Sosyo - Kültürel Bir Erozyon;"Dil ile Din Arasında Kayıp Kimlikler... ""

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Genel Tartışma Alanı kategorisinde lütfiakarçay tarafından oluşturulan Sosyo - Kültürel Bir Erozyon;\"Dil ile Din Arasında Kayıp Kimlikler... \"\" başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,032 kez görüntülenmiş, 5 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Genel Tartışma Alanı
Konu Başlığı Sosyo - Kültürel Bir Erozyon;\"Dil ile Din Arasında Kayıp Kimlikler... \"\"
Konbuyu başlatan lütfiakarçay
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan evrensel-insan

lütfiakarçay

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
26 Ocak 2014
Mesajlar
49
Tepkime puanı
4
Puanları
8
Sosyo - Kültürel Bir Erozyon;"Dil ile Din Arasında Kayıp Kimlikler... ""

Bir toplum için dramların en büyüklerinden biri,herhalde,kendi kısa mazisinde yaşadığı
tarihi ve kültürel değerlerin bireyleri tarafından algılanamamasıdır.Hayır,yanlış anlaşılmasın
okuma veya dinleme problemi değildir burada kastettiğimiz;okuma ve dinlemesine
rağmen kısa mazisinden kopuk olması,kopuk yaşamasıdır.Bu sorun sadece ondan kaynaklanan bir sorun da değildir;bunda eğitim,kültür ve sanat hayatımızın yaşadığı
akamet ve kaht-i rical dediğimiz “adam kıtlığı” ya da yetişmiş insan kalitesinin düşük seviyede seyretmesi de başlıca amiller arasında sayılabilir.
Kendini “din” ve “dil-lisan” alanında yetiştirmiş,o alanda uzman kişiler rehberliğinde mürekkep yalamış insanların son çeyrek asırda yaşadıkları hüsrandan öte bir çaresizliğin
kıvrandıran sancılarıdır.
Fakültenin loş salonlarında Fatih’in vezirlerinden olan Ahmet Paşa’nın;..

“Canıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yar
Şöyle mest oldum ki gayrin merhabasın bilmedim”

beytiyle giriş yaparak Türk dilinin zenginliğine,şiirin ve nesirin muazzam ahenk hazinesine
giriş yapmış sonra Nabi’nin;

“Bende yok sabr u sükun sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikr idelim bir kerre”

beyitiyle ivme kazanan şiir aşinalığı Şeyh Galip’in;..

“Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş
Semender-i tıynetan-ı aşka bestir lalezar ateş”

mısralarıyla devam etmişizdir.Fuzuli’nin Leyli ve Mecnun ile “Su kasidesi”nin o pek
muhteşem esrarını açıklayan yorumlarla genişleyen kültür halkamız ve bilgi dağarcığımız
aruz ve hece vezninin zengin örnekleriyle devam etmiş en son çağdaş Türk şiirindeki serbest ölçü ve nesirin seçkin yapıtlarıyla nihayete ermiştir.
Artık Türk Dili ve Edebiyatı’nın en mümtaz bilgileriyle donanımlı insanları olarak
sahip olduğunuz bu dağarcığı çağın gelişen teknolojik imkanlarının da desteğiyle öğrencilerinizle paylaşacak,yeni heyecanların tetiklediği şevk ile bilgi dağarcığınızı daha da
geliştireceksinizdir.
Önünüz açıktır artık ve tek bir hamle kalmıştır geriye;
Zihninize depoladığınız o bilgi dağarcığının kapısını açmak!..


Sınıftasınız,bir metin okuyorsunuz veya bir şiir terennüm ediyorsunuz,bir anda;
-Hocam,”derya” nedir? veya “irfan” ne demektir?,sorusuyla muhatap oluyorsunuz…
Bu soruların kaynağı asırlar öncesinde yazılmış olan ağır ve ağdalı edebi metinler,
Divan şiirleri değil;yalnızca çeyrek asır ve biraz öncesi kaleme alınmış olan şiirler
veya romanlar!..
Fuzuli,Şeyh Galip,Nedim hatta Akif değil okuduğunuz;Yahya Kemal,Necip Fazıl,Orhan
Veli’dir.Peyami Safa’nın “9.Hariciye Koğuşu”nun satırlarıdır Aşık Paşazade tarihi veya
Namık Kemal’in nesirleri de değil.
Bir Fransız öğrencinin Montaine’in “Denemeler”’ini veya bir Alman’ın Goethe’nin şiirlerini okurken kendi hocalarına böyle bir sual tevcih edeceğini düşünebilir misiniz?..
Almanya’nın Limburg kentinde dolaşırken Marx’ın,Paris’in Saint Michel ve Saint Germaint des Pres’inde dolaşırken Pascal ve Auguste Compte’un izlerini cadde ve sokaklarda yaşar,o tarihi her an teneffüs edersiniz;onlardan kopmanız,aradan asırlar geçse de o kültürden bağımsız kalmanız tahayyül edilemez…

Tarkan ve Burak Kut’un şarkılarını hayranlıkla terennüm eden yeni neslimizin daha çeyrek asır ötesinden başlayarak kendi tarihi kültür mirasından kopması ve uzaklaşması neyle izah edilebilir;..
-Anlamamak,anlayamamak,kendi yakın geçmişindeki seleflerinin dilini çözememek ve onların düşünce dünyasına ulaşamamak!..
Aslında “Batılılaşma” serüveni ve süreci adını verdiğimiz bu “toplum mühendisliği”nin kısa bir mazisine bakacak olduğumuzda dilde yaşadığımız dejenerasyonu gözlemlemek mümkündür!..
Belki biraz traji-komik kaçacak ama şu örneklemeler nereden nereye geldiğimizi gösteren
acı gerçeklerdir;..

Takriben 40-45 yıl öncesi bir hal-i pür melalin ifadesi;..

"Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma
hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra
kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm
vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı
şerifleriniz hayrolsun' dedim..

Yine takriben 30-35 yıl öncesi;..

"Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm
veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra
kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm
vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı
akşamlar' dedim.."

20-25 yıl öncesi;..

"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim,
heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum,
yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim,
kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.."

10-15 yıl öncesi ;..

"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama
bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim..
Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.."

Günümüz;..

"Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar
dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben,
baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu
yavrum?'"…

Türkçe’nin en yalın ve en lirik ifadelerinde ortaya çıkan Yunus Emre şiirlerini
anlayıp tahlil edemeyen bir beyin kendisine sunulanlarla yetinmek zorunda
kalacak,kendisini içinde sıkışıp kaldığı o cenderede “Kangal köpekleri”ne nasip
olan “150 ile 300 kelimelik” algılama dağarcığından biraz daha zengin
bir kelime dağarcığı ile ifade edecek…
Ama hiçbir zaman Peyami Safa ile “9.Hariciye Koğuşu”nda yakaladığımız
o muhteşem dağarcığa ulaşamayacak,Türkçe’nin asaletine teğet geçecek…
Caddeleri ve sokakları yaşadığımız bu evrim sürecinin izleri ile dolu olan,
gözleri kendisine yabancı bir kültürün kelime dağarcığına zebun edilen
bir neslin “yıldız” yerine “star” demeyi tercih etmesinden tabii bir şey olamaz!..
Ne güzel ifade ediyor yüce insan Mevlana bu açmazı;..

-“Kalbi ve sözü bir olmayan insanın yüz dili olsa bile o yine dilsizdir”…

Kalbimizi söküp aldılar bizden,..
Mevlana,Yunus,Fuzuli,Namık Kemal,Akif ve diğerleri…
Bunlar bizim kültürümüzün kalbi,tarihimizin damarları…
Bunları anlamamak,anlayamamak demek hafızasını kaybetmiş ve kisvesini
arayan çaresiz insan demektir…
Kalplerimiz ile sözlerimiz uyuşmuyorsa bugün kullandığımız kelimelerin ve dilin
rengi çok önemli değildir;..
önemli olan o kalp ile uyuşan ortak “dil”i bulmaktır!..

Bir diğer kanayan yaramız ise “Din”…
Onun içinde bulunduğu ve geçirdiği “sosyal travma” çok daha vahim…
Orta Asya kırsallarından Maveraünnehr’e dek uzanan Türk-İslam coğrafyasında
Farabi,İbn-i Sina,Maturidi,Ebu Hanife,Buhari,Ahmed Yesevi,Mevlana,Ebussuud Efendi
gibi İslam Medeniyeti’nde silinmez izler bırakan yüzlerce bilge kişilik yetiştirmiş ve bu mümtaz bilgelerin ellerinden ve dillerinden sadır olan binlerce eseri kütüphanelerinde
muhafaza etmiş “Bereketli Topraklar”da bugün “Din” ve onun işlevi “Dinsel
Yaşam” dilden daha fazla bir evrim geçirmiş,daha çok dejenerasyon ve değişime uğramıştır.
Hatta kendi topraklarında “yabancı” addedilmiş ve “gönül sürgünü” bir muameleye tabi olmuştur.
Dahası kendi nüfuzu kitaplarda ve beyinlerde hapsedilerek sosyal aktivitenin dışında bırakılmıştır. Tıpta,mühendislikte öğrenilenlerin sosyal hayatta uygulama oranı her zaman mümkündür ve bunların uygulanabilirliği ve gelişimi ise toplumların ekonomik ve kültürel yapılarına göre değişim gösterir.Edebiyat,belki dilde geçirdiğimiz evrimden dolayı,divan edebiyatının anlaşılma ve yaşatılma akametine uğrasa da halk edebiyatı ve popüler edebiyat
ile canlılığını ve işlevselliğini koruyabilmektedir.
Ya Din ve dinin öğretileri?..
“İslam’da ruhbanlık yoktur” düsturuyla bu en son ve en yüce dini en keskin ve kalın bir çizgiyle Hristiyanlık ve Yahudilik’ten ayıran İslam Peygamberi’ne inat “din adamı!!” söylemi
icat eden ve “dinin adamı” olmaktan kaçınan insanlar içinde acaba “din adamı” kisvesi giydirilen insanların konumu ve etkisi nedir?..
İlahiyat Fakülteleri’nde Kur’an bilimi(Tefsir),hadis,İslam Hukuku ve metodolojisi,Kelam,
İslam Tarihi gibi alanlarda öğrenim gören ve hatta ihtisas yapan,..
-Kur’an’da nasih ve mensuh(ayetlerin indiriliş süreçlerinde görülen bireysel ve toplumsal
davranış değişimleri)
-Kur’an Tarihi’nde görülen “israiliyyat(İslam öncesi ve sonrası yaygın gerçek dışı rivayet ve menkıbeler)
-Ravi’(rivayet eden) ve metinlerine göre hadis tasnifi…
-İslam Hukuku’nda “müzaraa akdi(ortak zirai işletim),ikale akdi(vade farkı),feraiz(miras hukuku)…vs…
-Allah’ın isimleri ve sıfatları konusunda yaşanan itikadi tartışmalar
-Hilafet ve Kureyşlilik meselesi,Sıffin ve Cemel vak’alarının toplumsan yansımaları
-İslam coğrafyasında ortaya çıkan itikadi hareketler ve tarihsel süreçleri
-İslam tasavvufunda vahdet-i vücud ekolü ve panteizm benzerlik ve farklılıkları..,

gibi daha nice ciltler ve kütüphaneler dolusu ilmi dağarcıktan feyiz alan bu talihli!!
ve mümtaz şahsiyetlerin müftü,öğretmen veya prof. olarak muhatap oldukları
sorular genellikle elli yaş üzeri ölüm ve ötesi endişesi kaplamış dudaklardan dökülen;..

-Hocam,akşamın farzından sonra kıldığımız sünnet namazını evvabin olarak dörde mi yoksa
altıya mı tamamlayalım?..

-Kuşluk namazını dört rekat mı yoksa sekiz rekat mı kılmak sünnettir?..

-Ölülerin ruhlarının cuma akşamları kendi hanelerini ziyaret etmesi doğru mudur?..

-Hocam,rüyamda bir köpeğin bana saldırdığını gördüm,bu neye işarettir?..

-Ölünün gözü kapalı olması ve gülümsemesi hayra mı işarettir?..

-Kıyamet Cuma günü mü kopacak?..

Gibi onlarca,yüzlerce içi boş ve anlamsız sorular…

Hani Nasrettin hocanın da çok bilmiş ve meraklı cemaati sormuşlar ya hocaya;..

-Hocam,cenazeyi taşırken tabutun önünde mi yoksa arkasında mı duralım?..

Hoca da bu çok gerekli ve önemli soruya onlara ders niteliğinde cevap vermiş;..

-İçinde bulunmayın da neresinde bulunursanız bulunun!..

