. Yenilgiler ve yanlışlıklar yüzünden bu gitgide azaldı. 21. yüzyılda da umut az ama giderek çoğalacak. Başka halkların da güçlenmesi ile dünyanın kendisi de daha geniş bir yer haline gelecek. Batı çok küçük bir hale geldi, ötesine geçmek lazım.

Bu Batının küçüklüğünün içerisinde kalmak da 20. yüzyıldan bu yüzyıla kalan bir problemi mi?

Hareket Batıda başladı, imparatorluklar vardı. Bir yerden sonra Amerika'nın hakim olduğu bir yüzyıldı. Ama artık çok farklı bir dünya olacak.

Katıldığınız panelin konusu demokrasi, devrim ve felsefe ilişkisi. Çağdaş demokrasilere sert eleştirileriniz var. İnsanı “mehamete muhtaç, acınacak bir hayvan” olarak ele aldıklarını söylüyorsunuz. Bu sadece çağdaş demokrasilerin bir sorunu mu? Antik dönemde “Demo” ile, yani halk ile kastedilen aslında küçük bir azınlık. Ya da geçtiğimiz yüzyıldan politik süreçten örneklersek Almanya'nın 10 senelik kısa demokrasi deneyimi, Weimar dönemi nasıl bitti biliyoruz. Demokrasi kavramının kendisinde baştan beri böyle bir sorun yok mu?

Demokrasinin ne olduğunu tanımlamadan önce kendiliğinden bir takım eksiklikleri var mı diye sorulamaz. En genel anlamda halkın iktidarda olması demektir. Kolektif hayata halkın katılması demektir. Demokrasi adı veriliyor seçimlere, çok daralmış ve yanlış bir tanım. Fransa'yı örnek alırsak, insanların çoğu politik kararların dışında, o kararlar hep başka yerde alınıyor. Bir bankacı milyonlarca seçmene göre çok daha önemli ve etkili. Fransa'da demokrasi falan yok. 21. yüzyıl gerçek anlamıyla bir demokrasi kurma amacı güdebilir. Komünizmin de gerçek anlamı budur. Bu anlamda hakiki bir demokrasi kurmak. Güç eşitsizliklerinin karşısındayız, bunların karşısına bugün demokrasiyi koymak durumundayız. Bir işçi ile büyük sermaye sahibi arasında çok büyük fark var, bu yüzden demokrasinin bir anlamı yok. Demokrasinin ilk koşulu eşitliktir.

Son olarak sizin kendi yüzyılınızı sormak istiyorum. Geçen yüzyılı anlatırken hep Brecht, Pessoa gibi major karakterlerle anlatmışsınız. Öte taraftan yine Batıda içinde bulundukları yüzyıla ve vaatlerine itiraz eden, sizin kişisel tarihinizin de dokunduğu sol komünistler, sitüasyonistler gibi pek çok akım da var. Onlardan yüzyılımıza ve kendi felsefenize taşınan neler var?

Mümkün olduğu kadar farklı deneyimlere açılmalıyız. Entelektüel özelleştirmeye karşı savaşmak lazım. Hem müzisyen, hem aşık, hem politik militan olmak lazım, hem de matematik bilmek lazım. Geniş bir olasılıklar yelpazesine açık olmak lazım. Dünya dar ve temiz olmamızı istiyor. Bireysel olarak buna karşı direnmek lazım. Çok geniş bir ilgi yelpazesine sahip olmak gerekiyor. 21.. yüzyılda önemli olacak bu.

Söyleşi: Mehmet Onur Doğan / Sabit Fikir

 

telrunya

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
18 Kas 2009
Mesajlar
531
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
33
Zweig'in Clarissa, Olağanüstü Bir Gece, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Satranç kitaplarını okudum. Amok Koşucusu ve Bir Çöküşün Öyküsü de elimde ve henüz okumadım.

Zweig'in kitapları ile ilgili tek ortak yorumum, duygu durumunu ziyadesiyle yansıtabildiği. Yani anlatılan kişinin psikolojisini kesinlikle okuyucuya geçirebilmesi ve bunu mümkün olduğunca kısa ve öz yapması.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst