- Konbuyu başlatan
- #1
Bölüm 1: Ahlak
Boş zamanın var mı? Yoksa bul.
Gelecekten gelmiş bir adama herkes az da olsa vakit ayırır. Gelecek bugünden doğar. Bugününü gelecekteymiş gibi yaşayan birisi hangi zamanın insanıdır? Kılıçlar geçmişse barut gelecektir, aynı anda bulunabilir. Eli bıçak tutan siz eski kafalılar, size geleceği sunuyorum.
Gelecek ve şimdinin; şimdi ve geçmişin farkı şudur: Bilgi. Anladıysan geleceğin ben olduğum bir gün gelebilir. Çünkü ben bilgiyim. Ahlakın bilgisi. Geçmişte öyle zamanlarda insanlar aslında geleceği yaşıyordu. İnsanlık unuttuğu zaman, zaman geriye doğru akar. Kitaplar birikse de...
Gözleri güzeldi; kulağı, burnu, ağzı vücudu müthiş bir uyum içindeydi. Yusuf peygamber kadar yakışıklıydı. Yürüdüğünde sükuneti ortaya çıkardı. Keskin bakardı. Elleri de güzeldi. Yeterince güzel olmayan tek yeri dişleriydi. Çirkin olmasalar da kalanına nazaran daha az güzellerdi. Gözleri kahverengi, saçı siyah, teni beyaz... gözleri burnu büyük... müthiş bir uyumun tanımı. Uyumun tanımı renkle veya ölçüyle nasıl anlatılır? Güzeldi işte. Ahlakın olmadığı bir beden ne kadar güzel olabilir? Parlamayan gözler ne kadar güzel olabilirse o kadar.
Atan kalbi gibi kapı çaldı, düzenli aralıklarla ve sık. Sonra durdu. Kalbi gibi durdu. Kapıdaki insanlar kalbi için gelmişlerdi, atsın diye.
Uzak bir gelecekte bir cumartesi akşamıydı. Kazım ve Kiraz'a hamile olan eşi Bilhan şömine başında oturup konuşuyorlardı.
-Neden böyle hissettiğini biliyorum.
-Onun yüzünden işte.
-Hayır değil, senin yüzünden. Kusuru büyük değil, sen yine de oturmuş, daha doğrusu sinirinden yerinde zor oturuyorsun.
-Derslerin bitmiyor senin.
-Biter, sen hepsini öğrendiğinde.
-Sonu yok bunun, başım ağrıyor.
Belki, sadece belki, hani olabilir yani. Hilkat gereği değildir. Zamanın bir gereğidir. İyiliğe yönelmek için yanlış bir zamanda doğduğundan olabilir. Sevgisiz büyümüştür...
Bilinmez bir diyarın eseri
Yaşayan, dileyen bir serseri;
Ardımda kanlar bırakarak doğmuşum,
Aslında kendi zavallı halimle boğulmuşum.
Zavallılığım gelir haneden,
Kaçmam, gitmem neden?
İşte ben, kavruk bir beden.
Buralar kurak topraklar
Ama varmış uzak memleketlerde ağaçlar.
Yolu yok gitmemin,
Gitsem bile bir tadı yok ki serinliğin.
Hastalıklı bir bedenin;
Esiri olmuşum.
Kazım: Bir toplum ancak katiller yetiştiriyorsa orada doğan çocuk katil olur mu?
Dostu: Hmm... Zor bir soru.
Kazım: Aslında kolay, sadece bilinemez. Yeterli kaynağımız olsaydı bilebilirdik. Bence zor sorular cevaba nasıl ulaşılacağı bilinmeyen sorulardır.
Dostu: Peki, ihtiyacımız olan kaynaklar neler?
Kazım: Kendini yeterince gözlemlemek. İhtiyacımız olan tek kaynak bu.
Dostu: Güzel diyorsun da, bilinemez niye dedin o zaman?
Kazım: Çünkü insan kendisini tam anlamıyla gözlemleyemez, türlü türlü duyguların esiri olmuştur, mesela biri sever ancak o an bütün herşeyiyle sevmeye başlar. Bütüncül bir bakış nerede? Eğer bir insan duygusuz olsaydı o zaman insan olmazdı, yine anlayamazdı. Ama anlamanın koşulu duygusuz olmaktır.