İçinde bulunduğumuz toplumda bebeklere tecavüz,cadde ve sokak ortalarında fuhuş ve uyuşturucu pazarlıkları,gün ortasında gasp ve hırsızlık,faiz ve tefecilik gibi suçların
ve günahların zirveye vurduğu bir “sosyal cinnet!”te çıkarılabilen en önemli ve acil soru ve sorunlarımız bunlar ne yazık ki…

Asıl burada vurgulamamız gereken en acı ve vahim olgu ise dini konuların “magazin potası”na atılarak “reyting!!” aracı haline sokulması…
Yaşadığımız bereketli topraklarda! ses sanatçılarından daha çabuk ve kolay meşhur olmanın yolu artık “aykırı dini söylemler”den geçiyor!..
Canınız mı sıkılıyor unutulmaktan ya da medyatik bir şahsiyet olarak ekranlardan arz-ı endam
eylemek mi istiyorsunuz;patlatın bir “aykırı söylem!!” ve süsleyin onu “yeni din anlayışı ve yorumu kisvesi”yle olsun bitsin!..Zaten çağdaş din anlayışı ve yorumlarını sabırsızlık ve açgözlülükle bekleyen medya spekülatörleri sizi yeni ve gözde “yıldız toplum mühendisi” yapma konusunda yarışacaklardır…
Kurban bayramları geldiğinde;..
-Horoz da kesseniz olur,önemli olan ameller değil niyetlerdir,..
Ramazan geldiğinde;..
-Cinsel ilişkiyle oruç açılabilir,..
Ezan ve Türkçe ibadet konusu gündeme geldiğinde;..
-Önemli olan Allah’a edilen dualarda anlam bütünlüğü ve niyettir,Arapça değildir,…
Namaz konusu geldiğinde,..
-Salat kelimesi “dua” yerine de geçmektedir,dua da namazın yerine geçebilir ve günde
beş vakit namaz olduğu konusunda Kur’an’da sarih bir ifade yoktur,diyerek bireysel shovunuza devam edersiniz,..
-Tarihi ve sosyolojik olayların kronolojisini bulmak veya gelecek adına astrolojik formüller
keşfetmek için ayetleri matematik işlemlere tabi tutar “modern simyacılar” olarak meraklı
beyinlere taze haberler! sunarsınız…
Başörtüsüne gelince;..
-Nur suresinde geçen ibareleri bedenin sadece baş altı kısmına yerleştirir,medya spekülatörlerinin beklediği o muhteşem muştuyu verirsiniz!..
Televizyonların “flash programları”,”favori tartışmaları”,”reyting rekortmenleri” istisnasız
bu programlardır.Hatta daha cazip olması ve reytinginin tavan yapması için bizim
çağdaş ve süslü!!,bıyıkları ve saçları özenle boyanmış din adamlarının karşısına manken
veya ses sanatçılarını çıkarıp beraber sarmaş-dolaş ederseniz “eğlence!!” tam kıvamına gelmiş
gündem belli olmuştur.Artık fetvalar havada uçmaya,ayetler kamufle edilip makyajlanmaya
başlamış;din nihayet gerçek mevkiine yerleştirilmiştir…
Hem tv’lerimizin meşhur enkırmenleri hem de stand-up’çıları görevlerini yerine getirmenin
rahatlığıyla topluma “doğru mesajları!!” vermişlerdir.Zaten patronları da yıllardır “araziye göre strateji ve harekat” taktiğini güttüğünden üstlenilen misyon başarıyla icra edilmiştir!..
Son ilahi mesaj olarak Musevilik ve Hristiyanlık’ın uğradığı “tahrifat”tan beri’ olan İslam
dini böylece “post-modern Müseyleme” tiplerinin marifetli elleri ve beyinleri sayesinde
değişmiş ve çağa uydurulmuştur!..
Musa’nın ardından gelen Samiri’nin,İsa’nın ardından gelen İznik konsülünün Tevrat ve
İncil’de gerçekleştirdikleri tahrifatın bir benzeridir aslında bizim Samirilerin yaptıkları,tek farkla;Kur’an’ın semantiğine dokunmadan mana olarak içini boşaltmak!..

