- Konbuyu başlatan
- #1
- Katılım
- 22 Şub 2009
- Mesajlar
- 426
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 52
BÖLÜM 1
"Sultan Osman'ın erkekliğinin pınarının musluk borusu..."
"Sultan Osman'ın erkekliğinin pınarının musluk borusu..."
Topkapı Sarayındaki yaşamla ilgili A. Kemal Meram'ın bu kısa tanımlaması belli bir döneme, Lâle Devri'ne ait. Bugün cinselliğe bakışımızın, cinselliği yaşayış tarzımızın kökleri araştırıldığında, insan ister istemez Lâle Devri'ne, hatta çok daha gerilere uzanmak zorunda kalıyor...
"Geçmişi bilmeden bugünü anlamak ve geleceği düzenlemek mümkün değildir" ilkesinden hareketle, hazırladığımız yazı dizimizde amacımız tarihimizin bir dönemini yargılamak değil, fakat bugünümüzü etkilediği tartışma götürmez bir geçmişi, bölüm bölüm, adım adım inceleyerek günümüze ışık tutmaya çalışmak. Yazı dizimizin bu sayımızdaki ilk bölümünde, içine girdikçe karmaşası fark edilen konular arasında genel bir gezinti yapmayı uygun gördük. Önümüzdeki sayılarda ise, Osmanlılarda cinsel yaşama damgasını vuran kurum, töre ve yaşama biçimlerini teker teker ele alarak anlamaya, araştırmaya çalışacağız.
* * *
13. yüzyılın bitiminde, Bizans İmparatorluğu'nun güneydoğu sını*rında küçük bir beylik olarak kendini gösteren ilk Osmanlıların da Türk Oğuzların Kayı boyundan oldukları kesinleşmiştir. Ancak, 1453 baharında Konstantinopolis'i genç yaşta ele geçiren Fatih Sultan Mehmed Han'a kadar Osmanlı hükümdarları sürekli olarak yabancı toplumlardan kız alma alışkan*lığında olduklarından ve bu eğilimin 20. yüzyıla kadar devam etmesinden dolayı, Osmanlı İmparatorluğu'nda yönetici sınıfın Türklükle pek bir iliş*kisi olmadığı ileri sürülebilir. Bu bakım*dan, Osmanlı dönemi Türk toplumu*nun saraylılarla arasındaki kültürel kopukluğunun cinsel alanda da kendini göstermiş olması doğaldır.
Osmanlılardan günümüze cinselli*ğin gelişimi üzerine bir inceleme yap*manın sanıldığı kadar kolay bir çalışma olmadığını araştırmalarımız boyunca gördüğümüzü de belirtmek isteriz. İmparatorluk devrine ait politik ve sos*yal olaylarla ilgili bir çok tarihsel belge*nin gün ışığına çıkarılmış ve kültürel etkisi olan sayısız yapıtın incelenmiş olmasına rağmen özellikle cinsellik konusunda geçmişimizi aydınlatacak ayrıntılı bir araştırmaya belirli alan*larda sayısı onu geçmeyen yapıt dışında rastlanmayışı ilginçtir. Öte yandan, toplum sağlığı konusunda ülkemizde uzmanlaşmış bilim adamlarımızın bu konuyla ilgili görüşlerini okuyucuları*mıza yansıtmak istediğimizde, aldığı*mız yanıtların ne denli düşündürücü olduğunu yazı serisi içinde izleyebilirsiniz.
*
İşte bu olayı bütün ayrıntısıyla anla*tan Evliya Çelebi'ye çok içerleyen ünlü Osmanlı devri tarihçilerinden Necib Asım Bey, orijinal yazmayı 1896'da ilk defa yayımlayan kurul içinde görevliy*ken, metnin cinsellikle ilgili bölümünü içeren bir sayfayı büyük bir soğukkanlılıkla yırtıp yok etmiş ve ardından da gerekçe olarak şöyle demiştir:
"Tarihimiz için bu sayfa kara bir lekedir. Bunu gelecek kuşaklara göster*mek doğru olmadığı için yırttım!"
Kuşkusuz, 2. Osman'ı cezalandır*mak için ırzına geçmenin de gerekli olduğuna karar verenler anlık bir öfkeye kapılmışlardı. Nitekim, benzeri bir öfkenin 1970'li yılların başında bir milletvekilinden geldiğini anımsıyoruz. Kompozisyon dersinde Atatürk ile Lenin'i karşılaştırarak, Atatürk'ün daha üstün ve başarılı bir devlet adamı olduğunu kanıtlamak isteyen bir ortao*kul öğrencisi, kullandığı üsluptan dolayı yargılandığında, milletvekilinin "Atsın*lar içeri o... çocuğunu, orada bir güzel ırzına geçerler da anlar o zaman!" diye hırslanarak duygularını dile getirmesi, kanımızca sadece basit bir rastlantı değildir.
Ancak, geçmişte ırza geçme olayla*rının hepsinde de anlık bir öfkenin neden olduğunu söyleyemeyiz. Örne*ğin, Bektaşi tarikatından olan 19. yüzyıl ozanımız Edib Harâbî bir nefesinde, oğlanlara olan aşkını dile getirirken, eğer eline birisi düşerse onu hep birlikte ne yapacaklarını divanında belirtmeden geçememiştir. Şöyle diyor ozan:
"Bektâşiyiz yâhû etmeyiz inkâr.
Şânımız söylenir dillerde her bâr.
Bizlere bir mahbûb olursa şikâr,
Kırk kişiyle ânı hemân s...riz."
İsmet Zeki Eyuboğlu, "Divan Şii*rinde Sapık Sevgi" adlı yapıtında, hece vezniyle yazılmış bu şiirin açıklama gerektirmediğini, ozanın söylemek istediğinin besbelli olduğunu ekliyor. Ardından, divan şiirinde "sâkî" ve "mahbûb" gibi kavramların aslında ozanların tutuldukları oğlanları dile getirmek için kullanılan üstü kapalı deyimler olduğunu vurguluyor. Ancak, ünlü psikiyatri profesörümüz Sn. G. Koptagel'e göre divan şiirinde "oğlancılık" diye bir şey yoktur. Cer*rahpaşa Hastanesi'nde kendisiyle yaptı*ğımız görüşmenin bir bölümünde, bize divan şiirinin tümüyle sembolik oldu*ğunu ve ozanların ince bir üslupla insan değerlerini nasıl işlediklerinin özüne varılması gerektiğini anımsatması üze*rine, aklımıza hemen Nedim'in ünlü bir şarkısı geliyor:
"İzn alub cum'a nemâzına deyû mâderden,
Bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden.
Dolaşub iskeleye doğrı nihân yollardan,
Gidelim serv-i revânım yürü Sad'âbâde."
Günümüz Türkçesine olduğu gibi çevirirsek: "Anneden cuma nama*zına (gideceğiz) diye izin alıp zalim felek*ten bir gün çalalım. Issız yollardan iskeleye doğru dolaşıp, yürü uzun boylu sevgilim Sadabad'e gidelim." Kadınlar cuma namazına gitmediklerine göre, Nedim'in annesinden izin alıp cuma namazına götürüyorum diye ıssız yol*larda kaybolmaya heveslendiği uzun boylu genç sevgilisi, kimi ya da neyi sembolize ediyordu acaba...
Bugün Anadolu'dan gelen minibüs şoförü aracının ön kıs*mını "caka işleri" yapan bir başka hemşerisine süsletirken, görünür bir yere iliştirdiği "bu kahrolası dünyayı senin için çekiyorum" yazısıyla, sürekli dinlediği arabesk müziğin sarhoş eden "ölürsem kabrime gelme" feryadında özlenen, bir kadın imajıdır kuşkusuz.
Ancak, 18. yüzyılda üç yıl saltanat sürmüş olan 3. Osman ne musikiden hoşlanırmış ne de kadınlardan. Çağatay Uluçay, "Padişah Kadınları ve Kızları" adlı yapıtında, padişah oldu*ğunda yaşı 55'e ulaşmış olan 3. Osman'ın yaşamının yarım yüzyılını rutubetli, loş harem odalarında tembellikle geçir*miş olduğunu belirtiyor.
Padişah olduğu zaman, haremde bulunan ne kadar hânende, sâzende ve rakkâse varsa hepsini kovup atmış. Üstelik, haremde kadınlar ve cariyelerle karşılaşmamak için altına büyük kaba*ralar çakılmış yüksek takunyalar ve ayakkabılar giyermış. Haremde dolaş*tığı zaman, kadınlar ve cariyeler sesini duyunca onunla karşılaşmamak için çil yavrusu gibi dağılıp her biri bir tarafa savuşurmuş.
