Şeytan Ayetleri - Salman Rushdi

Konu İstatistikleri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kitaplardan Alıntılar kategorisinde Cry tarafından oluşturulan Şeytan Ayetleri - Salman Rushdi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 381 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kitaplardan Alıntılar
Konu Başlığı Şeytan Ayetleri - Salman Rushdi
Konbuyu başlatan Cry
Başlangıç tarihi
Cevaplar

Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Cry

Cry

Üye
Felsefe.NET
Katılım
28 Şub 2019
Mesajlar
212
Tepkime puanı
60
Puanları
28
Hijab, yani Perde, Cahilia’nın en ünlü genelevinin adıydı. Şıkır şıkır su akan avlularında palmiyelerin bulunduğu kocaman bir saraydı. Bu avlular şaşırtıcı bir mozaik oluşturarak içiçe giren odalarla çevriliydi. Bile bile birbirine benzer biçimde döşenmiş koridorlar dolambacından geçilirdi. Bunların hepsine aynı yazıyla Aşk yazılmıştı, hepsinde aynı halılar vardı, hepsinde duvara dayalı taş bir sandık bulunuyordu. Perde’nin müşterilerinden hiçbiri, ne gözdeleri kadınların evlerinde, ne de sokağa çıkmak için yardım edilmezse yollarını bulamazlardı. Böylece kızlar, istenmeyen konuklardan korunmuş olurlar ve işyeri, müşterilerin ücreti ödemeden gitmeyeceklerinden emin olurdu. Alaattin’in lambasındaki dev gibi, gülünç bir biçimde giyinmiş iri yapılı hadımlar ziyaretçilere gidecekleri kıza ve çıkışa götürmek üzere, bazen bir yumak ip aracılığıyla eşlik ederlerdi.

trans.gif


Baal’ın salonu, yani “perde arkası” dışarıda olup biten konusunda haberlerden kesinlikle yoksun kalmadı; tam tersine, hadımlık ödevleri sırasında zevk odalarının önünde nöbet bekler ve müşterilerin anlattıklarını duyardı.

Perde’nin kızları -bile bile onlara “kızlar” deniliyordu, çünkü en yaşlısı altmış yaşını geçkindi, oysa en genci, on beş yaşında olanı, elli yaşında olanlardan daha çok deneyimliydi- ayaklarını sürüyen bu Baal’a bağlanmışlardı. Aralarında bir hadımın, oncası arasında birinin, olması öyle hoşlarına gidiyordu ki, iş saatleri dışında ona hoş cilveler yapıyorlardı; bedenlerini onunkine yapıştırıyorlar, memelerini dudaklarının arasına koyuyorlar, bacaklarını beline doluyorlar, yüzünün birkaç santimetrelik yerini coşkuyla öpüyorlardı; yağız yazar umutsuz bir biçimde şehvete geliyordu; bunun üzerine çirkinliğine gülüyorlar, o kıpkırmızı kesilesene ve titreyerek gevşeyene kadar kendisiyle alay ediyorlardı; ya da çok seyrek olarak, o tüm umudunu yitirdiğinde, uyandırdıkları şehveti karşılık almadan doyurması için aralarından birini seçiyorlardı. Şair, bu biçimde, evcil ve kırpıştıran gözlerle miyop bir boğa gibi, başını kadınların dizlerine koymuş, ölümü ve öc almayı düşünerek, erkeklerin en mutlusu mu yoksa en sefili mi olduğunu söyleyebilmekten uzak olarak günlerini geçiriyordu.
 
Tüm sayfalar yüklendi.
Sidebar Kapat/Aç
Üst