Teknolojideki baş döndürücü gelişmelere paralel olarak her daim kendini yenileyen modern bilimler karşısında İslam’ın konumu ne olmalıdır?..
Değişen ve gelişen insan ve toplumun ihtiyaçlarını karşılama konusunda dini kaynaklardan
ne ölçüde yararlanabiliriz?..
Tıp ve ekonomi dünyasında,kültür,sanat ve sportif faaliyetlerde,insan hakları ve hukuk alanında yaşadığımız gelişmeler ve yeni durumlar karşısında Müslümanlar olarak ne kadar hazırız?..Kendi dini donelerimizi kullanma açısından yeterli bilgi ve donanıma sahip miyiz?,
Yeni durumlara ve gelişmelere karşı araştırma ve çalışmalarımız ne seviyede?..
Ne yazık ki,Kur’an gibi eşsiz ve muhteşem bir kaynağın ontolojik ve antropolojik yaklaşımı konusunda bugüne değin ciddi bir çalışma ve araştırma yapılmamıştır.ABD ve bazı batılı
ülkelerdeki eyalet sistemi ve bunlardaki çok hukukluluktan sitayişle bahseden entel kafalar
acaba bu sistemin temellerinin asırlar öncesinde Müslüman entelektüeller tarafından atıldığından ve geliştirildiğinden ne kadar haberdardırlar?..
Kendi toplumundaki her çözümsüzlüğün ve hak ihlalinin çaresini AB referanslarında arayan kafalar Ahmet Cevdet Paşa’nın Osmanlı’nın son dönemlerinde kaleme aldığı ve çok hukuklu
bir kaynaktan yararlanarak kendi toplumunun ihtiyacına göre bina ettiği “karma ve seçme
anayasal hukuk” olan “Mecelle-i Ahkam-i Adliye”yi ne kadar tanımaktadırlar?..
Olsun,bunların ne önemi var ki,önemli olan Din’i kendi ihtiyaç ve isteklerimizin,heves ve zevklerimizin arkasına atarak onu sadece Budistler gibi “semboller ve ayinler”,Klan toplumları gibi “totemler” kalıbına soktuğumuzda bir daha elitlerimizin ve burjuvalarımızın
canlarını sıkmayacak,onlarla barışık yaşayacağız,dini ve dünyayı onlara göre dizayn edeceğiz,olmak ya da olmamak;işte bütün mesele bu!..
Önümüzde AB referansları,yanımızda batılı dostlarımız,arkamızda ise “reyting imparatorluğu”nun magazin avcıları veeeee,..
papaz cübbeli,haham bereli,Dalaylama bastonlu yeni hocamız,sonra arkasından manken kızlarımız eşliğinde “ekran muhabbetleri!!”..

Dil ve Din demiştik…
Cebimizde taşıdığımız maddi kimlikten öte “Ben”imizi ortaya koyan,”Öz”ümüzü
ortaya koyan bu kimliğin kaybı telafisi mümkün olmayan sosyal bir dejenerasyon ve felaketin
baş müsebbibidir.”Kimliğimi kaybettim,hükümsüzdür” diyerek verdiğimiz zayi’ ilanlarının
ardından maddi kimliğimizi bulabilir,olmazsa yenileriz ama;..
ne papaza imam cübbesi,ne hahama sarık giydirebilir,ne de Dalaylama’nın eline asa verebilirsiniz,tıpkı Londra,Paris ya da Berlin’de herhangi bir caddede yer alan bir mağazaya
“star” yerine “yıldız” levhası astıramayacağınız gibi!!..

Selam ve sevgi ile,..


Lütfi AKARÇAY
 

asil

Düşünür Üye
Yeni Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
522
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Olağanüstü güzel ve son derece isabetli bir tespitsel içeriğe sahip, istisnasız her cümlesine katılabildiğim çok güzel bir yazı. (Sanırım siz, kitabı basılmış iyi bir yazarsınız)
 

Objectivity

Kahin
Onursal Üye
Katılım
23 Ara 2012
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
319
Puanları
83
@lütfiakarçay'ın yazım dili çok iyi bir eğitim aldığını gösteriyor, Türkçe'yi çok iyi kullanması ilk yazılarından itibaren dikkatimi çekti. Belli ki çok fazla kitap okumuş, çok fazla araştırmış birçok konuya hakim...Bazen itiraz edeceğim kısımlar olsa da sonradan vazgeçiyorum, bu da yazarın başarısı işte @evrensel-insan:)
 

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Dil konusunda bir konuyu unutmamak gerekir.

O da gelisen caga bilime ve teknige paralelolarak dilin gelisimi ve degisimidir.

Tabi ki buradaki gelisim ve degisim iki yondedir.

Dunyayi bilim ve teknikte daha az dil yapisina indirgeme ve dilde kuresellesme

Digeri de olan dillerin kendi bunyesinde gelisimi degisimi yerine, yeni kelime kavram anlam ve iceriklerin ithal edilmesi.