İstanbul'da dolaşmaya çıktığı hafta*nın üç gününde kadınların sokağa çık*malarını ve evlerinde bile olsa süslenmelerini yasak etmiş. Topkapı Kitaplığı yazmalarından Velâdetname-i Hibetullah Sultan Varak No. 2'de ken*disinden şöyle söz edilir:
"... mağfur cennet-mekân Sultan Osman hazretlerinin lüle-i serçeşme-i recüliyetleri isale-i selsâl-i tenasül etmede hûşkîde ve âtıl... ve lemyettehizu veleden sırrına vâsıl olmağla zükür ve inastan mahrum olmağla..." (Allah günahlarını affetsin, yeri cennet olsun, saygıdeğer Sultan Osman'ın erkekliğinin pınarının musluk borusu (yani: penisi), üreme suyu akıtmakta kuru ve tembeldi. Böy*lece çocuksuz ölmekle erkek ve kız çocuktan yoksun kalmıştır.)
Bu arada, bazı padişahların da kadın*larını öldürttükleri görülmektedir. Ama, bazı Avrupalı yazarların belirttikleri gibi toptan öldürme olaylarına dair eli*mizde yeterli kanıtlar yoktur, diyor Çağatay Uluçay. Örneğin 3. Murad ölünce, ondan hamile kalan yüzlerce cariyenin çuvallara konup bostancıbaşı ile kızlarağası tarafından ağızlarına birer taş bağlanıp Sarayburnu açıkla*rında sandallardan denize atıldığını iddia ederlermiş. Halbuki bizim kaynaklar yalnız yedi cariyenin çuvallara tıkılıp denize fırlatıldığını yazıyormuş. Yine iddia ederlermiş ki, Sultan İbra*him bir kriz anında (kendisinin ruh hastası olduğunu bütün tarihçiler kabul etmektedir), eğlenmek ve neşe*sini bulmak için haremdeki bütün kadınların öldürülmesini emret*miş. Kadınları denize atarak boğmuş*lar. Halbuki, Sultan İbrahim hiçbir zaman böyle bir işe kalkışmamıştır, deniyor. Tersine, kadınlara çok düşkün bir padişahmış.
Sultan İbrahim padişah olduğu zaman 25 yaşındaydı. Çocukken, ağa*beyi 4. Murad'ın üç kardeşini öldürme*sinden sonra sıra kendisinin boğdurul*masına geldiğinde, annesi Valide Kösem Sultan'ın girişimiyle canını kurtarmış ve sürekli hapiste yaşamaya mahkûm edilmişti. Bu durum, Sultan İbrahim'in çıldırmasına yol açmıştı.
Tahta oturduğu zaman, Osmanlı hanedanında Deli Mustafa'dan başka erkek çocuk yokmuş. (Mustafa'nın deli olduğunu tarihçiler belirtiyor.) Hanedanı yaşatmak için başta annesi Kösem Sultan olmak üzere, devletin ileri gelen*leri kendisine güzel cariyeler bulmak için seferber olmuşlar. İbrahim de dev*let işlerini annesi ve diğer kadınlara bıra*karak kendini, hanedanı yaşatma görevine adamış.
Hasekiler ve gözde cariyeler devlet işleriyle meşgul olup 4. Murad'ın kur*duğu düzeni çorbaya çevirirlerken, İbrahim sekiz yıllık saltanatı boyunca aklına gelen her türlü rezaleti yapmış.
Sultan İbrahim cinsel isteklerini alevlendirmek için yatak odasının etra*fına aynalar kor ve bunlara bakarak cinsel ilişkide bulunurmuş. Her Cuma günü annesi ya da bir başka saray görev*lisi tarafından kendisine genç bir bakire sunulur, İbrahim de bununla birlikte kendisine anlatılan yeni bir ilişki biçi*mini uygulayarak değişiklik yaparmış. En çok zevk aldığı eğlencelerden biri de bütün kadınlarını soyup onları kısrağa benzetmesiymiş. Kendisini bu durumda bir aygır olarak ilan edip üzerlerine saldırırmış.
*