Boş zamanın var mı? Yoksa bul.
Gelecekten gelmiş bir adama herkes az da olsa vakit ayırır. Gelecek bugünden doğar. Bugününü gelecekteymiş gibi yaşayan birisi hangi zamanın insanıdır? Kılıçlar geçmişse barut gelecektir, aynı anda bulunabilir. Eli bıçak tutan siz eski kafalılar, size geleceği sunuyorum.
Gelecek ve şimdinin; şimdi ve geçmişin farkı şudur: Bilgi. Anladıysan geleceğin ben olduğum bir gün gelebilir. Çünkü ben bilgiyim. Ahlakın bilgisi. Geçmişte öyle zamanlarda insanlar aslında geleceği yaşıyordu. İnsanlık unuttuğu zaman, zaman geriye doğru akar. Kitaplar birikse de...
Gözleri güzeldi; kulağı, burnu, ağzı vücudu müthiş bir uyum içindeydi. Yusuf peygamber kadar yakışıklıydı. Yürüdüğünde sükuneti ortaya çıkardı. Keskin bakardı. Elleri de güzeldi. Yeterince güzel olmayan tek yeri dişleriydi. Çirkin olmasalar da kalanına nazaran daha az güzellerdi. Gözleri kahverengi, saçı siyah, teni beyaz... gözleri burnu büyük... müthiş bir uyumun tanımı. Uyumun tanımı renkle veya ölçüyle nasıl anlatılır? Güzeldi işte. Ahlakın olmadığı bir beden ne kadar güzel olabilir? Parlamayan gözler ne kadar güzel olabilirse o kadar.
Atan kalbi gibi kapı çaldı, düzenli aralıklarla ve sık. Sonra durdu. Kalbi gibi durdu. Kapıdaki insanlar kalbi için gelmişlerdi, atsın diye.
Uzak bir gelecekte bir cumartesi akşamıydı. Kazım ve Kiraz'a hamile olan eşi Bilhan şömine başında oturup konuşuyorlardı.
-Neden böyle hissettiğini biliyorum.
-Onun yüzünden işte.
-Hayır değil, senin yüzünden. Kusuru büyük değil, sen yine de oturmuş, daha doğrusu sinirinden yerinde zor oturuyorsun.
-Derslerin bitmiyor senin.
-Biter, sen hepsini öğrendiğinde.
-Sonu yok bunun, başım ağrıyor.
Belki, sadece belki, hani olabilir yani. Hilkat gereği değildir. Zamanın bir gereğidir. İyiliğe yönelmek için yanlış bir zamanda doğduğundan olabilir. Sevgisiz büyümüştür...
Bilinmez bir diyarın eseri
Yaşayan, dileyen bir serseri;
Ardımda kanlar bırakarak doğmuşum,
Aslında kendi zavallı halimle boğulmuşum.
Zavallılığım gelir haneden,
Kaçmam, gitmem neden?
İşte ben, kavruk bir beden.
Buralar kurak topraklar
Ama varmış uzak memleketlerde ağaçlar.
Yolu yok gitmemin,
Gitsem bile bir tadı yok ki serinliğin.
Hastalıklı bir bedenin;
Esiri olmuşum.
Kazım: Bir toplum ancak katiller yetiştiriyorsa orada doğan çocuk katil olur mu?
Dostu: Hmm... Zor bir soru.
Kazım: Aslında kolay, sadece bilinemez. Yeterli kaynağımız olsaydı bilebilirdik. Bence zor sorular cevaba nasıl ulaşılacağı bilinmeyen sorulardır.
Dostu: Peki, ihtiyacımız olan kaynaklar neler?
Kazım: Kendini yeterince gözlemlemek. İhtiyacımız olan tek kaynak bu.
Dostu: Güzel diyorsun da, bilinemez niye dedin o zaman?
Kazım: Çünkü insan kendisini tam anlamıyla gözlemleyemez, türlü türlü duyguların esiri olmuştur, mesela biri sever ancak o an bütün herşeyiyle sevmeye başlar. Bütüncül bir bakış nerede? Eğer bir insan duygusuz olsaydı o zaman insan olmazdı, yine anlayamazdı. Ama anlamanın koşulu duygusuz olmaktır.