Turkce dilinin dil yapilanis ve isleyisinin bir kok timeline oturtulmasi gerektigini dusunursek; caga uygun ya da gelisen bilim ve teknige uygun bir kelime ya da kavramin koku yok ise, bu kelime ya da kavram direk ithal edilir.

Bu ithalgenelde fransiz kelime olusumu ve soylenisi seklindedir.

Ornek verecek olursak;

Taraca, balkon, apartman, garson, pijama, tren, trolleybus, otobus, teleferik, elektrik, profosor, sofor istasyon, televizyon, telefon, radyo, v.s. gosterebiliriz.

Buradaki en buyuk sorun, bilimselakademik ve felsefi kavram ve terimlerin anlam ve icerigindeki verilen yanlis algilamalardir.

Dunyada dil devrimi, 20. yuzyil ile birlikte "bu budur ve anlami budur" deyisini tarihe gommustur.

Basta analoji(pragmatist yani yarara gore) ve abduction (.... e gore anlam ve mana verme) her bir kelimenin kavramsal anlam ve icerigini; onu kendi beyin duzeyince algilayan temelinde degisime ugratir.

Bu genelde soyut kavramlar icin gecerlidir.

Mesela "din" deyince, kimi sadece kendi inandigi ve uyguladigi dini anlar; kimi yonlendiren ve yoneten inanc sistemini anlar, kimi her turlu izmi ve ideolojiyi din olarak algilar v.s.

Bu her turlu aklin turettigi kavramda ve metafizik etik temelli her turlu deger ve degerlendirmede boyledir.

Mesela diyelim "surada demokrasi var mi?" tartisilirken, herkesin kendi algisindaki demokrasi tartisilir ve gorulur ki, tartisanlar demokrasi kavraminin anlam ve iceriginde kendi beyin duzeylerince farkliliklar gosterir.

Ayni sey bir "namus, seref, ozgurluk, hak, adalet, iyi, guzel, dogru, gercek, hirs, intikam, kiskanclik" v.s. temelli tum etik, ideolojik, inancsal, metafizik, estetik temelli kelimelerde de gecerlidir.

Zaten felsefenin kelimeden kavrama gecisi, her bir kelimenin kavramsalniteligini kullanana gore farkli kilmaktir.

Evet, insanoglu ancak biri biri ile dili sayesinde iletisim ve dialog kurabilir.

Burada onemli olan ayni dili konusmak degil; ayni anlam ve icerik ile kullanilan kavramlardan bahsetmektir.

Yoksa bugun felsefede neyin ne oldugu tartisma goturmez duruimda olurdu.

Onemli olan kavramlarin kullanilmasi degil; kullanilan kavramin kullananca ne anlam ve icerikte kullandigidir.
 

lütfiakarçay

Felsefe.net
Yeni Üye
Katılım
26 Ocak 2014
Mesajlar
49
Tepkime puanı
4
Puanları
8
Dil konusunda bir konuyu unutmamak gerekir.

O da gelisen caga bilime ve teknige paralelolarak dilin gelisimi ve degisimidir.

Tabi ki buradaki gelisim ve degisim iki yondedir.

Dunyayi bilim ve teknikte daha az dil yapisina indirgeme ve dilde kuresellesme

Digeri de olan dillerin kendi bunyesinde gelisimi degisimi yerine, yeni kelime kavram anlam ve iceriklerin ithal edilmesi.

Turkce dilinin dil yapilanis ve isleyisinin bir kok timeline oturtulmasi gerektigini dusunursek; caga uygun ya da gelisen bilim ve teknige uygun bir kelime ya da kavramin koku yok ise, bu kelime ya da kavram direk ithal edilir.

Bu ithalgenelde fransiz kelime olusumu ve soylenisi seklindedir.

Ornek verecek olursak;

Taraca, balkon, apartman, garson, pijama, tren, trolleybus, otobus, teleferik, elektrik, profosor, sofor istasyon, televizyon, telefon, radyo, v.s. gosterebiliriz.

Buradaki en buyuk sorun, bilimselakademik ve felsefi kavram ve terimlerin anlam ve icerigindeki verilen yanlis algilamalardir.

Dunyada dil devrimi, 20. yuzyil ile birlikte "bu budur ve anlami budur" deyisini tarihe gommustur.

Basta analoji(pragmatist yani yarara gore) ve abduction (.... e gore anlam ve mana verme) her bir kelimenin kavramsal anlam ve icerigini; onu kendi beyin duzeyince algilayan temelinde degisime ugratir.

Bu genelde soyut kavramlar icin gecerlidir.

Mesela "din" deyince, kimi sadece kendi inandigi ve uyguladigi dini anlar; kimi yonlendiren ve yoneten inanc sistemini anlar, kimi her turlu izmi ve ideolojiyi din olarak algilar v.s.

Bu her turlu aklin turettigi kavramda ve metafizik etik temelli her turlu deger ve degerlendirmede boyledir.

Mesela diyelim "surada demokrasi var mi?" tartisilirken, herkesin kendi algisindaki demokrasi tartisilir ve gorulur ki, tartisanlar demokrasi kavraminin anlam ve iceriginde kendi beyin duzeylerince farkliliklar gosterir.

Ayni sey bir "namus, seref, ozgurluk, hak, adalet, iyi, guzel, dogru, gercek, hirs, intikam, kiskanclik" v.s. temelli tum etik, ideolojik, inancsal, metafizik, estetik temelli kelimelerde de gecerlidir.

Zaten felsefenin kelimeden kavrama gecisi, her bir kelimenin kavramsalniteligini kullanana gore farkli kilmaktir.

Evet, insanoglu ancak biri biri ile dili sayesinde iletisim ve dialog kurabilir.

Burada onemli olan ayni dili konusmak degil; ayni anlam ve icerik ile kullanilan kavramlardan bahsetmektir.

Yoksa bugun felsefede neyin ne oldugu tartisma goturmez duruimda olurdu.

Onemli olan kavramlarin kullanilmasi degil; kullanilan kavramin kullananca ne anlam ve icerikte kullandigidir.

Hayır..hayır..

Mesele üniversel-evrensel kavramların algılanması değil..

Bu kavramlar arapça-fransızca-ingilizce hatta yunanca-latince olarak yerleşebilir dünya literatürüne..Ve insanlar bunu kullanırlar..

Burada anlatılmak istenen şu;

mesela bir ingilizin David Hume'ü

Thomas Hobbs'u

veya bir almanın

Goethe'yi

Bismarck'ı

Hegel'i

veya bir fransızın

Montaigne'i

Pascal'ı

Descartes'ı anlaması..

Onlar asırlarca önce yazılı metinleri-müellifleri anlayabiliyorlar ama bizim yeni jenerasyonumuz bırakın

Nedim'i

Nef'i'yi

Ziya Paşa'yı

hatta Mehmet Akif'i

daha dün yazılan Yahya Kemal'i

Peyami Safa'yı

Necip Fazıl'ı anlayamıyorlar..

Bu sorun İngilizin,Almanın,Fransızın değil;

bizim sorunumuz..

Size tarihi bir anekdot sunayım;

Redhouse'dan önce ingilizler ilk "webster"ı bastılar..

tam 1 milyon kelime-deyim ihtiva ediyordu..

Ve yalnızca iki dilde basım yaptılar..

Ve önsözünde ne dediler,biliyor musunuz?

"Bu sözlük dünyanın en zengin iki dili olan İngilizce ve Osmanlıca olarak basılmıştır.."

Mesele bu..

Bugün ortalama türk insanı 300-500 kelime ile konuşup yazıyor..

Kangal köpeklerinin ise 150 kelimelik komut alma özelliği var..

İnsanlar kelimelerle konuşur ve düşünürler..

Düşünceyi açan kelimelerdir..

Bakın bugün bizler türk insanı olarak yurt dışına çıktığımızda elimizde sadece

bir tek "istemek" ve "düşünmek" kelimesi ile çıkarız..

Halbuki İngilizce,fransızca ve arapçada 4-5 den fazla kullanım ve semantiğine göre değişen isteme ve düşünme kelimesi var..

Bu yüzden bir iranlı bir arap veya uzak doğulu batı dillerini bizden çabuk kavrar,neden?

işte bu yüzden..

Burada yaptığımız kritik evrensel kavramların anlaşılması ve kullanılması değil;

orta çağa kadar latince,arapça,

orta çağdan sonra fransızca,

son asrımızda ingilizce popüler olduğu için evrensel kavramlar ve kelimeler zaman içinde değişim göstermişlerdir..

Ama ulusların dilindeki değişim bizdeki gibi olmamıştır;

biz,bir gecede hafızamızı kaybettik ve hala bulmaya çalışıyoruz..

Japonya veya Çin'e aynısını yapın bugün zaman içinde mazilerinden tamamen koparlar..kültürlerinden de..

Evrensel kavramlar her zaman vardı..

İbn-i Sina da kullandı latince kavramları ama kendi lisanını unutarak değil..

selamlar,
 
Son düzenleme:

evrensel-insan

Kahin
Yeni Üye
Katılım
1 Kas 2012
Mesajlar
3,434
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
68
Hayır..hayır..

Mesele üniversel-evrensel kavramların algılanması değil..

Bu kavramlar arapça-fransızca-ingilizce hatta yunanca-latince olarak yerleşebilir dünya literatürüne..Ve insanlar bunu kullanırlar..

Burada anlatılmak istenen şu;

mesela bir ingilizin David Hume'ü

Thomas Hobbs'u

veya bir almanın

Goethe'yi

Bismarck'ı

Hegel'i

veya bir fransızın

Montaigne'i

Pascal'ı

Descartes'ı anlaması..

Onlar asırlarca önce yazılı metinleri-müellifleri anlayabiliyorlar ama bizim yeni jenerasyonumuz bırakın

Nedim'i

Nef'i'yi

Ziya Paşa'yı

hatta Mehmet Akif'i

daha dün yazılan Yahya Kemal'i

Peyami Safa'yı

Necip Fazıl'ı anlayamıyorlar..

Bu sorun İngilizin,Almanın,Fransızın değil;

bizim sorunumuz..

Size tarihi bir anekdot sunayım;

Redhouse'dan önce ingilizler ilk önce "webstear"ı bastılar..

tam 1 milyon kelime-deyim ihtiva ediyordu..

Ve yalnızca iki dilde basım yaptılar..

Ve önsözünde ne dediler,biliyor musunuz?

"Bu sözlük dünyanın en zengin iki dili olan İngilizce ve Osmanlıca olarak basılmıştır.."

Mesele bu..

Bugün ortalama türk insanı 300-500 kelime ile konuşup yazıyor..

Kangal köpeklerinin ise 150 kelimelik komut alma özelliği var..

İnsanlar kelimelerle konuşur ve düşünürler..

Düşünceyi açan kelimelerdir..

Bakın bugün bizler türk insanı olarak yurt dışına çıktığımızda elimizde sadece

bir tek "istemek" ve "düşünmek" kelimesi ile çıkarız..

Halbuki İngilizce,fransızca ve arapçada 4-5 den fazla kullanım ve semantiğine göre değişen isteme ve düşünme kelimesi var..

Bu yüzden bir iranlı bir arap veya uzak doğulu batı dillerini bizden çabuk kavrar,neden?

işte bu yüzden..

Burada yaptığımız kritik evrensel kavramların anlaşılması ve kullanılması değil;

orta çağa kadar latince,arapça,

orta çağdan sonra fransızca,

son asrımızda ingilizce popüler olduğu için evrensel kavramlar ve kelimeler zaman içinde değişim göstermişlerdir..

Ama ulusların dilindeki değişim bizdeki gibi olmamıştır;

biz,bir gecede hafızamızı kaybettik ve hala bulmaya çalışıyoruz..

Japonya veya Çin'e aynısını yapın bugün zaman içinde mazilerinden tamamen koparlar..kültürlerinden de..

Evrensel kavramlar her zaman vardı..

İbn-i Sina da kullandı latince kavramları ama kendi lisanını unutarak değil..

selamlar,

Neye hayir dediginizi algilayamadim.

Ayrica yazdiklariniz ile beniom yazdiklarim arasinda herhangi bir tezatlikta yok.

"Yabancilasmak" eylemini leyhte ve aleyhte olarak degerlendirir misin?

Ayrica anlamak "verenin verdigi gibi degil; alanine aldigi gibi algilanmasidir."

Yani verileni alan onu kendi degerleri ile mukayese eder ya karsi cikar ya da tasvip eder.

Bu algilamak degildir.

Algilamak "verilenin verildigi gibi alinmasi ve yorumsuz anlanmasidir."

Oyle olmasa diyelim bir Marx'i okuyan bir Lenin, Mao, Gerilla hareketi" farki olmazdi.

Yani okuyan okudugunu verildigi gibi degil; anladigi gibi alir.

Neyse ben sadece sana katki olsun diye bir aciklama yapmistim.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst